hafiza aise
Mon 20 December 2010, 12:53 pm GMT +0200
Ehl-i Taklid İle Olan Münazaralar
Alimler ehl-i taklid'e karşı mücadele ve münazara kapısını açarak savundukları şüpheleri kat'î delillerle, net ve açık burhanlarla çürütmüşlerdir. Taklid ehlinin şüphelerine karşı savaş bayrağını kaldıran İkaz kitabının sahibi, mezkûr kitabında örümcek evinden daha zayıf olan şüphelerini onların mantığıyla kaldırmış, hakkı beyan etmiştir.
a. Alimlerin ehl-i taküd ile olan tartışmalar arasında İmam Müzenî'nin kayda değer şu tartışmasına birinci sırada yer vermeyi daha uygun görüyoruz.
imam Müzenî şöyle demiştir: "Taklid ederek bir dâvada hüküm veren mukallide 'Delilin var mıdır?' diye sorulur. Şayet evet delilim vardır derse, o zaman taklid etmiş sayılmaz. Çünkü doğrudan delile dayanarak hüküm vermiştir. 'Hayır hiçbir delile dayanmadan hüküm verdim' derse, o zaman ona 'Gerekçesiz ve hiçbir delile dayanmadan neden haksız yere insanların kanlarını döküyorsun, mallarını telef ediyorsun, namusları ile oynuyorsun?' denilir. Şayet derse ki, 'Her ne kadar dayandığım bir delil olmasa da, ben doğru hüküm verdiğimi biliyorum. Çünkü ben bilmediğim bir delile dayanan büyük bir alime uymuşumdur.' O zaman ona deriz ki, 'Hocan mutlaka senin bilmediğin bir delile dayandığı için ona uyman caiz ise, o zaman hocanın hocasına uyman daha evla olmaz mı? Çünkü o da hocanın bilmediği bir delile dayanmıştır. Şayet bunu kabul ederse hocasına uymayı bırakmalıdır ve böylece aynı mantıkla hocasının hocasına da uymayı bırakır ve sahabe ve Resulullah'a ulaşıp sözleri şer'î delil olarak kabul edilen Hz. Peygamber'e uyar. Şayet buna hayır derse o zaman kendisi ile çelişkiye girmiş olur ve ona şöyle denir: 'Nasıl daha az bilgili ve yaş olarak daha küçük birisine uymak caiz olur da, daha bilgili, daha yaşlı birisine uymak caiz olmaz. Bu çelişki değil midir?' Hayır bu çelişki değildir. Çünkü hocam her ne kadar yaş olarak daha küçük olsa da onun kendi ilmine hocasının ilmini de eklemiş, bu yüzden o daha bilgili ve daha basiretlidir' derse ona şöyle deriz: 'Aynı şey hocanın talebesi için de söylenemez mi? O da ilmine hocanın ilmini eklemiştir. O zaman ona uyman gerekmez mi? Ve hakeza sen de ilmine hocanın ilmini eklemişsin, kendine uyman daha evladır.' Şayet bunu kabul ederse o zaman ona göre sahabinin tabiîne uyması gerekiyor ve sahabiye değil, daha az bilgili alimlere uymak gerekiyor. Kuşkusuz bu kimsenin kabul edemeyeceği yanlış bir neticeye varan bir mantıktır."
b. Hafız İbn Abdilber ise şöyle demiştir: "Taklidi savunana şöyle denilir: Selefe muhalefet ederek taklidi nasıl savunuyorsun? Onlar asla taklid etmiş değildir? Şayet derse ki, 'Ben Kur'an'ı anlamaktan ve Resulullah'ın hadîslerini öğrenmekten acizim, uyduğum hoca ise bütün bunları biliyor. Bundan dolayı ben kendimden daha bilgili hocama uyuyorum.' Ona şöyle deriz: 'Alimler bir meselenin hükmü üzere ittifak etseler, onda şüphe etmeyiz ve o doğrudur. Yalnız uyduğun bazı meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Neden özellikle hocana uyuyorsun? Başka alimin daha bilgili ve görüşü daha güçlü olabilir.' Şayet 'Ben hocamın görüşünün doğru olup başkasının yanlış olduğunu bildiğim için ona uydum’ derse, ona 'Hocanın doğruyu bulduğunu, Kitab ve sünnetten veya icmadan bir delil ile mi bildin?' deriz. Evet derse o zaman o delile uymuştur, hocasına değil; ve delilini söylemesini isteriz. Şayet 'Hayır ona uyuyorum, çünkü o benden daha bilgilidir' derse o zaman ona deriz ki: 'Öyleyse hiç kimseyi tahsis etmeden herkese uysana. Senden daha bilgili nice insanlar vardır.' 'Hayır o bütün insanlardan daha bilgili olduğu için ben ona uyuyorum' derse ona 'öyleyse o sahabiden de daha mı bilgilidir?' deriz. Kuşkusuz bu asla doğru olmaz.
Şayet 'Ben sadece bazı sahabileri taklid ediyorum' derse, biz ona 'Neden sadece bazılarını taklid ediyorsun? Ya taklid etmediğin sahabiler daha bilgili ve onlardan daha üstün iseler?' Ki söz delilin güçülülüğü ile tercih edilmelidir, söyleyenin üstünlüğü ile değil. İmam Malik şöyle demiştir: 'Kişi her ne kadar faziletli olsa da söylediği her sözüne uyulmaz. Cenab-ı Allah mü'minleri överek şöyle demiştir: 'Onlar ki sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar..' [147] 'Hayır bilgimin az olması ve gücümün delilleri öğrenmeye yetmemesinden dolayı ben taklid ediyorum' derse, biz ona şu cevabı veririz: 'Başına bir olay gelip hükmünü bilmeyen ve gidip muteber ve güvendiği bir alimden olayın şer'î hükmünü öğrenip, ona uyan kişi kuşkusuz mazurdur ve mutlaka bu durumda bilen bir alime uymalıdır. Çünkü İslâm ümmeti gücü yetmediği için kör birisinin kıble hususunda başkasına uymasına cevaz vermiştir. Ancak bu nitelikte ve bu seviyede olan kimsenin Allah'ın dini olan şer'î meseleler hakkında fetva vermesi ve bu dayanıksız fetvasıyla haksız yere kan akıtması, namusla oynaması, insanları köleleştirmesi, insanların mal ve mülklerini ellerinden alıp hakkı olmayan birisine vermesi; dediğimiz gibi hiç dayanağını bilmediği, delilinin ne olduğunu araştırmadığı kimsenin sadece bir sözüyle bunları yapması caiz midir? Sadece alimîerin fer'î meselelerde verdikleri fetvaları ezberleyip ancak meselenin dayanağı olan şer'î delilleri bilmeden fetva vermesi caiz ise o zaman avam insanlarında fetva vermeleri caiz olur. Kuşkusuz bu cehalettir ve Kur'an'a muhalefettir. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: 'Bilmediğin birşeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi o (yaptığından) sorumludur'[148] 'Allah'a karşı bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?' [149] Ve alimler kati ve yakîni olmayan şeyin ilimden olmadığını, ancak zan olduğunu görüşbirliği ile söylemişlerdir. Cenab-ı Allah zan için şöyle buyurmuştur: 'Kuşkusuz zan gerçekten hiçbir şey kazandırmaz' [150] Resulullah (s.a.v.) ise 'Zandan sakının, kuşkusuz zan sözün yalanıdır' şeklinde, zanna tâbi olmaktan sakındırmıştır."
Sonra İbn Abdilber taklidi savunanları şiddetli bir şekilde eleştirerek sözlerini şöyle sürdürüyor: "Taklid ehli kendini bilimsellik ve bilgi ile nitelemesine rağmen, uydukları müctehidin sahih hadîse muhalif olan görüşlerini savunarak çelişkinin batağında olduklarını gösteriyorlar. Oysa selef ve ilim ehli böyle yapmamışlardır. Onlar kendilerine hadîs ulaştığı zaman hadîse muhalif sahabe görüşlerini terkedip hadîsi almışlardır. Bunun nice örneklerinden birkaç taneyi zikrediyoruz:
"Selef, Hz. Ömer'in 'Cünüb olan kişi su bulamadığı zaman teyemmüm almaz' sözünü Hz. Ammar'ın rivayet ettiği hadîs kendilerine ulaştığında terketmişlerdir. Hacda ihramı giyerken koku sürmekle ilgili sözünü Hz. Âişe'nin rivayet ettiği hadîs ile ve kıran ve ifrad şeklinde hac farizesini eda etmeye niyetlenen kimsenin temettü (umre ve hac farizesini beraber aynı ihramla eda etmek) şeklinde yapmasını meneden Hz. Ömer'in görüşünü kendilerine ulaşan sahih hadîslerle reddetmişlerdir. Ve cima ederken meninin akmadığı durumda yıkanmanın gerekmediğini söyleyen Hz. Ali, Osman, Talha, Ebu Eyyub ve Übeyy b. Ka'b'ın sözlerini; yıkanmasının gerektiğini belirten, Hz. Âişe'nin rivayet ettiği hadîs kendilerine ulaştığında reddettiler ve hadîse göre hüküm verdiler. Hamile olup kocası ölen kadının iddeti ile ilgili İbn Abbas'ın görüşünü kendilerine ulaşan Sabiata'nın rivayet ettiği hadîs ile reddettiler.
Müslüman kâfire varis olabilir' diyen Muaviye ve İbn Abbas'ın sözlerini, bunu meneden hadîslerle reddettiler. İbn Abbas'ın riba ve eşek etiyle ilgili sözlerini de reddetmişlerdir. Ve bunlara benzer daha nice olaylar..."
Peki, taklid ehli, uydukları imamları birer meşale olan bu sahabilerden daha mı üstün tutuyorlar ki, sahih hadîslere muhalif sözlerini reddetmiyorlar; ve en azından hocalarını sahabe konumuna sokup selefin sahih hadîse muhalif sahabe sözlerini reddettiği gibi, hocalarının da sahih hadîse muhalif sözlerini niye reddetmiyorlar?
Aslında taklid ehlinin bundan da daha şaşırtıcı tavırları vardır. Örneğin; uydukları müctehidin görüşüne muvafık bir hadîsi delil olarak gösteriyorlar, ama aynı hadîste belirtilen başka bir hüküm tâbi oldukları imamın görüşüne muhalif olduğu için hadîsin o bölümünü reddediyor veya kulakların da duymak istemediği bir şekilde, şaşırtıcı zayıf tevillerle gerçek mânâsından uzaklaştırıyorlar.
İkaz kitabında bu hususta çok sayıda örnekler sergilenmiştir. Örneğin: Resulullah bir hadîsi şerifinde aşireti olan Muttaliboğullarına hitab ederek şöyle buyurmuştur: "Ey Muttaliboğulları! Allah size insanların ellerinin kirli su artığını almayı yakıştırmaz." Zekat almaktan kinaye olan Resulullah'ın bu sözünü kullanılmış suyla abdestin alınamayacağına delil göstermişlerdir ve onların zekat almalarının caiz olduğunu söylemişlerdir. Oysa Resulullah Muttaliboğullarına yönelik bu sözleriyle zekat almamalarını kasdetmiştir.
Resulullah (s.a.v.) başka bir hadîsinde deniz suyu hakkında şöyle demiştir: "Onun suyu temizdir, içindeki hayvanlar ölü olsa da helaldir." Taklid ehli bu hadîse dayanarak alimlerin dedikleri gibi ölüp su üstüne çıkan balıklar suyu necis kılmaz demiş; sonra delil olarak gösterdikleri bu hadîse muhalefet ederek ölüp su üstüne çıkan balıkların yenmesi helal değildir, demişlerdir. Oysa hadîs açık ve net ibaresiyle, "Deniz balıklarının ölüsü de helaldir." şeklinde ifade etmektedir.
Resulullah'ın satmak istediği inek vb. bir hayvanı çok sütlü olduğunu göstermek için birkaç gün bekletip sütünü almamayı yasaklayan hadîsini, şartlı alışverişten vazgeçme şartının üç günü geçmemesine delil olarak göstermişlerdir. Oysa hadîs kesinlikle alışverişteki vazgeçme seçeneğine ve müddetinin ne kadar olmasına asla değinmemiştir. Ne şaşırtıcı birşeydir bu yaptıkları! Hadîsi delalet etmediği birşeye delil olarak gösteriyorlar, delalet ettiği şeyi ise reddediyorlar. Ve bunlara benzer daha nice örnekler vardır."
c. Başka alimler tarafından taklidi savunanlara karşı şöyle bir münazara sergilenmiştir. "Taklid edilmenin gerekliliğini savunanlara soruyoruz. Bu uymayı gerekli kıldığınız, sözlerini şer'î nasslar yerine koyduğunuz, hatta sözlerini şer'î nasslardan da üstün tuttuğunuz insanlar daha dünyaya gelmeden önce, insanlar hidayet üzere mi idiler, yoksa şaşırıp kalmış mı idiler? Kuşkusuz onlar hidayet ve doğru yol üzere idiler, yanıtı vermelidirler. Öyleyse, onların Kur'an ve sünnet ve sahabe sözlerinden başka, uydukları birşey var mıydı? Allah, Resulü ve sahabe sözünü herşeyden üstün tutup sadece onlara müracaat etmekten başka, falan müctehid veya başka diğer bir müctehidin sözünü ileri sürüp onlara müracaat ederler miydi? Doğru yol ve hidayet bu iken Cenab-ı Allah'ın dediği gibi: "Gerçekten sonra sapıklıktan başka ne var? Öyleyse nasıl (Haktan sapıklığa) yöneliyor sunuz?" [151] Şayet hasım ehl-i taklidden her fırkanın dediği gibi selefin misyonunu taşıyan ve metodlarıni izleyip yollarından giden uyduğumuz müctehiddir derse, ona şöyle deriz: Acaba bu hususta uyduğunuz müctehidden başka kimse var mıdır? Yoksa selefin misyonunu taşıyan, onların yolundan giden sadece ve sadece uyduğunuz müctehid midir? "Kuşkusuz bu meziyete ve özelliğe sahip olan sadece ve sadece uyduğumuz müctehiddir" derlerse, onlar akıl etmeyen hayvanlardan da daha sapıklıktadırlar. Şayet "Hayır selefin yolunu takip eden uyduğumuz müctehidden başka müctehidler de vardır" derlerse, onlara şöyle deriz: Öyleyse nasıl uyduğunuz müctehidin bütün söylediklerine uyuyor ve sizin imamınızdan daha bilgili ve daha üstün olabilen diğer müctehidlerin bütün sözlerini reddediyorsunuz? Öyle ki imamınızın hiçbir sözünü red ve diğer müctehidlerin hiçbir sözünü kabul etmiyorsunuz. Sanki hak sadece imamınıza hasrolunmuş ve yanlışlık ondan başkalarına indirgenmiştir. Bu yüzden imamınızın söylediği herşeyi desteklemekle ve ona muhalefet edenlerin her sözlerini reddetmekle görevlenmişsiniz ki, sizden başka ehl-i taklidin diğer fırkaları da size ve imamınıza aynı şekilde bakmaktadır.
d. Başka bir gurup alimler ehl-i taklide Allah katındaki sorumluluğu hatırlatarak şöyle bir münazarayı sergilemişlerdir: Sizler gerçekten yarın kıyamet gününde Cenab-ı Allah'ın huzurunda durarak kullarının can, mal ve namusuyla ilgili verdiğiniz hükümlerden ve verdiğiniz fetvalarla helal, haram ve vacib kıldığınız şeylerden sorulacağınıza inanıyor musunuz? İnanıyoruz, dediklerinde onlara şöyle deriz: Cenab-ı Allah "Size neye dayanarak böyle hüküm verdiniz?" diye sorarsa, cevabınız ne olacaktır? Şayet siz cevaben deseniz ki, "Biz Muhammed b. Hasen'in Ebu Hanife'den rivayet ettiği el-Asl kitabındaki görüşlere, Sahnun'un İbn Kasım'dan rivayet ettiği el-Müdevvene kitabındaki görüşlere ve Rebî'in rivayet ettiği el-Um kitabındaki görüşlere dayanarak bu helal ve haram kıldığımızı haram ve helal kıldık" derseniz ve Cenab-ı Hak 'Keşke bununla yetinerek bana ulaşsaydınız veya bunu yapabilseydiniz; kuşkusuz siz bu kitapları da arkada bırakarak son devir fakihlerinin delillerden soyutlanmış kısa metinlerine yönelmişsiniz. Bunu, Benim veya Resulümün emriyle mi yaptınız?" diye sorarsa, cevabınız ne olacaktır? 'Biz bunu Senin ve Resulünün emriyle yaptık" diye söyleyebilirseniz, kuşkusuz felaha erip kurtulursunuz. Hayır bu cevabı vermeye güç yetiremezseniz, "Hayır biz bunu ne Senin, ne Resulünün, ne de imamlarımızın emriyle yaptık" demekten başka cevabınız kalmaz.
Şayet deseniz ki, biz ile siz bu iki cevaptan birisini vermekte aynı değil miyiz? Evet aynıyız, deriz; fakat bizim verebileceğimiz cevap sizin cevabınızdan farklıdır. Biz Rabbimize şu cevabı veririz: "Ey Rabbimiz! Kuşkusuz biliyorsun ki biz hiç kimsenin sözlerini Senin ve Resulünün sözüne ölçü tutmadık. Bir meselede çekiştiğimiz zaman Sana ve Resulünden başka bir kimseye müracaat edip onların sözlerini Senin ve Resulünün sözlerine tercih etmedik ve bunu yapacak kadar Senden başka kimseden korkumuz da yoktur. Biz hayatımızın her koşullarında kitabını ve bize ulaşan Resulünün hadîslerini ve Resulün olan Hz. Muhammed'in ashabından bize ulaşan sözlerini takip ettik. Senin yolunu tutmaya gayret ettik. Şayet bundan kaymışsak, o bizim bir hatamızdır, kasıtlı olarak kaymış değiliz. Allah, Resulü ve mü'minlerden başka hiç kimseyi dost edinmedik. Dinimizden ayrılmadık. Mü'minleri fırkalara bölüp birliklerini bozmadık. Resulünün sünnetine ulaşmak için imamlarımızı vasıta ve araç kıldık. Resulünden rivayet ettikleri hadîsleri onlardan Senin ve Resulünün emriyle kabul ettik. Sana ve Resulüne karşı boynumuz büküktür, emirlerinizi yerine getirmeye daima hazırız. Biz imamlarımızı sadece onların sözlerine müracaat ederek, sözlerini savunup onlara göre dostluk kurup düşmanlık beslemek suretiyle ilah ve rab edinmedik. Her ne kadar onlar Seni ve Resulünü bizden daha iyi biliyorlarsa da, onların sözlerini Kitabına arzettik, karşılaştırdık, Kitabına ve Resulünün sünnetine uyari sözlerini kabul ettik, uymayanı reddettik."
İşte kıyamet gününde Rabbimize olan cevabımız bu olacaktır. Allah'ın hatırı için söyleyin ey taklidi savunanlar! Siz böyle misiniz ki, herşeyi bilen, bâtıla, yalana -hâşâ ve asla- kanmayan Allah'a bu cevabı vermeye güç yetiresiniz?
e. Konumuzu bu sert münazaraya yer vererek bitirmeye çalışacağız. Bazı alimler taklidi savunanlara hitaben şöyle demişlerdir: Ey taklid etmenin gerekliliğini savunan fırkalar! Siz baştan sona kadar bütün sahabileri, tabiîni ve uyduğunuz alim hariç İslâm ümmetinin bütün alimlerini; sözlerine asla itibar edilmez, görüşleri ele alınmaz, fetvalarından hiç istifade edilmez konuma getirmişsiniz. Ele aldığınız takdirde de uyduğunuz imama muhalif sözlerini var olan düşünce ve fikrinizi sarfederek reddetmek için alıyorsunuz. Ancak, uyduğunuz imamın bir görüşü Allah ve Resulünün bir nassına muhalif olduğu zaman ise imamınızı haklı çıkartmak için nassı gerçek mânâsından zorlatma ve hilelerle çıkartmaya çalışıyorsunuz. Nedir bu hal? Ey Allahım! Bu ümmetten, dînini Kitabını ve Resulünün sünnetini muhafaza etmen için sana yalvarıyoruz ve dinini üstün kılacak, düşmanlara karşı savunacak ve nerdeyse iman tohumunu kalblerden çıkartacak, dininin esaslarını yok edecek bu bid'atları kaldıracak, bu ümmetten insanlar gruplar eyle. Ey Rabbim, onları muvaffak kıl.
Sahabe, tabiîn ve İslâm ümmetinin alimlerini hiç kale almayıp fetvalarına asla iltifat etmemekten daha büyük hakaret, saygısızlık ve edepsizlik var mıdır? İşte onlar o uyduklarını sandıkları müctehidi Allah, Resulü ve mü'minlerden başka dost edinmiştir. Allame Fulanî bu tartışmalarda naklettiğimiz ehl-i taklide yönelik sorular ve cevaplan, altmışa kadar saymıştır. Ancak biz bu zikrettiklerimizle yetiniyoruz. Çünkü şairin dediği gibi:
Yeter akledene tek bir işaret
Akletmeyen ise yüksek sesle çağırılır. [152]
[147] Zümer: 39/18.
[148] İsra: 17/36.
[149] A'raf: 7/28.
[150] Yunus: 10/36.
[151] Yunus: 10/32.
[152] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 147-155.