hafiza aise
Sun 1 May 2011, 05:39 pm GMT +0200
Efendimiz Farkı
o ne büyük merhametti ki, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi lider ve önderlerini Bedir'de bırakıp da kaçan Kureyş adına, savaş meydanında bulunan cansız bedenlerin gömülmesini emredecek ve kendileri de, bizzat bu işe mübaşeret edecekti. Kureyş efendilerinden yirmi dört kişinin gömülmesini bizzat Efendimiz emretmişti.
Utbe İbn Rebia'yı gömerken, yanında bulunan ve Utbe'nin de oğlu olan Ebu Huzeyfe'ye bakıyor ve yüzündeki ifadelerden ruhunda kopan fırtınaları anlamaya çalışıyordu. Yüzünün rengi gitmiş, ve mahzun Ebu Huzeyfe, belli ki imansız giden babasına yanıyordu. Onun mahzun halini görünce dayanamayıp yanına yaklaştı ve üzgün Ebu Huzeyfe'nin başını şefkatle sıvazlayıp:
- Herhalde, babanın içinde bulunduğu durum sebebiyle gam ve keder içindesin, buyurdular.
- Hayır, diye tepki verdi Ebu Huzeyfe. ValIahi de ne babam ne de onun yerde serilip uzanması beni üzüyor; beni esas üzen şey, babamın bu duruma düşmeyecek kadar yumuşak tabiatlı, akıl sahibi ve faziletli oluşuydu. Onun bu hali bana umut veriyor ve ben de, gün gelip İslam'a yakınlaşacağını umuyordum. Tam, onun için bunları umup teslim olacağı günün hayalleriyle düşüp kalkarken onu bu halde ölmüş görünce içime bir hüzün çöktü ve ben de mahzun oldum!
Gerçekten de, üzüntü duyulacak bir durumdu ve onu bu üzüntüden kurtarması için ALLAH Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem), ellerini açıp Rabbine dua edecek, böylelikle Ebu Huzeyfe'nin acısını paylaşmış olacaktı.
Bugüne kadar adım adım kendisini takip edip de hep küfür kusan can düşmanı Ebu Cehil'i bile toprağa O (sallallahu aleyhi ve sellem) gömecekti. Hatta onu gömerken:
- Şayet Ebu Talib bugün yaşıyor olsaydı, kılıçlarımızın onların başlarına nasıl indiğini de görüyor olacaktı, buyurdu. Çünkü Ebu Talib, Ebu Cehil ve avanesinin gemi azıya alıp da Efendimiz'e saldırdıkları o Mekke yıllarında uzun bir şiir okumuş ve bu şiirinde, "bugünkü zalimler yarın, başlarına ne türlü kılıçların indiğini görecekler" diye temennide bulunmuştu.
Artık sonuç belli olmuş ve sayılan az olmasına rağmen Müslümanlar Bedir'de büyük bir zafer kazanmışlardı. Bu durum, bazı insanlar açısından ölçünün kaçınlmasına sebep olup dengeyi tutturmada zaaf izhar etmelerini netice verebilirdi. Zira gelişmeleri şahıslara bağlama, hemen her zafer döneminin belirgin yanılgısı olmaya aday kayma noktalarının başında geliyordu. İşte, böyle bir yanlışlığa meydan vermemek için yine Cibril gelmiş, Efendimiz' e şu beyanlan ulaştırıyordu:
- Onları Siz değil, gerçekte öldüren ALLAH'tır; elinde tutup da attıklarını attığın zaman da onlan Sen değil ALLAH atmıştı. Bütün bunları, mü'minleri güzel bir şekilde imtihan etmek için yaptı. Çünkü O, her şeyi işitip bilen bir Semi' ve bilgisiyle her şeyi kuşatan bir Alim'dir.?'
Çok geçmeden Cibril-i Emin yine gelecek ve şu beyanlarla mü'minlere işin gerçek yönünü anlatacaktı:
- Sizler, azınlıkta olduğunuz bir sırada ALLAH, Bedir'de size yardım etti. Öyleyse sizler, O'nun çizdiği takva sınırları içinden şaşmayın ki şükrünüzü eda edebilesiniz. Hani o vakit Sen mii'minlere:
"Rabbinizin indirdiqi üç bin melek ile size imdad edip yardım göndertnesi yetmez mi?" diyordun. Evet, eğer sabreder ve itaatsizlikten sakınırsanız, düşmanlarınız hemen üzerinize geliverse bile Rabbiniz, formalı formalı tam beş bin melek göndererek size yardım edecektir. Şüphesiz ki ALLAH bu imdadı, sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı. Zaten nusret ve zafer, ancak mutlak galib, tam hüküm ve hikmet sahibi, Aziz ve Hakim olan ALLAH tarafından gelir.62