meryem
Sun 3 April 2011, 02:04 pm GMT +0200
EMR Bİ'L-MA'RUF, NEHY ANİ'L-MÜNKER
Emr bi'1-ma'ruf, nehy ani'l-münker kavramları, Kur'an'ın önemli kavramlanndandır. Vurgu, öncelikle ma'ruf ve münker kavramlarında olduğu için, önce onları inceleyelim. Sonra da birleşik biçimlerini ele alalım.[391]
1. Ma'ruf Ve Münker Kavramları:
Kur'an'da iyi kavramını karşılamak üzere sâlih, hasene, tayyib, hayır, birr, ma'ruf, ihsan sözcükleri kullanılır. Bu sözcükler arasında ince anlam farkları olduğu düşünülebilir. Nitekim bir âyette, hem hayır, hem de ma'ruf sözcüğünün kullanıldığını görüyoruz (Ali İmran, 3/104). Bu kullanım, hayır ile ma'rufun farklı iyileri anlatmak için gerçekleşmiş olmalarıdır. İhsan ile ma'ruf da aynı âyette birbirine çok yakın anlamda kulanıhr (Bakara. 2/178,229).
Ma'ruf, bilmek, aşina olmak, tanımak, ve düşünerek veya eserini inceleyerek kavramak anlamlarına gelen a-r-f (arafe) kökünden türemiştir. Aynı kökten örf, irfan ve ma'rifet kelimeleri de vardır. İrfan, ilim sözcüğünden daha özeldir. İrfanın zıddı inkâr (irfan x inkâr) ilmin, zıddı ise cehildir (ilim x cehil).[392]
Münker bilmemek, belirsizlik ve tanımamak anlamlarındaki n-k-r (nekira) kökünden türemiştir. İnkâr, münkir ve nukr sözcükleri de bu köktendir. Nitekim bir âyette, cinayet için "nukr" (çirkin/kötü) sıfatı kullanılmıştır (Kehf, 18/75).
Ma'ruf ile münker birbirinin zıddıdır:
Ma'ruf (urf) x Münker (nukr)
Nitekim Râgıb el-Isfahânî şu güzel tanımı verir: Ma'ruf güzelliği akıl veya din yoluyla bilinen eylemdir. Münker ise, bu iki kaynağın kabul etmediğidir.[393]
Kur'anda kötü kavramını karşılamak üzere kullanılan öteki sözcükler, fesad, seyyie, habis ve şer sözcükleridir.
Ma'ruf ile münker sözcükleri yalnız başlarına kullanıldığı gibi, ikisinin birlikte kullanıldığı yerler de vardır. Birlikte kullanıldıkları durumlar, özellikle iyiliği emretme, kötülüğü engelleme emirlerinin veya örnek olaylarının açıklandığı âyetlerdir.
Ma'ruf sözcüğü, münker sözcüğünden daha fazla sayıda kullanılır. Ma'ruf sözcüğünün kullanıldığı ayetlerdeki tikel ma'ruf örnekleri, bir takım söz, eylem, tutum ve davranışları anlatır. Bu örnekler, aile ve akrabalık ilişkileri, vasiyet, kavil (söz), kısas ve isyan konularını ele alır.
Ailenin kurulması ve sürdürülmesi ma'ruf biçimde olur: Babalar, anaların yiyecek ve giyeceğini ma'ruf (uygun) şekilde karşılar.[394] Sütanneye ücreti ma'ruf (örfe uygun) biçimde ödenir.[395] Mü'min cariyelerle evlenince mehirleri ma'ruf (örfe uygun) şekilde verilir.[396] Oğlunu şirk koşmaya zorlayan ana-babaya itaat edilmez, ama dünya işlerinde onlarla ma'ruf (güzel) bir biçimde geçinilir.[397] Boşanmış kadın çocuğu doğunca onu emzirebilir, eşler aralarında ma'ruf (uygun) bir şekilde anlaşır.[398] Koca karısıyla ma'ruf biçimde (güzellikle) geçinir.[399] Kadınların hakları ma'rufa (örfe) uygun biçimde görevlerine denktir.[400]
Evliliğin sona erdirilmesi ma'ruf biçimde olur: Boşanma iki defadır: Ya ma'rufla (iyilikle) tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır.[401] Kadınlar boşandıktan sonra müddetleri sona ererken ya ma'rufla (güzellikle) tutulur, ya da ma'rufla (güzellikle) bırakılır, haklarına tecavüz için zararlı olacak biçimde tutulmazlar.[402] İddetini bitiren boşanmış kadınlar, (ma'rufla güzellikle, usulüne uygun biçimde) anlaşmışlarsa, yeni kocalarıyla evlenmeleri engellenemez.[403] Kocaları ölmüş ve dört ay on günlük iddeti bitirmiş kadınların, kendi haklarında ma'ruf (uygun) şekilde yaptıklarından dolayı kocalarına sorumluluk yoktur.[404] El sürmeden ve mehirleri biçilmeden boşanan kadınlara -zengin kendi çapına, fakir kendi çapına göre- ma'ruf (uygun) bir şekilde onlara bir ödeme (mut'a) yapar.[405] Ölünce geride karıları kalacak olan kocalar, evlerinden çıkarılmayacak karılarına, bir yıllık geçimini sağlayacak bir miktarı vasiyet eder, ama karılar kendileri evden çıkarlarsa kendilerinin ma'ruf (meşru) olarak yaptıklarından dolayı kocalarına sorumluluk yoktur.[406] Boşanan kadınlara, haksızlıktan sakınanlara bir borç olmak üzere ma'ruf (uygun) bir surette mut'a (faydalandırma) vardır.[407] Kadınların iddet süreleri biteceği sırada, ya ma'ruf (uygun) şekilde ahkonur ya da ma'ruf (uygun) şekilde ayrılınır.[408]
Bütün bu âyetlerdeki ma'ruf, "usulüne uygun, doğru tarzda, güzellikle, meşru" anlamlarına kullanılmıştır.
Yetimlere davranış, ma'ruf olur: Sefihlere malları verilmez, velileri onları kendi geliriyle rızıklandırıp giydirir. Ma'ruf (güzel) söz söyler.[409] Yetim malını yöneten velilerden zengin olanlar iffetli olmaya çalışır, yoksul olanlar ise, ma'ruf (uygun) şekilde yiyebilir.[410]
Akrabaya vasiyetin zorunlu olduğu ilk dönemde, ölümü yaklaşan kişi, ana-babasına ve akrabasına, ma'ruf (uygun) bir tarzda vasiyet ederdi.[411] Dostlara vasiyet ma'ruf (uygun) biçimde olur.[412]
Söz (kavil), ma'ruf olmalıdır: Sefihlere velileri ma'ruf (güzel) söz söyler.[413] Miras taksiminde bulunan yakınlar, yetimler ve düşkünlere de verlir, onlara ma'ruf (güzel) söz söylenir.[414] Boşanmış kadınlara ma'ruf (meşru) sözle evlilik teklifi yapılabilir, gizlice sözleşilmez.[415] Ma'ruf (güzel) bir söz ve bağışlama, peşinden eza (başakakma) gelen bir sadakadan daha iyidir.[416] Peygamber hanımları edalı konuşmaz, daima ma'ruf (ciddi ve ağırbaşlı) söz söyler.[417] Savaşa çağrılınca münafıklara itaat etmek ve ma'ruf (uygun) olanı söylemek yaraşır.[418] Sadaka vermeyi yahut ma'ruf (iyilik) yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, gizli toplantıların çoğunda hayır yoktur.[419]
Cinayet sonrasında öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine ma'rufa (örfe) uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir.[420]
İnanmış kadınlar, ma'ruf (uygun) olanı işlemekte Hz. Peygamber'e isyan etmemek (karşı gelmemek) şartıyla bey'at etmiştir.[421]
Bütün bu en çok ortaya çıkabileceği durumları belirten ve içeriği insanlarca doldurulacak tikel ma'ruf örneklerinden, tümel bir ma'ruf kavramına ulaşılabilir. Buna göre maruf, özel yararı veya kamu yararını sağlayıcı dinin ve aklın gereklerine uygun iş, eylem, tutum ve davranışlardır. Her türlü eylem ve tutum, kendi özel ve nazik şartlan çerçevesinde değerlendirilip en uygun ve güzel biçimde gerçekleştirilecektir. Kısacası ma'ruf; doğru, güzel, uygun, yararlı ve iyi niteliklerine sahip eylem ve durumlar için kullanılırken, bunun zıddı olan münker ise eğri, zararlı, yanlış, kötü, yakışıksız ve iğrenç eylem ve durumlan gösterir.
Yalın yada ma'rufla ikili olarak yirmi kadar yerde kullanılan münker sözcüğü, daha önce de belirttiğimiz gibi, ma'ruf sözcüğünün zıddıdır. Bununla birlikte, münker sözcüğünün yer aldığı ayetleri de yakından incelemekte büyük yarar vardır.
Putperestlere âyetler apaçık olarak okununca, inkâr edenlerin yüzlerinden münker (inkârları) hemen anlaşılır.[422] Elçiler Hz. Lût’un ailesine gelince, onlara:
"Siz münker (tanınmayan) kimselersiniz" dedi.[423]
Hz. Lût, milletine şöyle demişti:
"(..) Toplantılarınızda münker (fena) şeyler yapmıyor musunuz?[424] Zıhar yapanların söyledikleri münker (kötü, çirkin, çirkef, yakışıksız) ve asılsız bir sözdür.[425] Hz. İbrahim, kendisine gelen konukların "tanınmamış/bilmediği bir topluluk" (kavımın munkerûn) olduğunu içinden geçirmişti."[426]
Görüldüğü gibi bu âyetlerde, münker, sözlük anlamına uygun biçimde "tanınmayan, yabancı, akla aykırı, kötü, yakışıksız" anlamlarında kullanılmıştır. Nitekim Ragıb el-Isfahânî de şu tanımı verir: "Sağlıklı akılların kötülüğüne karar verdiği veya çirkinliği ya da kötülüğü konusunda akılların duraksadığı, çirkinliğine dinin karar verdiği eylemdir."[427]
Münker kavramını daraltıcı yorumlar da vardır. Bu yorumlardan birine göre, münker, şirk ve peygamberi yalanlama anlamındadır.[428] Başka bir görüşe göre ise, münker; zina, cinayet ve hırsızlıktan oluşan sosyal bir suçtur. Münker ile fahşâ birlikte kullanıldığında ise fahşâ sözcüğü zina anlamındadır. Fahşâ sözcüğü, bu durumda, kötülüğü iki katıyla anlatır.[429]
2. Emr Bi'1-Ma'ruf Ve Nehy Ani'l-Münker Kavramları:
Bu iki kavram, "iyiliği emretme/öğüt verme/yayma, kötülüğü yasaklama/azaltma, kötülükten alıkoyma, fenalığı menetme" biçiminde karşılanır.[430]
a. İyiliği Emretme, Kötülüğü Engelleme Görevi:
İnsanlara şahit ve örnek olması için tam ortada (dengeli ve itidalli tutum içinde) bir ümmet durumundaki (Bakara 2/143) müslüman ümmetin özelliklerinden birisi, iyiliği emretme, kötülüğü engellemedir:
"Siz insanlar için ortaya çıkarılan, ma'rufu (doğruluğu) emreden, münkeri (eğri ve yanlış olanı) engelleyen (fenalıktan alıkoyan), Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu. İçlerinde inananlar olmakla beraber, pekçoğu yoldan çıkmıştır."[431]
İslam ümmeti, imanını koruduğu ve bu görevi yaptığı sürece bu şekilde devam edecektir.
Allah'ın, ipine sarılma, bölünmeden sakındırılma emrinin ardından, Allah'ın mü'minleri ateş çukurunun kenarından kurtarıp kardeş yapması nimeti hatırlatıldıktan sonra, şu emir vardır:
"Sizden, iyiye (hayıra) çağıran, ma'rufu (doğruluğu) emreden ve münkeri engelleyen (fenalıktan meneden) bir ümmet (topluluk, cemaat) olsun. İşte başarıya/kurtuluşa erişenler yalnız onlardır."[432]
Bundan sonra, müslümanların, belgeler gelişinin ardından ayrılan ve bölünenler gibi olması yasaklanır.
Bu âyet, aslında her bireyin yürütmekle yükümlü olduğu iyiliği emretme, kötülüğü engelleme görevini, örgütlü bir topluluğun yürütmesini isteyerek, kurumlaşmasına imkan vermektedir. Bu kurum, resmi, örgün veya sivil toplum kuruluşu olabilir. Çünkü iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, sadece müslüman bireye/bireylere vacip değildir, aynı zamanda İslam'da hükümetin de en önemli görevlerindendir. Nitekim hisbe/ihtisab adlı tarihi Kurum, bu görevi hükümet adına yürütmüştür. İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, aynı zamanda muhalefetin de meşruluk esas ve dayanaklarmdandır.[433]
"Sen, af (fıtrat ve kolaylık) yolunu tut. bağışla, urfu (uygun olanı) emret, bilgisizlere aldırış etme" (A'raf, 7/199) emrini alan Hz. Peygamberin bir özelliği de, iyiliği emredip kötülükten alkoymasıdır:
"(..) Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım. Rahmetim her şeyi kaplamıştır. Bunu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, âyetlerimize inanıp yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları, okuma yazması (vahiy geleneği) olmayan peygambere (rasul-nebiye) uyanlara yazacağım. O peygamber, onlara ma'rufu (uygun olanı) emreder, münkerden (fenalıktan) alıkoyar, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, saygı gösteren, yardım eden ve onunla gönderilen nura inanan kimseler yok mu, işte onlar kurtuluşa (mutluluğa) erenlerdir."[434]
Hz. Lokman, oğluna şu öğüdü vermiştir:
"Ey oğulcuğum! Namazı kıl, marufu (doğru) olanı emret, münkeri (fenalığı) önle, başına gelene sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir."[435]
Ehli kitap içinde bile, iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma görevini yapanlar vardır:
"Kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onlar içinde geceleri secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyup duranlar vardır. Bunlar Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, ma'rufu (iyiliği) emrederler, münkerden (kötülükten) menederler, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdendir. Ne iyilik yaparlarsa, karşılığını bulacaklardır. Allah sakınanları bilir."[436]
Mü'minler, birbirlerini iyiliğe yöneltir, kötülükten alıkoyarlar:
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir. Ma'rufu (iyiyi) emrederler, münkerden (kötülükten) alıkoyarlar. Namaz kılarlar, zekât verirler. Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah, bunlara, rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, bilgedir."[437]
Allah'ın, cennet karşılığında mallarını ve canlarını satın aldığı mü'minler için, peygambere şu emir verilmiştir: "Allah'a tevbe eden, kullukta bulunan, onu öven, onun uğrunda gezen, rükû ve secde eden, maruf (uygun) olanı buyurup, münkeri (fenalığı) yasak eden ve Allah'ın yasalarını koruyan müminlere de müjdele."[438]
Allah'ın iktidar ve dünyevi nimet verdiği yeni nesiller, iyiyi emretmeli, kötülükten alıkoymalıdır:
"Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek, namaz kılarlar, zekât verirler, ma'ruf (uygun) olanı emrederler, münkeri (fenalığı) yasak ederler. İşlerin sonucu Allah'a aittir."[439]
Mü'minler, iyilik (birr) ve fenalıktan sakınma (takva) konusunda yardımlaşmakla yükümlü tutulurken, günah işlemek ve aşın gitmek konusunda ise yardımlaşmadan kaçırmakla yükümlü tutulmuştur.[440]
Asr sûresinde, iman eden, iyi iş yapan, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye edenler dışında, insanların hüsranda olduğu belirtilir.[441]
Ayrıca, mü'minlerin kendilerini ve yakınlarını ateşten korumaları istenir.[442]
b. İyiliği Emretme, Kötülüğü Engelleme Görevini Yapanların Ödülü, İhmal Edenlerin Sonu:
İyiliği emretme ile kötülüğü engelleme birbirinin tamamlayıcısıdır. Bunlardan özellikle kötülüğü engelleme konusunda, insanlar daha ihmalkârdır.
Allah; münkeri yasaklar:
"Şüphesiz Allah adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder. Hayasızlığı (fahşâ'yı), münker'i (fenalığı) ve haddi aşmayı (bagy'i) yasak eder. Tutasıınz diye size öğüt verir."[443]
Bu âyet, cuma hutbelerinin bitiminde, sürekli okunan bir âyettir.
Allah'ın emrettiği namaz da kötülüğe engel olur:
"Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namaz kıl. Şüphesiz ki namaz, hayasızlıktan (fahşa) ve münkerden (fenalıktan) alıkoyar. Allah'ı anmak ne büyük şeydir. Allah yaptıklarınızı bilir."[444]
Buna karşılık, şeytan ve münafıklar, tam tersi bir tutumla, kötülüğü emreder, iyiliği engeller:
"Ey mü'minler! Şeytanın izinden gitmeyin. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki o hayasızlığı (fahşâ) ve münkeri (fenalığı) emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti olmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitir ve bilir."[445]
"İki yüzlü erkek ve kadınlar da birbirindendir (aynı türdendir). Münkeri (kötülüğü) emrederler, ma'rufa (iyiliğe) engel olurlar. Elleri de sıkıdır. Allah'ı unuttular. Bu yüzden Allah da onları unuttu. Doğrusu iki yüzlüler fâsıktırlar."[446]
Kötülüğü engelleme görevinin ihmal edilmesi, Allah'ın öfkesini çeker, lanete sebep olur:
"İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitmelerinden dolayıydı. Birbirlerinin yaptıkları münker'e (fenalıklara) engel olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi."[447]
İsrailoğullarının oturduğu deniz kıyısındaki kasaba halkı avlanma yasağı olan günde balık tutarlar, içlerinden bir bölümü ise onları uyarırdı:
"Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi (sebt) yasaklarını çiğniyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle deniyorduk. Aralarından bir topluluk "Allah'ın yokedeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?" dediler. Öğüt verenler, "Rabbinize hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir. Belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar." dediler. Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, biz kötülükten menedenleri kurtardık. Zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık"[448]
Bu âyet, kasabadaki halkın üç tutumu benimsediğini belirtir:
1) Allah'a karşı gelen zalim grubun tutumu; şiddetli azaba uğradılar.
2) Yapılan kötülüğe edilgen bir tutum takınan grup; bunlar sebt gününün ihlaline bizzat katılmıyordu, ama bu kötülüğe engel de olmuyordu.
3) Kötülüğü yapanları uyaran grubun tutumu; azaptan kurtuldular.
Buna göre, yapılan uyarılara uyulup uyulmaması iyiliği öğütleme görevini yapanlar için önemli değildir. Usulüne uygun biçimde bu görev mutlaka yapılır.
Özellikle topluma önderlik edenler, kötülüklere bulaşıp toplumu iyice yozlaştırmamalıdır; tarihte bunun örnekleri olmuştur:
"Onlardan (kitap ehlinden) pekçoğunun günaha, haksızlığa ve haram (suht) yemeğe koşuştuklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür. Rabbe kul olanlar (bilgin yöneticileri) ve bilginlerin (rabbâniyyûn ve ahbâr) onlara günah soz söylemeyi (iftirayı) yasak etmeleri gerekmez miydi? sapmakta oldukları ne kötüdür."[449]
"Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde bozgunculuğa (fesada/yozlaşmaya) engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete karşı haksızlık edenler ise suçlu oldular. Kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere (sırf çarpık inançları yüzünden) onları yok etmez."[450]
Bütün bu âyetlerden, münkerin işlenmesine seyirci kalınmaması gerektiği anlaşılır. Çünkü münkerin işlenmesine karşı çıkmamak, yalnızca onu işleyenleri ve bu münkerin işlenmesinden zarar görenleri etkilemez, işlenmesine engel olmayanlara da, kısacası bütün topluma uzanır.
Kur'an'ın temel gayesi, yeryüzünde ahlâki bir toplum oluşturarak, bu toplum vasıtasiyle insanlığın temel değerlerini (insan haklarını) korumaktır. İyiliği ayakta tutmak ve başkalarına -zorlama olmaksızın- tavsiye etmek, kötülüğü (insan hakları ihlallerini) gerekirse güç kullanarak ortadan kaldırmak, bütün müslûmanlann, örgütlü güç olarak da devletin sorumluluğundadır.[451]
[391] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 97.
[392] Ragıb el-İsfahani, age. 495.
[393] Ragıb el-İsfahani, age, 496-770.
[394] Bakara, 2/233.
[395] Bakara, 2/233.
[396] Nisa, 4/25.
[397] Lokman, 31/15.
[398] Talâk, 65/6.
[399] Nisa, 4/19.
[400] Bakara, 2/228.
[401] Bakara, 2/229.
[402] Bakara, 2/231.
[403] Bakara, 2/232.
[404] Bakara, 2/234.
[405] Bakara, 2/236.
[406] Bakara, 2/240.
[407] Bakara, 2/241. Ragıp el-İsfahâni, (age. 496), buradaki ma'rufu, iktisat (itidal) ve ihsan olarak açıklar.
[408] Talâk, 65/2.
[409] Nisa. 4/5.
[410] Nisa, 4/6.
[411] Bakara, 2/180.
[412] Ahzâb, 33/6.
[413] Nisa, 4/5.
[414] Nisa, 4/8.
[415] Bakara, 2/235.
[416] Bakara. 2/263.
[417] Ahzâb, 33/32.
[418] Muhammed, 47/21.
[419] Nisa, 4/114.
[420] Bakara, 2/178.
[421] Mümtehine. 60/12.
[422] Hac, 22/72.
[423] Hıcr, 15/61-62.
[424] Ankebut, 29/29.
[425] Mücadele, 58/2.
[426] Zâriyât, 51/25.
[427] Ragıp el-İsfahâni, age, 770.
[428] İbnul-Cevzi, age, 544.
[429] Muhammed el-Behi. Min Mefahimi’l-Kur'an, 239-241. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 97-102.
[430] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 102.
[431] Âli İmran, 3/110.
[432] Âli İmran, 3/104.
[433] Nevin A. Mustafa. İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet 115.
[434] Araf, 7/156-157.
[435] Lokman. 31/17.
[436] Âli İmran, 3/113-115. Ayrıca bkz. Âli İmran. 3/110, 112.
[437] Tevbe, 9/71.
[438] Tevbe, 9/112.
[439] Hac, 22/41.
[440] Maide, 5/2.
[441] Asr, 103/1-3.
[442] Tahrim. 66/6. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 103-105.
[443] Nahl, 16/90.
[444] Ankebut, 29/45.
[445] Nur, 24/21.
[446] Tevbe, 9/67.
[447] Maide, 5/78-79, Lanetlenmeleri konusu, Kitab-ı Mukaddes'te de yer alır: Mezmurtar, 28/21-22, 31-33: Matta, 12/34, 23/33-35.
[448] A’raf, 7/163-165, Sebt günü yasağı konusunda bkz. Muhammed Esed, age, 1/306 (129).
[449] Maide, 5/62-63.
[450] Hûd, 11/116-117.
[451] Osman Özsoy - İlhami Güler, Konularına Göre Kur'an, 534. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları:105-108.