- Efendimiz’in (s.a.v) ramazan müjdeleri

Adsense kodları


Efendimiz’in (s.a.v) ramazan müjdeleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 15 April 2012, 11:23 am GMT +0200
Efendimiz’in (s.a.v) ramazan müjdeleri

Eylül 2007 24.SAYI


Efendimiz (s.a.v) “Kullar, Ramazan ayında ne kadar fazilet ve hayrın olduğunu bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını temenni ederlerdi” sözleriyle ümmetin ayı olan Ramazan’daki rahmet ve berekete ilişkin müjdeler verir. Daha önce hiçbir ümmete verilmemiş sadece bu aya özel ikram edilen bu nimetlerden beş tanesi yine Efendimiz (s.a.v) tarafından şöyle belirtilir: “Oruç tutanların ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha kıymetlidir. Balıklar bile oruç tutanlar için gece gündüz Allah’tan af diler. Cenab-ı Hak, cenneti her gün süsletip; ‘Salih kullarımın dünya yorgunluğundan kurtularak sana gelmeleri yakınlaşır’ buyurur. Bu ayın sonuna kadar şeytanlar zincire vurulur. Ramazan’ın son gecesinde salihlerin hepsi affedilir…” (Heysemi, Mecmau’z-Zevaid) Allah Rasulü’nün bu güzel müjdelerini bu yılki Ramazan ayında her an akılda tutmaya gayret etmemiz dileğiyle...

Efendimiz (s.a.v) ramazan ayında çok daha cömert olurdu

Allah Teala cömerttir ve cömertleri sever. Allah katında cömert bir cahil, cimri abidden daha sevimlidir. İnsanların en cömerdi ve hayırlısı hiç şüphesiz Peygamber Efendimiz’di (s.a.v). İbn-i Abbas (r.a) diyor ki: “Rasul-i Ekrem (s.a.v) insanların en cömerdiydi. En cömert olduğu zaman da, Cebrail (a.s) ile çokça bir arada olduğu, her gece karşılıklı Kur’an okuduğu Ramazan ayıydı. İşte bu sebeple Rasulullah (s.a.v) hayırda, sürekli esen rüzgardan daha cömertti.” (Ahmed, Müsned)

Fakirin de ramazan sofrası herkese açıktı

Yirminci yüzyılın ünlü hanım yazarlarından Samiha Ayverdi’nin kaleme aldığı eserlerde dönemine ait İstanbul Ramazan’larının ele alındığı bölümleri okuyunca, insan bir masal ülkesinden bahsediliyor hissine kapılıyor. Samiha Ayverdi bakın o zamanların herkese açık Ramazan sofralarını nasıl tasvir ediyor:

“Ramazan’da zengin, orta halli ya da fakir de olsa herkesin sofrası insanlara açıktı. Akraba ve yakın dostlar arasında, davetsiz iftara gitmek bir saygı ve nezaket kaidesi idi. Buna mukabil akrabalık, ahbaplık ve komşuluk münasebetleri uyarınca yapılan iftar davetleri alaka, itibar ve saygının bir nişanesi demekti. Onun için bir yandan eşi dostu, hısımı, akrabayı ağırlamak, bir yandan fakiri fukarayı kollamak için kurulurdu iftar sofraları. Kadir Gecesi’ne kadar devam eder ve böylece otuz gün İstanbullunun kapısı açık bulunurdu. Ramazan ayında İstanbul’un hemen her konağının bir köşesi, bir çeşit mescit halini alırdı. Otuz gün teravih kıldırmak üzere güzel sesli bir imam tutulur ve konak halkıyla birlikte civardan isteyen herkes konaklardaki bu mescitlere gelirdi.” (Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı)

İnsan için yaratılan bir nurdur “akıl”

Akıl, Allah’ın insan fıtratı için özel olarak yarattığı bir nur, akıllı kimse ise bu nurun aydınlığında hakikati görerek dünya hayatını İslam dinine uygun hale getirip Allah’a teslimiyet gösterebilendir. Arifler aklı üç kısma ayırırlar. “Akl-ı maaş” nefsin hüküm sürdüğü sadece yeme-içme ve dünyevi işler için kullanılan akıl. İnsanlar akl-ı maaşlarını kullanarak dünyalık nimetleri kazanır. “Akl-ı maad” ise dinin emir ve yasaklarına riayete ve ahireti kazandırmaya sevk eder. Kemale erdiren “akl-ı küll” ise kamil akla denir. Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki halifesi kamil insanlarda yer alan akıldır bu. İnsan, kendi yaradılış gayesini kavrayan, buna uygun hareket ederek Mevla’nın rızasını kazanmış mürşid-i kamillerin manevi terbiyeleri ile kamil akla ulaşabilir.

Hak dostlarıyla bir arada olmak

Hazreti Mevlana, Allah dostları ve onların tam zıddı katı kalpli insanları şöyle tasvir eder: “Hak dostu bir insan ile kısa bir an aynı mekanda bulunmak bir ömre bedeldir. Ondan düşen bir kıl dahi olsa kıymetli bir madene bedel sayılır. Fakat Hak dostlarının zıddı öyle katı kalpli insanlar da vardır ki onlarla bir arada bulunmak ve konuşabilmek şöyle dursun, onları görmemek ve uzak durmak cihan mülküne bedeldir.”

Hamdetmek şükretmekten daha kıymetli


İmam Rabbani Hazretleri, hamd ve şükrü şu şekilde açıklıyor: “Sevilenin her şeyi, sevenin gözünde her zaman sevgilidir. İncitirse de iyilik ederse de sevilir. İncitmesinde de iyiliğinde de sevgi değişmez. Sevdiğinin hiçbir hareketi ona çirkin gelmez. Sıkıntılı ve neşeli zamanlarında hep hamdeder. Hamdederken nimetler de elemler de sevilir. Çünkü, Allah Teala’nın verdiği elem, nimeti gibi güzeldir. Hamd devamlıdır mutlulukta da sıkıntıda da. Şükür ise nimete erdirildiğinde olur. Nimet kalmayınca, ihsan bitince şükür de kalmaz. Bu sebeple, yüce Allah’a hamdetmek, şükretmekten daha kıymetli sayılır.”

En feci hastalık kalbin gafil olması

Kemale ermiş bir kişi, bu dünya hayatına herkesin ve her şeyin fani olduğunu hatırından çıkarmaz. Hayret makamında Rabbi ile daim beraberdir. Hz. İsa (a.s) ile hasta bir kişi arasında geçen şu kıssa Allah nezdinde kamil bir insanın derecesine güzel bir örnek.

Rivayete göre Hz. İsa (a.s), teninde alacalar bulunan ve iki şakağı çökmüş birine rastlar. Bu kişi kendi hastalığına aldırmayarak: “Ya Rabbi! Sana sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, yarattıklarının pek çoğunu müptela kıldığın dertten beni kurtardın” der. Hz. İsa (a.s), onun manevi anlayış ve kemalini yoklamak niyetiyle, “Ey kişi! Allah’ın senden giderdiği hangi dert var ki?” der. Hasta şöyle cevap verir: “Ey İsa! En feci hastalık ve bela kalbin Allah’tan gafil ve mahrum olmasıdır. Şükürler olsun ki Allah Teala beni bundan muhafaza buyurdu. Zira ben, Rabbim’in kalbime verdiği marifetullah lezzeti ve neşesi içindeyim. Onun dışındaki dünya nimetlerini görmüyor ve hissetmiyorum...”

Efser BERİN