- Ekonomik Adalet

Adsense kodları


Ekonomik Adalet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 21 June 2012, 04:49 am GMT +0200
EKONOMİK ADALET (III)

Zekat
 
1- Anlamı: Zekat kelimesi bereket, artış, temiz­lik, saflık, duruluk anlamlarına gelir. Farz olan zekatın ödenmesinden sonra kazanılan nefis tezkiyesini ima eder. Bu, cimri ve servet tutkunu olmayanların ulaşabildiği vicdani bir itminan halidir. Servet herkese cazibeli gelir, herkes malını ve diğer zenginlik kaynaklarını sever. Fakat bu servetini ihtiyaç sahiplerine sarfeden kişi kendini tezkiye etmiş olur ve iyiliğe erişir. Bu gerçek büyüklük ve hayırdır. Buna, servet­ten belli bir oranda alman zekat ile ulaşılır. Bl İslami yönü dolayısıyla zekat gayrimüslimlere uygulanmaz. Zekat ve mahiyeti Tevbe süresin­deki şu ayet ile belirtilmiştir: "Onların malların­dan bir miktar sadaka al ki onunla onları temiz-leyesin, yüceltesin..."(9: 103).

Rasulullah'ın müminlerden zekat alması, on-lann servetlerini kötülükten arıtacak bir fiil ola­rak izah edilmektedir. Zekat kelimesinin kendi­si, kişinin kendi nefsi için veyadiğerleri için adil ve akıllıca harcamadığı bir servetin (üretici ol­mayan, müsrif endüstrileri teşvik ederek, düş­manlık ve sınıf mücadeieleri oluşturarak) top­lumda fesat meydana getireceğini gösterir. Ba­kara suresinde şöyle buyurulmaktadir: "Al­lah'ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki İmanı kökleştirmek için mallarını harcayanların duru­mu da tepe üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki, bol yoğmur değince ürününü iki kat verdi. Yağmur değmeseydi bile çisinti olurdu. Allah yaptıklarınızı görmektedir." (2: 265). Kur'an-ı Kerim'de sadaka, İnfak ve zekat kelimeleri fa­kirlere yapılan hayır anlamında kullanılmıştır. Gerçekte bunlar aynı şeyin üç yönüdür kî gayesi insanın manevi terbiyesi ve nefsinin annması-dır. İlk ikisi, yani sadaka ve infak ihtiyaridir, fa­kat zekat her Müslümana farz olan bir ibadettir. Kur'an'ın yukarıdaki ayeti, fedakarlıklarının meyvasını toplayan ve saadete eren insanların kıssasını anlatmaktadır. Servetlerini insanların menfaati için harcayanların ameli Kur'an'ın bu ayetinde "Allah rızasını kazanmak" ve "ruhla-rındakini (imanlarım) sağlamlaştırmak" olarak ifadesini bulmuştur. Bu, karşılığında bir mükâ­fat beklemeksizin insanların menfaati için har­canan servetin büyük önemini göstermektedir.

Gerçekte zekat insan nefsini bencillikten, cim­rilikten ve mal sevgisinden arıttığı, böylelikle İnsan nefsinin başkaları için harcamada buluna­rak tabii ilerleme ve gelişimine yol açtığından bu adı almıştır. Zekat basit bir yardım değildir, insanlığın ilerlemesi için elzem bir adımdır. Gerçekte, zenginler toplumun fakir üyelerine yardım ederek kendilerine yardım etmiş olmak­tadırlar. Onlar, fakirlerin bu hakkını inkar ede­cek olurlarsa kendi kendilerine zarar verirler. Diğer bir İfadeyle, insanı mükemmelliğe İleten ana yolu terkedîp cimriliğin ve israfın sayısız yollarında kaybolurlar ve nefislerinin müfsid lüks iptilalarmdan arınmasını istemezler.

Zekatın ödenmesi Allah'a itaatin müşahhas bir misalidir ve zekat, sonuçlarını bu görevi ifa eden insanların kişiliğinde ve işlerinde ortaya koyar. Kur'an-ı kerim müminlerin Özelliklerini sayarken şöyle der: "Felaha ulaştı o müminler, ki onlar, namazlarında saygılıdırlar. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekatlarını verir­ler." (23:1 -4). Zekatkaîbi ve malı temizler. Kal­bi cimrilikten antir, ruhu yüceltir. Şeytanın ile­riye sürdüğü fakirlik vesvesesinden uzaklaştı­rır. Allah'ın nezdindeki mükafata güvenmeyi temin eder. Malı temizler, zekattan arta kalan malm helal mal olmasını sağlar. Helal olup ol­madığı konusunda hiç bir şüphe bırakmaz.

Diğer yandan zekat, toplumu her türlü bozuk­luklardan ve ahlaksızlıklardan korur, lüks ve is­rafı önler. Fertler için sosyal sigorta olduğu gibi toplumlar için de sosyal garanti unsurudur. Toplum içindeki acizleri korur ve böylece top­lumda anarşi ve dağılmayı Önler. (Seyyid Ku-tub; Fizılali'l Kur'an, Mü'mİnun suresi). Zekat, toplumun sağlıklı gelişimini sağlar. Maddi iler­lemeyi engelleyecek bütün etkileri bertaraf eder, yardımcı olacak unsurları ise teşvikkar olur. islam, her zengin Müslümanaservetinden, malından ve ticari varlığından zekat ödemesini »arz kılarak insanları sermayelerini işletmeye yönelten muharrik bir güçtür. Böylelikle sermaye büyür, sosyal refah artar. Hem nefsin arınma­sı ideali, hem de maddi büyüme ideali zekat ke­limesi içinde ifadesini bulur.

Ayrıca zekat, arınma için kullanıldığında iki mana taşır, ilk olarak nefsin arınması ve iyiliğe ulaşması için harcanan servete hamledilir. İkinci olarak gerçek arınma fiiline hamledilir. Zekat veren insanlar arınma fiilini icra etmektedirler. Dolayısıyla arınma fiili sadece zekatın parasal olarak ödenmesi ile sınırlı değil­dir. Nefsin, karakterin, hayatın ve zenginliğin saflığı, duruluğu, temizliği ve bereketini yani hayatın her yönünü içine alır. (Mevdudi; Tafhe-em al-Quran, 23:4 âyet yorumu).

Zekat bir kişinin kendi hayatını arıtmasıyla da sınırlı kalmaz. O kişi ile münasebeti olan bütün insanların hayatlarını kapsar şekilde bir anlam taşır. Diğer bir ifadeyle, zekatı ödeyen kimseler gerçek arınma İşini yapan kimselerdir. Önce kendilerini arıtırlar, sonra başkalarının saflığa erişmesine yardımcı olurlar. Böylece insaniye­tin hakiki hasletlerini önce kendilerinde gelişti­rirler, başkalarında da gelişmesine yardımcı olurlar. Zekatın bu fonksiyonu Kur'an-ı ke-rim'in birkaç yerinde ifade edilmiştir. A'la sure­sinde; "Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan" (87:14) ve Şems suresinde; "Nefsini temizleyen iflah olmuş, onu kirletip örten, ziyana uğramış­tır," (91:9-10) ayetleri bu hususa işaret etmekte­dir.

Bu ayetlerdeki zekka kelimesi bir şeyi artırmak, büyütmek anlamındadır; dessaha kelimesi İse gizlemek veya gömmek, büyümesine izin ver­memek anlamındadır. Böylece biri arıtıyor ve gelişme sürecine yardım ediyor, diğeri ise geliş­meyi engelliyor, durgunluğa ve bozulmaya yol açıyor. Bu iki kelimenin bu ifadelerde seçilmiş olması büyüme, gelişme ve mükemmellik için lüzumlu yeteneklerin herkese verildiğini gös­termektedir. Bazı kişiler yerinde kullanarak ve geliştirerek bu yetenekleri daha olumlu bir çiz­giye götürebilirler, diğer bazıları ise bu yete­nekleri atıl bırakarak, gizleyerek durgun ve işe yaramaz hale getirirler. Bunlar sözkonusu yete­nekleri kendi menfaatlerine olacak şekilde kul­lanamazlar.

2- Zekat ve Sadaka: Sadaka kelimesi Kur'an-ı Kerim'de her çeşit hayrı kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Sadaka, isteyerek verilen yar­dımları olduğu kadar, verilmesi farz olanı da kapsar. Çünkü Kur'an ve Sünnette zekat yerine kullanılmıştır. Zekata da sadaka denilmesinin sebebi, onun da bir nevi farz olan sadaka olma­sındandır. Normal sadaka gönüllü olarak veri­lirken, zekatın verilmesi farzdır. Zekat devlet tarafından toplanır, sadaka ise gönüllü ödenir. Zekatın oranı ve muafiyeti (nisab) bellidir. Halbuki diğer sadakaların miktarı tamamen sa­dakayı veren kişinin arzusuna bağlıdır. (Naim Sıddıki; Muashi Nahamwarion Ka İslami Hal, sh. 343-45). Sadakanın zekat anlamını taşı­ması istendiğinde, "Allah'a karşı vazife" olarak ifade edilebilir. Devletin zekatı toplamasını sağlamak, nisab üzerinde malı olan her Müslü-manın vazifesidir. Bu durum zekat için geçerli­dir.

Ödeme oranı., muafiyet sının ve zekat ile ilgili diğer kural ve düzenlemeler devlet tarafından tesbit edilir. Zekatın sarf şekli Kur'an'da açıkça belirtilmiştir, oram ve sınırları ise Rasulullah tarafından belirlenmiş ve sahabeleri tarafından aynen uygulanmıştır. (Naim Sıddıki; a. g.e.) Ayrıca zekat, namazdan sonra en kıymetli bir ibadet olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple dev­lete verilen herhangi bir vergi olarak telakki edi­lemez. Zekatı vermek her Müslüman üzerine, eğer İslami devlet varsa kollektif olarak, gayri İslami devlet varsa fert olarak farzdır. Zekat bir

Müslümanı ruhen, zihnen ve manen arıtma gö­revi de görür. Vergi ise devlet tarafından geliri arttırmak için konan bir kaynaktır ve hiçbir ah­laki veya dini önemi yoktur.

3- Vergi mi, Dinî Bir Vazife mi?: Şimdi ortaya zekatın genel bir vergi mi yoksa sadece Müslü­manlara farz olan bir görev mi olduğu sorusu çıkmaktadır. Bazı Müslüman iktisatçılar onu bir çeşit vergi olarak kabul etmişlerdir. Çünkü verginin bir takım şartlarını haizdir. Normal olarak aşağıdaki şartları taşıyan bir ödeme eko­nomistler tarafından vergi olarak kabul edilir: (a) Zaruri bir ödemedir, (b) Karşılıksız olarak yapılan para transferidir, (c) Devletin bütün va­tandaşlarına uygulanır.

Zekatta ilk iki şart tatbik edilir, üçüncüsünü kapsamaz. Zaruri bir ödemedir ve karşılığı yok­tur, fakat yalnızca devletin Müslüman vatan­daşlarına uygulanır, gayri Müslimler bundan muaftır. Dolayısıyla zekat mefhumu tam anla­mıyla bir vergi değildir.

Hakikatte zekat, namaz veyahacc gibi bir ibadet şeklidir ve vergiden tamamen farklı psikolojik sebeplere dayanır. Genellikle insanlar devlete vergi ödemekten nefret ederler ve böyle ödeme­lerden kurtulmak, en azından fazla vergi öde­memek isterler. Yani vergi, insanların hoşlan­madıkları bir yüktür. Diğer taraftan zekat dini bir vazifedir. Dünyanın her yanında bütün Müslümanlar tarafından, toplanması için resmi bir düzenleme olmasa bile, Allah rızasını ka­zanmak için gayretle eda edilen bir ibadettir. Müslümanların yaşadığı ülkelerin çoğunda, binlerce İnsan özel kuruluşlara ve yetimhanele­re gelerek mallarının zekatlarını öderler.

Zekat İslam'ın beş şartından biri olarak kabul edilir. Şurası açıktır ki, hiç bir vergiye, ne kadar önemli olursa olsun, böyle bir konum verile­mez. Bir başka farklılık da gelir vergilerinin devlet tarafından verginin kaynağı dikkate alın­maksızın sayısız ihtiyaçlar için sarfedildiğidir. Fakat zekatta durum tamamen farklıdır. İslami devlet, zekatın nereye ve nasıl harcanacağı hu­susunda Kur'an-ı Kerim'in talimatlarına bağlı­dır. Devletin, zekat gelirlerini bu doğrultuda be­lirtilen yerlere sarfetmekten başka alternatifi yoktur.

Kısacası zekat, kelimenin genel anlamıyla bir vergi değildir, ancak devletin Müslüman üyele­rine uygulanan ve onlar tarafından Allah rızası içn dini bir vazife kabul edilerek ödenen özel bir vergidir. Zekat gelirleri devlet tarafından bir başka gelir şekli olarak elde edilen ve Kur'an'da işaret edilen belli kalemlere sarfedilir. Zekat ve vergi arasındaki farkları şu şekilde özetlemek mümkündür:

a-  Zekat dinî bir vazife ve ibadettir, vergi ise devlete gelir toplamak için benimsenmiş bir ça­redir,

b- Zekat, devletin sadece Müslüman fert­lerine uygulanabilir; halbuki vergi sınıf, inanç ve etnik grup farkı gözönünde bulundu rmaksı-zın devletin bütün fertlerine uygulanır,

c- Ze­kat vermek Müslümanların her halükarda eda etmeleri farz olan bir emirdir, hiçbir zaman mu­afiyet söz konusu değildir. Halbuki vergi bazen devlet tarafından affedilebilir,

d- Zekatın kay­nakları ve oranı Kur'an ve Sünnet tarafından be­lirlenmiştir; Hiç bir şahıs veya devlet tarafından değİştirelemez. Diğer yandan verginin kaynak­ları ve oranı zaman zaman ihtiyaçlara göre dev­let tarafından değiştirilebilir,

e- Zekatın harca­nacağı yerler ve zekattan faydalanması gere­kenler Kur'an ve Sünnet tarafından belirlenmiş­tir. Hiç bir şahıs veya devletin bunları değiştir­meye hakkı yoktur. Vergi harcamaları ise dev­let tarafından gerektikçe değiştirilebilir veya ta­dil edilebilir,

f- Zekat zenginlerden alınır, fakir ve muhtaçlara sarfedilir. Vergiden fakirler ol­duğu kadar zenginler de faydalanır. Hatta bazı durumlarda zenginler fakirlerden daha fazla faydalanmaktadır,

g- Zekat, vergiden ayrı ola­rak yalnızca nakit cinsinden sermayelere uygu­lanmakla kalmaz; ticari emtiaları, tarımsal ürünleri, hayvanları, altın ve gümüş dahil ma­denleri ve süs eşyalarını kapsar. Kısaca zekat, servet sahibinin bir yıl sonra arta kalan bütün varlığından alınır, sadece birikimler sözkonusu değildir,

h- Zekat esas olarak servetin eşit ol­mayan ve gayri adıl dağılımını ve servetin bir­kaç elde toplanmasını önlemek için uygulanır. Vergi ise esas olarak sadece gelir amacıyla ko­nur.

sında sayılmasından anlaşılabilir. Namazdan sonra ikinci sırada yer alan bu ibadetin önemi şüphesiz ki pek büyüktür. Kur'an-ı Kerim'de de­ğişmez bir şekilde namaz emrinin hemen ardın­da zekattan söz edilir. Bakara suresinde yer alan bu ayetlerden biri mealen şöyledir: (a) "Namazı kılın, zekatı verin; kendiniz için yapıp gönder­diğiniz her hayrı, Allah'ın yanında bulursunuz. Allah yaptıklarınızı görür." (2: 110). Bu ayette Müslümanlara Allah rızasını gözeterek zekat şeklinde yaptıkları harcamaların boşa gitmeye­ceği ve hem bu dünyada, hem de ahirette mey-vasını vereceği kesin bir ifadeyle söylenmekte­dir. Tevbe suresinde de zekat vermenin gerçek müminin bir özelliği olduğu belirtilmektedir: (b) "Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahi-ret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayan (insan) lar onarır. İşte onlar, doğru yolu bulanlardan olabilirler." (9:18). Yine aynı surede konuyla il­gili şu ayet vardır: (c) "İnanan erkekler ve ina­nan kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Al­lah daima üstündür, hikmet sahibidir." (9: 71). Kur'an-i Kerimdeki bu ve benzeri pekçok ayette zekat namazla birlikte zikredilmektedir. Bu da zekatın İslam ekonomi sisteminde ne denli önemli olduğunu gösterir. Zekata namaz ve İs­lam'ın diğer şartları kadar düzenli riayet edilme­lidir. Çünkü, ödenmemesi Kur'an'da kafirliğin bir alameti olarak tarif edilmektedir.

İslam dairesine dahil olanların Kelime-i şeha-det ile birlikte namaz kılmaları ve zekat verme­leri farzdır. Kişinin Allah'a inandığını isbat ede­bileceği yegane münasip yol budur. Müslüman olduğuna dili ile şehadet eden fakat zekat öde­meyen bir kişi hakiki Müslüman olarak kabul edilemez. En azından orun imanının görünür bir isbatı yok demektir.

Peygamber Tın vefatından sonra, bazı Müslü­manlar zekat ödemeyi reddettiklerinde, ilk hali­fe Hz. Ebu Bekr onlara savaş ilan etti ve aşağı­daki ayeti okudu."... onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yol­larım serbest bırakın... "(9: 5).

Hz. Ömer'in de içinde bulunduğu bir kısım müs-lümanlar buna karşı çıktılar ve dayanak olarak İslam'ın diğer şartlarını yerine getiren Müslü-manlar'a savaş ilan edilemeyeceğini öne sürdü­ler. Hatta asilerden bir grup da kafir olmadıkla­rını ve namaz kıldıklarını ancak zekat vermeye­ceklerini söylediler. Ebu Bekr (r.a.) Kur'an-ı Kerim'in yukarıdaki ayetine atıfta bulunarak "Biz kelime-i tevhidi söyleyen, namaz kılan, zekat veren insanlarla savaşmaktan men olun­duk. Namazla zekatın arasını ayırırlarsa buna izin veremeyiz.." buyurmuştur. (S.A. Sıddıki; Public Finance in islam, 1962, sh.9), "Zekatı en üst düzeyde bir dini dokunulmazlık İle donatan bu önemidir ve böylece bu vergi kolayca, müş­kül görülmeden ve gönüllü olarak kabul edilir. Bir İnsanın İslama sarılması arttıkça bu vazife­den kaçma ihtimali azalır."

Şimdiye kadar zekatın dini bir vazife ve namaz veya hac gibi bir ibadet şekli olarak önemini tartıştık. Şimdi, topluma karşı ortak bir mecbu­riyet ve servet eşitsizliklerini azaltarak ekonomik ilerlemeye ulaşmayı sağlayan önemli bir tedbir olarak zekatı ele alalım:

Zekat, Müslüman toplumun şartları haiz yani nisab miktarını aşan bir serveti bulunan her üye­sinin her halükârda ödediği zorunlu bir vergidir. Ortak fon toplumun daha fakir fertlerinin kal­kınması için kullanılır. Bir bakıma, bir koopera­tif toplumuna, bir sigorta şirketine veya Müslü­man toplumun ihtiyat fonuna denktir. Toplu­mun herhangi bir çeşit yardıma muhtaç her ferdi bu fondan faydalanabilir. Böylelikle bu, işsizle­re, fakirlere, muhtaçlara, yetimlere, dullara, sa­katlara, hastalara, vb. yardım etmek için toplu­mun sağladığı yardımcı sermayedir. Zekat İs­lam toplumunun her ferdi için önemli bir sosyal sigortadır; böylelikle hiç kimse geleceği için endişelenmez. (Naim Sıddıki, a.g.e.)

Zekat sadece varlıklıların katkıda bulunduğu bir fondur. Eğer bugün zenginseniz, bu fona siz katkıda bulunursunuz. Bugün bu fondan muh­taçlar ve fakirler yararlanırlar, fakat eğer siz (ve­ya çocuklarınız bu dünyanın inişli çıkışlı halin­de fakir düşerseniz o vakit siz (veya çocukları­nız) de bu fondan yararlanırsınız. Böylece Müs­lüman toplumun hiçbir ferdi kendisini veya kendisinden sonra ba-iımını ve çocuklarını mali açıdan güvensiz hissetmez.Çünkü sosyal sigor­ta fonu (zekat) daima muhtaç ve fakirlerin men­faatini gözetecektir. Bundan dolayı, bir Müslü­man hastalık, yangın, kaza, sel, iflas, ölüm vb. malım, işini veya ticaretini yok edecek ve ço­cuklarını beş parasız bırakacak görünmez fela­ketlerden endişe etmez. Çünkü zekat fonu bü­tün bu çeşit risklere karşı onun daimi teminat ve sigortasıdır.

Eğer hırsızlık, hastalık veya diğer sebepler ne­deniyle yolculukta beş parasız kalsa bu fon onun bütün ihtiyaçlarını karşılar. Böylece zekat bir dini vazife olması hasebiyle nefsi arıtır ve kollektif bir yardım müessesesi olması sebebiy­le de bütün risklere karşı toplumsal bir teminat oluşturur. (Mevdudi; islam and Jadid Muashİ Nazriyattut, sh. 130-32)

5- Zekatın Gayesi:Zekatın en önemli amaçla­rından biri, toplumdaki ekonomik eşitsizlikleri mümkün olan en alt düzeye indirmektir. Zekatın amacı İnsanlar arasındaki ekonomik farklı­lıkları adil ve makul sınırlarda tutmaktır, böyle­likle zenginlerin toplumun fakir üyelerini istis­mar ederek daha zengin olması ve fakirlerin da­ha fakir olması önlenir, "Peygamber @ zekatı zenginlerden alınıp fakirlere geri verilen para olarak tanımlar. Bundan dolayı zekatın, toplu­mun servetini hiçbir müslürnan'm fakir ve muh­taç kalmayacağı şekilde dağıtmaktır. (Lessons in islam, Book III, 1961). "Bir toplumun gücü servetin adil dağılımına bağlıdır. Eğer bazı kim­seler çok hızla zenginleşir ve pek çok insan fa-kirleşirse, toplum zayıflar ve düşmanları (ve iç sınıf çatışmaları) tarafından kolaylıkla yıkılır. Para damardaki kan gibidir. Eğer kan vücudun bütün kısımlarına erişmezse, bazı parçalar çok fazla kan alır ve diğer parçalar çok az kan alır ve vücut zayıf ve hastalıklı bir hale gelir. Bu sebep­le, zenginlerin eline çok para geçmesini engel­lemek için, İslam zengin insanların zekat Öde­mesini emretmiştir."

Toplumun fakir fertlerine yardım etmek için ze­kat ödemek zenginlerin dini vazifesidir. Bu yol­la islam, toplumdaki servetin dolaşımını sağlar ve birkaç elde toplanmasına izin vermez. İsla-mın bu esas ilkesi aşağıdaki ayetle ifade edil­miştir: "Allah'ın Peygamberine verdikleri; Al­lah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki (o mallar) İçiniz­deki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın..." (59: 7).

Kur'an-ı Kerİm'inbu ayeti, daha geniş seviyede, servetin birkaç elde toplanmasının gayri tabii, gayri âdil ve insanilik ilkesine aykırı olduğunu ve bu sebeple hoş görülmeyeceğini açıkça be­lirtmektedir. Bu ayet zengin insanların servetle­rinden tamamen soyutlanmasını öngörmemek­tedir, Öngördüğü şey, insanlar arasındaki (veya toplumun değişik kesimleri arasındaki) eko­nomik eşitsizliklerin âdil ve makul sınırlar öte­sine geçmesine İzin verilmemesidir; birkaç in­sanın büyükkitlelerinsefaletveaçlık içinde kal­ması pahasına kendilerini nefsi iptilalara kaptır­masını önlemektir.

Fertleri arasında ekonomik eşitsizlikleri hoş gö­ren ve teşvik eden bir toplum Müslüman bir top­lum olarak kabul edilemez. Gerçekte, birkaç zengin insanın nefsi iptila ve lüks içinde yaşadığı, milyonların açlık ve sefalet çekmeye terk edildiği böyle bir toplum uzun süre yaşayamaz. Peygamber, böyle bir toplumu şu hadislerde kınamıştır (Müsned Ahmet):

a- "Bir adamın gece aç uyuyup, sabah aç olarak uyandığı belde halkından Allah'ın koruyuculuk ahdi kalkar ve onlar Allah'ın azabından güvende olamazlar"

b- "Kendiniz için istediğinizi (Müslüman) kar­deşiniz için istemedikçe kamil mümin olamaz­sınız"

Böylece içinde ekonomik eşitsizliklerin geliş­mesine izin veren, fakir nüfusunu açlık ve sefa­let içinde yaşamaya ve ölmeye terk eden toplum ebediyen mahkûm edilir. Her an katmanları içindeki zıt güçlerin patlamalarıyla alevlenir. Bu, kapitalizmle İslam arasındaki temel farklı­lığı gösterir. Kapitalizmde servetin yığılması ve biriktirilmesi teşvik edilir. Para, diğer insanla­rın servetinden faydalanarak büyümesi için, fa­izle borç olarak verilir. Bu olay sermayenin bir­kaç elde toplanmasına yol açar. Diğer yandan İslam, infak, sadaka, feraiz (miras kanunu) va­sıtasıyla toplumda serveti yayar, üretimin ve dağıtımın hiçbir safhasında servetin toplanma­sına fırsat tanımaz. Eğer bu tedbirlere rağmen, servet bir noktada toplanırsa, İslam, havuzdan toplumun kuru yapraklarını sular gibi zekat ka­nallarını açar. Böylelikle zekat "varlıklılarla" "yoksullar" arasındaki boşluğa köprü teşkil edebilecek tesirli bir usûl gibi gözükmektedir. İnsanlar arasındaki ekonomik farklılıkları öyle­sine etkili bir biçimde azaltır ki toplumda hiç bir fakir ve muhtaç kalmaz.

Cİddî sosyal, ekonomik, siyasî ve ahlakî tehli­kelerini göz önünde bulundurarak, İslam fertler arasında aşın servet farklılıklarına izin vermez. Bu sebeple de, aralarındaki fakir ve muhtaçlara yardım etmeleri için Müslüman toplumun zen­gin üyelerine zekat şeklindeki zorunlu ödemeyi empoze eder. Böylelikle, nefsi arıtmanın yanın­da zekatın yegane amacı toplumdaki değişik ke­sim ve fertler arasındaki aşırı ve gayri adil servet eşitsizliklerini ortadan kaldırmaktır.

6- Vergilendirme Prensibi: Özel mülkiyete ve hayatın her alanında ferdi teşebbüse izin veren bir toplumda, bir takım sosyal farklılıkların ol­ması kaçınılmazdır. Ancak, bu farklılıkların bu­gün kapitalist ülkelerde olduğu gibi zenginler ve fakirler arasında derin uçurumlar oluştur­masına izin verilmemelidir. İnsanların ahlaken doğru ve adil kabul ettikleri metodlarla bu sevi­ye farklılıkları giderilmelidir. Zekat ve diğer sa­daka infak usulleriyle elde edilen fonlar vasıta­sıyla, fakir ve muhtaçların durumu devlet tara­fından düzeltilmelidir. Kur'an'da buyrulduğu üzere muhtaçlar zenginlerin serveti üzerinde hak sahibidir. (Dr. Halife Abdül Hakim; islam andCommunism, 1962, sh. 190): "Onların mal­larında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır." (51: 19).

Fakirlerin, zenginlerin servetinde hakları oldu­ğundan bahsedilmesine dikkat ediniz. Zengin­ler zekat yoluyla kendi servetlerinden bir hisse vermiş olmamaktadırlar; sadece fakirlere ait olanı geri vermektedirler. Bu nedenle hiçbir za­man kendilerine ait olmayan bir şeyi geri ver­dikleri için hiçbir gurur ve üstünlük hissine sa­hip olmamalıdırlar. Zenginlerden bu hisseyi alıp fakirlere vermek devletin görevidir. Ancak şurası da hatırlanmalıdır ki, sadece bir hisse, ko­münistlerin anladığı gibi tamamen değil." Riva­yet edildiğine göre bu prensibi açıklamak için Rasulullah zenginlerin serveti ve rahatının fakirlerin mahsulü ve emeği sonucu olduğunu belirtmiştir. Bundan dolayı zekattan, zenginden alınıp fakire geri verilen bir gelir olarak bahset­miştir. (Mevdudi; Tafheem al-Quran, 23:4).

Ayrıca daha önce açıklandığı üzere İslam, eko­nomik sisteminin servetin yalnız zenginler ara­sında dolaşan bir devlet olmamasını sağlayacak bir şekilde düzenlenmesini ister. "İslam, toplu­mun ekonomik hayatını, milyonerler ve yoksul­lar arasında zıt sınıf bölünmelerinin ortaya çıkmayacağı bir tarzda şekillendirmeyi arzu­lar." (H. Abdul Hakim; a.g.e., sh. 190).

İslâm'ın bütün çabalan böyle bir toplum oluş­turmaya yöneliktir. Bütün artık servet, belirti­len hisselerde devlete gelir ve devlet tarafından idare edilir; böylece hiç bir fert özel şahıslardan mali veya diğer şekillerde yardım almaya mec­bur kalmış olmanın utancını hissetmez. Ve va­tandaşlarının hayatın asli ihtiyaçlarından mah­rum kalmayacak şek ilde menfaatlerini gözetmek devletin görevi olarak kabul edilir. Bu sebeple, zekat müessesesinin altında yatan prensiplerin Kur'an ve Sünnet ışığı altında incelenmesi ge­rekmektedir. Aynı prensip, devletin pek çok de­ğişik gelir kaynaklarından biri olan zekattaki hissesini de belirler.

Zekatın altında yatan temel prensip, sıkıntının hafiflediği durumlarda yükün ağırlaşması veya sıkıntının ağırlaştığı durumlarda yükün, hafifle-mesidir. Eğer gelir fazla emek sarfetmeden ka-zanılmışsa, daha yüksek bir zekat oranı ne öde­meye ağır gelir ne de gayretlerine mani olur.

Diğer taraftan eğer gelir emek-yoğun bir çabay­la kazamlmışsa yüksek oran sadece ağır gel­mekle kalmaz, gayret ve çalışmalara olumsuz etki eder. Bu sebeple böylesi gelirlerde zekat oranı çok düşüktür.

Dolayısıyla, devletin zekattaki hissesi, az emekle kazanılan gelirde çok çalışarak elde edi­len gelire nazaran daha fazladır. Mesela, "dev­letin definedeki hissesi 1/5, toprak ürünlerinde 1/10-1/20, altın, gümüş ve diğer ticari mallarda 1/40'dır. Devletin hissesinin İ/40 ve 1/5 arasın­da değişen tedrici bir oran olduğuna dikkat edil­melidir. Gelir farklılıklarının temelinde var olan esaslar şu şekilde Özetlenebilir:

a- Zekat fakirlerin ve muhtaçların yararına sadece toplu­mun zengin fertlerine bas bir vergidir,

b- Karşı­lığı yoktur. Yani bu vergi karşılığında zenginle­re geri donen bir menfaat yoktur. Bunu ödeyen zenginler bu fondan hiçbir fayda sağlayamaz­lar. Sadece, tamamıyla toplumun fakir fertleri­ne tahsis edilmiş olan bu fona tek yönlü katkıda bulunurlar,

c- Toplumun sadece Müslüman fertlerine uygulanır,

d- "Gelirelde edilmesinde harcanan emek ve sermaye miktarı azaldıkça zekat oranı artar, bunun zıddına, emek ve sermaye miktarı arttıkça, zekat oranı azalır."

e- "Sebze gibi birkaç günde bozulabilen şeylere zekat düşmez. "(S. A. Sıddıkî,a.g.e.,sh. 10-13).

f- İleri üretim için kullanılmayacak olan şeyler. Mesela, ev eşyaları, binek hayvanları, vasıta, barınak, alet-edevat zekata tabi değildirler,

g- Kısır veya çeyrek doğuran ya da uzun aral ıklarla doğuran hayvanlar (mesela katırlar ilk kategori­ye girer, sonrakiler için de filler örnek gösterile­bilir) zekata tabi değildirler. (Mevdûdî, Tafhe-em al- Quran, 23: 4 ayet tefsiri).

Yukarıda bahsedilen hususları biraz açıklamak gerekmektedir. Vergilendirme prensibi zekat oranının, gelir elde edilmesinde sarfedilen emek ve sermaye miktarına bağlı olarak değiş­mesini gerekli görmektedir. Zekat oranını tespit için bundan daha tabii bir temel olamaz. Ger­çekte, bütün servet sermaye ve emeğin (ve en­düstriyel teşebbüslerde yönetim) uygulaması­nın sonucudur. Bir geliri, yüksek emek ve ser­maye harcamaksızm (mesela fiyat artışları so­nucu) elde edilen kişi ile karşılaştırıldığında, fazla sermaye ve emek harcayan kişinin duru­munun gözönünde bulundurulması adil bir tu­tumdur. Böylece, eğer bir defineye rastgelen ve onu az bir çaba ile ve sermaye harcamaksızm el­de eden kişi karşısında devletin hissesi, tabii olarak çok olacaktır, yani bütün define (veya ha­zinecin 1/5'i kadar olacaktır.

Diğer yandan, toprağı sürmek ve onun hasat vermesini sağlamak veya bir meyve bahçesi ye­tiştirmek büyük miktarda emek ve sermaye is­ter. Bunun için gerekli indirim yapılmalıdır ve bu yüzden toprak mahsullerinin zekat oranı de-fineninkinden düşüktür! Mahsûlün 1/10'udur. Burada prensip biraz daha ileriye götürülür; sulanan ve sulanmaya topraklar arasında bir ayrı­ma gidilir. Eğer toprak, üreticinin emek ve ser­mayesi ile sulanıyorsa, oran 1/20 olarak belirle­nir; ancak üretici tarafından emek ve sermaye sarfedilmemişse, yani, toprak tamamen yağmu­ra bağımlıysa veya tabi kanallar vasıtasıyla su­lanıyorsa, oran 1/10'dur. 1/10 ile 1/20 arasında­ki fark toprağı sulamak için kullanılan emek ve sermaye maliyetlerini göstermektedir.

Altın, gümüş ve ticarî mallarda zekat oranı 1/40'a düşürülmüştür. Burada yine aynı prensip işlemektedir. Altın ve gümüşü kazanmak topra­ğı ekmekten daha güçtür. İş adamları kaybetme riskinin yanında, sadece büyük oranda emek ve sermaye kullanmakla kalmazlar, ayrıca işlerin­de idarecilik yapıp zekalarını da kullanırlar. So­nuç olarak zekat oranı açısından üreticiden daha büyük bir itibara hak kazanırlar. Altın ve gümü­şün toprak ürünleriyle aynı mııctaraa zekat ora­nına tabi olmaları, ticari teşebbüslere engel-oluştururdu ve belki de iş hayatının gerilemesi ile sonuçlanırdı, bu yüzden ona en düşük zekat oranını uygulamak gereklidir. "Diğer bir ifa­deyle, bu düşük zekat oranı, esas olarak ticaret ve sanayii teşvik amacıyla düşünülmüştür. Bu, ticaret, alım-satim ve sanayi İle uğraşan kişilere bir nevi vergi muafiyeti gibidir."

Son olarak, bir üreticinin daha az ihtiyacı olduğu ve ihtiyacının bir çoğuflu (veya en azından temel ihtiyaçlarını) bütünüyle kendi toprağından karşıladığı bilinen bir gerçektir. Bu sebeple onlar mesela genellikle şehirde ikamet eden ve şehir hayatına has talepler yanında bütün diğer ihtiyaçlarını karşılamak İçin para ödemek zorunda olan tüccardan daha avantajlıdır. (S. A. Siddıkî, a.g.e., sh. 10-13).

7- Zekatın Toplanması :Zekat her yılın sonun­da birikmiş bulunan değişik sermaye çeşitlerini kapsar. Yıl sonunda gerekli harcamalar düşül­dükten sonra, yıllık olarak sermayeye (yatırıma değil) uygulanır. Sahibinin mülkiyetinde 12 ay kalmış bulunan her çeşit sermaye zekata tabidir. Rasulullah; "Üzerinden bir yıl geçmeyen mala zekat düşmez" buyurarak bu durumu açıkça belirtmiştir. Bu sebeple, zekat, ancak nisab sınırlarına gelen bir malın alınmasının üzerinden bir yıl geçerse Ödenir.

Müslümanların zekatla ilgili mâlî yılları Rama­zan ayıyla başlar. Böylece, servetlerini yıl so­nunda zekat ödeyerek arıtmış bulunan müslü-manlar bedenen ve ruhen de mübarek Ramazan ayını suhulet ve sükûnetle karşılamaya hazır olurlar.

8- Devletin Sorumluluğu: Zekat uygulaması Kur'an-ı Kerim İle başlamamaktadır. Önceki Peygamberler de ümmetlerinin zengin fertle­rinden zekat toplamışlardır. İbrahim ve nes­line zekat ödemeleri şu ifadelerle emredilmiştir:

a- "Onları, emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve onlara hayırlı İş yapmayı, na­maz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden (insan)lardı." (21: 73).

b- İsmail de kavmine zekat vermeyi söylemekle emrolunmuştu. "Halkına namaz kılmayı, zekat vermeyi emrederdi, Rabbi yanında beğenil­mişti." (19:55).

c- Allah, İsrailoğullanndan bir ahit aldığında onlara namaz kılmayı ve zekat vermeyi emretti. "Biz İsrailoğullanndan şöyle söz almıştık: 'Allah'tan başkasına kulluk etmey­eceksiniz; anaya, babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekatı verin! Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz, hala da yüz çevirip duruyorsunuz." (2: 83).

d- Zekat, Isa'ya ve onun vasıtasıyla havarilerine de emredilmiştir. Bununla ilgili olarak Meryem sure­sinde şu âyet yer almaktadır: "... Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi em­retti." (19: 31). Her peygamberin ümmetinin arınması ve Müslüman topluluğun refahı için namaz ve zekat ile emredilmiş olduklarında şüphe yoktur. İslam, zekatı zorunlu bîr vergi yapmakla kalmadı, onu bîr devlet müessesesi haline getirdi. Çünkü toplanması ve dağıtımı yönetim tarafından yapılmaktadır. Kur'an-ı Ke­rim, yönetici güç tarafından zekat müesse­sesinin kurulmasını, muhafaza ve idame ettiril­mesini açıkça öngörmektedir. Hacc suresinde bu husus ile ilgili yer alan ayette şöyle denmek­tedir: " Ve onlar (o kimselerdir) ki kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde (zorba­ların yoluna sapmazlar, bilakis) namazı kılarlar, zekatı verirler..." (22: 41).

f- Yine Nur sure­sinde şu mealde bir ayet yer alır: "Allah, içiniz­den inanıp salih amel işleyenleri yeryüzünde halef kılacağına söz vermiştir... Onlar Bana kul­luk ederler... namazı kılın, zekatı verin, Pey­gambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz." (24: 55-56).

Bu müessese fertler tarafından değil, cemaat tarafından kurulmalıdır. Kur'an-ı Kerim'de yer alan ifadelerde görülebileceği gibi fertler şüphesiz namaz kılıp zekat ödeyebilirler. Zekat, Müslüman toplumun zengin fertlerinin zorunlu bir vecibesidir, fakat şurası açıktır ki, zekatın ödenmesini zorlayıcı bir otorite olmalıdır. Zo­runlu bir verginin Ödenmesi ne derece muttaki, faziletli ve Allah'tan korkan kişiler olurlarsa ol­sunlar, tamamıyla fertlere terkedilemez. Bu sebeple zekatın devlet eliyle toplanması gere­kir.

İlk halife Hz. Ebu Bekr'in zekat ödemeyenlere karşı cihad ilan etmiş olması zekatın bir devlet müessesesi olduğu ve paranın devlet tarafından toplanması ve dağıtılması gerektiği konusunda zihinlerde hiç bir şüphe bırakmamaktadır. Şu ayet de zekatın bir devlet müessesesi olduğunu açıkça göstermektedir:

g- "Müminlerin malla­rından zekat al ki, onunla kendilerini (malın manevi kirinden) temizlemiş, (mallarım) bere­ketlendirmiş olursun. (Zekat verdikleri zaman da) onlara dua et. Zira senin duan onlar için bir huzur vesilesidir." (9: 103-104). Burada Rasulullah'a devlet reisi olarak devletin Müslüman fertlerinden zekat toplaması emredilmektedir. Miktarı, zamanı ve toplama usû­lü Kur'an ve Sünnet ile tayin edilmiştir. Bu sebeple, fertler zekatı istediklerine verme ve­ya miktarım kendileri belirleme hakkında sa­hip değildirler. İslâmî bir devlette her iki du­rum da yönetimin görevi olarak kabul edil­mektedir.

9- Nİsab (Zenginliğin Asgarî Sının): Nisab, şer'an zengin sayılmanın asgarî ölçüsü de­mektir. Belli bir sının geçmesi şartıyla, bir yıl sahibinin mülkiyetinde kalan her çeşit servet zekata tabidir. Eğer servet İslâmî hükümlerde belirlenen en alt sınırdan daha azsa zekattan muaf tutulur. İslam her servet çeşidi için ni­sab denen en alt muafiyet sınırı belirlemiştir. Borçluluk durumunda, asgari sınırda, borç miktarının toplam servetten çıkarılmasıyla ve­rilir. Nisab ve borç indirimi yapıldıktan sonra bütün servet çeşitlerinde %2.5, madenler ve defineye %20, sulanan araziye %5, sulanma­yan araziye %\0, hayvanlara %1 ve 2.5 ara­sında değişen zekat uygulanır. (Bu hususlar ile ilgili ayrıntılı bilgiler ileriki safyalarda "Toplama Oranı" adlı başlık altında ele alına­caktır.)

Muafiyet sınırının, hayatın ihtiyaçlarının kar­şılanması için lüzumlu makul ve geniş indi­rimler yapıldıktan sonra çok dikkatle hazırlan­dığı burada belirtilmelidir. Nisabı belirlerken, İslam zekata tâbi varlıkların fiilî ve potansiyel verimliliğine büyük önem vermiştir. Haliha­zırda verimli olan ticarî mallar, tarım alanları ve hayvanlar gibi üretime yardımcı olabilecek kalemler, altın ve gümüş, en alt muafiyet sını­rı üzerinden itibaren zekata tâbidir. Diğer yan­dan, ihtiyaç kabul edilen veya yukarıdaki an­lamıyla verimli olmayan bütün maddeler ze­kattan muaftır. Zekattan muaf olan maddele­rin listesi aşağıda verilmiştir, (a) Müslümamn ömür boyu içinde barınacağı ev, (b) Giyim eş­yaları, (c) Ev aletleri, (d) Binek, (e) Yiyecek, (f) Silahlar, (g) Altın ve gümüşten başka ziy­netler, (h) Şahsî harcama için ayrılmış altın ve gümüşten başka paralar, (i) Kitaplar, (j) Üre­tim İçin bulundurulan âlet-edevat ve makina-lar, (k) Tarımda kullanılan hayvanlar.

Yukarıda bahsedilen maddelerin ticaretinin yapılması düşünülmedikçe (veya kâr amacıyla değiştirilmedikçe), bu maddeler zekattan mu­aftır. Ayrıca nisabda dikkate alınan maddeler tek bir çeşide ait olur. Servetin her bir çeşidi zekat içinde ayrı bir çeşit oluşturmuş olur. Mesalâ hayvanları, ticari malları, altın ve gü­müşü olan bir kişi her servet çeşidinden ayrı ayrı zekata tâbi olacaktır. Eğer üç servet kale­mi birleşik olarak değil, ayn ayrı nisab mikta­rının üzerinde olursa, kişi her çeşit servetin "toplanma oranına" göre zekat ödeyecektir. Fakat mallar ayn ayrı nisabı doldurmazlarsa, toplandıklarında nisabı doldursalar bile zekata tâbi değildirler. (S .A. Sıddıkî, a.g.e., sh. 31-35).

Zekat hayvanlara, madenlere, defineye, birik­miş servete, altın ve gümüşe (altın ve gümüş ziynetler dahil), tarım ürünleri ve benzerlerine ayn ayn uygulanır. Altın ve gümüş veya altın ve gümüş ziynetler söz konusu olduğunda, zekat bu iki maddenin toplam değerleri üzerin­den belirlenir. Bazı maddeler için en alt mua­fiyet sının (nisab) aşağıda belirlenmiştir.

a- Altın ve Gümüş: Nisab altında 96 gr., gü­müşte 640 gr. dır. Ziynetler için nisab, ziyne­tin yapıldığı madene göre tespit edilir. Şayet altından yapılmışsa nisab altın üzerinden, gü­müşten yapılmışsa gümüş üzerinden hesapla­nır.

b- Madenler ve Define: İster fertler tarafın­dan, ister devlet tarafından sahip olunsun, ma­denlerin ve definelerin %20'si zekat fonuna ödenir.

c- Hayvanlar: Hayvanlar %1 ve 2.5 arasında değişen zekata tabidirler.

d- Tarım Ürünleri: Toprak ürünlerinin ze­kat oranı toprağın tabiatına göre (sulanan ve­ya sulanmayan toprak oluşuna göre) %5 ve %10 arasında değişir.

e- Ticaret ve Sanayi Malları: Bütün ticarî ve sınaî mallara %2.5 zekat uygulanır. Her tüccar ve sanayici elindeki bütün malların %2.5'unu zekat olarak Ödemek zorundadır.

10- Vergilendirme Oranı: Zekata tâbi olan iki servet çeşidi vardır; görünen ve görünme­yen olarak:

a- Görülebilir Servet: Tarım ü-rünleri ve hayvan sürüleri vs. gibi -zekattan kaçınmak için- kolayca saklanamayan servet­lere görünen servet denir,

b- Gizli Servet: Mesela altın, gümüş, ticarî ve sınaî mallar vs. gibi zekattan kurtulmak için kolaylıkla sakla­nabilen servetlere görünmeyen servet denir.

Görülebilir Servet:: 1. Tarım ürünlerine ve benzeri görünür servet çeşitlerine uygula­nan zekatın ayrıntıları aşağıdadır.

Ziraî ürünlerin zekata ilişkin kıymet takdirleri

değişik esaslara göre sınıflandırılmıştır. Eğer toprak bir Müslüman çiftçi tarafından işlen­mişse ürünün 1/10'u zekat olarak alınır ve bu öşür olarak adlandırılır; gayri müslim çiftçi­lerden toplanan toprak gelirleri haraç adını alır. Fıkıh âlimleri, Müslüman bir devlette toprağı, zekat oranı ve toprak gelirleri açısından 4 başlık altında sınıflandırmışlardır.

1- Bir memleketin sakinleri İslamı kabul ederlerse, topraklan öşrî olarak adlandınlır ve bunlar devlete zekat olarak öşür (ürünleri­nin 1/10'nu) öderler.

2- Müslümanlar herhangi bir toprağı işlerler­se, bu toprağa da öşri denir ve devlete öşür (ürünlerinin 1/10'u) ödenir.

3- Fethedilen topraklar da Öşri olarak isim­lendirilir ve zekat olarak devlete öşür (ürün­lerin 1/10'u) ödenir.

4- Eğer toprak, memleketin asıl sahiplerinin eline bırakılırsa, bu kişiler haraç denen gelir vergisine tâbi olurlar.

İlk üç toprak çeşidinden alınan zekattır ve öşür olarak adlandırılır. Diğer taraftan; so­nuncusu sadece bir gelir vergisidir ve haraç olarak adlandırılır. Topraklardan elde edilen tarım ürünleriyle ilgili zekat (öşür) emri Kur'an-ı Kerim'in şu mealdeki ayetleriyle ifa­de edilmektedir:

a-  En'am suresi: "... Ürün verdiği zaman ürü­nünden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün de hakkını verin..." (6: 141).

b- Bakara suresi: "Ey inananlar! Kazandıkla-nnızın temizlerinden ve size yerden çıkardık-lanmızdan sarfedin..." (2: 267).

Fakihler bu ifadeleri tahıl ve meyve olarak ka­bul ettikleri gibi madenleri de buna dahil ederler. öşür'ü bizzat Rasulullah tesbit etmiştir:

a- Rasulullah, Yemen valisi Muaz b. Ce-bel'e yazdığı mektubunda şöyle buyurmak­tadır: "Yağmur, nehir ve göl sulan ile (tabii olarak) sulanan veya kendiliğinden sulu olan arazi mahsullerinde onda bir, hayvanlar ve ha­vuzlar yardımı ile sulanan toprak mahsullerin­de ise yirmide bir zekat verilir." (Müslim ve Nesei).

b- Abdullah b. Ömer, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yağmur ve nehir suyu ile havuz gibi çukurda birikmiş suyla sulanan toprak ürünlerinde tam öşür, ıs­ka' ameliyesi (sun'i sulama sistemi) ile yetişti­rilen muhsülatta ise yarım öşür vardır." (Bu-hari).

Fakihler, kuyulardan veya sun'i sulama sis­temlerinden sulanan topraklardan elde edilen Üründen 1/20 zekat alınması ile ilgili olarak şöyle bir sebep göstermişlerdir:

"Bu topraklar için (kuyu kazmak ve sulama kanalları açmak sebebiyle) daha fazla emek (ve sermaye) gerekmektedir; diğer taraftan, yağmur suları ile veya (tabii) nehirlerle sula­nan topraklar daha az emek (ve sermaye) ge­rektirmektedir."