- Edebiyat Bahisleri: 4 Întikad 1 Mart 1328-1912

Adsense kodları


Edebiyat Bahisleri: 4 Întikad 1 Mart 1328-1912

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Wed 15 September 2010, 12:44 pm GMT +0200
Edebiyat Bahisleri: 4 Întikad 1 Mart 1328-1912


întikad, muaheze demek değildir. Bir eser-i edebiyi dikkatle okuyarak iyi yerlerini, fena yerlerini ayırmak demektir. Bunu tenkid suretinde kullanmak yanlıştır,

întikad, nakid maddesinden geliyor, Nakkad, yani sarraf meskûnâtin kalıplarını, siliklerini, eksiklerini, hülâsa bir suretle tedavül hassasından mahrum olanlarını iyice seçerek “şunlar geçmez; ötekiler geçer.” dediği gibi kendisinde intikad salâhiyetini gören edip de eline aldığı eserin her parçasını, hatta her kelimesini ayrı ayrı tartıp şunlarm revacı vardır, şunların yoktur, hükmünü verir. Doğru bir intikad için her şeyden evvel sağlam bir kafa ile sağlam bir yürek lâzımdır. Bunların ikisini birden kendisinde cem edebilmiş olan müntekidin, vereceği hükümler bir dereceye kadar hakikata yaklaşabilir. Çünkü taraftarlık etmez; hissiyatına kapılmaz.

Şimdi, sağlam kafanın nasıl olacağını bir az söylemeliyiz. Bir eseri hakkiyle anlamak, hele bir şiirin zevkine varmak, yalnız terbiye-i ilmiye sayesinde büyümüş her beynin kârı değildir. Şiir ile ayrıca meşgul olmuş, yani bir çok manzum parçalar okumuş olmak lâzımdır.

Fünunu hazıra arasında edebiyat gibi hiç biri yoktur ki; daire-i feyzi bu kadar geniş olsun; umumu bu derecelerde müstefid etsin de sonra hakkiyle takdiri, temyizi pek mahdut şahıslara münhasır kalsın.

Bizde şimdiye kadar sözüne itimad olunur bir müntakid çıkmamıştır, diyecek olursak intikadın ne ehemmiyetli, ne azametli bir iş olduğu anlaşılır.

Edebiyatta intikadın zorluğu en ziyade şundan ileri geliyor ki asar-ı edebiyenin muhtelif nokta-ı nazarlara göre meziyetlerini yahut noksanlarını tayin için, her ne kadar bir çok nazariye, bir sürü kaide ileri sürülmüş ise de, her zaman o kaidelerle, o nazariyelerle bir eserin iyiliğine, yahut fenalığına hükmolunmaz. Hü-

küm nihayet zevk-i selimden ibaret kalır. Pek âlâ! Kendisini zevki selim sahibi görmeyen kaç kişi tasavvur edebilirsiniz?

Sair fenler böyle değildir. Evet, meselâ riyaziyata, yahut tabiiyata ait bir eserin doğru olup olmadığı, o fenlere ait esaslarla kat´î surette isbat edilebilir. Edebî eserlerde ise hasmınızı susturacak deliller, katı deliller getiremezsiniz. Sizin sehli münteni bulduğunuz bir şiire başkası çıkar, adî söz der; ötekinin gayet tabii gördüğü bir tasviri karşısındaki bayağılıkla itham eder. Meselâ işitilmemiş bir hayal, bir fikir halkın bir kısmı tarafından hayretlerle, takdirlerle karşılanırken, diğer kısmı nazarında garabetle mahkûm olur. İnsan insafı bırakır, müşkülpesentliği ele alırsa hiç bir sözü beğenmemek onun için işten bile değildir.

Bizde evvelce intikadın kendi şöyle dursun, ismi bile yoktu. Nefsinin Veysî hakkındaki kıt´aları Sürûrî ile Vehbî arasında geçen ağız dalaşları gibidir; Şeyh Galip tarafından Nâbi´nin Hayirâ-bâdına ait olarak yürütülen mülâhazalar da intikaddan ziyade hü­cumdur. Kani iyi bir müntakid olacakmış, yapmamış, ilk intikadı. Telif olarak Kemalin (Tahrib)i ile (Takib)ini kabul etmek zaruridir. Yalnız şurasını söylemeliyiz ki Ziya paşa merhumun Harâbât´i-nı intikad maksadiyle yazılan bu iki eser pek çok sağlam mülâha­zatı havi olmakla beraber asla bîtarafâne yazılmış değildir. Kemal bey infialine mağlup olarak bir çok haksızlıklar da yapmıştır. Bununla beraber nazım ile şiirin henüz ayrılamayıp bir zannedildiği; hangi söze şiir denilebileceği, çokları tarafından kesdirilemediği bir zamanda yazılan o eski eseri muahezede de ileri gitmek doğru ola­maz. Bizde Kemal bey kadar malûmat-ı edebiyesi geniş bir edip yoktur. Arap, acem, Türk edebiyatım hakkiyle bildiği gibi garp edebiyatına da lüzumu kadar vakıf idi. Lâkin ne merhumun bu derecelerdeki ihata-i edebiyesi, ne de-üç beş garezgâr ile beş on kopuk istisna edildiği takdirde-herkesin müsellemi olan dehayı fıtrîsi, onun iyi bir müntakid olmasma el vermezdi. Zira son derecede hissiyatçı, son derecede infialâtına mahkûm idi.

Vakıa Naci merhum da müntakidlik ederdi. Lâkin Nacinin mütaleat-ı intikadiyesi sırf lisana, nazma aitti, denilebilir. Merhumun mesleğine göre vezni düzgün, elfazı ahenkli, heyet-i ummumiyesi lisanın şivesine uygun bir nazım en birinci şiir idi. Şunu da söyleyelim ki; Naci´nin intikadlarmdan lisan istifade etmiştir, halâ etmektedir. Merhuma söğenler, lâkin düzgün bir ağızla söğenler dillerini, Naci sayesinde okadar kıvrak bir hale getirebilmişlerdir!

Ustad Ekrem´in intikad yollu eserlerinden şiirimiz cidden büyük büyük istifadelere mazhar olmuştur. Yazık ki; o yazıların devamını göremedik. Evet, Naci lâfza, nazıma; Üstad ise manaya, şiire çok hizmetler etmiştir.

Bir zamanlar Servet-i Fünun risalesinde de intikadlar görülürdü. Lâkin methi mütekabil esası üzerine yürütülen o mütâleâ-lar, tabii tarafgirlikten âzâde değildi.

Bir şair her eserinde şair olamaz; yani insanın her yazdığı eser şiir derecesine çıkamaz. En büyük şairlerin öyle yaveleri olur ki en küçük şairden sudur edemez. Bunun gibi herze söylemekle iştihar edenlerin ara sıra öyle sözleri görülür ki şahıslarına verilmez. Onun için hakkında hüküm, vereceğiniz eseri, sahibine ait olmak üzre taşıdığınız fikirden tecerrüd etmeden okursanız daima yanılırsınız.

Şarkm iki büyük, iki hakîn şairi olan Sadi ile Mütenebbî´den evvelkisi:

“Ayıp arayan göz, hüner görmez.” diyor; ikincisi de; “Riza gözü bütün kusurlara karşı kör olur; nasıl ki gazep gözü olanca fenalıkları bulur bulur çıkarır.” hükmünü veriyor. Bunlar pek doğru sözlerdir, insan bir eseri herçebadabad beğenmek niyetiyle okursa daima iyi taraflarını görür; bilâkis beğenmemek için mütalea ederse, nazarına hiç güzel yerleri isabet etmez, yalnız nakışlan rast gelir. Onun için müntakide her şeyden evvel hissiyatı hususiyeye kapılmayacak sağlam yürek lâzım.

Her eser kendi vadisinde tetkik edilir; hepsi de mevzuuna, sonra, o mevzudan çıkarılmak istenen neticeye göre intikad olunur. Muhtelif eserler hakkında ayni nokta-i nazar muhafaza olunamaz. Ayrı ayrı mevzuların belâgati ayrı ayrı olmak pek tabii ol­duğu gibi çok defalar fesahatleri bile bagka başkadır, Bunlar kavaidi edebiyeyi şaşırtacak, hükümden sakıt bir hale getirecek noktalardır. Daha doğrusu edebiyattaki düsturların pek çoğu hukuku düvel kaideleri gibidir: Yalnız, zavallı yazıcılar hakkında tatbik olunur. Yoksa kalemine güvenen, o kaideyi yırtıp öte tarafına geçer de kimse sesini bile çıkaramaz! [60]