sumeyye
Sun 1 August 2010, 02:03 pm GMT +0200
en çok neye şaşırıyorum
Dünyada ve ülkemizdeki son gelişmeleri konuşurken “Artık şaşırmıyorum, hiçbir şeye şaşırmıyorum” diyor arkadaşım
Al benden de o kadar! Demeye hazırlanırken içimden bir ses tutuyor beni
Çünkü ben hâlâ şaşırıyorum
Neye mi?
Hayır! Ne televizyonlardaki kimi programlara ne de bir saksıda çoktan kurudu sandığım bir dalın birdenbire çiçeklenivermesine şaşırıyorum
Şu ömrümde ne çok insan öldürüldü, ne çok arkadaş kaybettik, ne çok hayat paramparça edildi; hepsi de siyasal gerekçelere dayandırıldı Bu berbat filmin hâlâ vizyonda olmasına ve bizim hâlâ “seyirci” oluşumuza da şaşırmıyorum
Bu yıl kış mevsiminin gelmek bilmemesi bile şaşırtmıyor beni
Tamam! Kendime şaşar gibi oluyorum bazen
Artık beni hiçbir şey huysuzlandırmaz, kızdırmaz diye içimden geçirirken ve uslu uslu yaşayıp giderken öfkenin kapımı çalıvermesine şaşıyor gibi oluyorum da
Beni asıl şaşırtan şey ne biliyor musunuz?
Ortalama hayatlarımız
En çok sıradan insanların sıradan hayatları şaşırtıyor beni
Çünkü bunca hayhuyun, bunca koşuşturmacanın içinde “varoluş” umuzu azıcık olsun sorgulamadan yılları geçirmek garip bir şey!
Bunu hiç sorgulamadan birbirimizi ve ortalığı kırıp dökmek iyice garip!
Arkadaşıma günümüz insanının akıntıya kapılıp gitmeyi normal bulmasını ve günümüzde hayat denen şeyin işi merkeze alarak örgütlendiğini, iş dışındaki her şeyin “işsizler” için bile teferruat sayıldığını anlatmaya çalışıyorum
Bunun bir tür “uyku” olduğunu; her sabah yeni bir “uyku”ya uyandığımızı da dile getiriyorum
“Anlıyorum” diyor arkadaşım ama anladığından emin olamıyorum
***
“Hayatımız” diye ne varsa sanki hepsi mecburen, mecburiyetten
Peki kim mecbur ediyor?
Tanrı mı? Hayır
Hiçbir dinde ve insanlığın binlerce yıllık hiçbir kutsal geleneğinde insanın “ne için döndüğü belli olmayan bir çarkın esiri olarak” yaşamasını onaylayan bir söze rastlayamayız
Öyleyse neden? Neden böyle yaşıyoruz?
Gençlik gelip geçtikten sonra işin bu yanını uzun uzadıya soran, sorgulayan kalmıyor!
Okullara gidiyoruz
Çok şeyi ezberliyor, okul bitince hepsini yarım yamalak hatırlıyoruz
Yine de eğer talihliysek eskilerin deyimiyle bir “baltaya sap” da oluyoruz
Çalışıyoruz, çoluğa çocuğa karışıyoruz
Bu serüvene hep dert, hep sıkıntı, hep patırtı gürültü egemen oluyor
Allahtan birileri bize mutluluğun “an”lardan ibaret olduğunu söylemiş de (yoksa yutturmuş mu demeli?) o sayede ara ara “mutlu” olduğumuza inanıyor, bunu büyük marifet sayıyoruz
Çevre tarafından başarılı biri sayılıyorsak gururlanıyoruz, değilsek ezikliğimizi ya içimize atıyor ya da ezikliğin zehirli iğnelerini yakınımızdakilere batırıp rahatlıyoruz
Para, hem sevgili hem de düşman
İşimiz gücümüz, aklımız fikrimiz hep parada
Çocuklar iyi yetişsin diye bin deveye hendek atlatıyoruz
Herkesin gittiği yerlere biz de gidelim, herkesin tattıklarını biz de tadalım diye çırpınıyoruz
Seviyoruz ama sevmediklerimizin altını çize çize
Neşeleniyoruz ama üzüntüden koşarak kaçar gibi
Depresyona giriyoruz; “yetti artık!” der gibi; “yetti bu anlamsız hayat!”
Depresyondan çıkıyoruz; “aman o yalan bu yalan, al biraz da sen oyalan!” çağrısına uyar gibi
Zaman geçiyor
Yaşlanıyoruz
Yaşlanmamıza rağmen bu hayhuyu ciddiye almayı sürdürüyoruz Hatta daha da ciddiye alıyoruz
Sanki ne kadar ciddiye alırsak o kadar daha uzun süre yaşayacakmışız gibi!
Ama
Yine de
Sonunda
Mutlaka ölüyoruz
“Başka türlü ve yepyeni bir hayat mümkün mü?” diye sormadan
“Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusunu en derinlerimize bastırarak
“İçine kıstırıldığımız ve sürekli işleyip duran şu çarkın dışına çıkmak imkânsız mı?” diye bir kez bile aklımıza getirmeden
Akıp giden takvim zamanına kayıtsız koşulsuz teslim olarak yaşayıp ölüyoruz
Ben işte bu teslimiyete şaşırıyorum
Yeryüzünde dönüp duran ve adına insan ömrü denen milyarca çarkın dönerken çıkardığı uğultu kulaklarımı sağır ediyor
H.Babaoğlu