saniyenur
Thu 21 June 2012, 04:49 am GMT +0200
EKONOMİK ADALET (III)
Zekat
1- Anlamı: Zekat kelimesi bereket, artış, temizlik, saflık, duruluk anlamlarına gelir. Farz olan zekatın ödenmesinden sonra kazanılan nefis tezkiyesini ima eder. Bu, cimri ve servet tutkunu olmayanların ulaşabildiği vicdani bir itminan halidir. Servet herkese cazibeli gelir, herkes malını ve diğer zenginlik kaynaklarını sever. Fakat bu servetini ihtiyaç sahiplerine sarfeden kişi kendini tezkiye etmiş olur ve iyiliğe erişir. Bu gerçek büyüklük ve hayırdır. Buna, servetten belli bir oranda alman zekat ile ulaşılır. Bl İslami yönü dolayısıyla zekat gayrimüslimlere uygulanmaz. Zekat ve mahiyeti Tevbe süresindeki şu ayet ile belirtilmiştir: "Onların mallarından bir miktar sadaka al ki onunla onları temiz-leyesin, yüceltesin..."(9: 103).
Rasulullah'ın müminlerden zekat alması, on-lann servetlerini kötülükten arıtacak bir fiil olarak izah edilmektedir. Zekat kelimesinin kendisi, kişinin kendi nefsi için veyadiğerleri için adil ve akıllıca harcamadığı bir servetin (üretici olmayan, müsrif endüstrileri teşvik ederek, düşmanlık ve sınıf mücadeieleri oluşturarak) toplumda fesat meydana getireceğini gösterir. Bakara suresinde şöyle buyurulmaktadir: "Allah'ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki İmanı kökleştirmek için mallarını harcayanların durumu da tepe üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki, bol yoğmur değince ürününü iki kat verdi. Yağmur değmeseydi bile çisinti olurdu. Allah yaptıklarınızı görmektedir." (2: 265). Kur'an-ı Kerim'de sadaka, İnfak ve zekat kelimeleri fakirlere yapılan hayır anlamında kullanılmıştır. Gerçekte bunlar aynı şeyin üç yönüdür kî gayesi insanın manevi terbiyesi ve nefsinin annması-dır. İlk ikisi, yani sadaka ve infak ihtiyaridir, fakat zekat her Müslümana farz olan bir ibadettir. Kur'an'ın yukarıdaki ayeti, fedakarlıklarının meyvasını toplayan ve saadete eren insanların kıssasını anlatmaktadır. Servetlerini insanların menfaati için harcayanların ameli Kur'an'ın bu ayetinde "Allah rızasını kazanmak" ve "ruhla-rındakini (imanlarım) sağlamlaştırmak" olarak ifadesini bulmuştur. Bu, karşılığında bir mükâfat beklemeksizin insanların menfaati için harcanan servetin büyük önemini göstermektedir.
Gerçekte zekat insan nefsini bencillikten, cimrilikten ve mal sevgisinden arıttığı, böylelikle İnsan nefsinin başkaları için harcamada bulunarak tabii ilerleme ve gelişimine yol açtığından bu adı almıştır. Zekat basit bir yardım değildir, insanlığın ilerlemesi için elzem bir adımdır. Gerçekte, zenginler toplumun fakir üyelerine yardım ederek kendilerine yardım etmiş olmaktadırlar. Onlar, fakirlerin bu hakkını inkar edecek olurlarsa kendi kendilerine zarar verirler. Diğer bir İfadeyle, insanı mükemmelliğe İleten ana yolu terkedîp cimriliğin ve israfın sayısız yollarında kaybolurlar ve nefislerinin müfsid lüks iptilalarmdan arınmasını istemezler.
Zekatın ödenmesi Allah'a itaatin müşahhas bir misalidir ve zekat, sonuçlarını bu görevi ifa eden insanların kişiliğinde ve işlerinde ortaya koyar. Kur'an-ı kerim müminlerin Özelliklerini sayarken şöyle der: "Felaha ulaştı o müminler, ki onlar, namazlarında saygılıdırlar. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekatlarını verirler." (23:1 -4). Zekatkaîbi ve malı temizler. Kalbi cimrilikten antir, ruhu yüceltir. Şeytanın ileriye sürdüğü fakirlik vesvesesinden uzaklaştırır. Allah'ın nezdindeki mükafata güvenmeyi temin eder. Malı temizler, zekattan arta kalan malm helal mal olmasını sağlar. Helal olup olmadığı konusunda hiç bir şüphe bırakmaz.
Diğer yandan zekat, toplumu her türlü bozukluklardan ve ahlaksızlıklardan korur, lüks ve israfı önler. Fertler için sosyal sigorta olduğu gibi toplumlar için de sosyal garanti unsurudur. Toplum içindeki acizleri korur ve böylece toplumda anarşi ve dağılmayı Önler. (Seyyid Ku-tub; Fizılali'l Kur'an, Mü'mİnun suresi). Zekat, toplumun sağlıklı gelişimini sağlar. Maddi ilerlemeyi engelleyecek bütün etkileri bertaraf eder, yardımcı olacak unsurları ise teşvikkar olur. islam, her zengin Müslümanaservetinden, malından ve ticari varlığından zekat ödemesini »arz kılarak insanları sermayelerini işletmeye yönelten muharrik bir güçtür. Böylelikle sermaye büyür, sosyal refah artar. Hem nefsin arınması ideali, hem de maddi büyüme ideali zekat kelimesi içinde ifadesini bulur.
Ayrıca zekat, arınma için kullanıldığında iki mana taşır, ilk olarak nefsin arınması ve iyiliğe ulaşması için harcanan servete hamledilir. İkinci olarak gerçek arınma fiiline hamledilir. Zekat veren insanlar arınma fiilini icra etmektedirler. Dolayısıyla arınma fiili sadece zekatın parasal olarak ödenmesi ile sınırlı değildir. Nefsin, karakterin, hayatın ve zenginliğin saflığı, duruluğu, temizliği ve bereketini yani hayatın her yönünü içine alır. (Mevdudi; Tafhe-em al-Quran, 23:4 âyet yorumu).
Zekat bir kişinin kendi hayatını arıtmasıyla da sınırlı kalmaz. O kişi ile münasebeti olan bütün insanların hayatlarını kapsar şekilde bir anlam taşır. Diğer bir ifadeyle, zekatı ödeyen kimseler gerçek arınma İşini yapan kimselerdir. Önce kendilerini arıtırlar, sonra başkalarının saflığa erişmesine yardımcı olurlar. Böylece insaniyetin hakiki hasletlerini önce kendilerinde geliştirirler, başkalarında da gelişmesine yardımcı olurlar. Zekatın bu fonksiyonu Kur'an-ı ke-rim'in birkaç yerinde ifade edilmiştir. A'la suresinde; "Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan" (87:14) ve Şems suresinde; "Nefsini temizleyen iflah olmuş, onu kirletip örten, ziyana uğramıştır," (91:9-10) ayetleri bu hususa işaret etmektedir.
Bu ayetlerdeki zekka kelimesi bir şeyi artırmak, büyütmek anlamındadır; dessaha kelimesi İse gizlemek veya gömmek, büyümesine izin vermemek anlamındadır. Böylece biri arıtıyor ve gelişme sürecine yardım ediyor, diğeri ise gelişmeyi engelliyor, durgunluğa ve bozulmaya yol açıyor. Bu iki kelimenin bu ifadelerde seçilmiş olması büyüme, gelişme ve mükemmellik için lüzumlu yeteneklerin herkese verildiğini göstermektedir. Bazı kişiler yerinde kullanarak ve geliştirerek bu yetenekleri daha olumlu bir çizgiye götürebilirler, diğer bazıları ise bu yetenekleri atıl bırakarak, gizleyerek durgun ve işe yaramaz hale getirirler. Bunlar sözkonusu yetenekleri kendi menfaatlerine olacak şekilde kullanamazlar.
2- Zekat ve Sadaka: Sadaka kelimesi Kur'an-ı Kerim'de her çeşit hayrı kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Sadaka, isteyerek verilen yardımları olduğu kadar, verilmesi farz olanı da kapsar. Çünkü Kur'an ve Sünnette zekat yerine kullanılmıştır. Zekata da sadaka denilmesinin sebebi, onun da bir nevi farz olan sadaka olmasındandır. Normal sadaka gönüllü olarak verilirken, zekatın verilmesi farzdır. Zekat devlet tarafından toplanır, sadaka ise gönüllü ödenir. Zekatın oranı ve muafiyeti (nisab) bellidir. Halbuki diğer sadakaların miktarı tamamen sadakayı veren kişinin arzusuna bağlıdır. (Naim Sıddıki; Muashi Nahamwarion Ka İslami Hal, sh. 343-45). Sadakanın zekat anlamını taşıması istendiğinde, "Allah'a karşı vazife" olarak ifade edilebilir. Devletin zekatı toplamasını sağlamak, nisab üzerinde malı olan her Müslü-manın vazifesidir. Bu durum zekat için geçerlidir.
Ödeme oranı., muafiyet sının ve zekat ile ilgili diğer kural ve düzenlemeler devlet tarafından tesbit edilir. Zekatın sarf şekli Kur'an'da açıkça belirtilmiştir, oram ve sınırları ise Rasulullah tarafından belirlenmiş ve sahabeleri tarafından aynen uygulanmıştır. (Naim Sıddıki; a. g.e.) Ayrıca zekat, namazdan sonra en kıymetli bir ibadet olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple devlete verilen herhangi bir vergi olarak telakki edilemez. Zekatı vermek her Müslüman üzerine, eğer İslami devlet varsa kollektif olarak, gayri İslami devlet varsa fert olarak farzdır. Zekat bir
Müslümanı ruhen, zihnen ve manen arıtma görevi de görür. Vergi ise devlet tarafından geliri arttırmak için konan bir kaynaktır ve hiçbir ahlaki veya dini önemi yoktur.
3- Vergi mi, Dinî Bir Vazife mi?: Şimdi ortaya zekatın genel bir vergi mi yoksa sadece Müslümanlara farz olan bir görev mi olduğu sorusu çıkmaktadır. Bazı Müslüman iktisatçılar onu bir çeşit vergi olarak kabul etmişlerdir. Çünkü verginin bir takım şartlarını haizdir. Normal olarak aşağıdaki şartları taşıyan bir ödeme ekonomistler tarafından vergi olarak kabul edilir: (a) Zaruri bir ödemedir, (b) Karşılıksız olarak yapılan para transferidir, (c) Devletin bütün vatandaşlarına uygulanır.
Zekatta ilk iki şart tatbik edilir, üçüncüsünü kapsamaz. Zaruri bir ödemedir ve karşılığı yoktur, fakat yalnızca devletin Müslüman vatandaşlarına uygulanır, gayri Müslimler bundan muaftır. Dolayısıyla zekat mefhumu tam anlamıyla bir vergi değildir.
Hakikatte zekat, namaz veyahacc gibi bir ibadet şeklidir ve vergiden tamamen farklı psikolojik sebeplere dayanır. Genellikle insanlar devlete vergi ödemekten nefret ederler ve böyle ödemelerden kurtulmak, en azından fazla vergi ödememek isterler. Yani vergi, insanların hoşlanmadıkları bir yüktür. Diğer taraftan zekat dini bir vazifedir. Dünyanın her yanında bütün Müslümanlar tarafından, toplanması için resmi bir düzenleme olmasa bile, Allah rızasını kazanmak için gayretle eda edilen bir ibadettir. Müslümanların yaşadığı ülkelerin çoğunda, binlerce İnsan özel kuruluşlara ve yetimhanelere gelerek mallarının zekatlarını öderler.
Zekat İslam'ın beş şartından biri olarak kabul edilir. Şurası açıktır ki, hiç bir vergiye, ne kadar önemli olursa olsun, böyle bir konum verilemez. Bir başka farklılık da gelir vergilerinin devlet tarafından verginin kaynağı dikkate alınmaksızın sayısız ihtiyaçlar için sarfedildiğidir. Fakat zekatta durum tamamen farklıdır. İslami devlet, zekatın nereye ve nasıl harcanacağı hususunda Kur'an-ı Kerim'in talimatlarına bağlıdır. Devletin, zekat gelirlerini bu doğrultuda belirtilen yerlere sarfetmekten başka alternatifi yoktur.
Kısacası zekat, kelimenin genel anlamıyla bir vergi değildir, ancak devletin Müslüman üyelerine uygulanan ve onlar tarafından Allah rızası içn dini bir vazife kabul edilerek ödenen özel bir vergidir. Zekat gelirleri devlet tarafından bir başka gelir şekli olarak elde edilen ve Kur'an'da işaret edilen belli kalemlere sarfedilir. Zekat ve vergi arasındaki farkları şu şekilde özetlemek mümkündür:
a- Zekat dinî bir vazife ve ibadettir, vergi ise devlete gelir toplamak için benimsenmiş bir çaredir,
b- Zekat, devletin sadece Müslüman fertlerine uygulanabilir; halbuki vergi sınıf, inanç ve etnik grup farkı gözönünde bulundu rmaksı-zın devletin bütün fertlerine uygulanır,
c- Zekat vermek Müslümanların her halükarda eda etmeleri farz olan bir emirdir, hiçbir zaman muafiyet söz konusu değildir. Halbuki vergi bazen devlet tarafından affedilebilir,
d- Zekatın kaynakları ve oranı Kur'an ve Sünnet tarafından belirlenmiştir; Hiç bir şahıs veya devlet tarafından değİştirelemez. Diğer yandan verginin kaynakları ve oranı zaman zaman ihtiyaçlara göre devlet tarafından değiştirilebilir,
e- Zekatın harcanacağı yerler ve zekattan faydalanması gerekenler Kur'an ve Sünnet tarafından belirlenmiştir. Hiç bir şahıs veya devletin bunları değiştirmeye hakkı yoktur. Vergi harcamaları ise devlet tarafından gerektikçe değiştirilebilir veya tadil edilebilir,
f- Zekat zenginlerden alınır, fakir ve muhtaçlara sarfedilir. Vergiden fakirler olduğu kadar zenginler de faydalanır. Hatta bazı durumlarda zenginler fakirlerden daha fazla faydalanmaktadır,
g- Zekat, vergiden ayrı olarak yalnızca nakit cinsinden sermayelere uygulanmakla kalmaz; ticari emtiaları, tarımsal ürünleri, hayvanları, altın ve gümüş dahil madenleri ve süs eşyalarını kapsar. Kısaca zekat, servet sahibinin bir yıl sonra arta kalan bütün varlığından alınır, sadece birikimler sözkonusu değildir,
h- Zekat esas olarak servetin eşit olmayan ve gayri adıl dağılımını ve servetin birkaç elde toplanmasını önlemek için uygulanır. Vergi ise esas olarak sadece gelir amacıyla konur.
sında sayılmasından anlaşılabilir. Namazdan sonra ikinci sırada yer alan bu ibadetin önemi şüphesiz ki pek büyüktür. Kur'an-ı Kerim'de değişmez bir şekilde namaz emrinin hemen ardında zekattan söz edilir. Bakara suresinde yer alan bu ayetlerden biri mealen şöyledir: (a) "Namazı kılın, zekatı verin; kendiniz için yapıp gönderdiğiniz her hayrı, Allah'ın yanında bulursunuz. Allah yaptıklarınızı görür." (2: 110). Bu ayette Müslümanlara Allah rızasını gözeterek zekat şeklinde yaptıkları harcamaların boşa gitmeyeceği ve hem bu dünyada, hem de ahirette mey-vasını vereceği kesin bir ifadeyle söylenmektedir. Tevbe suresinde de zekat vermenin gerçek müminin bir özelliği olduğu belirtilmektedir: (b) "Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahi-ret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayan (insan) lar onarır. İşte onlar, doğru yolu bulanlardan olabilirler." (9:18). Yine aynı surede konuyla ilgili şu ayet vardır: (c) "İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir." (9: 71). Kur'an-i Kerimdeki bu ve benzeri pekçok ayette zekat namazla birlikte zikredilmektedir. Bu da zekatın İslam ekonomi sisteminde ne denli önemli olduğunu gösterir. Zekata namaz ve İslam'ın diğer şartları kadar düzenli riayet edilmelidir. Çünkü, ödenmemesi Kur'an'da kafirliğin bir alameti olarak tarif edilmektedir.
İslam dairesine dahil olanların Kelime-i şeha-det ile birlikte namaz kılmaları ve zekat vermeleri farzdır. Kişinin Allah'a inandığını isbat edebileceği yegane münasip yol budur. Müslüman olduğuna dili ile şehadet eden fakat zekat ödemeyen bir kişi hakiki Müslüman olarak kabul edilemez. En azından orun imanının görünür bir isbatı yok demektir.
Peygamber Tın vefatından sonra, bazı Müslümanlar zekat ödemeyi reddettiklerinde, ilk halife Hz. Ebu Bekr onlara savaş ilan etti ve aşağıdaki ayeti okudu."... onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarım serbest bırakın... "(9: 5).
Hz. Ömer'in de içinde bulunduğu bir kısım müs-lümanlar buna karşı çıktılar ve dayanak olarak İslam'ın diğer şartlarını yerine getiren Müslü-manlar'a savaş ilan edilemeyeceğini öne sürdüler. Hatta asilerden bir grup da kafir olmadıklarını ve namaz kıldıklarını ancak zekat vermeyeceklerini söylediler. Ebu Bekr (r.a.) Kur'an-ı Kerim'in yukarıdaki ayetine atıfta bulunarak "Biz kelime-i tevhidi söyleyen, namaz kılan, zekat veren insanlarla savaşmaktan men olunduk. Namazla zekatın arasını ayırırlarsa buna izin veremeyiz.." buyurmuştur. (S.A. Sıddıki; Public Finance in islam, 1962, sh.9), "Zekatı en üst düzeyde bir dini dokunulmazlık İle donatan bu önemidir ve böylece bu vergi kolayca, müşkül görülmeden ve gönüllü olarak kabul edilir. Bir İnsanın İslama sarılması arttıkça bu vazifeden kaçma ihtimali azalır."
Şimdiye kadar zekatın dini bir vazife ve namaz veya hac gibi bir ibadet şekli olarak önemini tartıştık. Şimdi, topluma karşı ortak bir mecburiyet ve servet eşitsizliklerini azaltarak ekonomik ilerlemeye ulaşmayı sağlayan önemli bir tedbir olarak zekatı ele alalım:
Zekat, Müslüman toplumun şartları haiz yani nisab miktarını aşan bir serveti bulunan her üyesinin her halükârda ödediği zorunlu bir vergidir. Ortak fon toplumun daha fakir fertlerinin kalkınması için kullanılır. Bir bakıma, bir kooperatif toplumuna, bir sigorta şirketine veya Müslüman toplumun ihtiyat fonuna denktir. Toplumun herhangi bir çeşit yardıma muhtaç her ferdi bu fondan faydalanabilir. Böylelikle bu, işsizlere, fakirlere, muhtaçlara, yetimlere, dullara, sakatlara, hastalara, vb. yardım etmek için toplumun sağladığı yardımcı sermayedir. Zekat İslam toplumunun her ferdi için önemli bir sosyal sigortadır; böylelikle hiç kimse geleceği için endişelenmez. (Naim Sıddıki, a.g.e.)
Zekat sadece varlıklıların katkıda bulunduğu bir fondur. Eğer bugün zenginseniz, bu fona siz katkıda bulunursunuz. Bugün bu fondan muhtaçlar ve fakirler yararlanırlar, fakat eğer siz (veya çocuklarınız bu dünyanın inişli çıkışlı halinde fakir düşerseniz o vakit siz (veya çocuklarınız) de bu fondan yararlanırsınız. Böylece Müslüman toplumun hiçbir ferdi kendisini veya kendisinden sonra ba-iımını ve çocuklarını mali açıdan güvensiz hissetmez.Çünkü sosyal sigorta fonu (zekat) daima muhtaç ve fakirlerin menfaatini gözetecektir. Bundan dolayı, bir Müslüman hastalık, yangın, kaza, sel, iflas, ölüm vb. malım, işini veya ticaretini yok edecek ve çocuklarını beş parasız bırakacak görünmez felaketlerden endişe etmez. Çünkü zekat fonu bütün bu çeşit risklere karşı onun daimi teminat ve sigortasıdır.
Eğer hırsızlık, hastalık veya diğer sebepler nedeniyle yolculukta beş parasız kalsa bu fon onun bütün ihtiyaçlarını karşılar. Böylece zekat bir dini vazife olması hasebiyle nefsi arıtır ve kollektif bir yardım müessesesi olması sebebiyle de bütün risklere karşı toplumsal bir teminat oluşturur. (Mevdudi; islam and Jadid Muashİ Nazriyattut, sh. 130-32)
5- Zekatın Gayesi:Zekatın en önemli amaçlarından biri, toplumdaki ekonomik eşitsizlikleri mümkün olan en alt düzeye indirmektir. Zekatın amacı İnsanlar arasındaki ekonomik farklılıkları adil ve makul sınırlarda tutmaktır, böylelikle zenginlerin toplumun fakir üyelerini istismar ederek daha zengin olması ve fakirlerin daha fakir olması önlenir, "Peygamber @ zekatı zenginlerden alınıp fakirlere geri verilen para olarak tanımlar. Bundan dolayı zekatın, toplumun servetini hiçbir müslürnan'm fakir ve muhtaç kalmayacağı şekilde dağıtmaktır. (Lessons in islam, Book III, 1961). "Bir toplumun gücü servetin adil dağılımına bağlıdır. Eğer bazı kimseler çok hızla zenginleşir ve pek çok insan fa-kirleşirse, toplum zayıflar ve düşmanları (ve iç sınıf çatışmaları) tarafından kolaylıkla yıkılır. Para damardaki kan gibidir. Eğer kan vücudun bütün kısımlarına erişmezse, bazı parçalar çok fazla kan alır ve diğer parçalar çok az kan alır ve vücut zayıf ve hastalıklı bir hale gelir. Bu sebeple, zenginlerin eline çok para geçmesini engellemek için, İslam zengin insanların zekat Ödemesini emretmiştir."
Toplumun fakir fertlerine yardım etmek için zekat ödemek zenginlerin dini vazifesidir. Bu yolla islam, toplumdaki servetin dolaşımını sağlar ve birkaç elde toplanmasına izin vermez. İsla-mın bu esas ilkesi aşağıdaki ayetle ifade edilmiştir: "Allah'ın Peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki (o mallar) İçinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın..." (59: 7).
Kur'an-ı Kerİm'inbu ayeti, daha geniş seviyede, servetin birkaç elde toplanmasının gayri tabii, gayri âdil ve insanilik ilkesine aykırı olduğunu ve bu sebeple hoş görülmeyeceğini açıkça belirtmektedir. Bu ayet zengin insanların servetlerinden tamamen soyutlanmasını öngörmemektedir, Öngördüğü şey, insanlar arasındaki (veya toplumun değişik kesimleri arasındaki) ekonomik eşitsizliklerin âdil ve makul sınırlar ötesine geçmesine İzin verilmemesidir; birkaç insanın büyükkitlelerinsefaletveaçlık içinde kalması pahasına kendilerini nefsi iptilalara kaptırmasını önlemektir.
Fertleri arasında ekonomik eşitsizlikleri hoş gören ve teşvik eden bir toplum Müslüman bir toplum olarak kabul edilemez. Gerçekte, birkaç zengin insanın nefsi iptila ve lüks içinde yaşadığı, milyonların açlık ve sefalet çekmeye terk edildiği böyle bir toplum uzun süre yaşayamaz. Peygamber, böyle bir toplumu şu hadislerde kınamıştır (Müsned Ahmet):
a- "Bir adamın gece aç uyuyup, sabah aç olarak uyandığı belde halkından Allah'ın koruyuculuk ahdi kalkar ve onlar Allah'ın azabından güvende olamazlar"
b- "Kendiniz için istediğinizi (Müslüman) kardeşiniz için istemedikçe kamil mümin olamazsınız"
Böylece içinde ekonomik eşitsizliklerin gelişmesine izin veren, fakir nüfusunu açlık ve sefalet içinde yaşamaya ve ölmeye terk eden toplum ebediyen mahkûm edilir. Her an katmanları içindeki zıt güçlerin patlamalarıyla alevlenir. Bu, kapitalizmle İslam arasındaki temel farklılığı gösterir. Kapitalizmde servetin yığılması ve biriktirilmesi teşvik edilir. Para, diğer insanların servetinden faydalanarak büyümesi için, faizle borç olarak verilir. Bu olay sermayenin birkaç elde toplanmasına yol açar. Diğer yandan İslam, infak, sadaka, feraiz (miras kanunu) vasıtasıyla toplumda serveti yayar, üretimin ve dağıtımın hiçbir safhasında servetin toplanmasına fırsat tanımaz. Eğer bu tedbirlere rağmen, servet bir noktada toplanırsa, İslam, havuzdan toplumun kuru yapraklarını sular gibi zekat kanallarını açar. Böylelikle zekat "varlıklılarla" "yoksullar" arasındaki boşluğa köprü teşkil edebilecek tesirli bir usûl gibi gözükmektedir. İnsanlar arasındaki ekonomik farklılıkları öylesine etkili bir biçimde azaltır ki toplumda hiç bir fakir ve muhtaç kalmaz.
Cİddî sosyal, ekonomik, siyasî ve ahlakî tehlikelerini göz önünde bulundurarak, İslam fertler arasında aşın servet farklılıklarına izin vermez. Bu sebeple de, aralarındaki fakir ve muhtaçlara yardım etmeleri için Müslüman toplumun zengin üyelerine zekat şeklindeki zorunlu ödemeyi empoze eder. Böylelikle, nefsi arıtmanın yanında zekatın yegane amacı toplumdaki değişik kesim ve fertler arasındaki aşırı ve gayri adil servet eşitsizliklerini ortadan kaldırmaktır.
6- Vergilendirme Prensibi: Özel mülkiyete ve hayatın her alanında ferdi teşebbüse izin veren bir toplumda, bir takım sosyal farklılıkların olması kaçınılmazdır. Ancak, bu farklılıkların bugün kapitalist ülkelerde olduğu gibi zenginler ve fakirler arasında derin uçurumlar oluşturmasına izin verilmemelidir. İnsanların ahlaken doğru ve adil kabul ettikleri metodlarla bu seviye farklılıkları giderilmelidir. Zekat ve diğer sadaka infak usulleriyle elde edilen fonlar vasıtasıyla, fakir ve muhtaçların durumu devlet tarafından düzeltilmelidir. Kur'an'da buyrulduğu üzere muhtaçlar zenginlerin serveti üzerinde hak sahibidir. (Dr. Halife Abdül Hakim; islam andCommunism, 1962, sh. 190): "Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır." (51: 19).
Fakirlerin, zenginlerin servetinde hakları olduğundan bahsedilmesine dikkat ediniz. Zenginler zekat yoluyla kendi servetlerinden bir hisse vermiş olmamaktadırlar; sadece fakirlere ait olanı geri vermektedirler. Bu nedenle hiçbir zaman kendilerine ait olmayan bir şeyi geri verdikleri için hiçbir gurur ve üstünlük hissine sahip olmamalıdırlar. Zenginlerden bu hisseyi alıp fakirlere vermek devletin görevidir. Ancak şurası da hatırlanmalıdır ki, sadece bir hisse, komünistlerin anladığı gibi tamamen değil." Rivayet edildiğine göre bu prensibi açıklamak için Rasulullah zenginlerin serveti ve rahatının fakirlerin mahsulü ve emeği sonucu olduğunu belirtmiştir. Bundan dolayı zekattan, zenginden alınıp fakire geri verilen bir gelir olarak bahsetmiştir. (Mevdudi; Tafheem al-Quran, 23:4).
Ayrıca daha önce açıklandığı üzere İslam, ekonomik sisteminin servetin yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmamasını sağlayacak bir şekilde düzenlenmesini ister. "İslam, toplumun ekonomik hayatını, milyonerler ve yoksullar arasında zıt sınıf bölünmelerinin ortaya çıkmayacağı bir tarzda şekillendirmeyi arzular." (H. Abdul Hakim; a.g.e., sh. 190).
İslâm'ın bütün çabalan böyle bir toplum oluşturmaya yöneliktir. Bütün artık servet, belirtilen hisselerde devlete gelir ve devlet tarafından idare edilir; böylece hiç bir fert özel şahıslardan mali veya diğer şekillerde yardım almaya mecbur kalmış olmanın utancını hissetmez. Ve vatandaşlarının hayatın asli ihtiyaçlarından mahrum kalmayacak şek ilde menfaatlerini gözetmek devletin görevi olarak kabul edilir. Bu sebeple, zekat müessesesinin altında yatan prensiplerin Kur'an ve Sünnet ışığı altında incelenmesi gerekmektedir. Aynı prensip, devletin pek çok değişik gelir kaynaklarından biri olan zekattaki hissesini de belirler.
Zekatın altında yatan temel prensip, sıkıntının hafiflediği durumlarda yükün ağırlaşması veya sıkıntının ağırlaştığı durumlarda yükün, hafifle-mesidir. Eğer gelir fazla emek sarfetmeden ka-zanılmışsa, daha yüksek bir zekat oranı ne ödemeye ağır gelir ne de gayretlerine mani olur.
Diğer taraftan eğer gelir emek-yoğun bir çabayla kazamlmışsa yüksek oran sadece ağır gelmekle kalmaz, gayret ve çalışmalara olumsuz etki eder. Bu sebeple böylesi gelirlerde zekat oranı çok düşüktür.
Dolayısıyla, devletin zekattaki hissesi, az emekle kazanılan gelirde çok çalışarak elde edilen gelire nazaran daha fazladır. Mesela, "devletin definedeki hissesi 1/5, toprak ürünlerinde 1/10-1/20, altın, gümüş ve diğer ticari mallarda 1/40'dır. Devletin hissesinin İ/40 ve 1/5 arasında değişen tedrici bir oran olduğuna dikkat edilmelidir. Gelir farklılıklarının temelinde var olan esaslar şu şekilde Özetlenebilir:
a- Zekat fakirlerin ve muhtaçların yararına sadece toplumun zengin fertlerine bas bir vergidir,
b- Karşılığı yoktur. Yani bu vergi karşılığında zenginlere geri donen bir menfaat yoktur. Bunu ödeyen zenginler bu fondan hiçbir fayda sağlayamazlar. Sadece, tamamıyla toplumun fakir fertlerine tahsis edilmiş olan bu fona tek yönlü katkıda bulunurlar,
c- Toplumun sadece Müslüman fertlerine uygulanır,
d- "Gelirelde edilmesinde harcanan emek ve sermaye miktarı azaldıkça zekat oranı artar, bunun zıddına, emek ve sermaye miktarı arttıkça, zekat oranı azalır."
e- "Sebze gibi birkaç günde bozulabilen şeylere zekat düşmez. "(S. A. Sıddıkî,a.g.e.,sh. 10-13).
f- İleri üretim için kullanılmayacak olan şeyler. Mesela, ev eşyaları, binek hayvanları, vasıta, barınak, alet-edevat zekata tabi değildirler,
g- Kısır veya çeyrek doğuran ya da uzun aral ıklarla doğuran hayvanlar (mesela katırlar ilk kategoriye girer, sonrakiler için de filler örnek gösterilebilir) zekata tabi değildirler. (Mevdûdî, Tafhe-em al- Quran, 23: 4 ayet tefsiri).
Yukarıda bahsedilen hususları biraz açıklamak gerekmektedir. Vergilendirme prensibi zekat oranının, gelir elde edilmesinde sarfedilen emek ve sermaye miktarına bağlı olarak değişmesini gerekli görmektedir. Zekat oranını tespit için bundan daha tabii bir temel olamaz. Gerçekte, bütün servet sermaye ve emeğin (ve endüstriyel teşebbüslerde yönetim) uygulamasının sonucudur. Bir geliri, yüksek emek ve sermaye harcamaksızm (mesela fiyat artışları sonucu) elde edilen kişi ile karşılaştırıldığında, fazla sermaye ve emek harcayan kişinin durumunun gözönünde bulundurulması adil bir tutumdur. Böylece, eğer bir defineye rastgelen ve onu az bir çaba ile ve sermaye harcamaksızm elde eden kişi karşısında devletin hissesi, tabii olarak çok olacaktır, yani bütün define (veya hazinecin 1/5'i kadar olacaktır.
Diğer yandan, toprağı sürmek ve onun hasat vermesini sağlamak veya bir meyve bahçesi yetiştirmek büyük miktarda emek ve sermaye ister. Bunun için gerekli indirim yapılmalıdır ve bu yüzden toprak mahsullerinin zekat oranı de-fineninkinden düşüktür! Mahsûlün 1/10'udur. Burada prensip biraz daha ileriye götürülür; sulanan ve sulanmaya topraklar arasında bir ayrıma gidilir. Eğer toprak, üreticinin emek ve sermayesi ile sulanıyorsa, oran 1/20 olarak belirlenir; ancak üretici tarafından emek ve sermaye sarfedilmemişse, yani, toprak tamamen yağmura bağımlıysa veya tabi kanallar vasıtasıyla sulanıyorsa, oran 1/10'dur. 1/10 ile 1/20 arasındaki fark toprağı sulamak için kullanılan emek ve sermaye maliyetlerini göstermektedir.
Altın, gümüş ve ticarî mallarda zekat oranı 1/40'a düşürülmüştür. Burada yine aynı prensip işlemektedir. Altın ve gümüşü kazanmak toprağı ekmekten daha güçtür. İş adamları kaybetme riskinin yanında, sadece büyük oranda emek ve sermaye kullanmakla kalmazlar, ayrıca işlerinde idarecilik yapıp zekalarını da kullanırlar. Sonuç olarak zekat oranı açısından üreticiden daha büyük bir itibara hak kazanırlar. Altın ve gümüşün toprak ürünleriyle aynı mııctaraa zekat oranına tabi olmaları, ticari teşebbüslere engel-oluştururdu ve belki de iş hayatının gerilemesi ile sonuçlanırdı, bu yüzden ona en düşük zekat oranını uygulamak gereklidir. "Diğer bir ifadeyle, bu düşük zekat oranı, esas olarak ticaret ve sanayii teşvik amacıyla düşünülmüştür. Bu, ticaret, alım-satim ve sanayi İle uğraşan kişilere bir nevi vergi muafiyeti gibidir."
Son olarak, bir üreticinin daha az ihtiyacı olduğu ve ihtiyacının bir çoğuflu (veya en azından temel ihtiyaçlarını) bütünüyle kendi toprağından karşıladığı bilinen bir gerçektir. Bu sebeple onlar mesela genellikle şehirde ikamet eden ve şehir hayatına has talepler yanında bütün diğer ihtiyaçlarını karşılamak İçin para ödemek zorunda olan tüccardan daha avantajlıdır. (S. A. Siddıkî, a.g.e., sh. 10-13).
7- Zekatın Toplanması :Zekat her yılın sonunda birikmiş bulunan değişik sermaye çeşitlerini kapsar. Yıl sonunda gerekli harcamalar düşüldükten sonra, yıllık olarak sermayeye (yatırıma değil) uygulanır. Sahibinin mülkiyetinde 12 ay kalmış bulunan her çeşit sermaye zekata tabidir. Rasulullah; "Üzerinden bir yıl geçmeyen mala zekat düşmez" buyurarak bu durumu açıkça belirtmiştir. Bu sebeple, zekat, ancak nisab sınırlarına gelen bir malın alınmasının üzerinden bir yıl geçerse Ödenir.
Müslümanların zekatla ilgili mâlî yılları Ramazan ayıyla başlar. Böylece, servetlerini yıl sonunda zekat ödeyerek arıtmış bulunan müslü-manlar bedenen ve ruhen de mübarek Ramazan ayını suhulet ve sükûnetle karşılamaya hazır olurlar.
8- Devletin Sorumluluğu: Zekat uygulaması Kur'an-ı Kerim İle başlamamaktadır. Önceki Peygamberler de ümmetlerinin zengin fertlerinden zekat toplamışlardır. İbrahim ve nesline zekat ödemeleri şu ifadelerle emredilmiştir:
a- "Onları, emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve onlara hayırlı İş yapmayı, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden (insan)lardı." (21: 73).
b- İsmail de kavmine zekat vermeyi söylemekle emrolunmuştu. "Halkına namaz kılmayı, zekat vermeyi emrederdi, Rabbi yanında beğenilmişti." (19:55).
c- Allah, İsrailoğullanndan bir ahit aldığında onlara namaz kılmayı ve zekat vermeyi emretti. "Biz İsrailoğullanndan şöyle söz almıştık: 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz; anaya, babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekatı verin! Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz, hala da yüz çevirip duruyorsunuz." (2: 83).
d- Zekat, Isa'ya ve onun vasıtasıyla havarilerine de emredilmiştir. Bununla ilgili olarak Meryem suresinde şu âyet yer almaktadır: "... Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti." (19: 31). Her peygamberin ümmetinin arınması ve Müslüman topluluğun refahı için namaz ve zekat ile emredilmiş olduklarında şüphe yoktur. İslam, zekatı zorunlu bîr vergi yapmakla kalmadı, onu bîr devlet müessesesi haline getirdi. Çünkü toplanması ve dağıtımı yönetim tarafından yapılmaktadır. Kur'an-ı Kerim, yönetici güç tarafından zekat müessesesinin kurulmasını, muhafaza ve idame ettirilmesini açıkça öngörmektedir. Hacc suresinde bu husus ile ilgili yer alan ayette şöyle denmektedir: " Ve onlar (o kimselerdir) ki kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilakis) namazı kılarlar, zekatı verirler..." (22: 41).
f- Yine Nur suresinde şu mealde bir ayet yer alır: "Allah, içinizden inanıp salih amel işleyenleri yeryüzünde halef kılacağına söz vermiştir... Onlar Bana kulluk ederler... namazı kılın, zekatı verin, Peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz." (24: 55-56).
Bu müessese fertler tarafından değil, cemaat tarafından kurulmalıdır. Kur'an-ı Kerim'de yer alan ifadelerde görülebileceği gibi fertler şüphesiz namaz kılıp zekat ödeyebilirler. Zekat, Müslüman toplumun zengin fertlerinin zorunlu bir vecibesidir, fakat şurası açıktır ki, zekatın ödenmesini zorlayıcı bir otorite olmalıdır. Zorunlu bir verginin Ödenmesi ne derece muttaki, faziletli ve Allah'tan korkan kişiler olurlarsa olsunlar, tamamıyla fertlere terkedilemez. Bu sebeple zekatın devlet eliyle toplanması gerekir.
İlk halife Hz. Ebu Bekr'in zekat ödemeyenlere karşı cihad ilan etmiş olması zekatın bir devlet müessesesi olduğu ve paranın devlet tarafından toplanması ve dağıtılması gerektiği konusunda zihinlerde hiç bir şüphe bırakmamaktadır. Şu ayet de zekatın bir devlet müessesesi olduğunu açıkça göstermektedir:
g- "Müminlerin mallarından zekat al ki, onunla kendilerini (malın manevi kirinden) temizlemiş, (mallarım) bereketlendirmiş olursun. (Zekat verdikleri zaman da) onlara dua et. Zira senin duan onlar için bir huzur vesilesidir." (9: 103-104). Burada Rasulullah'a devlet reisi olarak devletin Müslüman fertlerinden zekat toplaması emredilmektedir. Miktarı, zamanı ve toplama usûlü Kur'an ve Sünnet ile tayin edilmiştir. Bu sebeple, fertler zekatı istediklerine verme veya miktarım kendileri belirleme hakkında sahip değildirler. İslâmî bir devlette her iki durum da yönetimin görevi olarak kabul edilmektedir.
9- Nİsab (Zenginliğin Asgarî Sının): Nisab, şer'an zengin sayılmanın asgarî ölçüsü demektir. Belli bir sının geçmesi şartıyla, bir yıl sahibinin mülkiyetinde kalan her çeşit servet zekata tabidir. Eğer servet İslâmî hükümlerde belirlenen en alt sınırdan daha azsa zekattan muaf tutulur. İslam her servet çeşidi için nisab denen en alt muafiyet sınırı belirlemiştir. Borçluluk durumunda, asgari sınırda, borç miktarının toplam servetten çıkarılmasıyla verilir. Nisab ve borç indirimi yapıldıktan sonra bütün servet çeşitlerinde %2.5, madenler ve defineye %20, sulanan araziye %5, sulanmayan araziye %\0, hayvanlara %1 ve 2.5 arasında değişen zekat uygulanır. (Bu hususlar ile ilgili ayrıntılı bilgiler ileriki safyalarda "Toplama Oranı" adlı başlık altında ele alınacaktır.)
Muafiyet sınırının, hayatın ihtiyaçlarının karşılanması için lüzumlu makul ve geniş indirimler yapıldıktan sonra çok dikkatle hazırlandığı burada belirtilmelidir. Nisabı belirlerken, İslam zekata tâbi varlıkların fiilî ve potansiyel verimliliğine büyük önem vermiştir. Halihazırda verimli olan ticarî mallar, tarım alanları ve hayvanlar gibi üretime yardımcı olabilecek kalemler, altın ve gümüş, en alt muafiyet sınırı üzerinden itibaren zekata tâbidir. Diğer yandan, ihtiyaç kabul edilen veya yukarıdaki anlamıyla verimli olmayan bütün maddeler zekattan muaftır. Zekattan muaf olan maddelerin listesi aşağıda verilmiştir, (a) Müslümamn ömür boyu içinde barınacağı ev, (b) Giyim eşyaları, (c) Ev aletleri, (d) Binek, (e) Yiyecek, (f) Silahlar, (g) Altın ve gümüşten başka ziynetler, (h) Şahsî harcama için ayrılmış altın ve gümüşten başka paralar, (i) Kitaplar, (j) Üretim İçin bulundurulan âlet-edevat ve makina-lar, (k) Tarımda kullanılan hayvanlar.
Yukarıda bahsedilen maddelerin ticaretinin yapılması düşünülmedikçe (veya kâr amacıyla değiştirilmedikçe), bu maddeler zekattan muaftır. Ayrıca nisabda dikkate alınan maddeler tek bir çeşide ait olur. Servetin her bir çeşidi zekat içinde ayrı bir çeşit oluşturmuş olur. Mesalâ hayvanları, ticari malları, altın ve gümüşü olan bir kişi her servet çeşidinden ayrı ayrı zekata tâbi olacaktır. Eğer üç servet kalemi birleşik olarak değil, ayn ayrı nisab miktarının üzerinde olursa, kişi her çeşit servetin "toplanma oranına" göre zekat ödeyecektir. Fakat mallar ayn ayrı nisabı doldurmazlarsa, toplandıklarında nisabı doldursalar bile zekata tâbi değildirler. (S .A. Sıddıkî, a.g.e., sh. 31-35).
Zekat hayvanlara, madenlere, defineye, birikmiş servete, altın ve gümüşe (altın ve gümüş ziynetler dahil), tarım ürünleri ve benzerlerine ayn ayn uygulanır. Altın ve gümüş veya altın ve gümüş ziynetler söz konusu olduğunda, zekat bu iki maddenin toplam değerleri üzerinden belirlenir. Bazı maddeler için en alt muafiyet sının (nisab) aşağıda belirlenmiştir.
a- Altın ve Gümüş: Nisab altında 96 gr., gümüşte 640 gr. dır. Ziynetler için nisab, ziynetin yapıldığı madene göre tespit edilir. Şayet altından yapılmışsa nisab altın üzerinden, gümüşten yapılmışsa gümüş üzerinden hesaplanır.
b- Madenler ve Define: İster fertler tarafından, ister devlet tarafından sahip olunsun, madenlerin ve definelerin %20'si zekat fonuna ödenir.
c- Hayvanlar: Hayvanlar %1 ve 2.5 arasında değişen zekata tabidirler.
d- Tarım Ürünleri: Toprak ürünlerinin zekat oranı toprağın tabiatına göre (sulanan veya sulanmayan toprak oluşuna göre) %5 ve %10 arasında değişir.
e- Ticaret ve Sanayi Malları: Bütün ticarî ve sınaî mallara %2.5 zekat uygulanır. Her tüccar ve sanayici elindeki bütün malların %2.5'unu zekat olarak Ödemek zorundadır.
10- Vergilendirme Oranı: Zekata tâbi olan iki servet çeşidi vardır; görünen ve görünmeyen olarak:
a- Görülebilir Servet: Tarım ü-rünleri ve hayvan sürüleri vs. gibi -zekattan kaçınmak için- kolayca saklanamayan servetlere görünen servet denir,
b- Gizli Servet: Mesela altın, gümüş, ticarî ve sınaî mallar vs. gibi zekattan kurtulmak için kolaylıkla saklanabilen servetlere görünmeyen servet denir.
Görülebilir Servet:: 1. Tarım ürünlerine ve benzeri görünür servet çeşitlerine uygulanan zekatın ayrıntıları aşağıdadır.
Ziraî ürünlerin zekata ilişkin kıymet takdirleri
değişik esaslara göre sınıflandırılmıştır. Eğer toprak bir Müslüman çiftçi tarafından işlenmişse ürünün 1/10'u zekat olarak alınır ve bu öşür olarak adlandırılır; gayri müslim çiftçilerden toplanan toprak gelirleri haraç adını alır. Fıkıh âlimleri, Müslüman bir devlette toprağı, zekat oranı ve toprak gelirleri açısından 4 başlık altında sınıflandırmışlardır.
1- Bir memleketin sakinleri İslamı kabul ederlerse, topraklan öşrî olarak adlandınlır ve bunlar devlete zekat olarak öşür (ürünlerinin 1/10'nu) öderler.
2- Müslümanlar herhangi bir toprağı işlerlerse, bu toprağa da öşri denir ve devlete öşür (ürünlerinin 1/10'u) ödenir.
3- Fethedilen topraklar da Öşri olarak isimlendirilir ve zekat olarak devlete öşür (ürünlerin 1/10'u) ödenir.
4- Eğer toprak, memleketin asıl sahiplerinin eline bırakılırsa, bu kişiler haraç denen gelir vergisine tâbi olurlar.
İlk üç toprak çeşidinden alınan zekattır ve öşür olarak adlandırılır. Diğer taraftan; sonuncusu sadece bir gelir vergisidir ve haraç olarak adlandırılır. Topraklardan elde edilen tarım ürünleriyle ilgili zekat (öşür) emri Kur'an-ı Kerim'in şu mealdeki ayetleriyle ifade edilmektedir:
a- En'am suresi: "... Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün de hakkını verin..." (6: 141).
b- Bakara suresi: "Ey inananlar! Kazandıkla-nnızın temizlerinden ve size yerden çıkardık-lanmızdan sarfedin..." (2: 267).
Fakihler bu ifadeleri tahıl ve meyve olarak kabul ettikleri gibi madenleri de buna dahil ederler. öşür'ü bizzat Rasulullah tesbit etmiştir:
a- Rasulullah, Yemen valisi Muaz b. Ce-bel'e yazdığı mektubunda şöyle buyurmaktadır: "Yağmur, nehir ve göl sulan ile (tabii olarak) sulanan veya kendiliğinden sulu olan arazi mahsullerinde onda bir, hayvanlar ve havuzlar yardımı ile sulanan toprak mahsullerinde ise yirmide bir zekat verilir." (Müslim ve Nesei).
b- Abdullah b. Ömer, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yağmur ve nehir suyu ile havuz gibi çukurda birikmiş suyla sulanan toprak ürünlerinde tam öşür, ıska' ameliyesi (sun'i sulama sistemi) ile yetiştirilen muhsülatta ise yarım öşür vardır." (Bu-hari).
Fakihler, kuyulardan veya sun'i sulama sistemlerinden sulanan topraklardan elde edilen Üründen 1/20 zekat alınması ile ilgili olarak şöyle bir sebep göstermişlerdir:
"Bu topraklar için (kuyu kazmak ve sulama kanalları açmak sebebiyle) daha fazla emek (ve sermaye) gerekmektedir; diğer taraftan, yağmur suları ile veya (tabii) nehirlerle sulanan topraklar daha az emek (ve sermaye) gerektirmektedir."