- Ekin Ve Meyvelerin Zekâtı

Adsense kodları


Ekin Ve Meyvelerin Zekâtı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Mon 1 February 2010, 03:53 pm GMT +0200

Ekin ve meyvelerin zekâtının farzlığı, önce belirtilen umûmî delilin yanısıra buna ek olarak Kitab ve Sünnet’teki husûsî delillerle de sabit olmuştur. Kitab’taki delil şu âyet-i kerîmedir:

“Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hur­madan), ekin(ler)i, zeytinleri, narları -birbirine benzer ve benzemez şekilde- yaratan hep O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesin­den yeyin, hasad günü onun hakkını verin.” [224]

Sünnet’teki delil ise şu hadîs-i şeriftir:

“Göğün suladığında öşür (onda bir), su kovasının veya dolabının suladığında ise öşrün yarısı (yirmide bir) vardır.” [225]
Bu hadîs-i şerîf, yukarıdaki âyet-i kerîmenin üstü kapalı geçtiği yerleri açıklığa kavuşturmuştur.

Ekin ve meyvelerin zekâtının şartlarına gelince, önce anlatılan ze­kâtın genel şartlarının yanısıra, diğer bazı şartlar ve mezheblere göre detaylı hükümler vardır. Bunları aşağıda her mezhebe göre ayrı ayrı anlatmış bulunmaktayız.

Hanefiler dediler ki: Akıllı ve baliğ olmak, zekâtın genel şartlarındandır. Çocuğun ve delinin malından zekât vermek vâcib değildir. Ancak bu iki şart, ekin ve meyvelerin zekâtında geçerli değildir. Buna göre çocuğun ve delinin ekin ve meyveleri zekâta tâbidir. Bilinen şartlara ek olarak ekin biten arazinin öşür arazisi olması da şarttır. Haraç arazi­sinde biten ekinler zekâta tâbi olmazlar. Yetiştirilen ürünlerle gelir sağla­mak ve araziyi geliştirmek de kasdedilmiş olmalıdır. Şu halde odun, ot, fârisî kamışı, hurma dalı gibi şeylerden ötürü zekât vâcib olmaz. Çünkü bu gibi şeyler, tarlayı geliştirmek bir yana, ayrıca tarlaya zarar verirler. Ama bunlar kesilip satılır ve böylece fayda sağlanırsa, kıymeti de nisâb miktarında olursa zekâtını vermek vâcib olur. Zekâtın tahakkuku için tarlanın bilfiil ekilmiş olması gerekir. Oysa haraç böyle değildir. Haraç, sahibinin ekmeye muktedir olduğu tarıma elverişli tarlalar için tahakkuk eder. Sahibi ekmeye muktedir olduğu halde ekmezse zekât vâcib olmaz. Takdiren nema bulması hesaplandığından haracı vermek vâcib olur. Ze­kâtın vücûb sebepi, üzerinde yetişen ekinle gerçekten gelişen ve nemâlanan tarladır. Haraç ise bunun tersine olup onun vücûb sebepi takdiren de olsa tarlanın gelişip nemâlanmasıdır. Yağmur suyuyla veya akarsularla sulanan tarlalardaki ekin ve meyveler öşüre (onda bir oranında zekâta) tabidirler. Tarlada yetişen buğday, arpa, darı, pirinç, hububatın bütün çeşitleri, baklagiller, koku elde edilen bitkiler, gül, şeker kamışı, kavun, karpuz, hıyar, patlıcan, aspur, hurma, üzüm ve bunlardan başka meyvesi kalıcı olsun olmasın diğerleri; az da olsalar çok da olsalar, zekâta tâbi olurlar. Bunların öşürlerinin verilmesi için nisâb miktarında olmaları, üzer­lerinden bir sene geçmiş olması şart değildir. Keten, keten tohumu, ceviz, badem, kimyon, cin elması, dağdaki ağaçlar gibi, kimsenin mülkü olma­yan ağaçlardan toplanan meyveler zekâta tâbi olmazlar. Karpuz tohumu, kına tohumu, buy tohumu, patlıcan tohumu gibi ekmekten başka bir işe yaramayan tohumlar da zekâta tâbi değildirler. Tarlaya âit olan hurma ağacı ve diğer ağaçlar da zekâta tâbi değildirler. Ağaçtan çıkan zamk ve katrandan da zekât alınmaz. Pamuk tiyekleriyle muz da zekât kapsa­mına girmez. Ekine harcanan masraflar ekin sahibine aittir. Tarlada yeti­şen ürün, hiç bir masraf çıkarılmaksızın zekâtlandınlır. Sahibi, ekini ol­gunlaşmadan satarsa, zekâtı onu biçen müşteriye âit olur. Sebze ve mey­velerin zekât vakti, bunların dal üzerinde oluşup da bozulmayacaklarından emîn olunduğu ve yararlanılacak mertebeye ulaştığı zamandır. Ki ze­kâtları biçim anında verilir. Hububatın zekât vaktine gelince, bunların ölçülüp yabancı unsurlardan arındırılmasından sonradır. Sahibinin dahli olmaksızın telef olan, üründen zekât yükümlülüğü düşer. Bir kısmı telef olursa, o kadarının zekâtı sakıt olur. Sahibinin zarurî olarak yeyip geçin­diği miktarı da zekâttan muaftır.

Şafiiler dediler ki: Ekin ve meyvelerin zekâtı, öncekilere ek ola­rak üç şartla vâcib olur:

1. Ekin ve meyveler buğday, arpa, pirinç, darı, bakla, mercimek ve nohut gibi istenilerek yenenlerden olmalıdır. Buy, tere, şahtere, keten, anason gibi yemeye elverişli olmayan şeyler zekâta tâbi olmazlar. Acı bakla gibi zaruret hâlinde yenen nesneler de zekâta tâbi olmazlar.

2. Ekin ve meyveler, belli olan gerçek kişilerin mülkü olmalıdır. Meselâ mescidlere vakfedilmiş olan ekin ve meyveler zekâta tâbi değildir­ler. Çünkü bunların belli bir sahibi yoktur. Yine bunun gibi çöldeki sa­hipsiz hurmalıklardan elde edilen hurmalar da zekâta tâbi değildirler.

3. Ekin ve meyveler tam olarak nisâb miktarında veya daha fazla olmalıdırlar. Üzüm ve hurma dışındaki meyveler zekâta tâbi değildirler. Buna göre şeftali, erik, ceviz, badem ve incir zekâta tâbi olmamaktadır. Üzüm veya hurmanın rengi belli olur, kabuğu yumuşar, yemeye uygun hâle gelirse veya ekin ya da taneler tam olarak olgunlaşırsa, yani yemeye elverişli olduğu açıkça görülürse, zekâtını vermeden önce sahibi, sadaka verme şeklinde de olsa üzerinde hiçbir tasarrufta bulunamaz. Şu halde taze buğdayı (firik) ve yeşil baklayı yemek, biçercilerin ücretini vermek, zekâtı vermeden önce caiz olmayacaktır. Mûtemed olan görüş budur. Ekin ve meyveler beş vesak tutarında olan nisâb miktarım bulmadıkça zekâta tâbi olmazlar. Fazlası da miktarına göre hesâblanıp zekâtlandırılır. Bir vesak altmış sa’dır.

Tabiî bu söylediklerimiz, hububatın çamur ve topraktan arındırılmış ve kabuktan temizlenmiş olması halini ilgilendirmektedir. Bunlar pirinç çeltiği gibi kabuğuyla birlikte saklanılan şeylerden olurlarsa veya içlerine çamur ya da toprak karışmış olursa, nazar-ı itibâra alınmaz. Bu gibi ya­bancı unsurlardan tasfiye edilmedikçe ve nisâb miktarını bulmadıkça ze­kâta tâbi olmazlar. Nisabın da tek cins ekin veya meyve ile doldurulmuş olması gerekir. Nisabı tamamlamak için, meselâ buğdayı arpaya eklemek doğru olmaz. Diğer ekin ve meyveler de birbirlerine eklenmezler. Bu yılın ekin veya meyvesi, nisabı tamamlamak için geçen yıhnkine eklenmez. Ama aynı sene içinde bir defadan fazla ürün elde edilirse nisabı tamamlamak için bu iki mahsûl birbirine eklenebilir. Çünkü iki mahsûl arasına tam bir sene girmemiştir. Hububatın zekâtı, biçimle tahakkuk eder. Meyvelerinki ise göze görünecek şekilde olgunlaşmalarıyla tahakkuk eder. Üzü­mün ilk ağızda çıkanı ile son ağızda çıkanı, nisabı tamamlamak için bir­birine eklenirler. Ama hurmada durum böyle değildir. Yıl içinde müker­rer olarak elde edilen hurmalardan ilk ağızda çıkanlar, nisabı tamamlar­larsa zekâtlandırılır. Nisabı tamamlamazlarsa, ikinci ağızda çıkan hurma­lara eklenmezler. Zekât olarak verilmesi vâcib olan miktar, sulama adedi­ne göre değil de, ekinin yetişme müddetine göre değişir. Ekin veya hurma yağmur suyu ile, ya da aletsiz olarak nehir suyu ile, ya da ekinin suyu kökünden içmesi yoluyla sulanırsa öşüre (onda bir oranında zekâta) tâbi olur. Ekin veya meyveler dolapla, kaldıraçlı kovayla veya satın alınan suyla sulanırlarsa, sulama zahmeti çok olduğu için, yirmide bir oranında zekâta tâbi olurlar. Ama bir tarlada her iki sulama yöntemi mevcûd olur­sa, sulama türleri çeşitli de olsa, öşrün dörtte üçü, yani % 7,5 oranında zekâtlandırılırlar. Çünkü esas olan, sulama türlerinin birden fazla olması değil de, ekin veya meyvenin yetişme müddetidir.

Hanbeliler dediler ki: Ekin ve meyveler, önce belirtilen şartlara ek olarak iki şartla zekât kapsamına girerler:

1. Ekin ve meyveler depo edilip saklanmaya müsait olmalıdırlar.

2. Zekâtın vücûbu esnasında nisâb miktarına varmış olmalıdırlar. Burada nisâb miktarı, tanelerin kabuk ve samandan ayıklanmasından, hur­ma ve yaprakların kurumasından sonra, geriye kalan ekin ya da meyve­nin beş vesak miktarını bulmasıdır. Beş vesak üçyüz sa’dır. Bu da 1428, 4/7 mısır rıtılıdır. Zekâta tâbi olan şeyin taneli olup olmaması, ya da yenmeyen veya yenen bir nesne olması farketmez. Buğday, bakla, reşad (maydanoza benzer bir bitki) tanesi, turp tanesi, hardal tanesi, za’ter, çöven otu, Arabistan kirazı, hurma, kuru üzüm, badem, fıstık, fındık gibi ekin ve meyveler zekâta tabidirler. İnnap, zeytin, hindistan cevizi, incir, dut ve diğer meyveler, şeker kamışı, lahana, şalgam, soğan, turp, alaçehre, çivit, portakal, pamuk, keten, safran ve aspur, saklayıp depola­maya elverişli olmamaları dolayisıyle zekâta tâbi olmazlar. Kabukları içinde depolanıp bekletilen pirinç ve yulafa gelince; bunlar, on vesak miktarında olurlarsa zekâtlandırıhrlar. Vârid olan haberler buna delâlet etmektedir. Bu ikisinden başka hububatı, kabukları içinde takdir etmek, ayıklamadan zekâtlarını vermek caiz olmaz. Bu ölçeklerde baz olarak, buğday ve mer­cimek gibi orta ağırlıktaki hububat alınır. Bunların ağırlığına yakın öl­çekte olanlar, aynı ağırlıkta olmasalar da zekâta tâbi olurlar. Çünkü öl­çekte aynılık, ağırlıkta da aynılık gibidir. Ama ağırlıkta nisâb miktarına varıp da ölçekte nisâb miktarına varmayanlar zekâtlandırılmazlar. Aynı yılın ürünleri olmaları şartıyla ayrı cins ekinler, nisabı tamamlamak için üst üste eklenirler. Senede iki defa tutan hurma ağacının hurması da, nisabı tamamlamak için üst üste eklenir. Yağmur suyuyla sulanan ekin ve meyveler öşüre (onda bir oranında zekâta) tabidirler. Âlet ve makinalarla sulanan ekin ve meyveler öşrün yansı nisbetinde zekâta tabidirler. Tarladaki ekin veya meyvelerin yansı yağmur suyuyla, diğer yarısı da âlet ve makinalarla sulanıyorsa öşrün dörtte üçü, yani % 7,5 oranında zekâta tâbi olurlar. Tarlanın yarısından fazlası bir yöntemle, geriye kalan yarıdan az kısmı ise diğer bir yöntemle sulanıyorsa, bunlardan ürün için daha çok fayda sağlayan yöntemin statüsüne göre zekât verilir. Ama han­gisinin daha fazla yarar sağladığı bilinemezse ihtiyat bakımından öşür ver­mek gerekir.

Hububatta zekât, tanelerin dolgunlaşip biçime ve depolamaya elve­rişli hâle geldiği vakitte’ vâcib olur. Meyvelerde zekât, onların olgunlaşıp güzelce yenilebildikleri vakitte vâcib olur. Bu mertebeye geldikten sonra hububat veya meyvesini telef eden veya satan kişi, yoksulların hakkını vermek mecburiyeti altına girer. Ama kurutma yerine koymadıkça ve kendi dahli olmaksızın telef olursa, zekât verme yükümlülüğünden kurtulur. Kurutma yerine koyduktan sonra telef olursa zekâtını vermesi vâcib olur.

Malikiler dediler ki: Ekin ve meyvelerden zekât vermek vâcibtir. Ekin ve meyveler, olgunlaşıp yenebilir hâle geldikleri vakitte zekâtlarım vermek vâcib olur. İmam Mâlik (r.a.) demiştir ki: “Hurma kızardığında, üzüm yenilebilir hâle geldiğinde, zeytin karardığında veya kararmaya yüz tuttuğunda, ekin firikleşip suya ihtiyâcı kalmaz hâle geldiğinde zekât vâ­cib olur. Yenilebilir hâle geldiklerinde zekât vermek vâcib olduğuna gö­re ekinin firik hâle geleni, hurmanın tatlılaşmaya başlayanının, koruğun ekşi olmaktan çıkıp tatlılaşanının zekâtı hesablanır ve araştırılır. Zekâtını verdiği takdirde bu, onun için yeterli olur. Rüzgârın savurduğu veya ge­tirdiği şeyler, toplanıp da yararlanılabiliyorsa veya hayvana yem olabiliyorsa veya onunla biçicilerin ücreti verilebiliyorsa, hesaba katılıp zekât­landırılır. Kuşların ve çekirgelerin yedikleri, sıcaklık soğukluk veya başka bir âfet nedeniyle telef olan ekinlerle meyvelerin zekâtı hesablanmaz. Yi­ne bunlarda olduğu gibi, harman döverken hayvanların yedikleri de hesa­ba katılmaz. Zekâtın vâcib olması için ekin veya meyvenin nisâb miktarı­na varması şarttır ki, bu belirleme açısından Peygamber (s.a.s.) Efendi­miz şöyle buyurmuşlardır:

“Beş vesak’a varıncaya kadar ne tahılda, ne de hurmada sadaka (ze­kât) yoktur.” [226]

Peygamber Efendimiz vesakı, kendi zamanındaki Medine sa’ıyla alt­mış sa’ olarak takdir buyurmuştur. Bir sa’ Irak rıtılı ile 5, 1/3 rıtıldır. Öl­çek olarak bir sa’ Peygamber Efendimizin müddü ile dört müddür. Bir müdd, mısır kadehiyle üçte bir kadehtir. Böyle olunca bir sa’ da 1, 1/3 kadehtir. Nisab, mısır ölçümüyle dört irdep ve iki kiledir. Bilfiil kurumamış olsalar bile, ekin ve meyveler vesaklarla kuru olarak takdir edilirler. Hurmanın bozuğu hesaba katılmaz. Ölçüm yapılırken ekin ya da meyve­nin, onsuz saklanıp bekletilebileceği üst kabuğu atılmış olarak hesaplanır. Meselâ baklanın üst kabuğu gibi! Ama ekin, ya da meyvenin kendisiyle birlikte saklanıp depolandığı kabuklan, ayıklaması muteber olmadığı için hesaba katılmaz. Meselâ bakla tanesinin kabuğu gibi!

Ekin ve meyveler kişinin ekme veya dikmesiyle meydana gelmişlerse zekâtlarını vermek vâcib olur. Bu durumda arazi haraç arazisi de olsa, başka bir arazi de olsa, hüküm aynıdır. Dağlarda ve sâhibsiz yerlerde yetişen ürünler zekâta tâbi değildirler. Bu gibi yerlerdeki ürünlerden alan kimse, o ürüne sâhib olur. Yerden biten yirmi tür bitki zekâta tâbidir ki bunları şöylece sıralayabiliriz: Buğday, arpa, selt (kabuksuz bir tür arpa), als (aynı kabuk içinde iki tane bulunan bir tür buğdaytır ki bu, Yemen’in San’a tarafındaki halkın yiyeceğidir), pirinç, darı, kuşyemi ve yedi baklagiller, yani bakla, bezelye, nohut, mercimek, culban, acı bakla ve keçiboynuzudur. Kendilerinden yağ elde edilen dört çeşit bitki de ze­kâta tâbidir: Susam, zeytin, kırmızıturp tanesi, aspur tohumu. İki çeşit meyve de zekâta tâbidir: Kuru üzüm ve hurma. Bunların dışında olanlar, ticaret malı iseler, kıymetlerine göre zekâtlandırıhrlar. Nisâb miktarına ulaşan hububat veya hurmadan, öşürün yarısı (yirmide bir) oranında ver­mek vâcibtir. Kendilerinden yağ elde edilen bitkiler, nisâb miktarına ulaşmasalar da, aynı oranda zekâta tâbi olurlar. Öşrün yarısı, ekin ve meyve­lerin, âlet ve rnakinalarla sulanmaları hâlinde verilir. Ama sulama, yağ­mur veya akarsuyla olursa, öşür (onda bir) verilir. Kişi, tarlasına yağmur yağan birinden su satın alırsa veya kendisine bir miktar ücret verip de kaldıraçlı âletler olmaksızın suyunu kendi tarlasına ulaştırırsa, yine öşür vermesi gerekir. Eğer sulamayı âletle veya başka yöntemle yaparsa, bu durumda zaman miktarına bakılır. Eğer iki sulama müddeti eşit veya bir­birine yakın olursa, ekinin yarısından öşür, diğer yansından da öşrün yarısını verir. Yani üst üste öşrün dörtte üçünü (% 7,5) verir. Eğer iki sulama yönteminden biri, toplam sulama müddetinin üçte biri veya buna -yakın bir müddet devam etmişse; zekâtlandırma, uzun süre devam eden sulama yöntemine göre yapılır. Bazıları da demişlerdir ki; zekâtlandırma her yönteme göre ayrı ayrı yapılır. Şöyle ki: Eğer toplam sulama müdde­tinin üçte ikisi boyunca aletsiz olarak, üçte biri boyunca da aletli olarak sulama yapılmışsa, elde edilen ürünün üçte ikisi onda bir oranında, üçte biri de yirmide bir oranında zekâtlandırıhr. Ama ilk görüşe göre ürünün tümü öşür (onda bir) oranında zekâtlandırılır.

Nisabı tamamlamak için aşağıda sıralayacağımız ürünler şu şekilde birbirlerine eklenirler. Yedi baklagiller dediğimiz bakla, bezelye, nohut, mercimek, culban, acı bakla ve keçiboynuzu zekât açısından aynıdırlar. Nisabı tamamlamak maksadıyla bunların biri diğerine eklenebilir. Bu ta­hıllar birbirlerine eklenerek nisaba ulaşırlarsa zekât vermek vâcib olur. Nisâb miktarım tamamlamak için karışıma giren tahıllar, katılma oranla­rına göre zekâtlandırılırlar.

Buğday, arpa ve selt (kabuksuz bir tür arpa) zekât açısından aynı cinstirler. Bunlar, nisâb miktarlarını tamamlamak için üst üste eklenip nisâb miktarını bulduRlârında zekât vermek vâcib olur. Nisâb miktarını tamamlamak için karışıma giren tahıllar, katılma oranlarına göre zekât­landırılırlar. Bu tahıllardan birini diğerine ekleyebilmek için eklenilen ta­hılın, kendisine eklenilecek olan tahılın biçim safhasına gelmeden önce ekilmiş olması şarttır. Aksi takdirde ekleme caiz olmaz. Ayrıca kendisine eklenilecek olan tahılın tanelerinden bir kısmının, eklenilecek olan tahılın zekâtının vâcib olduğu zamana dek kalarak nisabı tamamlaması da şart­tır. Zekâta tâbi yirmi çeşit üründen bu saydıklarımız dışında kalanlar bir­birlerine eklenemezier. Örneğin pirinç, als (aynı kabuk içinde iki tane bulunan bir tür buğday), darı, hurma ve kuru üzüm birbirlerine eklene­mezier. Nisâb açısından, bunların her biri kendi başlarına değerlendirilir­ler. Şayet tek başlarına nisâb miktarını bulurlarsa zekâtlarını vermek vâ­cib olur. Aksi takdirde vâcib olmaz. Örneğin pirinç ile darı, hurma ile kuru üzüm, bakla ile buğday, mercimek ile arpa nisabı tamamlamak için birbirlerine eklenemezier. Ama aynı cinsten olanlar birbirlerine eklenebi­lirler. Örneğin hurmayı ele alalım: Hurmaların, nisabı tamamlamaları için birbirlerine eklenmeleri mümkündür. Bir kişinin yanında iyisinden ve kö­tüsünden iki cins hurma bulunursa, bunları birbirlerine ekleyebilir. Nisa­bı bulduğu takdirde toplamının zekâtını vermesi vâcib olur. Bu karışıma giren hurmalar, katılma oranlarında zekâtlandırılırlar. Eğer hurma veya başka bir ürün kendi cinsinin iyi, kötü ve orta sınıfından olan hurma veya ürünlerle toplanarak nisaba ulaşırlarsa zekâtlarını orta sınıftan olan­la vermek caizdir. İyisinden vermek elbetteki daha erdemli bir davranış olur. Ama kötüsünden vermekle zekât verilmiş olmaz. Bu zekât, ne kötü cinsin, ne de orta ve iyi sınıfın yerine verilmiş sayılmaz. Hem hurma, kızararak veya sararak; koruk da tathlaşarak olgunlaştıkları görülür, sa­hibi de yeme, satma veya hediye etme ihtiyacını duyarsa bunları Önce âdil bir bilirkişi marifetiyle takdir ettirmelidir. Yani üzüm ve hurmanın kuruduklarında ne kadar tutacaklarını takdir ettirmelidir. Bu takdir, te­ker teker her ağaç için yapılmalıdır. Bundan sonra sahibi, bu ürünler üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Kuru üzüm veya hurma, nisâb miktarında olduklarında, bunların her biri çekilip büzülme ve kuruma özelliğine sâhib iseler zekâtları verilir. Satılmadıkları takdirde değerlerinin zekâtı verilir. Aksi takdirde satıldıklarında paralarının zekâtı verilir. Da­ha önce de belirtildiği gibi değer ve paha yönünden nisabı bulmasa da taneleri yönünden nisabı bulan kuru üzüm veya hurma, değer veya bedel­lerinin yerine göre onda bir, yerine göre yirmide bir oranında zekâtlarının verilmesi vâcibtir. Yenmesine veya satılmasına muhtaç olunmasa bile ku­ruyup büzüşme özelliğine sâhib olmayan ekinler, satıldıklarında paraları­na, satılmadıkları takdirde kıymetlerine göre zekâtlandırılırlar. Akarsuyla yetiştirilen bakla, mısır hurması ve üzümü, yağsız zeytin de tane bakı­mından nisabı bulurlarsa paralarına veya kıymetlerine göre zekâtlandırı­lırlar.[227]