- Erzincanlı Bir Veli ve Mesnevisi-1

Adsense kodları


Erzincanlı Bir Veli ve Mesnevisi-1

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Mon 25 July 2011, 01:29 am GMT +0200
Erzincanlı Bir Veli ve Mesnevisi-1



Kasım 2009 - 131.sayı


Abdullah GÖKMEN kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.

Hayyat Vehbi ya da Terzi Baba adıyla meşhur Erzincanlı Muhammed Vehbi, 1780 yılında doğmuştur. Terzi Baba lakabı, anne ve babasının arzusuyla yürüttüğü terzilik mesleği sebebiyledir. Naksibendîlik yoluna mensup Terzi Baba’nın mesnevi tarzında yazılmış Miftahu’l-Kenz adlı bir de eseri bulunmaktadır.

Terzi Baba ümmiliği ile meşhur olmuş zatlardandır. Hakkındaki bilgileri Osmanlı Müellifleri, Sefîne-i Evliya ve Esmâü’l-Müellifin gibi eserlerden elde etmekteyiz. Sefine-i Evliya’da hakkında şöyle denilmiştir:

“Allah vergisi kabiliyeti dolayısıyla dünyaya muhabbeti yoktu. Bir taraftan mesleğiyle, diğer taraftan ibadetle meşgul olurdu. Dilini ve kalbini zikrullahtan ayırmazdı. Hatta dükkanında dikiş diktiği sırada her iğne sokuşta lafz-ı celâl ile dilini süslerdi.”  Terzi Baba, Mevlâna Halid Bağdadî k.s. hazretlerinin halifesi olan Erzincanlı Abdullah Mekkî Efendi hazretlerinin müridliğini talep etmiş ve ondaki Allah vergisi kabiliyeti gören Hazret de onu müridleri arasına almıştır. O günden sonra kendisinde tasavvufî neşe ve zevk artmış ve nihayetinde Abdullah Mekkî Efendi hazretlerinin halifesi olmakla şereflenmiştir. 1847 yılında Erzincan’da vefat etmiştir.

Kaynaklarda Terzi Baba için ayrıca şunlar da zikredilmiştir:

“O, halim selim, mütevazi bir zattı. Fakirleri çok seven, onlara daima merhamet ve şefkatle yaklaşan mübarek bir insandı. Anlatıldığına göre bir gün, Erzincan’a kâmil zatlardan seyyah bir kişi gelir. Bu kişinin üstündeki aba çok eskimiş, birçok yeri yırtılmış ve ele alınamayacak kadar kirlenmiştir. Elbisesini tamir ettirmek için terzilere giden zatın gittiği hiçbir terzi, dikmek bir yana, abaya ellerini sürmekten bile çekinir. Alttan alta alayla;

– Şurada Terzi Baba var, ona götür, derler. Biçare seyyah Terzi Baba’yı bulur ve meramını anlatır.

Terzi Baba, reddetmek yerine hüsn-i kabul ile “Abayı bırak, yarın gel, hazır bulursun.” buyurarak alır, güzelce yıkar, kurutur, diker, hazır hale getirir. Ertesi gün seyyah gelir, abayı teslim eder. Ücret de almaz. Abasını temizlenmiş, dikilmiş halde gören seyyah çok sevinir, Terzi Baba’ya gönülden dua eder. Terzi Baba, günümüzde “Miftâhu’l-Kenz” adlı eseri ile tanınmaktadır. Mesleği olan hayyatlığa (terzilik) işaret olarak Hayyat Vehbî mahlasını kullanmıştır. Eserin Türkiye kütüphanelerinde birçok yazma ve matbu nüshası vardır. Eserin kısa zaman içinde el yazma usulüyle birçok kez çoğaltılmış olması ve ayrıca 1859 yılında basılmış olması esere gösterilen kıymetin işaretidir. Aşağıda, bu eserden nesre çevrilmiş bölümler bulacaksınız. Çevirdiğimiz bu kısımlar Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüshalardan yararlanarak hazırlanmıştır. Nakşibendîliğin bazı esaslarını ve bu çerçevede nasihatları içeren eser mesnevi türünde yazılmıştır. Dili gayet sade ve akıcıdır.

Terzi Baba’dan...

Gel ey Hayyat Vehbi,

Kulun düşmanlarını anlat. Ki biz kime Allah için buğz edeceğimizi, kimi ve neyi Allah için seveceğimizi bilelim.

İnsanın dört büyük düşmanı vardır ve mert insan bunlara karşı gelebilendir. Bu dört şeyden kurtulan kendisinin sultanı olur.

Nitekim Allah “düşmanını gözet” buyurmuştur. Bu yüzden sizler daima bunları düşman bilin.

Düşmanın biri nefstir, diğeri şeytan. Birisi kötü arkadaştır, bir diğeri ise dünya.

Nefs-i emmare büyük düşmandır. Ancak ona muhalif olarak onu kahredersin.

Onun sözünü tutma, çalış çabala ki, sakinleşsin. Böylece nefsini öldürüp sen de rahata erersin.

Eğer şeytana düşmanlık edeyim diyorsan, çalış çabala, Allah’ı zikret ve istikamet üzere ol.

Hiçbir zaman kötü arkadaşla beraber olma. Gün gelir sana düşmanlık eder.

İyilerle konuş, daima onlara yakın ol. Kalbini pâk edip temizle ve daima iyi huylu ol.

İyi huylu olup eğer kemale erersen, nice kötü kişiye nasihat etmen, onları hak yola çevirmen sırasında zarar görmezsin, sana zarar veremezler.

Dünya sevgisi de herkese düşmandır. Nice insanın ömrünü boşa harcamasına sebep olur.

Nitekim Allah da böyle buyurmuştur. Hiç aklı başında, yarın başına gelecekleri bilen adamın kalbinde dünya sevgisi barınır mı?

Zaten bir insan kulluğuna devam etse, herkes ona hizmetçi olur. Dünya sevgisi ise insana çok zahmet verir.

Ashab’ın haber verdiğine göre, Allah Rasulü s.a.v. de buyurmuştur: “Dünyanın kıymeti sinek kanadı kadar değil”dir.

Sürüye iki aç kurt girse, bütün sürüyü kırar geçirir, geriye bir şey koymaz. Fakat dünyanın verdiği ziyan hepsinden fazladır. Dünya kendisini sevene zarar verir.

Nitekim Mevlâ hadis-i kudside buyurmuştur: “İki sevgi bir kalpte yer almaz.”

Nasıl ki su ile ateş bir kapta toplanmaz, dünya sevgisi ile Allah sevgisi de bir araya gelmez.

İlâhi, cümlemizi bağışla ve hayırlı mal ver. Ve kalbimizi mâsivâdan temizle, şirk ve riyadan kurtulalım.

Bu dünyadan kurtulmak istersen, daima ölümü hatırlamaya bak. İlimle meşgul ol ve amel et. Nitekim Allah Kur’an’da ilmi övmüştür.

Allah Rasulü âlimleri övmüş ve benim vârislerim onlardır buyurmuştur. Allah Tealâ da Kur’an’da “Benden ancak alimler hakkıyla korkar” buyurmuştur.

Bu alimler ise, sözleriyle yapıp ettikleri birbirine uyanlardır.

* * *

Allah’ın Kur’an’da bahsettiği, büyük insanlardan söz edeyim. Onları anlatayım.

Onlar bu dünyanın alışverişine dalıp gitmezler, Allah’ın zikrinden gafil olmazlar. Kapleri daima zikr üzeredir ve daima Allah’ın huzurunda olduklarını bilirler.

Allah Rasulü s.a.v. de buyurmuştur: “Bedende bir et parçası vardır, o sağlam olursa beden de sağlam olur. Eğer o bozulursa, bedenin tamamı bozulur. O et parçası kalptir, bunu bilin.”

Gönülsüz, kalpsiz kul var mıdır? Tabii ki yoktur. Kalp yüce Mevlâ’nın nazar ettiği yerdir. Her an ona ilâhi bir nur dolar.

Çalış çabala ve kalbini mâsivâdan, yalandan, gıybetten, kibirden ve iftiradan temizle. Çünkü Allah Tealâ nazar ettiği yeri temiz tutanı sever.

Bir kez kalpten Allah diyenin imanı, o kişiyi kurtuluşa erdirir.

Zikr üzere olmak kalbi sükûna erdirir, kalp mutmain olur ve Allah kendisini zikredene daima yardım eder.

İlâhi! Kalbimizi mutmain kıl ki günahımızın farkına varalım, onun için ağlayalım.

İmanımız ezeli bir hidayettir. İnşallah Rabbimiz imanımızı üzüntülerden, pişmanlıklardan muhafaza eder.

Kişinin kalbi tasdik hali üzere olursa, onun imanı daima güçlenir. O kişinin sözü doğru olur, maksadı, meramı belli olur.

Yalan ile iman bir arada olmaz. İkisi birden bir kalbe dolmaz.

Kişinin çabası imanını korumak üzere olmalıdır.

* * *

İlim hakkında çok söz söylemişler, her biri sanki şeker çiğnemişler.

Ben de bir kaç söz söyleyeyim, biraz şeker de ben çiğneyeyim.

Allah’a sığınırım ve derim ki, ‘Günahımı affeyle, gafletten uyandır.’

Sözlükte ilmin anlamı bilmektir. Gerek çalışıp çabalayarak olsun gerek Allah vergisi olsun, ilim derler.

İlim iki türlüdür: Biri ilm-i bâtın, diğeri ilm-i zahir. İkisi de birbirine uygundur, aklı başında olan, her ikisini de tatbik eder, kullanır.

İlm-i zahir nedir, dinle şimdi. Biraz açıklayayım: Allah kelamından ve hadisten çıkarılmıştır ilm-i zahir. Herkes bu ilme muhtaçtır.

İslâmî ilimler bu kaynaklardan çıkmıştır ve müçtehitler çok manalar ortaya koymuştur.

İster oku, ister dinle. Fakat amel etmezsen ziyanı çoktur.

Amelden maksat işte bu okumaktır, amel edip günahtan necat bulmaktır, kurtuluşa ermektir.

Okuyorsan amel et ve hakkı söyle. Sana zarar vermek isteseler de doğru söyle.

Eğer zarar gelir diye doğru söylemezsen, İlâhi huzura nasıl çıkarsın, ne yüzle gidersin?

İlâhi! Dilimize hakkı söylet. Bize bir ziyan değerse de sen doğru söylet.

Müçtehitler içtihat ederek, itikadı sağlamlaştırdılar.

İtikadda mezhebimiz Matüridî, amelde İmam-ı Azam mezhebidir. Bu ikisidir mezhebimiz, amelde itikadda uyduğumuz.

Ayrıca dört mezhebin de cümlesi haktır. Şafiî, Malikî, Hanbelî... hepsi doğru. Sen kendi mezhebince amel et.

Falan mezhep hatalıdır demek hatadır. Her biri Hak tarafından verilmiştir. Eğer varsa zaten hatası, affetmiştir onu Hüdası.

İçtihat ederek onlar aldı sevabı. Bize gerek değil onun hata hesabı.

Hakikatte bilinmez Hakk’ın muradı. Muradullahtır cümlemizin itikadı.

Kulun cüz’i iradesi vardır ve maksadına onunla yönelir.

Kalbe çok manalar atılır. Dört şeyden gelir bu manalar. İkisi bir vasıtayladır.

Bu vasıtalar ya melek olur yahut şeytan. Melek tarafından atılan manaya ilham derler.

Bu ilham hayra uygun olur ve dinin hükümlerine mutabık olur.

Şeytan ise kalbe vesvese atar. Bu da Allah’ın hükümlerine muhalif olur ve şeytan daima birbirine benzer şer işler atar kalbe.

İnsana çok hileler yapar.

İnsan ancak Allah’ı zikrederek şeytandan kurtulabilir.

İlahî! Sen kerem kıl, yardım et. Onun şerrinden kurtulalım.

* * *

Herhangi bir vasıta olmadan kalbe gelen manalar ise, biri nefistendir, diğeri Hak’tandır.

Nefsten gelenin adı hevâdır ve senden isteklerini yerine getirmeni talep eder.

Oysa onun istekleri dinin hükümlerine muhaliftir ve o senin katı bir düşmanındır.

Mana, kalbe güneş gibi doğarsa, ona havâtır derler ve Hak’tandır.

O daima Allah’ın hükümlerine uygun olur. Onu takip eden Hakk’a yol bulur.

Haramdan sakınırsan fark edersin. Kalbe atılan kimden, sezersin.

Allah cüz’î irade verdi sana, öyleyse iradeni O’nun muradına göre sarf et daima.