hafiza aise
Fri 29 April 2011, 11:21 am GMT +0200
Efendimiz'in Sebatı
Ortalığın mahşer meydanına döndüğü bu sırada Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), yerinden bir adım oynamamış, düşmana karşı olduğu yerde sabit kalmıştı. Mekke müşriklerine en yakın yerde O (sallallahu aleyhi ve sellem) duruyor ve üzerine doğru gelenlere ok atıyordu, Hatta bu esnada yayının kirişi kırılmıştı. Yanında, çok az insan kalmıştı.F' O gün Efendimiz'in yanından ayrılmayan bu insanlar, yüzlerini yüzüne siper edeceklerini söylüyor ve canlarını Efendimiz' e kurban edeceklerini haykınyorlardı.
Allah Resülü telaştan sağa sola koşturmakta olanları görünce onlara:
- Ey filan! Bana doğru gel; Ben Resülullah'ım, diye sesleniyor ve böylelikle, dağılmaya yüz tutan askerleri yeniden toplamak istiyordu.
Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ortada kalakalmıştı; etrafındaki yeni toparlanmayı sezen müşrikler, bulunduğu yeri ok yağmuruna tutmuşlardı.
Bir aralıkAbdullah İbn Şihôb'u: sesi duyuldu:
- Bana Muhammed'i gösterin, diyordu. Şayet bugün O kurtulursa beni ölmüş bilin!
Bunu söylerken hemen yanı başındaydı; Allah Resülü'ne olan kinini kusup O'nu öldürmek istiyordu ama bir türlü göremiyordu. Onun bu halini gören Sofoiuı İbn Ümeyye, yanı başındaki insanı göremediği için Abdullah İbn Şihab'ı azarlayıp tartaklayacaktı.
Aslında bu, sadece Abdullah İbn Şihab'a has bir drum değildi.
Onunla birlikte dört arkadaşı da aynı durumdan muzdaripti; Efendimiz'i mutlaka öldürme konusunda ittifak edip sözleşmişler, buna rağmen o gün hiçbiri buna muvaffak olamamıştı.
O gün, Hz. Ali, Zübeyr İbn Avvam, Talha İbn Vbeydullah, EbU Diicône, Hôris İbn Samme, Hubôb İbn Miaızir, Asım İbn sabit ve Sehl İbn Huneyf gibi insanlar vardı ve takdir-i ilahi olarak bunların hepsi de Uhud'dan sağ salim geri dönmüşlerdi. Ölümü istihkar ederek Uhud'un kaderini değiştiren bu insanlar, kendilerinden sonra gelenlere "En olmadık problemlerinizi çözmeyi düşünüyorsamz,
113 Bu sayı, bazı rivayetlerde on beş, bazılannda ise otuzdur.
bizim gibi bir niyet ve faaliyet içinde olmalısınzz." mesajı veriyorlardı. Zaten ecel, insanlara gizli olsa da kader planında belliydi ve onda herhangi bir değişiklik söz konusu olmazdı. "Öleceğim" endişesiyle savaş gibi riskli ortamlardan kaçan nice insanın, hiç beklenmedik şekilde öldüğünü veya cephenin en önünde olduğu halde, başına herhangi bir şey gelmeden sağ salim evine geri döndüğünün örnekleri hiç de az değildi.
Ebu Talha, çok iyi ok atanlardan biriydi ve o gün de bu işi yaparken elinde üç tane yay parçalanacaktı. Bir taraftan düşmanların üzerine ok atarken diğer yandan Resfılullah'ı korumaya çalışıyordu. Hatta bir aralık Efendimiz'in meydana çıktığını görmüş ve alttan alarak:
- Ey Allah'ın Nebi'si, demişti. Anam babam Sana feda olsun! Bu kadar açığa çıkma; çünkü bunlar, Seni hedefleyip ok atarlar. Canım Sana kurban olsun!
Bir aralık Hz. Ali, Efendimiz'den ayrı kalmış ve O'nun hayatından endişelenmeye başlamıştı. Bu arada gözden kaybolan Allah Resülü'nii bulabilmek için Uhud meydanında koşturup duruyor ve bir türlü bulamıyordu. Binbir endişeyle ölülerin arasına bakmayı da ihmal etmemiş ama orada da bulamamıştı. Kendi kendine şöyle söyleniyordu:
- Vallahi de Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) savaş meydanından gitmiş olamaz; ama ben şimdi O'nu burada da göremiyorum. Belli ki Allah (celle celaluhü), yapmamız gerekenlerden dolayı bize gadabıyla tecelli ediyor ve demek ki N ebi-yi Ekrem'ini aramızdan çekip aldı. Öyleyse bugün bana düşen, O'nun davası uğrunda savaşıp şehit olmak ve böylelikle yine O'na kavuşmak!
Arkasından da kılıcının kınını kırdı ve müşriklerin arasına dalıverdi. Onun geldiğini gören müşrikler, korkulanndan geliş yollarından kaçıyor ve kenara çekiliyorlardı. İki tarafa kaçışan kalabalıklann arasından açılan yolda ilerleyen Hz. Ali, safların arka tarafında Allah Resülü'yle karşı karşıya geliverdi.
Düşman saflanndan gelen ok yağmurlanna bedenlerini siper edip de oklann Resülullah'a ulaşmasına engelolanlar vardı; adeta etrafında etten bir kale oluşturmuşlardı. Efendimiz'in üzerine gelen bir oka elini uzatan Hz. Talha İbn Ubeydullah'ın iki parmağı ko-
pacaktı. Resülullah için iki parmağı feda etmenin ne önemi vardı? Onlar, dünya ve ukbalarını bütünüyle O'nun için ortaya koyma yarışına girmişlerdi. İki parmak gitmiş olsa bile Allah Resülü'nü hedefleyen okun yön değiştirmiş olması onlar için her şeyden önemliydi.
Müşriklerin yaklaştığı bir sırada Efendimiz: - Bunlara kim karşı koyacak, diye seslendi. Yükselen ses, Hz. Talha'nın sesiydi:
- Ben ya Resülullahl
Belli ki O'nun bulunduğu yerin stratejik önemi vardı ve Resül-ü Kibriya Efendimiz:
- Sen olduğun yerde kal, buyurdu. Hemen oracıkta Ensar'dan bir başka sahabi seslendi:
- Ben ya Resülullah!
- Peki sen gel, dedi Allah Resüliı (sallallahu aleyhi ve sellem) ve hak-
kını vererek savaştı Ensar. .. Nihayet çok geçmeden de şehit düştü. Çok geçmemişti ki, yeniden bir müşrik grup çoraklanmıştı. Efendimiz'in etrafına Nebevi ses yine yankılandı Uhud meydanında:
- Bunlara kim karşı koyacak?
- Ben ya Resülullah, diyen yine Hz. Talha idi. Yine aynı ses yan-
kılanıyordu:
- Sen yerinde kaL.
Bu sefer bir başka Ensar'ın sesi yükseldi: - Ben ya Resülullah!
- Peki sen gel, dedi Allah'ın Resülü,
Hemen arkasından savaşa dalan Ensar da, önceki arkadaşı gibi savaşın hakkını veriyordu ki çok geçmeden şehit düştü.
Aynı durum, Efendimiz'in (sallallahu aIeyhi ve sellem) yanında sadece Talha İbn Ubeydullah kalıncaya kadar devam etti. Benzeri bir durum tekrar zuhur edince Efendiler Efendisi yeniden seslendi:
- Bunlara kim karşı koyacak?
Herkesten önce:
- Ben ya Resülulah, diyen yine Hz. Talha idi. Bu arada elinden yara almış ve parmakları da kopmuştu. Üzerinde ayrı bir telaş vardı; çok sinirlenmişti; şayet bir kusuru olur da Allah'ın Resülü'ne bir şeyolursa nasıl dayanırdı? Onun için bir taraftan kendini topar-
layıp Efendimiz'i müdafaaya koşuyor, diğer yandan da müşriklere söz yetiştiriyordul'vt
Elbette Efendimiz'in etrafında etten kale olanlar, sadece Hz.
Talha'dan ibaret değildi. O gün, Resülullah'ın ashabından bir kısmı şehit düşmüş ve neredeyse yara almayan da kalmamıştı. EbU Diicôiıe, bedenini Resülullah'a karşı siper etmiş ve gelen oklara bizzat kendisi hedef olmuştu. Abdurrahman İbn Avf da o gün, yirmiden fazla kılıç yarası almıştı ve o günden sonraki hayatını aksayarak devam ettirecekti.
Sa' d İbn Ebi Vakkas, şehadet arzusuyla müşriklerin arasına dalmış savaşırken bir aralık gözü, müşriklerin hücum üstüne hücum ettikleri yüzü kırmızımtırak birine takılmış, ancak uzaktan kim olduğunu görememişti. Yakınında bulunan Mikdad İbn Esved'e bu şahsın kim olduğunu sordu.
- Ey Sa'd, dedi Hz. Mikdad, O, Resülullah ve seni yanına çağırıyor!
Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çağırır da sahabe yanına gitmez miydi? Hemen bir çırpı da huzura koşuverdi. Onun gelişini görünce Allah Resülii, Hz. Sa'd'ı yanına oturttu ve müşriklere ok atmasını söyledi. Eline yayını alan ve düşman üzerine ok atmaya başlayan Hz. Sa'd, bir taraftan da:
- Allah'ım, diyordu. Bunlar Senin okların ve bunlarla Sen, düşmanını perişan et!
Bunu duyan Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellem), bir taraftan sadağından ok alıp onları düşmana atması için Hz. Sa'd'a veriyor, diğer yandan da onun bu duyarlılığı karşısında şöyle dua ediyordu: - Allah'ım! Sen Sa'd'ın duasını kabul et! Allah'ım! Sen Sa'd'ın atışlarına isabet ihsan eyle! At ki, anam-babam sana feda olsun ey Sa'd!
O kadar ki Hz. Sa' d, düşmana attığı okun aynısının biraz sonra
114 O'nun bu telaşını görüp sözlerini duyan Efendimiz (s.a.s.), böyle bir durumda bile dengenin bozulmaması gerektiğini ima edecek ve şunları söyleyecekti:
- Şayet, 'Bismıllah' demiş olsaydın; seni melekler semaya kaldıracak ve insanlar da öylece bakakalacaklar; sen de, daha dünyada iken, Allah'ın senin için hazırladığı köşkünü görecektin. Bkz. İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, 3/217; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, 1/116 (214)
Resülullah'ırı eliyle yine kendisine verildiğini görüyor ve böylelikle sadağındaki sayılı okların nasıl bir berekete mazhar olduğuna şahit oluyordu.