- Eleştirmenin eleştirisi

Adsense kodları


Eleştirmenin eleştirisi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 3 September 2010, 01:19 pm GMT +0200
ELEŞTİRMENİN ELEŞTİRİSİ

Hemen herkes bu konudan şikâyet etmekte fakat kimseler konuyla ilgili çözüm üretmemekte, çözüm diye ifade edilen birkaç öneri ise günümüz hayat akışı içinde karşılık bulabilecek niteliğe sahip olamamaktadır. İnsanlar bilgisayar kullanırken, büyük alış veriş merkezlerinde vakit geçirmeye kendileri için bir önem atfederken, onlara kalkıp içinde bulundukları hayata eski zamanların hayat anlayışından öneriler sunmak biraz tuhaf kaçmakta ve de zaten pek dikkate alınmamakta. Yani insanlar şiir okumamakta, kitaplarla etkileşimleri en az düzeyde yaşamakta, kitap tercihlerini yaparlarken edebilik özelliğinin olup olmamasından çok, kendilerine bilgi verip vermediği noktasında bir tercih belirlemekteler. Konuşurken, yazarken şiirlerden dizeler okumak yerine daha çok dili de kullandıkları alet edevatın çıkardığı seslere benzer bir seslendirmeyle konuşmakta ve yazmaktalar. O zaman sorumuzu soralım; sorun nedir?

 

Soru’nun içeriği yok, farkındayım. Sanırım öncelikle tespit edilmesi gereken de bu. Evet, teorik olarak soru ortaya çıkacak da, peki bu soru cümlesinin konusu ne olacak? Soru cümlesinin konusu şu olabilir; günümüzde gençler ya da insanlar neden edebiyatla ilgilenmiyorlar? Neden konuşurken ya da yazarken dile dikkat etmiyorlar? Dili doğru konuşmaya ya da yazmaya çalışmıyorlar, hatta neden dil denilen varlık karşısında/içinde özel bir duruş sergilemiyorlar? Gençlerin kitap tercihlerini belirlemelerinde rol oynayan en önemli etken ne? Gençlere fazla yüklenmeyelim; insanların kitap tercihlerini belirleyen unsurlar ne?

 

Bir de konuyla ilgisi olması bakımından başka bir soru sorulması gerekir sanırım; bugünün kültürü ne? Erken soruldu önceki cümledeki soru, daha doğrusu kültür nedir? İnsanların ruh dünyalarının faaliyetleri üzerinde duruyorsak, ruhbilim nedir, diye de sormalıyız. Kültürün ne olduğuna dair pek çok tanımlar yapılmış; Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın tespitlerine göre antropologlar 167 civarında kültüre dair tanım ileri sürmüşler, fakat genel olarak bilineni; insan yapıp etmelerinin hayatta süreklilik kazanmasıyla belli bir kalıba dönüşmesi ve bu kalıp üzerinden insanların kendilerinin şekillenmesine izin verdikleri maddi ve manevi insani değerler bütünüdür, denilebilir. Yani insanların ürettikleri her şey; maddi ve manevi her şey.

 

Sorular sorduk, kültüre bulaştık, sanırım şimdi de psikolojiye dair birkaç laf etmek gerekiyor. Psikoloji en kısa açıklamasıyla ruh bilimi. Atası Freud, torunları da oldukça çok olan ve her geçen gün kendine gerek bilim dünyasında gerekse günlük hayatta fazlasıyla yer edinen ve özellikle sosyal bilimler alanında hemen her konuyla bir türlü ilişkisi kurulan bir bilim dalı. İnsana dair konuşuluyorsa ve insan ürünleri hakkında tartışılacaksa mutlaka Freud’un açtığı o kapının eşiğinden geçmek zorundasınız. Yolunuz Freud’a düşünce onu hazırlayan koşullar, kişiler, olay ve olguların hepsi de dikkate alınmak zorunda, çünkü işin çetrefilliğini ancak bu “zorunda” sözcüğüyle açıklamak mümkün. Elbette insan sadece ruhuyla var olan bir canlı türü değil. Zaten psikolojiye dair ilk eşikten girdikten sonra biyolojisini de psikolojisini de antropolojisini de kültürünü de hatta evrimini de karşınızda bulacaksınız. Eksik kalmasın, Marks’ı okumak günümüz insanının yapıp etmelerini daha doğru anlamak için dikkate alınması gereken bir isim Fromm’a göre.

 

Konuya giriş yapmak kabilinden epeyce dallandırıp budaklandırdık sorunu. Şimdi soruyu tekrar sorup yolumuza devam edebiliriz; günümüzde Türkçe yaşayan insanların coğrafyasında insana, sanata, edebiyata ve kültüre dair neden hep şikâyet var? Bu da açımlanması gereken bir soru cümlesi; neden insan ilişkileri hemen her düzeyde (ailede, çevrede, işte, meslekte v.d.) sorunlu; neden Türkçe yaşayan insanlar sanata ilgi duymuyorlar ya da ilgi duydukları şeyleri sanat sanıp bu konuda gerçek sanatın doğuşu için katkıda bulunmuyorlar (müzikte, resimde, şiirde v.d.) ; neden zengin bir edebiyat geleneği olduğu düşünülen, iddia edilen ve yer yer tartışılan bir milletin fertleri, günümüzde edebiyat açısından oldukça –şikayet edilecek boyutta- edebiyat fakiri ve de edebi eserlerle edebiyat dışı eserleri ayırt edebilecek durumda değil; ve de neden kültür denildiği zaman sadece halk oyunlarını, köyündeki düğünlerin kına gecelerini, eskiden kullandığı kap kaçağı, halıyı, kilimi, testiyi, tepsiyi, örme nakışlı yün çorabı, birazcık mürekkep yalamış ve kendine benzemekten uzaklaşmış unvan sahipli insanları, nihayetinde kültürün eskilerde kalmış bir şey olduğunu düşünüyor?

 

Herkesin çokça sorduğu sorular bunlar. Ne zaman bir konuyla ilgili insanların oturdukları meclise yolum düşse sohbetin belli bir süre sonra bu noktaya odaklandığını görüyorum. Muhtemelen bu yazıya ilgi duyup okuyanlar da aynı durumla karşılaşıyorlar. Farklı ideolojik fikirlere mensup insanların ortak sorununu oluşturuyor. Özellikle eğitimle ilgilenen insanların bulunduğu ortamlarda bu konulara ek olarak gençlerin ya da öğrencilerin verilmeye çalışılan eğitim karşısında hep Fransız kaldıklarından ve de bunda da ısrarcı olduklarından şikâyet edilmekte.

 

Şikâyet sözcüğünü çok kullandığımın farkına vardım şimdi; eşkıyası bol olan dağın şikâyetinin de çok olması yadırgatıcı olmaması gerek. 

 

İnsan ilişkilerinde yaşanılan sıkıntıların çözümü bizim elimizde. İnsanlarla ilişkileri önceleri yaşadığımız gelenek ve üzerinde mekân tuttuğumuz coğrafyanın mahiyeti belirlemişti. Köyde, kasabada, şehirde, kahvede, tarlada, bağda bahçede, sarayda nasıl davranılması gerektiğini yazılı olmayan kuralları deneye dayalı bir süreç içinde öğrenir ve gelişimine paralel olarak hayata geçirirdi insanlar. Toplumun hiçbir ferdi bu kurallara itiraz etmediği gibi bu kuralların doğruluğu konusunda da şüphe duymazdı. Büyük ve küçük, çocuk ve yetişkin, kadın ve erkek, kız ve gelin, karı ve koca, gelin ve kaynana, genç ve ihtiyar, çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişkiler sorunsuz bir şekilde devam ederdi. Kasti olarak bu konularda kuralları ihlal edenler Türkçe yaşayan insanlar arasından öteden beri hiç hoş karşılanmaz, insanın karşılaşabileceği en ağır cezaya çarptırılırdı; dışlanırdı. Peki şimdi?

 

Şimdi işler karışmadı, insanların kafaları karıştı. Zihinleri karışan insanlardan düzenli ve ahenkli ilişkiler beklemek işlerin karışma sebebi olmakta sanırım. Yaşanılan alanların insan ilişkilerinde önemli bir belirleyici olduğunu hiçbirimiz inkâr edemeyiz. Evet, göçten bahsedeceğim. Göç, insanların yeni mekânlarındaki var oluş biçimlerini ciddi şekilde etkilemiştir. Şehirleşmeye çalışan taşralılar, kendi yerlerinden emin olmak için çabalarken, beraber yaşamak zorunda kaldıkları insanlara karşı nasıl bir davranış sergileyecekleri konusunda bocalamaktalar ve bu noktadaki zihin bulanıklığı, Edward de Bono’nun renklerle kolaylaştırmaya çalıştığı modern hayatın grileşmesine sebep olmaktadır. O halde bu yazının bağlamında, insan ilişkilerinden kaynaklanan şikâyetlerin en önemli sebebi, insanların mekân ve ona bağlı olarak değişen davranış değişikliklerinden dolayı yaşadıkları grileşme. Evet, şimdi de sanata dair dile getirilen sızlanmalara bakalım.

 

Sanat, insan ruhunun hayat karşısında takındığı farklı ve başkalaşmış, arkasında çok derin ince düşünüş ve sızılı hissedişlerin bulunduğu bir türlü, bir şeyleri – bu şeyler her şey olabilir- mümkün olan anlatım yollarını da kullanarak ortaya koyma biçimi şeklinde düşünülebilir. Sözle, resimle, müzikle, baleyle, dansla, alet-edevatla, hatta insanın kendi biyolojik ve psikolojik özellikleriyle bir var oluş tarzı, sanat için geçerli olan temel beklentinin de dikkate alınarak insanlara sunulması yine sanat için açıklayıcı olabilir. Günümüzün yaygın anlayışıyla sanat, kısaca, insan yaratısı olarak düşünülebilir.

 

İnsanın yaratıcılığını etkileyen pek çok ayrıntı vardır. Fakat dünya (yer), insanın güvenliğini sağlamadıkça ve kendi iç dünyasına yolculuğu açısından müsaade etmedikçe, insanın üretkenliğinin ebat ve boyutları da huzur verici olmayacaktır. Temel huzurun oluşmadığı ortam ve durumlarda büyük sanat eserleri oluşmaz. İddialı bir cümle oldu, fakat bu cümlenin iddiası da bahsettiği konunun iddiasından kaynaklanmaktadır. Çünkü sanat dediğimiz şey, insanın özünden süzülüp gelen ve onca insanın karşısında bir türlü bir tepki vermek zorunda kaldığı bir şeydir. Kabullenilmesi o kadar kolay olmadığı gibi inkârı ya da kayıt kalınması da o kadar kolay olmayan bir şeydir. Her insanın kendi özünden ortada duran sanat eserine giden bir yol vardır. Yolların oldukça çok ve çeşitli olduğu günümüzde insanların kendi özleriyle buluşmasını sağlayacak yollara düşmeleri pek kolay olmasa da yine de sanat eseri tabii özelliğinden dolayı insanlara davetkâr bir tavır sergilemektedir. Mekân üzerindeki eğreti duruşundan kurtulamayan insanın sanat gibi temel ve hassas bir konuda matematiğin varsayımsal yaklaşımlarıyla davranması beklenemez. Dört işlemi beceremeyen akıl varsayımlar üzerine işlem yapamaz. Mozart, Itri, Dede Efendi gibi müzik yapmasını, Picasso gibi resim yapmasını ve de Münir Nurettin gibi şarkılar söylemesini bekleyemeyiz. Hiç mi sanata dair bir tasası-derdi yoktur mekânla sorununu halledememiş insanın? Elbette vardır, fakat bu sanattan çok sanata öykünme ve sanat gibi insanın özüne yol almasına yardım edecek din gibi unsurlar olacaktır ve de nitekim günümüzde Türkçe yaşayan insanların sanatsal etkinleri bu şekilde tezahür etmektedir. Milletlerin karakteri sanatına yansır sanırım!

 

Tepeden tırnağa edebiyat üzerine inşa edilmiş bir milletin dünyasında edebiyatsızlık iddiasında bulunmak sanırım, fazlaca haksızlık olmakta. Mekân ve mensuplarının görmezden gelinmesiyle onların ürünlerinin değeri hakkında değerlendirmelerde bulunmak eksik kalacaktır. Her şeyden önce tarihi macerası dikkate alınırsa, Türkçe yaşayan insanların dün de bugün de yarın da edebiyatsız kalmayacakları gönül rahatlığıyla söylenebilir. Dağa-taşa, yılana-çıyana, börtü böceğe, ölüye diriye velhasıl hayatın akışında kendince bir yer edinmiş her şeye – varlığından haberdar olunan her şey- türkü çığırmış, bilmece sormuş, mani düzmüş insanların çocuklarının edebiyatsızlıklarından şikâyet etmek yerine, şikâyet ettiğimiz konuyla karşılanmasını umduğumuz beklenti arasındaki tutarlılığı gözden geçirmek durumundayız. Hele de şikâyet merciinde bu işlerle uğraşanlar varsa, lütfen kendilerinin bu konudaki yetkinliklerini gözden geçirmesi olumlu bir adım olur.

 

Dünyanın bütün edebiyatlarında ve edebiyat kategorisinde değerlendirilen ürünlerinde ortak bir yön vardır; yazılı ve sözlü anlatım. Bu yargıdan hareketle Türkçe yaşayan insanların anlatım becerileri noktasındaki istekliliği gözden ırak tutulamayacak kadar dikkat çekmekte ve toplum içinde yer espri konusu bile olabilmektedir; özellikle şehirlerarası yolculuklarda bindiğiniz yerden ineceğiniz yere kadarki sohbetiniz ve bu sohbetlere bağlı olarak bazen şikâyet eder bazen de yeni bir insanla tanışmanın ve de bu tanışıklığa bağlı olarak o zamana kadar hiç duymadığınız bilgiler edinirsiniz. Evet, neden bu kadar anlatma isteği duyar insanlar ve neden dinlerler isteseler de istemeseler de yol arkadaşlarını? Sadece şimdilik öğretmenlere soralım; sınıfta konuşturamadığımız, bilgiden kaçan olarak nitelendirdiğimiz bu insanlar neden konuşurlar ve de ne biliyorlar ki bu kadarcık zaman aralığında o kadar çok şey anlatabilmekteler?

 

Eğer, Türkçe yaşayan insanların, günümüzde edebiyatsızlığından şikâyet ediliyorsa bu biraz da şikâyet edenlerin mızmızlığı ve mızıkçılığı olabilir. Bir ihtimal ama neden olmasın? Birine bir şiir okuyun, alacağınız cevap “güzel” olacaktır muhtemelen. Son zamanlardaki yaygın anlayışa göre bu cevap, geçiştirmek için verilmiştir. Olabilir, geçiştirilebilir ama bir de “bana ne” cevabı verilmiş olsaydı acaba o zaman ne denilirdi? Her şeyin rahatlıkla alınıp satıldığı bir çağda, ürünümüzü doğru müşteriye sunup sunmadığımız konusunda bir tereddüdümüz oldu mu? O ürüne müşteri olacak kişiyi yeterince hazırlayabildik mi? Sakın ha kültürsüz demeyin Türkçe yaşayan insanlara!

 

Arabesk dinlemek, türkü çığırmak, kitap okumak, roman eleştirmek, televizyon seyretmek, sinemaya gitmek, sanatçıları takip etmek, yemeğe çıkmak, halay çekmek, dans etmek v.s. hepsi bir kültür. Kültür denilen şey, insanların aynası. İnsanın ürünleriyle kendini ifade etmesi. Polisiye roman okumak bir kültürel sürecin sonucudur. Hayatında hiç polisiye bir olaya karışmamış birinin bu türden olaylara ilgi duymamasını yadırgayamazsınız; yadırgamamalısınız. Birilerinin kültürsüzlüğüne dair hükümler verirken kendi kültür düzeyinizin de kantara düşeceğini unutamazsınız; unutmamalısınız. İstanbullu işe gidiş ve dönüşlerde koşturur, mecburdur. Simitçi önemlidir onun için, kahvaltı servisi hazırlayan garsondur. Selendili için simit de nedir ki sabah sabah; gidip merkez lokantasında ezo gelin çorbasını içerek başlamalıdır güne. Şartlar, kültürün oluşumuna en önemli katkıyı sağlayan unsurlardan biridir. Tuhaf olan ne o zaman? Herkes kendine uygun şartlarda en doğru ve en uygun olanı yaşar ve yaşadıklarının yansıması da oranın kültürünü gösterir. Selendiliden İstanbullu, İstanbulludan da Selendili davranışı bekleyemezsiniz. İnsanların, kendileri olmasına izin vermeyi denemedik sanırım bu coğrafyada hiç.

 

Baskının ve kontrolün olduğu yerde yozlaşma olur ve yozlaşmanın yansıması da kendisidir elbette. Şikâyet etmek, modernizmin insanlara hediyesi. İşinden, okulundan, çocuğundan, anasından, babasından, eşinden, öğrencisinden, öğretmeninden, amirinden, memurundan şikâyet eden insanlar. Bu çağda şikâyet etmemek tuhaf kaçıyor. Doğrudur, fakat şikâyetlerimizi dile getirirken de şikâyet edilen duruma düşebilme ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Erich Fromm, sanayi devrimi sonrası insanın mutsuzluğundan şikâyetçiydi. İnsanın makinelere uyum sağlamak zorunda kaldığını ve bunun da insanları robotlaştırdığını ancak, robotlaşan insanın kontrolününse kolay olmayacağını anlatıyordu. İnsanların yeniden insani özlerine dönmelerini sağlamak gerektiğini ve bunun için de sağlıklı toplum önerisini getiriyordu. Ne getirdiğinden çok bir şey önermesi dikkate alınmalı. Sanayi devrimi yaşamamış bir toplumun bireylerinden birilerinin -kültürlü birileri- içinde bulunduğu gerçekliği dikkate alarak çabalaması gerekiyor. Denenmişi denemesin lütfen; Erich Fromm’u Erdi Fırtına yaparak bu iş olmuyor, ampirik tecrübeleri, bu millete bunu fazlasıyla öğretti.

 

Netice itibariyle demem o ki, içinde bulunduğun(m)uz gerçekliği görmeye çalışın, çalışalım. Bu işler sadece kişiyle olmuyor, olunca da Orhan Pamuk gibi oluyor! Dünyanın okuduğu yazarı, yazdığı dilin mensupları okumuyor…


 

 

Kaynakça:

Erich Fromm: Umut Devrimi, Sağlıklı Toplum, Kendini Savunan İnsan, Hürriyetten Kaçış

Çiğdem Kağıtçıbaşı: Kültürel Psikoloji

Edward De Bono: Altı Ayakkabılı Uygulama Tekniği