- Emek sermaye münasebeti ve islam

Adsense kodları


Emek sermaye münasebeti ve islam

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Mon 4 October 2010, 04:51 pm GMT +0200
Emek - Sermaye Münasebeti ve İslam

Modern Emek Sermaye Münasebeti


Son asırlarda emek“sermaye münasebeti üzerinde en çok duranlardan biri olan Karl Marks'a göre sermaye sahibi (kapitalist), malı pazarda, üretimde harcanan toplam emek tutarına eş değer bir fiyatla (ve bunun üzerine koyduğu kârla) satar. Ama, işçilere yalnız geçimleri için yeterli olanı öder. Yani Marks'a göre, iş sahibinin temin ettiği kâr, malın kıymeti ile işçiye verilen ücretin arasındaki değer fazlasıdır. Marks'ın "artık değer" dediği ve sermayenin emeği sömürmesinin bir göstergesi olarak kabûl ettiği bu fazlalık kapitalistin cebine girer. İşçi, bu artık değeri aldığı vakit, kendi nefsi için daha müreffeh ve daha yüksek seviyeli bir hayat kurmaya gücü yetecekse de, zamanla o daha da az ellerde toplanacak, sonunda işçi kesiminde sefalet ve yoksulluk gittikçe artacaktır. Belirli bir süre sonra işçiler sömürenlere karşı birleşecek ve onların hakimiyetine son vereceklerdir. Neticede, sınıf çatışmasının sona ereceği sınıfsız bir toplum ortaya çıkacaktır.

Emek ve sermaye ile alâkalı konularda Marks'ın görüşlerinin, bazı doğrular ihtiva etse de, çok yanlışları da barındırdığı, emek teorisinin ise son derece yetersiz olduğu fiilen ortaya çıkmıştır. Çünkü, Marks ve öteki sosyalistlerin yapmağa uğraştıkları gibi, tüm işçileri bir dereceye indirmek ve onları her bakımdan aynı görme imkânı yoktur. Talebi bir kenara iten ve artık değerin üretiminde sabit sermayenin katkısına yer vermeyen bir teori, emek–sermaye problemini çözmekten uzaktır.

Bununla birlikte, "artık değer" teorisi ve işçi hakları mücadeleleri Avrupa'da kısa dönemde etkisini göstermiş, işçiler haklarını elde edebilmek için bir araya gelerek sendikalar kurmuşlar, buna karşılık işverenler de, teşkilâtlanma lüzumu hissetmişlerdir. İşçiye mümkün olan en az ücreti ödemeyi hedef alan, hattâ sırf ucuz emek elde edebilmek için kadın ve çocukları da çalıştırmaktan kaçınmayan muhteris ve menfaatperest işverene karşı verilen mücadeleler sonucunda işçi, grev hakkını, bir bakıma hakkını zorla talep etme yolunu elde etmiştir. Buna karşılık işverene de gerektiğinde lokavt hakkı tanınarak, bir dengeleme yoluna gidilmiştir.

Grev, emeğe daha iyi şartlar sağlamak amacıyla işi durdurma hakkıdır. Ama grev, yalnız üretici veya işvereni değil, bizzat işçileri ve bu arada bütün tüketicileri, yani toplumun tamamını etkilemektedir. Grevden ötürü işi durdurmakla işçinin kendisi kayba uğrarken, üretim de durmakta, piyasada mal arzının düşmesinden ötürü de fiyatlar yükselmektedir.

Grevin zıttı olan lokavt ise, işçilerin alacakları kararlara baskı yapmak için işveren tarafından işyerinin kapatılması demektir. Lokavtla üretim durur ve işsizlik problemi baş gösterir. Kısaca, grev ve lokavt neticesinde üretici ve tüketicinin menfaatleri zedelendiği gibi, bütün toplumu etkileyecek birçok sosyo–ekonomik tepkiler de doğabilir.

İslâm, toplumda sermayenin de emeğin de varlığını tanır. O, ikisinin bir arada tekâmül ve yardımlaşma halinde bulunmasını temin için gereken düsturları koymuştur. Bu konuda Kur'ân ve hadislerde ortaya konan temel düstur şudur: Emekçi veya işçi, işine bağlılık içinde, hiçbir suiistimale gitmeden ve bütün kabiliyetlerini harcayarak işini yapacaktır, buna karşılık işveren ise, hizmetinin karşılığını işçiye tam olarak ödeyecektir. İslâm, bütün meselelerde olduğu gibi, bu hususta da problemi sadece ekonomik bir problem olarak görmemiş, onu yine aslî manevî ve ahlâkî esasları açısından da ele almış, sermaye ile emek arasında kopmaz bir barış kurmuştur.

Ekonomik Faktör ve İslâmî Görüş


Üretimde emeğin payı, bilhassa işçiler açısından hoşnutsuzluğun en önemli sebebi olarak görülmekte, işçinin sanayi malları ürettiği, fakat üretimin yalnız bir bölümünden yararlandığı, artan üretim ve kazancın işveren tarafından alındığı ileri sürülmektedir. Öte yandan, özellikle işsizliğin yoğun olduğu zamanlarda, fazla mesai büyük kargaşalıklara konu olmaktadır. Sisteme başlıca şu sebeplerle karşı çıkılmaktadır:

a) Sistem, geriye dönük olarak işlemektedir.

b) Günlük standart ücretlerin düşürülmesi için kullanılabilmektedir.

c) İstihdam şartlarını kötüleştirmektedir.

d) Sağlığı olumsuz yönde etkilemektedir.


İslâm, bu hususta önce şu temel prensibi getirir: "Allah'ın pay hakkının olmadığı bir şeyde, kişinin pay hakkı yoktur. Allah'ın payı, O'nun 'Herkese hakkını ver ve başkasına ait olana dokunma.' şeklinde ifade edilebilecek buyruğudur." Yapılan hizmetin karşılığını vermemek, günahların en büyüğüdür. Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Peygamber'in şu hadisini nakleder. "Mahşer Günü hesaplaşmada Allah şu üç kişinin karşısında olduğunu buyurur: Adıma söz veren ve sonra sözünde durmayan, hür bir kişiyi satan ve karşılığını yiyen, bir hizmetçi tutan ve emeğinden tam olarak yararlandığı halde karşılığını ödemeyen." (Buharî, Büyû, 106)

Öte yandan, İbn Mâce'nin naklettiği bir hadiste de Hz. Peygamber Efendimiz, yine şöyle buyurur: "İşçinin ücretini, alnının teri kurumadan ödeyin." (İbn Mâce, Rühûn, 4) Bazı meşru gerekçelerle işverenin ücretleri ödeme imkânı yoksa ve bu ödeme süresi, işçinin yokluğu gibi bir sebeple uzayacak ve bu süre içinde işçinin ücreti hak ettiği andaki değerini de kaybedecekse, bu durumda işveren, işçinin ücretini onun adına önemli bir işe yatırabilir, belki yatırmalıdır. Bundan doğacak kârların tamamı işçinindir. İbn Ömer'in rivayet ettiği uzun bir hadis–i şerifte bu hususa yer verilir:

"Sizden evvel gelip geçen ümmetlerden birisinde, üç kişilik bir grup sefere çıkarlar. Sefer sırasında yağmura tutulup, bir mağaraya sığınmak zorunda kalırlar. Mağaraya girdikten sonra, dağdan bir kaya parçası aşağı düşer mağaranın ağzını kapatır. İçeride mahsur kalanlar, aralarında istişare ederler. Birisi, 'Bizi bu kayadan bir şey kurtaramaz. Ancak salih amellerimizi anarak Allah Teâlâ'ya dua ve iltica kurtarır.' der. (İki tanesi, Allah katında kabûl olmuş olabileceğini umduğu bir amelini arz eder ve kaya, mağaranın ağzından bir miktar kayar. Nihayet,) üçüncü kişi şunu söyler: "Allah'ım!.. Sen her şeyi hakkıyla bilirsin. Ben, bir defasında birtakım işçiler tutmuştum. İçlerinden bir işçi müstesna olmak üzere, bunların ücretlerini verdim. Fakat o işçi, ücretini almadan gitti. Bunun ücretini, ticaret yoluyla nemalandırdım. Hattâ bunun bu ücretinden hayli servet vücûda geldi. Bir zaman sonra bu işçi bana geldi ve: 'Ey Allah'ın kulu, ücretimi bana ver.' dedi. Ben de ona, 'Şu gördüğün deve, koyun, sığır ve bunlara hizmet eden köle hep senin ücretinden vücûd bulmuş bir servettir.' dedim. İşçi, 'Ey Allah'ın kulu, benimle alay etme!' dedi. Ben de, 'Hayır, seninle alay etmiyorum. Bu bir hakikattir, malını al ve götür.' dedim. O da bunların hepsini sürüp götürdü. Ey Allah'ım, bu hayır ve sadakatimi sırf Senin rızan ve muhabbetin için yaptı isem, şu kaya parçasıyla bunaldığımız şu darlıktan bizi kurtar.' Kaya tamamen açılır ve mağaradan çıkıp giderler. " (Buharî, İcare, 12)

İslâm, işçinin ücretini tam ve zamanında verme üzerinde hassasiyetle durduğu gibi, işçi refahına da önem verir. Konuyla ilgili hadîs–i şerifte, "İşveren, işçiden ancak çok zorlanmadan yapabileceği bir işi isteyebilir. İşçinin sağlığına zarar verecek işi işçilere yükleyemez." buyurulur. (Müslim, Eyman, 12) Bu hadis, sermayeyi emek karşısında haksızca güçlü kılan tüm faktörleri ortadan kaldırmakta ve Marks'ın teklif ettiği kamulaştırma yönteminin önünü almakta, onu geçersiz kılmaktadır.

İslâm, işçi çalıştırma konusunda daha başka şartlar da getirir. İşçi, emeğini belli bir ücret karşılığında satmaktadır. Dolayısıyla işveren ve işçinin üzerinde anlaştığı işin meşru olması şarttır. İslâm Dini'nin haram kıldığı herhangi bir hususta iş akdi yapmak sahih olmaz. Ayrıca, iş akdinin sahih olabilmesi için işveren ve işçinin rızası şart olduğu gibi, işçinin akıllı ve mümeyyiz olması da esastır. Bunun dışında, Resûl–i Ekrem, (s.a.s.), "Kim bir ücretli çalıştırırsa, ücretin miktarını hemen ona bildirsin." (İbn Hümam 1317, 7/147) buyurur. Dolayısıyla, işverenle işçi arasında yapılacak iş ve ücret baştan belli ve üzerinde anlaşılmış olmalıdır. Eğer ödenecek ücret işin başında zikredilmezse işçi, ecr–i misile hak kazanır. Ecr–i Misil, garazsız, kasıtsız ehl–i vukufun takdir edeceği ücrettir. (A. Himmet Berki 1979, s: 78, Md. 414). Yine, sırf ucuz emek elde etmek için küçük çocukların çalıştırılması caiz değildir. Resûl–i Ekrem (s.a.s.): "Çocukları kazanç için çalışmaya zorlamayın. Çünkü bunu yaptığınız takdirde hırsızlığa alışırlar." (Muvatta, İsti'zan, 42) buyurmuştur.

İşveren ve İslâm


İslâm, toplum refahına olumlu katkılarda bulunan işverenin menfaatlerine karşı da yeterince hassas davranır. İşçinin menfaatleri gibi, işverenin ve bütün toplumun menfaatleri de en iyi biçimde korunmalıdır. (İslâm'da hem zulmetmeme hem de zulme maruz kalmama esastır.) Bunun için de, işçiler içtenlikle ve doğrulukla hareket edecek, keyfî bir aksatmaya gitmeden işlerini yapacaklardır. Çağın insanı manevî ve ruhî değerleri bir yana iterek materyalizme sürüklendiğinden, kanaat ve yüksek vakar duygusu ile insanları şartlamak imkânsız değilse bile, çok zordur. Bugünkü toplumlarda sınıflar arasında uzlaşmaz bir çıkar tartışması vardır. İslâm ise, toplumun dengeli kalkınmasını ister ve bunun için de işverenle işçi arasında iyi ilişkiler kurulmasına vazgeçilmez bir ön şart gözüyle bakar. Dolayısıyla İslâm, çalışanları, işlerine bağlılık, doğruluk ve büyük bir ciddiyet içinde çalışmaları için uyarır.
İslâm, işine özen gösteren ve işverene saygı ile bakan işçinin elde ettiği kazancı en iyi kazançlardan biri olarak görür. İşinde çalıştığı kişinin emirlerini sadakatle yerine getiren bir işçiyi sadaka verenlerle ve yoksulara yardım edenlerle aynı sırada mütalâa eder. Bir hadis–i şerifte, Allah Resûlü (s.a.s.), şöyle der: "Kendisine buyurulanı istekle ödeyen bir veznedar, (yani, işverenin kasası görevi yapan bir muhasip veya vezneci,) sadaka verenlerden birisidir." Ayrıca hizmet sözleşmesindeki maddelere uymak, işçinin görevidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), Müslümanların yapmış olduğu antlaşma şartlarına bağlı kalacaklarını, kalmaları gerektiğini buyurmuştur. Şu husus açıktır ki, hizmet şartları çalışana armağan olarak bir şey alma hakkı vermiyorsa, sözleşmeli yalnız ücret veya maaşıyla yetinecektir. Ebû Humeyd es–Saidî anlatır: "Hz. Peygamber, İbn (L)Utbiyye'yi Süleymoğulları'nın zekâtını toplamakla görevlendirdi. İbn (L)Utbiyye döndüğü zaman Allah Resûlü'ne, 'Bu, sizin payınızdır. Bu da, benim payım, bunlar bana armağan olarak verildi' dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) de, "Annesinin babasının evinde otursaydı, o hediyeler kendisine gelir miydi?" (Buharî, Zekât, 67; Müslim, İmaret, 26–28)
İslâm, işçinin işverenin malını zimmetine geçirmesini veya onu aldatarak malının bir kısmını eline geçirmesini de takbih etmiş ve yasaklamıştır. Ebû Hureyre anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.s.) aramızda ayakta duruyor, aldatıcılıktan, dolandırıcılıktan ve bunların ne denli büyük bir suç olduğundan söz ediyordu. Şöyle buyurdu: 'Sizlerden hiç birinizi Mahşer Günü'nde boynunuzda meleyen bir koyun veya kişneyen bir at veya böğüren bir deve veya altın ve gümüş veya yelpe yapan bir elbise ile görmeyeyim. O zaman ağlayarak, 'Ya Resûlellah, bizi kurtar!' diye yardım isteyeceksiniz. Ben ise, size, 'Allah'ın mesajını size iletmiştim.' derim." (Buharî, Hibe, 16) Burada anlatılan durum, ölümden sonra dirilişle ilgilidir. Söylenen, büyük veya küçük her türlü kandırıcılığın, dolandırıcılığın, yalancılığın, çalmanın, haksız yere zimmete geçirmenin ortaya çıkarılacağı ve bu tür davranışlarda bulunanların cezalandırılacağı hususudur. İslâm, sabotajlarla fabrikaların, makine ve donatımın yıkımına kadar varan birçok eylemlere göz yuman bir işçi kuruluşunu korumaz. Devlet, toplum yararına aykırı düşen eylemlere hoşgörüyle bakan ve onlara göz yuman, onları kışkırtan işçi sendikalarına müsamaha ile bakamaz. İşçi, işinde kendisine emanet edilen iş aletlerini de en iyi şekilde korumakla mükelleftir.
İslâm, yalnızca işverenin menfaatlerini korumak açısından değil, üretimi artırmak açısından da işçi ve kârının önemi üzerinde özenle durmuştur.

Ücret Meselesi ve Mudarabe Akdi


Ücret, emeğin karşılığı olarak bilinir ve para ile ödenen ücret, bir de para ile ödenmeyen ücret olarak da iki kategoride ele alınır. Gerçek ücret, ödenen paradan çok, paranın alım gücüdür.

Ücret konusunda genellikle kabul edilen teori, marjinal üretim teorisidir. Bu teoriye göre, ücreti arz ve talep arasındaki denge tesbit eder. Yani, piyasada işçi ücretlerini ve emeğin sağladığı marjinal üretimi tesbit eden, arz karşısında bütün işverenlerin üretme ve kazanma talebidir. Kapitalist toplum düzeninde üretme talebi işverenden gelir. Emeğin net üretim değeri, işçiye ödenen ücretin tutarından fazla olduğu sürece, işveren daha çok emek birimini kullanmaya devam edecek ve işçiye haksızlık olacaktır. İşveren gittikçe oransız şekilde zenginleşirken, işçi kendisine ödenen ücretle yetinmek mecburiyetinde kalacaktır. Buna karşılık, işçiye ödenen ücret, emeğin maliyetinin toplam üretime kattığı değerden fazla veya bu değere eşit olduğu takdirde de, işveren iş verme işlemini durduracaktır.

İslâm, işin ve üretimin durmasına, hattâ paranın biriktirilip âtıl tutulmasına karşı olduğu gibi, işverenin emeği istismar etmesine de izin vermez. Yukarıda üzerinde durulduğu üzere, işçiyi işveren karşısında koruduğu gibi, işvereni de yardımcısız bırakmaz. Burada önemli olan hakkaniyet ve adalettir. Bu sebeple ücret konusunda, belki her zaman için üzerinde durulması gerekecek en önemli bir prensip ve akit, mudarabedir.

Mudarabe, emekle sermayenin bir işe ortaklaşa girdiği sistemdir. Bu, ortaklıktan daha fazla bir şeydir. Çünkü İslâm, ekonomik sistemin idaresi için maddî ve manevî değerleri birleştiren bir ekonomik ahlâk getirmiştir. Bu ekonomik ahlâkın esasları, mudarabe uygulandığı zaman etkisini gösterecektir. Bu suretle, emekle sermaye arasındaki çatışma da önlenecektir.
Mudarabe aktinde, sermaye ve üretim araçları birikmiş emek gibi, emekle birlikte üretime ortak olur. Anlaşmaya göre, birikmiş emek olarak sermaye ve üretim araçları ile işçinin emeği, üretimi anlaştıkları oranda paylaşır. Bu, hem daha bir şevk ve kazanma azmiyle işçiyi daha çok üretmeye sevk edecek, hem üretim araçlarını korumasını ve onları kendi malı gibi kullanmasını sağlayacak, neticede üretimin artması temin edilecek, hem emeğin ücret noktasında istismarını önleyecek, hem de işverenin elinde "artık değer" gibi bir birikime mani olacaktır.

Eminiz ki, mudarabe prensipleri, sadece işçi“işveren arasında değil, kâr ortaklığına dayalı finans kuruluşlarında ve yalnız bir ülke içinde değil, beynelmilel ekonomik faaliyetler alanında da uygulanabilecek niteliktedir.
Yukarıdaki analizlerden şu sonuca varabiliriz: İslâm, emek sermaye arasındaki ilişkilere manevî bir yön vermekle ve birbirlerine karşı manevî vecibeler koymakla daimî bir uzlaşma sağlamıştır. Buna, en azından Müslüman müteşebbis, işveren ve işçilerin uyması, inançlarının gereği olsa gerektir.



Hadis Kaynakları Dışındaki Kaynaklar:

Ali Himmet Berki, Mecelle“i Ahkâm“ı Adliyye, İst., 1979
İbn Hümam, Fethu'l“Kadir, Beyrut, 1317, C: 7.
Muhammed Mannan, İslâm Ekonomisi, (çev: B. Zengin), İst., (Fikir Yay.)



Abdullah Hatipoğlu

SevD@_GüLü
Mon 4 October 2010, 05:34 pm GMT +0200
Allah razı olsun abla emeğine sağlık inşAllah