sumeyye
Fri 23 July 2010, 01:47 pm GMT +0200
El-İbriz 4
66. Bütün Enbiya,Asfiya ve Evliyanın hepsinin sırları Muhammed (A.S.)’ın sırrından alınmıştır iftirası. (S.365-66)
Yine men minhü inşakkatü esrar kavlinin şerhi hususunda A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Bütün enbiya, esfiya ve evliyanın hepsinin sırlan,seyyidimiz Muhammed (s.a.s.) Efendimiz'in sırrından alınmıştır. Resulullah Efendimiz'in 2 surrı vardır: Birincisi müşahededir. Bu mevhuttur. Cenab-ı Hak ne kadar mevhibe etti ise müşahede odur. ikinci sır da, bu sırdan husule gelen kesb ve kazanca tâbi olan sırdır. Müşahedeyi bir elbise farz edelim, öyle bir elbise ki, hiç bir san'at sahibi yok ki, o elbisede işlememiş olsun! Müşahede böyledir. Müşahedenin sahibi de o elbiseyi giyen gibidir. Şimdi ipekçinin dokuduğu o ipek ipliği içen kimseye Cenab-ı Hak o san'atı bilmeği imdad eder. Dokuma neye mütevakkıf ise Cenab-ı Hak hepsini ona bildirir. Diğer san'at ve hünerler de buna göre gelir, îşte Resulullah Efendimiz'in müşahedesi böyledir. Cenab-ı Hakk'ın iradesinde sebkat etmiş ne kadar maarif varsa hepsini bu müşahede şümulüne alıyor
67. Bütün peygamberler ümmetlerine size gelen bütün yardımlar Muhammed (A.S.)’ dandır bizden değildir iddiası. (S.491-493)
A. Debbağ Hz.leri yine buyurdu ki:
-Resululllah Efendimiz'den mağda meleklere, peygamberlere, nebilere bir göz atsak, onlarda da Resulullah Efendimiz'deki bu müşahede ve esrarın dağıldığım görürüz. Halbuki onlara gelen imdada ve semanın nurlarıyla sulanmak yine Resulullah Efendimiz'in zatı şerifinden vasıl olur. Bu vücutlardaki kan, et, damarlar bulunmasaydı, o zaman hiçbir peygamber Resulullah Efendimiz dünyaya gelene kadar hiç konuşamazdı. Ancak Resulullah Efendimiz emredince konuşurlardı. Hattâ o peygamberler açıkça kendi ümmetlerine: Size gelen bütün imdad âhir zaman peygamberi Muhammed (s.a.s.)'dendir, bizden değildir, derlerdi. Hakikatte de böyledir. Geçmiş bütün peygamberler Resulullah Efendimiz'in vekili ve evlâdı menzilesindedirler. Bütün mahlûkat bunda müsavidir, davet edilmeleri birdir. Geçmiş ümmetler mücerred olmakla, bu dünyadan ayrılmakla yakînen Resulullah Efendimiz'i bilirler. Cennete girdikleri vakitte cennetle onların arasında bir ayrılık vardır. Cennet onlardan kaçınır. Onlara der ki: Ben sizi tanımıyorum, siz Muhammed (s.a.s.) 'in nurundan değilsiniz. Onlar Resululllah Efendimiz'den önce gelip geçmişlerdir. Bununla beraber onlar imdadı kendi peygamberlerinden almışlar, fakat o peygamberleri de Resulullah efendimiz'den imdad almışlardır. Şu halde bütün kâinat Resulullah Efendimiz'den feyiz almıştır.
Yine A. Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- İnsanlarda bu kan ve Cenab-ı Hakk'ın ezeli iradesi olmasa idi, bu vâki olan, dünyada da vücuda gelirdi.
-Efendim, dedim. Bu kan Hakk'ı bilmeye neyemâni oluyor?
68. a) Allah-u Teala’nın ilk halk ettiği Muhammet(A.S.)’ın nurudur iftirası.
b) Bu nurdan kalemi yarattı ve 70 hicabı, levhi yarattı iddiası.
c) Bu nurun kemalinden önce de, ruhları, cenneti, berzahı yarattı iddiası.
d) Resulullah’ın nurundan dünya meleklerini halk etti ve gök meleklerini de o nurdan yarattı iddiası.
Yine A. Debbağ Hz.leri, Abdüsselam İbni Meşiş Hz.lerinin salâvatı şerifesindeki ven felekatil envar kavli hakkında buyurdu ki:
- Allahü Teâlâ'nın ilk halk ettiği Muhammed (s.a.s.) Efendimiz'in nurudur. Ondan sonra bu nurdan Kalem'i yarattı ve 70 Hicab'ı, Levh'i yarattı. Bu nurun kemalinden önce de Arş'ı ruhları, Cennet'i, Berzah'ı yarattı. Cenab-ı Hak Arş'ı nurdan, onun nurunu da mükerrem nurdan yarattı. O nur-u mükerrem, Efendimiz, nebimiz Muhammed (s.a.s.)'ın nurudur. Arşın azameti, kadri izah edilemez. Azîm bir yakut olarak yarattı. Bu yakutun ortasında da cevher yarattı. Bu yakut ve cevher bir yumurtaya benzer ki, beyazdan olan kısmı arşın yakut kısmıdır ve sarısı da cevherdir. Bundan sonra Cenab-ı Hak o cevher-i nuru Muhammed (s.a.s.) ile suvardı. Suvardıkça yakutu yarmağa başladı. Cevheri suvardı. Arka arkaya 07 kerreye kadar Allah'ın izniyle cevhere aktı, suya tebeddül etti, yaku-tun altına indi. Sonra o arşı yaran mükerrem nur ise, su olarak akan cevhere kadar gücü yetmedi. Allah ondan da 8 meleği yarattı ki, Arşı taşıyan meleklerdir. Onun ağırlığından da rüzgarı yarattı. Rüzgarda büyük bir enerji vardır, cenab-ı Hak rüzgara suyun altına inmesini emretti ve suyun altında sakin olarak suyu taşıdı. Soğuk da suya kuvvet verdi. Su aslına dönmek istedi, döndü. Fakat rüzgârlar onu bırakmadı. Donmada husule gelen çatlaklar üzerine parçalandılar. Ondan sonra da daha büyüğe başladı, 7 mekana ve 7 cihete yayıldı. Cenab-ı Hak bundan da 7 kat yerleri yarattı. Sular o 7 kat yerlerin aralanna girdi ve denizler dondu. Sudan da bir buhar çıkmağa başladı. Ondan sonra birikmeğe başladı. Bu dumandan Ce-nab-ı Hak 7 kat gökleri yarattı. Bundan sonra da rüzgâr âdeti üzerine azim hizmet etti. Ateş havada arttı. Rüzgârın suyu ve havayı yarmasından, ateş ne zaman arttı ise onu melekler aldı. Halen bugün cehennemin mahalli olan yere götürdüler. Cehennemin aslı da bu oldu. Arzda vücuda gelen o şaklar hali üzerine onu terk ettiler. Göklerin vücuda geldiği o dumanı da hali üzerine bıraktılar.
Havadaki ateşi de aldılar ve her mahalle bıraktılar. Çünkü melekler onu bıraksalardı, o ateş o zaman 7 kat kat yerlerin teşekkül ettiği dumanı da mahvederdi. Suyu dahi yer, içerdi. Bundan sonra Resulullah (s.a.s.)'in nurundan tarz meleklerini halk etti. Cenab-ı Hak arz meleklerine ibaidet etmelerini emretti. Keza gök meleklerini de Resulullah Efendimiz'in nurundan yarattı ve o nura da ibadet etmelerini emretti. Cennet ve cennetteki bazı mevziler bu nurdan halk etti
69. Berzah, levh, kalem , arş, su, cennet, ruhlar, Resulullah’ın nurundan yaratılıp, onun nuru ile suvardı iddiası. (S.495-97)
Berzaha gelince: Yüksek olan yarısı Muhammed (s.a.s.)'ın nurundan yaratıldı. Bondan Levh, Kalem, Berzah'ın yansı, 70 Hicab ve bunlardaki melekler, bütün yer ve gök melekleri vasıtasız Muhammed (s.a.s.)'ın nurundan halk olundular. Fakat Arş, su, Cennet, ruhlar ise Resulullah Efendimiz'in nurundan yaratılan nurdan yaratıldılar. Bundan sonra birde bu mahlûkat, Resulullah Efendimiz'in nurundan suvarıldılar. Kalem'e gelince bu 7 defa azim suvarılmakla suvarıldı. Çünkü Kalem, mahlûkatın en büyüğüdür. Öyle ki, Kalem'in nuru açılsa, arz parça parça olur, kül haline gelir. Su da 7 kerre survarıldı. Fakat Kalem'in suvarılması gibi değil. 70 perdeler ise daima su-varılmaktadır. Arş iki kerre suvarıldı: Bir kerre yaratılışı nın başında, ikincisi de yaratılması tamam olunca. Cennet de böyledir. Bunun sebebi, zatını tutması içindir. Peygamberler ve geçmiş ümmetlerdeki mü'minler de, yine ümmeti Muhammed'iyeden bir kısmı 8 kerre suvarıldılar, insanların bu suvarılmalarının 1. si Allahü Teâlâ bütün ervahın, nurunu yarattığı anda âlemi ervahta Resulullah Efendimiz'in nuru ile suvardı. 2. si, ruhları tasvir ettiğinde suvardı. 3. cü suvarılma, elestübirabbiküm' de bütün enbiya ve mü'minlerin ruhlarından bu hitabete icabet edenler Resulullah Efendimiz'in nurundan suvarıldılar. Fakat bu ruhların bir kısmı çok suvarıldı, bir kısmı da nuru az içti. Bu sebeple mü'minler arasında dereceler tefavüt etti. Fazla suvarılanlar evliya oldular, az içenler de avamdan oldular. Kâfirlerin ruhlarına gelince onlar o nuru Muhammed'iden içmeği hoşlanmadılar çekindiler. Fakat baktılar ki, içen mü'minlerin ruhu ebedi saadete nail oluyor, pişman oldular ve suvarılmak istediler. O zaman zulmetten suvarıldılar. Allah korusun. 4. sûsuvarılma ana karnında, vücudun tasvirinde ve mafsallar terkip edilirken, göz yaratıldığı vakitte oldu. Bu suvarılma olmasa insanın mafsalları yumuşamaz, kulakları açılmaz ve gözleri meydana çıkmaz. 5 si suvarılma, annesinin karnından çıktığı vakit doğduğunda olur. Bu da ağzından yeme ilham olunsun diyedir. Yoksa bu suvarılma olmasa insan asla ağzından yiyemez. 6. suvanlma, ilk anasının memesi ni emdiği vakitte, memeyi tutması anında olur. Yine o nur-u kerimden suvarılır. 7. si, o insana ruh üflendiği vakitte suvarılır. Bu suvarılma olmasa asla ruh o vücuda girmez. Bununla beraber yine ruh oraya güçlükle sokulur. O ruhu o bedene sokmak için melekler çok yorgunluk çekerler. Allah'ın emri olmasa o ruhu o vücuduna ruhu sokmağa müekkel olan melekler şuna benzer ki, bir padişahın küçük bir kölesi vardır ve onu bir paşasını hapsetmesi için gönderiyor. Paşanın irilik ve azameti karşısında köleye baktığımız vakit bu ufacık köle bunu nasıl yapabilir diye insan hayret eder. Fakat diğer tarafdan padişaha baktığımız vakitte o padişah hem o kölenin hakimi, hem de paşanın hakimidir. Bütün Teb'aya hükmeden o padihşahtır. Onun emriyle her şey yapılabilir, işte bunun gibi melek, ruhu vücuda sokmak istediği vakit, ruhta büyük bir sıkıntı, çırpınma olur, büyük feryatlar koparır. Ruhun başına geleni ancak Allah bilir. Vallahü âlem. 8. suvanlma da Baas adındaki Kıyamet koptuktan sonra diriltildiğimiz zaman olur ve Resulullah Efendimizin nuru kerimeyle, vücudunu tutabilsin diye suvarılır.
70. Herkez takatı nispetinde suvarılır iddiası. (S.497-98)
Bu sekiz defa suvarılmaya bütün peygamberler, geçmiş diğer ümmetler, mü'minler iştirak ederler. Fakat aralarında fark vardır. Zira peygamberlerin suvarılmasına diğer insanlar takat getiremezler. Herkes takati nisbetinde suvarılır. Fakat ümmeti Muhammed ile diğer peygamber lerin ümmetleri arasındaki farka gelince, ümmeti Muhammed'i suvaran Kerim nur, Resulullah Efendimizin zat-ı tahirine girdi, O vücutta o nur daha kemal kazandı ki, onu anlatmağa tarif yetişemez. Ondan ümmeti Muhammed'i suvarmakla çok feyiz verdi. Diğer ümmetleri suvaran nur böyle değildir. O vücudu şerifine girmedi. O nur ancak ruhunun sırrım aldı, o kadar. Bu sebeple ümmeti Muhammed çok kemal buldu, en hayırlı ümmet oldu. Elhamdülillah.
Diğer mahlûkat da yine bu nur-u kerim ile suvarıldı. Yine Abdülaziz Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Âdem (a.s.) yeryüzüne inmeden önce, ağaçlar meyvalarının ham iken dökerdi, kemale getiremezlerdi. Fakat vaktaki Cenab-ı Hak Âdem (a.s.)ı yere indirince, ağaçların meyva vermesini murad etti. O zaman ağaçları Resulullah Efendimizin nurundan suvardı, İşte ondan beri ağaçlar meyva verir. Kâfirlere de Resullalh Efendimizin nurundan faydası oldu. Çünkü onlar da daha ana karnın da tasvir edilirken bu nur ile suvarıldı. Keza ruh üflenir ken, meme emerken suvarıldılar. Bu suvarmalar olmasaydı daha o zaman cehennem çıkar, onları yer, bitirirdi
71. İsa,İbrahim,Musa bu nurdan içtiler iddiası. (S.499-500)
Yine bir kerre A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Peygamberler Resulullah Efendimizin nurundan suvarıldılar ama, o nuru tamamen içemediler. Çünkü o nur-u mükerremin çok renk ve kısımları vardır. Herkes istidadı nisbetinde içti. İsa (a.s.), o nur-u mükerremden içti ve Gurbet makamını elde etti. Gurbet makamına gelen bir kimse daima seyahat eder. İbrahim (a.s.) da o nurdan içmesi sebebiyle ona müşahede-i kâmile makamları hasıl oldu. İbrahim (a.s.) bir kimse ile konuştuğu vakit ona yumuşak ve büyük bir tevazu ile konuşur. Konuşan kimse kendine tevazu ediyor zanneder. Halbuki İbrahim (a.s.) Allah'a tevazu ediyordu. Musa (a.s.) da o nur-u mükerrerden içti, kadri takdir edilemeyecek derecede Cenab-ı Hakk'ın ata, himmet ve müşahede makamını ihraz etti. Hakeza sair enbiya ve melekler de böyledirler
72. Berzah nuru ise , Resulullah Efendimizin nurundan imdad alır iddiası. (S.501-503)
Yine Abdülaziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
-Güneşin, ayın, yıldızların nuru da berzah nurundan yardım alırlar. Berzah nuru ise Resulullah Efendimizin nurundan imdad alır. Âdem (a.s.)ın yaratılması yakınlaştığı vakitte, orada nurlar zahir oldu. Yer ve dağlar yaratıldıktan sonra ruhlar ve melekler Allah'a ibadete başladılar. Bunlar daha ayrılmadan güneş, ay ve yıldızların nuru parladı. O zaman yeryüzünde bulunan melekler güneşin nurundan, gecenin karanlığna kaçtılar. Geceler gündüz oldukça onlar da güneşten kaçtılar ve dünya yuvarlak olduğu için ilk kaçtıkları yere geldiler. O zaman onlara dehşetli bir korku geldi ve güneşin çıkışını büyük bir iş için yaratıldı zannettiler. Her arzdaki melekler o arzda toplandılar. Berzahtaki ruhlar ve gökteki melekler yerdeki meleklerin toplantı yaptıklarını görerek onlar da arza indiler. Beni Âdemin ruhları da 1. kat meleklerle beraber durdular. Vaktaki güneş ilk merciine rücû etti ve bir şey husule gelemedi, tehlike çıkmadı. O zaman emin oldular ve hepsi de merkezlerine, vazifelerine döndüler. Sonra her sene böyle toplantı yapmağa başladılar, îşte Kadir Ge-ceşi'nin sebebi bu oldu. Vallahü âlem
73. Hakk Teala’nın 366 sırrı vardır ve muradı vechile mahlukatına taksim edilmiştir iddiası. (S.502-3)
Yine Şeyh (r.a.), Abdüsselam' Meşiş Hz.lerinin salâvatı şerifesindeki Ve Fihi İrtakatül Hakaik kavli hakkında buyurdu ki:
- Buradaki hakikatlerden murad Hak Teâlâ'nın sırlandır. Bu 366 sırdır ve muradı veçhile mahlukatına taksim edilmiştir. Faydası da Allah'ın hakikatlerinden bir hakikattir. Her bir Hak Cenab-ı Hakk'a bağlıdır. Yine bu faydasıyla Resulullah Efendimiz öyle bir makama yüceldi ki, başkası ona erişemedi. Başka bir mahlûkata böyle faydası dokunmamıştır.Misal olarak bu sırdan bir nebze Arz'da vardır. Ehli müşahade olan velîlerde de yine bu esrardan bir sır vardır. Onlar da göz açıp yumuncaya kadar dahi o sır yüzünden, Cenab-ı Hak'tan gaflete düşmezler. Sıddîklerde de bu pırdan bir sır vardır ki, o da sadakattir. Bu sadakattir. Bu sadakat sırrı da Resulullah Efendimizde takat getirilemeyecek birmertebededir.Keza keşif ehlinde de bu sırdan, Hak Teâlâ'yı hakikati üzere bilmek sırrı vardır. Hülasa hakikatlerde yücelmek, Cenab-ı Hakk'ın nurlarından suvarılma miktarınca olur. Hakikatler de Resulullah Efendimizde o dereceye yükseldi ki, hiç kimse o hakikatlere takat getiremez. Vallahü âlem.
74. İbn-i Faris: “ Biz habibin zikrini yaparak aşk şarabını içtik iddiası. (S.511-512)
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hz.lerine İbni Faris Hz.leri-nin şu kasidesini sordum. İbni Faris Hz.leri demiş ki: (Biz habibin zikrini yaparak aşk şarabını içtik, bağ çubuğu daha yere konmadan önce sarhoş olduk.)
A. Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- Bu, âlemi ervahta olan bir şeye işarettir. Habib'ten murad Resulullah Efendimizdir. O âlemde Resulullah Efendimizin zikri müşahede-i tâmme husulüne sebeptir. Bu müşahedeye nail olan ruh, bu müşahededen başka bir-hale terakki eder de, o halette bütün marifet, esrar hepsi değişir, azîm bir kuvvet husule gelir ve bütün nurları ya-rar. Birinci hali sanki hiç bilmemiş gibi, onlardan kesilir, yükselir. Şu 3 umur sebebiyledir ki, 1. aşkı muhabbette devam bir halden diğer hale geçmeğe sebeptir. 2. bu aşkın devamı ilk halinden kesilmeğe sebeptir. 3. bu müşahede-nin devam edip yükselmesi onun şecaatini, teşebbüsünü artırır. Bu muhabbet devam ettikçe herşeyi hakir görür. 'Hak Teâlâ'nın müşahedesiyle Habibinin zikrine bir cür'et ettik ve o zikir sebebiyle Allah'tan mağda sair mahlukat-tan kesildik, sırf Allah'a bağlandık, sarhoşluğumuz bu-dur" demektir. (Bağ çubuğu yaratılmadan önce) demek de "Bu âlemi ervahta oldu. Halbuki bağ çubuğu dünyada yaratıldı. Ruhun suvarıldığı bu müşahede, Resulullah Efendimizin zikri sesebiyle oldu. Lâkin, o müşahede ruh-tan zaten sirayet etti, fakat o vücut dünya şehvetlerine dü-şünce, o zaman ruhtaki o müşahededen kesildi. Ama o şahıs habibi zikre devam edince, ruhda alemi ervahta mü-şahede ettiği o hal vücuda iniyor ve yavaş yavaş o vücu-dun dünyaya bağlılığını çözüyor. Ta ki, o vücutta yukardaki 3 umur husule geliyor. O zaman bu unsur, vücud halden hale intikal ediyor, ilk halden kurtuluyor ve Al-lah'tan gayrısından kesiliyor. Ona bağlanıyor" demektir.
75. a) Resulullah’ın nurunun hepsi toplanıp arş üstüne konsa arş erir iddiası. (S.512-513)
Debbağ (r.a.) dan işittim. Buyurdu ki:
- "Bu mükevvenatın bir kapısı vardır ki, oradan girilir, o kapı da Resulullah (s.a.s.) Efendimizdir" diye söy-leyen velîye taaccüp ediyorum. Mahlûkattan hiçbir
mahlûk, Resullah Efendimizin nurunu taşımağa takat getiremez. Her kim daha bu kapıdan aciz olursa, başkasına nasıl takat getirebilir! Meğer ki, başka kapıdan girsin. O
zaman onun keşfi, keşf-i şeytani ve zulmani olur.
Yine buyurdu ki:
- Şunu bil ki, bütün mükevvenat hepsi, arş, ferş,gökler, arzlar, cennet, hicablar ne varsa hepsi toplansa yi-ne hepsinin Resulullah Efendimizin nurundan bir parça
olduğunu bulursun. Resulullah Efendimizin nurunun hepsi toplanıp arş üzerine konsa, arş erir. Bütün mahlûkat da toplansa ve üzerlerine Resulullah Efendimizin nur-u azîmi konsa, bütün bu mahlûkat da paramparça olurlar. Onun nuru böyle olunca, o kainatı doldurur diyen neden demiş! Onun nuru böyle olunca düşünün ki, zatı şerifi da-ha ne mertebededir. Onun nuru berzah kubbesine kadar suud eder. Burada, (mükevvenatı doldurur) diyenin kevneynden maksadı, nur-u muazzamın bulunduğu berzah mevziinin haricinde gökle yer arasını da doldurur, deme-ği kasdetmiştir. Yani nuru ile doldurur, zatı ile değil. Ni-tekim güneş gibi. Onun nuru nerede, Mustafa (s.a.s.)ın nuru nerede! Çünkü, o nur gündüz ortasında bir fitil me-sabesindedir. Güneşin nuru da Resulullah Efendimizden-dir. O halde (ekvanı doldurdu) demek ne söz oluyor?
b) Nuru bütün mahlukatta toplansa bütün mahlukat paramparça olurlar iddiası.
76. a) Denize giren biri bir saat sonra denizden çıktığı vakit , sahilde onu bekleyen arkadaşı “ sen geciktin, nerede kaldın” sorusu. (S.514-515)
b) Ona cevaben : “Ben şimdi Mısır’dan geldim. Orada şu kadar ay kaldım, orada evlendim, evladım da oldu” dedi yalanı.
c) Debbağ da şunu anlattı : “Kuşluk namazı vaktinde bir şahıs gördüm ki, hiç evlenmemişti. Öğle vakti oldu, o yere geldim, o şahıs ölmüş, oğlu yetişmiş ve babasının sanatında yerini tutmuş, Halbuki kuşluk vakti daha babası evlenmemişti” yalanı.
d) Debbağ, “annem öldükten sonra bana bir uyuklama hasıl oldu. Ölene kadar başıma geleceklerin hepsini gördüm.” Yalanı.
Abdülaziz Debbağ Hz.lerine şu kimseyi sordum ki:
- Denize giren biri bir saat sonra denizden çıktığı vakit, sahilde onu bekliyen arkadaşı "Sen geciktin, nerede kaldıysa Cuma namazını geçirecektik" dedi de ona ceva-
ben: "Ben şimdi Mısır'dan geldim. Orada şu kadar ay ika-met ettim. Evlendim, orada evladım da oldu" dedi. Bu se-fer arkadaşı ona bunun keyfiyetini soruyor, taaccüb edi-
yor, işte, efendim, dedim. Bütün saatler güneşe tabidir.Ay da bidir. Halbuki denize dalanın üzerinden aylar, se-neler geçiyor, evleniyor, çocuğu oluyor. Bu muhal olmak
lâzım gelir. Bu nasıl mümkündür? Biri Mısır sahili, biri Dicile sahili, ikisinin de güneş ve saatleri bir. Niçin birinin bir saat müddeti geçiyor da, diğeri için seneler geçiyor?
Bu bir keramettir, inanıyoruz ama kavrıyamıyoruz. Tayı zaman, tayyı mekan gibi değildir. Bu hikâyeyi de pek çok kişi naklediyor. Kıyamet'in bir günü bizim dünyamızdaki
senimizle 50.000 sene gibi uzun olacak. Mümine göre ise bu 50.000 sene bir saat gibi gelecek, iki rek'at namaz gibi gelecek.Bunlara da delil oluyor, demişler. Muhaddis Ibni
Hacer bunu Feth kitabında hesapetti. Vallahü âlem.
Abdülaziz Debbağ Hz.leri cevap verdi. Buyurdu ki:
- Allahü Teâlâ'yı bir şey aciz bırakmaz. Bu hikâye sahibinin ikisine de ayrı ayn zaman halkeder. Birine bir saat gibi gelir, o birisine denize dalınca denizi görmekten perdeler. Nitekim Cenab-ı Hak meleği görmekten bizi perdelemiştir. Melek daima bizimledir ama göremiyoruz. Ben bu hikâyeden daha garibini gördüm. Kuşluk namazı vaktinde bir şahıs gördüm ki, hiç evlenmemişti. Öğle vak-ti oldu. O yere geldim, gördüm ki, o şahıs ölmüş. Oğlu yetişmiş ve babasının san'atında yeri tutmuş. Halbuki kuşluk vakti daha babası evlenmemişti.
Bu anlattığımız cin midir, insan mıdır? dedim.
Ne insandır, ne de cin'dir. Allahü Teâlâ'nın öyle
âlemleri vardır ki, sayılamaz.
Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Annem öldükten 11 sene sonra çok garip bir hadi-se ile karşılaştım. Annemin vefatından sonra babam baş-ka bir kadın ile evlemiş ve o kadına bir de cariye tutul-
muştu. O cariye ödü. Ben bundan üzüldüm, halim değiş-ti. Bana bir uyuklama hasıl oldu. Ölümüne kadar başıma neler gelecekse hepsini o halde iken gördüm. Öyle ki,
hangi şeyhlere mülaki olacağım, kimlerden feyz alacağım,hangi kadınla evleneceğim, ne kadar sonra ilk evladım.Ömer doğacak, sonra evladım İdris'in doğumunu, onun
da akika kurbanını kestiğimi, sonra kızım Fatıma'nın do-ğumunu, sonra keşfimin açıldığını velhasıl hepsini bütün ömrümü gördüm. Halbuki ben yatmış uyumuş değildim.
77. Bir arif sulak bir yere geldi ve hoşuna giderek Cenab-ı Hakk şurada bir şehir yaratsaydı diye düşündü, tekrar oraya geldiğinde o şehrin kurulmuş olduğunu gördü yalanı. (S.516-517)
Yine Abdülaiziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- Ehlullahın hatırı için Cenab-ı Hak, onların hatır-larına kalblerine gelen şeyleri husule getirir. Nitekim bir arif bir gün giderken çayırlık, sulak bir yere geldi ve hoşuna giderek temenni etti ki, ne olurdu Cenab-ı Hak şurada bir şehir yaratsaydı! Camiler olsaydı da burada Allah'a ibadet edilseydi, diye düşündü. Allah meleklere emretti, insan suretinde indiler. Allah şehre de (Ol) emri-ni verdi ve derhal orada istediği gibi bir şehir oldu. O arif kimse tekrar o mevkiye geldiği vakitte temenni ettiği gibi bir şehir kurulmuş gördü ve Allah'a hamdetti. Cenab-ı Hak o arif kişinin hatın için o şehri onun ölümüne kadar orda bırakır. O öldükten sonra her şey aslına döner. Nite-kim Mühiddini Arabi Hz.lerinden hikâye edilir ki; "Mev-ziinden başka bir yerde ben cenneti gördüm" demiştir. Gerek mekanlarda gerek zamanlarda o ariften daha şeref-li bir şey yoktur. Allah o müşahede üzerine onu sevaplan-dınr. Arifin o cihetinde Allah ona bir cennet hal keder ve arif zanneder ki, cenneti mevziinin gayrisinde görmüştür. Halbuki o hakiki cennet değildir. Cenab-ı Hak onun hatm için onu orada yaratmıştır. Vallahü âlem.
Yine bu ruculün nazarında Cenab-ı Hakk'ın bu şeh-ri, bu melekleri yaratmasının hakikatini de Abdülaziz Debbağ (r.a.) dan işittim. Buyurdu ki:
- Seninle benim aramdaki şu hava'ya bak!
- Evet, bakıyorum, dedim. Parmağıyle bir yeri işaret
etti.
- Cenab-ı Hak şu parmağın kadar yerin havasına emreder ve aramızdaki mesafeyi doldurur. Sonra Cenab-ı Hak bu parmak kadar havayı hem genişletecek hem de
bunda müteaddit renkler yapacak. Birinci havayı, bu ikinci havadan da perdeliyecek ve o havada bulunan her şeyden bu genişletip renk renk yaptığı havayı perdeliye-
cek. Sonra birinci havanın bir parçasını alır ve o bir parça-yı da ilk havadan perdeleyecek, ikinci havaya dahil ede-cek, ona acaiplikler gösterecek, sonra tekrar oradan çıka-
rıp birinci havaya iade edecek, îkinci havayı da bütün varlığı ile beraber giderecek. Rabbımız Azze ve Celle bu-na kadir değil midir? dedi.
78. Cebrail yüzbin yaşasa ve sonsuz yaşasa Resulullah’ın bildiği marifetin dörtte birini öğrenemez iddiası. (S.517-520)
Yine Abdülaziz Debbağ (r.a.)a, İmamı Gazali'nin ih-yayı Ulûm kitabının tefekkür bâbındaki bir sözünü sor-dum: Gazali Hz.leri İhyayı Ulûm'undan demiş ki: "Cebra-il (a.s.) Resulullah (s.a.s.)den daha çok bilir." Ne buyurur-sunuz?
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Cebrail (a.s.) yüz kerre yüz bin yaşasa, daha son-suz yaşasa yine Resulullah Efendimizin bildiği marifetin dörtte birini öğrenemez. Nasıl olur ki, Cebrail (a.s.) Resu-lullah Efendimizden fazla bilebilir. Çünkü, Cebrail (a.s.) Resulullah Efendimizin nurundan yaratıldı. Gerek Cebra-il gerek sair melekler hepsi Resulullah Efendimizin nu-rundan birer parçadırlar. Cenab-ı Hak ile Habibi arasın-daki sohbetde araya ne Cibril girer, ne başkası girer. Pey-gamberimiz Cenab-ı Hakk'tan imdad alır. İşte o zaman Cenab-ı Hak Habibine, onun celâline ve Resulullah Efen-dimizin makamına lâyık öyle atiyeler ihsan ederler ki, hiç kimse o semte yaklaşamaz. Cebrail (a.s.), bütün melekler, bütün velîler hepsi fetih sahibidirler. Hatta çinililer bile bilirler ki, Cebrail (a.s.) irfanda, marifette ne makamlara rişti ise Resulullah Efendimizin sayesindedir. O kadar ki, Cebrail (a.s.) bütün ömrü uzunluğunca yaşasa, fakat Re-sulullah Efendimize erişmese idi ve o ilmi tahsile bütün gayriyle koşsa idi, Resulullah Efendimize erişmese idi ve o ilmi tahsile bütün gayriyle koşsa idi, Resulullah Efendi-mizin sohbetiyle nail olduğu ilimden en cüz'i birisini dahi elde edemezdi, erişemezdi. Cebrail (a.s.) Resulullah Efen-dimize hizmet için ve zat-ı şerifinin muhafızı olarak yara-tıldı. Resulullah Efendimizin zatı şerifi de Âdem (a.s.) gibi topraktan yaratıldı. Toprak ise ancak kendine uygun olan ile ülfet eder. Bu sebeple Cebrail (a.s.), Resulullah Efendi mize ünsiyet vermek için araya vasıta olur. Meleklerin su-reti bu zevata dehşet verir. Çünkü insanların bilmediği suret üzerindedirler, azametlidirler, insanları feryat etti-rir, dehşette bırakır. Bu hususu ancak keşfi açık olan velîler bilirler.Resulullah Efendimizin ruhu şerifi ise bu meleklerin, cinnilerin suretlerinden korkmaz, çünkü ruhu şerifi her şeyi bilir. Ben sordum:
- O halde ruhu şerifi hiç bir şeyden korkmuyor da,
niçin toprak olan vücuduna ünsiyet vermeğe yetişmiyor?
Cebrail (a.s.) araya giriyor?
, A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Çünkü zat, ruhtan ayrı olarak müşahede edemez.
Vahdaniyet ancak Allahü Teâlâ'ya mahsustur, insanlar ise hem vücut, hem de ruhturlar. Böylece Allah'tan başka her şey çifttir. Cebrail (a.s.), Resulullah (s.a.s.) Efendimize Sidre-i müntehanın altına, vücudunun takat getirebildiği yere kadar vasıta olup gidebilir. Fakat sidre-i müntehanın üst tarafına ki, orada, 70 perdenin olduğu yerde beraber gidemiyordu. Çünkü Cebrail (a.s.) Sidre-i müntehanın üsttarafına takat getiremezdi. Peygamberimiz tek başına geçiyordu.Bu hadis münasebetiyle A. Debbağ Hz.leriyle vahiy hususunda da konuştuk. Şeyh Hz.leri öyle şeyler söyledi ki, akıllar ona takat getiremez ve kitaplara yazmak caiz olmaz. Vallahü âlem.
79. Bayram namazlarının her tekbirinde yer ve semada olanları ve Allah’ın işlerini ve nurunu görür yalanı. (S.520-521)
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerine, (Bayram namaz-larındaki birinci rek'atta 7, ikinci rek'atta 6 tekbirin se-bepleri)nden sordum. Şeyh Hz.leri cevaben buyurdu ki:
- Bayram tekbirlerinin sebepleri, tekbir alan kul, bil-hassa Resulullah Efendimiz, birinci tekbirde birinci kat arzda yaratılmışları görür. Aynı zamanda birinci kat se-madaki mükevvenatı görür. Keza onlan vücuda getiren Cenab-ı Hak Sübhanehuyu müşahede eder. ikinci tekbir-de, ikinci kat arzda ve ikinci kat göktekileri ve bunları ya-ratının da envannı, ef al nurunu görür. Üçüncü tekbirde, üçüncü kat arzda ve semada olanları ve yaradanın ef alini görür. Dördüncü tekbirde de, dördüncü kat arz ve sema-daki mükevvenatı ve onlan yaratan Hak Sübhanehunun ef alini görür. Beşinci tekbir, altıncı tekbir, yedinci tekbir-de, yine beşinci, altıncı, yedinci kat arz ve semadaki mü-kevvenatı ve yaradanın ef'alini görür. Bunlar birinci rekattır. İkinci rek'atte ise, birinci tekbirde birinci gün (pazar) yaratılmışları ve onların haliki Cenab-ı Hakk'ın ef alini görür, ikinci tekbirde 2. günü yaratılan mahlûkatı müşahede eder ve onu tekvin eden Sübhanehu ve Teâlâ'nın nurunu görür. 3. tekbirde, 4 tekbirde, 5 tekbirde, 6. tekbirde yine o günlerde yaratılanları ve yaratanın nu-runu müşahede eder.
80. Ebu Yezid-i Bistami,”Biz denizlere daldık diğer Peygamberler o denizlerin sahilinde kaldılar.” İftirası. (S.523-524)
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerine, Bayezıd-i Bistami Hz.lerinin şu sözünden sordum:
- Ebu Yezid-i Bistami Hazretleri buyuruyor ki, "Biz denizlere daldık, diğer peygamberler o denizlerin sahi-linde kaldılar."
Abdülaziz Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Peygamberliğin mertebesi, onların Cenab-ı Hak indinde kadri çok büyüktür. Öyle ki, peygamber olmayan hiçbir kimse o makama çıkamaz. Onun tozuna bile erişe-
mez. Nerde kaldı ki, velî o mertebeye erişsin! Peygamber-lik makamı nerede, velilik makamı nerede? Lâkin Bayezid-î Bistami Hz.leri bilir ki, Resulullah Efendimiz bütün
peygamberlerin seyyididir ve bütün mürselinin imamıdır.Bütün mahlûkatına en hayırlısıdır. Bunun için Resulullah Efendimiz bazı elbiselerini (Mânevi), ümmeti şerifinden
bazı kalimlere emaneten verir. O velî, Resulullah Efendimizin bu emanet elbisesini giydiği vakit, o zaman Baye-zıd-i Bistami Hz.lerinin bu söylediği söz hasıl olur. Hakikatte bu Resulullah Efendimize mensubiyeti sebebiyle ona nisbettir. Çünkü o denizlere dalan hakikatte Resulul-lah Efendimizdir.
Yine buyurdu ki:
- Fetih ehli olan bazı velîler, marifeti ilahiyede peygamberlik makamına erişilir zannederek hata ettiler.Her ne kadar derecede «işemezse bile marifette peygamberlik
derecesine bazı velîler erişir demekle hata ettiler. Bu, ga-lattır. Doğrusu şudur ki; bir velî marifet hususunda velayetin son mertesesine erişse bile, yine peygamberlik
mertebesinin tozuna bile erişemez. Peygamberlik Cenab-ı Hak'tan ihtisas mertebesidir. Ona asla yaklaşamaz. Vallahü âlem.
81. a) Birinci derece keşfe nail olan 7 kat yerleri , gökleri ve orada olanları görür iddiası. (S.548-549)
b) Allah’ın mahlukatının evlerinde oturduklarını da görürler yalanı.
c) Mü’minlerin ruhlarını kabirleri üzerinde görür yalanı.
d) Allah arifleri olan velileri görür, onlarla konuşur, yüzyüze konuşmak gibi uzak mesafelerden dahi konuşur yalanı.
e) Berzahdaki ölülerin ruhlarını , ve kiramen katibin meleklerini görür yalanı.
f) Resulullah’ın kabrini ve oradan berzaha yükselen nur sütununu görür yalanı.
g) Uyanık olarak Resulullah’ın zatı şerifini görürse artık ona şeytanın oyuncağı olma tehlikesi kalmaz yalanı.
h) Cenab-ı Hakk’ın zatı ezelisini müşahede nasib olur yalanı.
Sabaha çıkan bir kimse baktı ki, yağmur yağmış "Eh Allah fazlı rahmetiyle bize rahmet göndermiş" diyen mü'mindir. Fakat bunu yıldızdan, burçtan bilen ise kâfirdir. Yıldızlara inanıyor demektir.
Ehli Hakk'a gelince: Onların 2 derece' fethi vardır. Birinci derecedeki fetihleri, onlarda ehli zulmetin anladığı gibi birinci derecedeki yer ve gökleri, ehli zulmetin gör-düklerini görürler. Bu birinci derece keşfe nail olan 7 kat yerleri gökleri ve orada olanları da görür. Allah'ın mahlûkatınım evlerinde oturduklarını da görürler. Bunla-ra bir perde ve duvar mani olamaz. Keza gelecekteki işleri de görürler. Bu fetihte ehli zulmet ile ehli nur müsavidir. Bunun için (Keşif, velayet derecelerinin en zayıfıdır) deni-lir. Bu birinci derecede keşfe nail olan velî, ta ki, bunu at-latıp ikinci fethe gelince, ehli zulmetin perdelendiği haki-katler buna açılır. O zaman Arifi billah olan velîleri görür, onlarla konuşur. Keza mü'milerin ruhlarını kabirlerin üs-tünde görür. Kiramen katibin ve sair melekleri görür. Ber-zahı, oradaki mevtaların ruhlarını, Resulullah Efendimi-zin kabrini ve oradan Berzaha yükselen muazzam nur sü-tununu görür. Böyle uyanıkken Resulullah Efendimizin zatı şerifini de görürse artık ona şeytanın oyuncağı olmak tehlikesi kalmaz. Çünkü Allah'ın rahmetiyle içtima etmiş-tir. Resullullah Efendimizle böyle teşerrüf etmek Cenab-ı Hakk'ın marifetine sebeptir. Cenab-ı Hakk'ın zatı ezelesi ni müşahede nasip olur. Aradan Resulullah Efendimiz çıktı mı, Cenab-ı Hakk'a kavuşur. Onun için vasıtadır. İşte bu ikinci fetih, ehli .Hak ile ehli batıl arasındaki farktır. Nuranî keşif ile zulmani keşfi ayıran budur. Cenab-ı Hak nuru yarattı. Nurdan melekleri yarattı. Melekleri de ehli nura yardımcı kıldı. Cenab-ı Hak zulmeti yarattı. Zulmet-ten de şeytanı yarattı. Şeytanları da ehli batıla yardımcı etti. Onun hüsranını artırarak istidraç ile yardımcı etti.
85-İbrahim Havas bir yahudinin yalan hikayesi.(S.549-550)
. Bu anlatılanlara göre A. Debbağ (r.a.) misal olarak buyurdu
-İbrahim Havvas Hz.leriyle bir Yahudi'nin hikâyesi buna uygundur. Bir gemide ibrahim Havvas Hz.leriyle bir Yahudi hahamı tanışıyorlar ve dinleri hakkında konu-şuyorlar. Yahudi, İbrahim Havvas'a dedi ki: "O halde sen dininin üstün olduğunu iddia ediyorsun. İşte deniz, üs-tünde yürü, ben yürürüm" demiş ve kendisini denize ata-rak yürümüş. İbrahim Havvas Hz.leri diyor ki: "Vay başı-ma gelenler. Yahudi'nin yanında bu benim için ne zillet-tir! Ya yürüyemezsem." Fakat yine kaldırıp o da kendini denize atıyor ve Cenab-ı Hakk'ın yardımıyle o da deniz üstünde yürüyor. Sonra karaya çıkıyor. Haham diyor ki: "Hayır, hayır. Bu olmadı. İkimiz de yürüdük. Şimdi se-ninle bir yolculuğa çıkacağız. Şu şartla ki, hiçbir sefire gir-meyeceğiz. Sahralarda dolaşacağız." İbrahim Havvas Hz.leri "Peki" diyor, "İstediğin gibi olsun" Kırlara çıktılar, 3 gün dolaştılar, hiçbir şey yemediler. Bir yere oturdular. O sırada bir köpek ağzında üç ekmekle gelip hahamın önüne ekmekleri koydu ve dönüp gitti, ibrahim HavvasHz.leri diyor ki: "Haham bana, buyur beraber yiyelim di-ye teklif dahi etmedi ve kendi yedi. Ben aç kaldım. Bunun üzerine çok güzel yüzlü, kokulu bir delikanlı elinde misli
görülmemiş bir ziyafet yemeği ile çıka geldi. Onu benim önüme koydu ve gitti. Bu defa ben Yahudi'ye teklif ettim, "buyur beraber yiyelim" dedim. Fakat yemedi, ben yedim. Bundan sonra Yahudi dedi ki: "Ya ibrahim! Bizim de dini-miz,, sizin de dininiz Hak üzerinedir. Her ikisi de meyva veriyor. Fakat sizin dininiz daha ince, daha lâtif. Müsaade eder misin, ben de sizin dininize gireyim) dedi ve İslâm oldu ve benim halifelerimden tasavvufta gerçekleşmiş bi-
ri oldu."
86-Deccal çıkacağı vakit gavs meczuplardan olur ve tasarruf yetkisi onlara verilir yalanı.(S.560-561)
Yine buyurdu ki:
- Hak Sübhanehûyu müşahededen sonra insanlar 2 kısma ayrıldılar. Bir kısmı Cenab-ı Hakk'ı müşahede edince masivayı unuttular. Daha ekmel olan ikinci kısım
ise, bunlann ruhu müşahedesinde Resulullah Efendimi-zin müşahedesinden kesilmezler. Çünkü Cenab-ı Hakk'ı müşahede mertebesine ermekte, Resulullah Efendimizin
müşahedesi sebeptir. Her kimin Resulullah Efendimizi müşahedesi artar, netleşirse, Cenab-ı Hakk'ı müşahedesi de öylece artar.
Yine Şeyh (r.a.) buyurdu ki:
- Kulun ihtiyarı olsa ve 90 sene de ömrü olsa ve ih-tiyar etse ki, bu 90 sene ömründe yalnız Resulullah (s.a.s.)'i görecek, ancak ölmezden bir gün evvel Cenab-ı
Hakk'ı göreyim dese ve yapabilse, bunun görüşü, her gün Resulullah Efendimizle Cenab-ı Hakk'ı birlikte görenden daha üstündür. Çünkü bu kimse Resulullah Efendimizin
müşahedesinde rüsuh peyda eder.
Memleketimizin bazı zahir hocaları, A. Debbağ Hazretlerine:
- Velîlerin namazı terk etmesi mümkün müdür? di ye sordular. Abdülaziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- Bir velînin namazı terk etmesi asla mümkün ol-maz. Bir velî namazı nasıl terkt edebilir? Çünkü o velî da-ima iki şerare ile dağlanır. Zatı daima Resulullah Efendi-
mizin müşahedesi ile nurlanıyor. Birde ruhu Cenab-ı Hakk'ın müşahedesi ile nurlanıyor. Bir de ruhu Cenab-ı Hakk'ın müşahedesiyle keyif oluyor. Şimdi bu her iki mü-
şahede ona daima namazı emreder. Binaenaleyh asla onu terk edemez. Resulullah Efendimizin zatı şerifindeki esrar ile suvarılan bir kimse nasıl olur da Resulullah Efendimi-
zin işlediğini işlemez! Bu asla mümkün değildir.
87-Bir velinin 366 vücudu olur yalanı.(S.562-563)
Masivaya dalıp aklını kaybedenler.
- Velî olmayıp da, sair işler sebebiyle aklını kaybe-denler hayvanat hükmündedirler. Ancak, Allah onlara rahmet eder de cennetine sokarsa, o müstesna! Çünkü,
bunlar insan suretindedirler. Binaenaleyh onların o suret-leri onlara şefaat eder. Çünkü, Allah Peygamberlerini, asfiyasını, velîlerini hep o suret üzere yarattığı için onlara acır, rahmet eder de cennetine sokar. Keşfi açılmakla aklı-nı kaybeden meczublar ise diğer velîler gibi tasarruf sahi-bi olamazlar. Yine bunlardan Gavs ve Kutup da olamaz. Ta ki, Deccal çıkana kadar. Cenab-ı Hak Deccal'in çıkma-sını murad ettiği vakitte bu meczublar taifesine tasarruf yetkisi verir ve Gavs onlardan olur. O zaman hal ve ni-zam bozulur. Bunlar tasarrufa başlayınca da Deccal çıkar. Deccalin işi bitince bu meczubların da hükmü kesilir. Bunlara bir daha asla saltanat gelmez, (v.â.)
88-Fetih nasip olacak kişiyi Cebrail (as) üç gün önceden hazırlar yalanı.(S.575-576)
Abdülaziz Debbağ (r.a) dan "Bir velînin 366 vücudu olurmuş?" diye sordum da buyurdu ki:
- Böyle olan zat, varisi kâmil olan Gavs'tır.
Benî yine dedim ki:
Hz. Peygamberden miras kalan zat ise 124.000 dir. Gavs niçin bunun hepsine varis olmuyor da 366'sına varis oluyor?
- Resuluüah Efendimizin takat getirdiğine hiç kimse takat getiremez. Gavs'ın Resulullah Efendimiz'e miras-çı olmasının manası şudur ki, Gavs'tan başka hiçbir zat,
Resulullah Efendimizin bâtınından Gavs kadar feyiz içmiş değildir, demektir.
Abdülaziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- Büyük fetih sahibi velilerin geçmiş ve gelecek günahları marifet olunur. Onların hasenatlan makbuldür.Keşfi açılmazdan evvelki günahtan, keşfi açıldıktan sonra
hepsi sevap yazılır. Günah mahcublardan sadır olabileceği için keşfi açıldıktan sonra artık ondan günah sadır ol-maz. Fethi kebir sahibi velîler daima Hak Teâlâ'nın müşa-
hedesindedirler. Hakk'ı müşahede de günah işlemeğe manidir. Ayet-i kerime ile de sabittir ki, melekler müşahe-de ehli olmaları sebebiyle Allah'a hiç isyan etmezler ve
Cenab-ı Hak ne emretti ise onu işlerler.
89-Veliler mü’minlerin başları üzerindeki nur ipliklerini görürler yalanı.(S.579-580)
Yine buyurdu ki:
- Bir şeyhin vücudunda fetih nuru olur ve şeyh mü-ridini fetih nurunu taşımağa muktedir buldu mu, şeyh vefat edince fetih nuru o müridine intikal eder. Fakat, o şeyh ölürken, yerine bırakacak muktedir bir müridi yoksa sun Cebrail (a.s.)'a emanet bırakır, îleride müridi bu sırra takat getirene kadar onda emanet kalır. Mürid takat ge-tirmediği ihraz ettiği zaman, evvela onun zulmet derisini soyarlar, sonra sırrı Cebrail (a.s.) ona giydirir. Cebrail (a.s.) fetih nasib olacak kimseyi daha 3 gün evvelden ha-zırlar. Resulullah Efendimizin sevgisini ona ünsiyet verir. Fethin vasfından olan esrara tahammülü için ona yollarını açar. Cebrail (a.s.)ın ona gelip gitmesiyle onda bir ürkek-lik ve vahşet olmaz. O melekleri görür de ürker diyenleri red eden fukaha, Seyyid İmran İbni Hüzai Hz.lerinin ba-şına geleni zikrederler: (Eshabı kiramdan İmran îbni Hü-seyn-il Huzai (r.a.) melekleri görür. Melekler gelir ona se-lam verirlerdi. Bir gün îmran(r.a.) vücudunun bir yerine key yaptı. O zaman melekler gelmediler.) Şeyh Şarani rahimellah da Minen-i Kübra'sında Cenab-ı Hakk'ın Cebrail (a.s.)ı gösterdiği kullarından bahsetmiştir. Halk, böyle mahiyetini anlamadıktan şeylerde sussalar daha iyi olur. Diğer ümmetlerde de bunlar geçmiştir. Sahibi Buhari ve sair kitaplarda Benî İsrail haberlerine bakınız. Oralarda da böyle melekleri görenler, meleklerle konuşanlar çok vardır. O halde nerede kaldı ki, ümmeti Muhammed'e ol-masın!
Şimdi bu bahisler bittikten sonra diğer baki nuranî emirleri zikretmek anı geldi. Bunlara geçeceğiz, inşallah.
90-Debbağ’ın “Resulullah’ın kabrine bakıyordum. Nur amudunu gördüm. O nur bana yaklaştı. Nur içinden Rasulullah Efendimizin kendisi çıktı”, yalanı.(S.591-2)
Yine buyurdu ki:
- Berzah ile dünyadaki mü'minler arasında da böy-le irtibat vardır ki, bu da iman nurlarıdır. Keşfi açık olan bir velî baktığı zaman görür ki, bu iman nuru beyaz, safi, güneş ışığı gibi pırıl pınldır. Adeta dar bir menfezden içe-ri giren güneş ışığı gibidir. İşte velîler her mü'minin vücu dundan ve başından bir kanş yukardan başlayan bu nur ipliklerini görür ki, bu berzaha kadar uzar. Âlemi ezelde herkesin kısmet ve istidadı ne ise ona göre bu iplerin ka-
imliği değişir. Bazı mü'minlerinki ince bir iplik, bazıları-nın şeker kamışı gibi, bir kısmının da hurma ağacı gibidir. Bunlar büyük evliyalardır. Keza dünyadaki kâfirlerin vü-cutlarından berzahta yerleşeceği yere uzanan iplikler çe-kilmiştir. Fakat bunların rengi karaya çalan gök renginde-dir. Tıpkı kibrit alevi gibi.
91- Öyle bir cennet var ki o cennette hiçbir nimet yoktur ve oranın ehli Allah’ı müşahede ederler yalanı.(s. 596-7)
Abdülaziz Debbağ (r.a.) bir kerre de bana buyurdu
ki
- Cenab-ı Hak vakta ki, benim keşfimi açmak murad ettive beni rahmetine gark etmek istedi. O zaman Fas'ta idim. Oradan Resulullah Efendimizin kabri şerifine bakıyordum. Sonra nuru şerif amudunu gördüm. O nur yavaş yavaş bana yaklaştı. Nurun içinden Rusullah Efen-dimizin kendisi çıktı. O, zaman Şeyhim Abdullahi Bernavi Hz.leri bana dedi ki: "Evladım Abdülaziz, Cenab-ı Hak seni rahmeti olan seyyidi vücud Resulullah (s.a.s.) Efen-dimizle cem etti; birleştirdi. Artık bundan sonra senin, şeytanın oyuncağı olmandan korkmam."