armi
Sat 20 June 2009, 09:53 am GMT +0200
Mısır'ın büyük velîlerinden. Babasının ismi Şâbân, dedesinin ismi ise Tayyib'dir. Künyesi Ebüssü'ûd olup, asıl ismi kaynaklarda zikredilmemektedir. Bâzin denilen yerde doğduğu için "Bâzinî" nisbeti ile tanınırdı. Ayrıca el-Irâkî el-Mısrî nisbetleri de vardır. Bâzin, Irak ile Cezîre arasında bir beldenin adıdır. Buraya Vâsıt da denir. Dedesi buralı olup, kendisi Mısır'a yerleşti. Birçok kimse kendisinin sohbetlerine devâm edip yetişti. 1246 (H.644) senesi Şevvâl ayının dokuzuncu günü Kâhire'de vefât etti. Aynı gün Maktam Dağının eteğine defnedildi.
Mısır'ın büyük âlimleri ve evliyâsı arasında yer alan Ebüssü'ûd el-Bâzinî hazretleri, küçük yaşta kerâmetleri görülen bir zâttı. Öyle ki, daha beşikte iken oruç tutardı. Ramazan ayında gündüzleri, imsaktan (sahurdan) iftâr vaktine kadar hiçbir şey yiyip içmez, ana sütü emmezdi.
Zamânın devlet başkanı olan halîfe bile kendisini sık sık ziyârete gelir, sohbetlerinden istifâde ederdi. İmâm-ı Şârânî'nin hocalarından Dâvûd-i Magribî, Şerâfeddîn, Hızır-ül-Kürdî ve sayısı belli olmayan daha nice âlimler, kendisinden istifâde etmek, ilim öğrenip feyz almak için sohbetine devâm ederlerdi.
Her hâlinde İslâmiyete tam bir bağlılığı vardı. Kibir ve riyâdan çok sakınırdı. Birçok kimsenin kendisini ziyârete gelmesi, ondan ilim öğrenip feyz almaya çalışması, onun hâlinde hiçbir değişiklik yapmazdı. Dâimâ tevâzu üzere olup, herkese karşı alçak gönüllüydü. Çok îtibâr görmesi ve sevilmesi gibi olan bu hâllerinden nefsinin haz duymamasına, gurûr ve kibire kapılmamasına çok gayret gösterirdi. Hiç kimsede görülmeyen hâllerinden birisi de şöyleydi: Ayakkabılarını çıkaracağı zaman, kendisinde bir inilti duyulurdu. Bu, daha ziyâde sohbet yapacağı zamanlarda olurdu. Sebebini sordular. Şöyle anlattı: "İnsanlarla sohbet ederken, kibre kapılmaktan çok korkuyorum. Bu kibirden korunmak için, ayakkabıyı çıkartırken, nefsten de soyunuyorum." Yâni; "Nefsimin hevâsına, arzularına kapılmamak için onunla mücâhede etmeye, onun isteklerine boyun eğmemeye çalışıyorum. Bundan dolayı bende inilti duyuluyor." demek istedi.
Bir vâzında, güzel ahlâkın ve kötü huyların menşeini, kaynağını şöyle anlattı:
"Bütün güzel huylar kalbden, kötü huyların tamâmı ise nefsten doğar. İyi huylu olmak istediğini söyleyen doğru sözlü bir kimse, hemen nefsini tezkiye edip, dînin emir ve yasaklarına itâat eder bir hâle getirmeli, kalbini de tasfiye ile, Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisini ondan çıkarmalı, bütün günahlar ve kötü düşüncelerden temizlemelidir. Tâ ki böylece, kötü huylar, güzel ahlâka çevrilmiş olsun. Kötü huylar gidip, yerini iyi huylar alınca, kalbden şek ve şüphe kalkıp, yerini tasdîk alır. Şirk yok olur. Gizli ve âşikâr Allaha ortak koşulmaz. Kalpte ve bütün âzâlarda Allahü teâlânın tevhîdi yâni O'nu, eşi ve benzeri bulunmayan tek bir varlık olarak tanımak hâsıl olur. Dilde ve kalpteki çekişme duygusu yok olup, Hakka teslimiyet meydana gelir. Başa gelene ve emredilene kızıp îtirâz etmek şöyle dursun, tam teslimiyet hâli hâsıl olup, cenâb-ı Hakkın takdîr ettiği her şeye râzı olunur. Her iş, Allahü teâlâya ısmarlanır. Gaflet sona erer, cenâb-ı Hakka yakınlık ve her ân O'nunla olmak düşüncesi hâsıl olur. Tefrikadan kurtulup, cemiyyete, yâni Allahü teâlânın dostları ile bir ve berâber olmaya çalışılır. Tabiatındaki sertlikler, kabalıklar, kırıcı ve incitici davranışlar yok olup, onların yerini yumuşaklık, latîfeler ile güzellikler ve tatlılıklar alır.
Kalb temizlenip, nefs doğru yola girince, insanın her hâli değişir. Artık kimsenin ayıpları görülmez olur. Gözler, insanların hep iyi hâllerini görür. Onlara karşı kalbde bulunan katılık, acıma duygusu, şefkat ve merhamete dönüşür. Kin, hased gibi düşmanlıklar terkedilip onlara nasîhat etmek, hep iyilik yapmak duyguları ortaya çıkar. İnsanlar arasında düşmanlıklar tamâmen ortadan kalkıp, herkes birbirine nasîhat etmeye başlar. Güzel ve tatlı nasîhatlerle, insanlar birbirini doğru yola çağırırlar. Artık bundan sonra, cenâb-ı Hakkın rızâsına kavuşmak isteyen bir kimsede, nazlanmak kalmaz, korku başlar. Bu korku ondaki hâllerin iyiliğe çevrilmesi sebebiyledir. Kendisinde iyi hâllerin meydana çıktığı kimse, kusûrunu bildiği ve aczini anladığı için korkar ve kusurlarının hesâba sığmayacak kadar çok olduğunu bilir. Allahü teâlânın kendi üzerindeki hakkını, hiçbir zaman ödeyemeyeceğini, kendisine nasîb edilen sayısız nîmetlerin, hayırlı işlerin şükrünü yapmaktan âciz olduğunu anlar. İşte bu anlayışa erişen kimse, Allahü teâlâya hakkı ile kulluk etmeye başlar. Kalbinde tam bir tevhîd hâsıl olur. Gönlündeki mâbûdlar teker teker yıkılıp gider. Hâlleri ve yaşayışı güzelleşir. Cennet'tekilerin yaşayışı gibi, hep Allahü teâlâ ile berâber olarak yaşar. Daha dünyâda iken, Cennet hayâtı yaşamaya başlar. Buraya kadar sayılan bu güzel huyların hepsi, peygamberlerin, sıddîkların, evliyânın, sâlih kulların, ilmiyle amel eden âlimlerin ahlâkıdır."
Mısır'ın büyük âlimleri ve evliyâsı arasında yer alan Ebüssü'ûd el-Bâzinî hazretleri, küçük yaşta kerâmetleri görülen bir zâttı. Öyle ki, daha beşikte iken oruç tutardı. Ramazan ayında gündüzleri, imsaktan (sahurdan) iftâr vaktine kadar hiçbir şey yiyip içmez, ana sütü emmezdi.
Zamânın devlet başkanı olan halîfe bile kendisini sık sık ziyârete gelir, sohbetlerinden istifâde ederdi. İmâm-ı Şârânî'nin hocalarından Dâvûd-i Magribî, Şerâfeddîn, Hızır-ül-Kürdî ve sayısı belli olmayan daha nice âlimler, kendisinden istifâde etmek, ilim öğrenip feyz almak için sohbetine devâm ederlerdi.
Her hâlinde İslâmiyete tam bir bağlılığı vardı. Kibir ve riyâdan çok sakınırdı. Birçok kimsenin kendisini ziyârete gelmesi, ondan ilim öğrenip feyz almaya çalışması, onun hâlinde hiçbir değişiklik yapmazdı. Dâimâ tevâzu üzere olup, herkese karşı alçak gönüllüydü. Çok îtibâr görmesi ve sevilmesi gibi olan bu hâllerinden nefsinin haz duymamasına, gurûr ve kibire kapılmamasına çok gayret gösterirdi. Hiç kimsede görülmeyen hâllerinden birisi de şöyleydi: Ayakkabılarını çıkaracağı zaman, kendisinde bir inilti duyulurdu. Bu, daha ziyâde sohbet yapacağı zamanlarda olurdu. Sebebini sordular. Şöyle anlattı: "İnsanlarla sohbet ederken, kibre kapılmaktan çok korkuyorum. Bu kibirden korunmak için, ayakkabıyı çıkartırken, nefsten de soyunuyorum." Yâni; "Nefsimin hevâsına, arzularına kapılmamak için onunla mücâhede etmeye, onun isteklerine boyun eğmemeye çalışıyorum. Bundan dolayı bende inilti duyuluyor." demek istedi.
Bir vâzında, güzel ahlâkın ve kötü huyların menşeini, kaynağını şöyle anlattı:
"Bütün güzel huylar kalbden, kötü huyların tamâmı ise nefsten doğar. İyi huylu olmak istediğini söyleyen doğru sözlü bir kimse, hemen nefsini tezkiye edip, dînin emir ve yasaklarına itâat eder bir hâle getirmeli, kalbini de tasfiye ile, Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisini ondan çıkarmalı, bütün günahlar ve kötü düşüncelerden temizlemelidir. Tâ ki böylece, kötü huylar, güzel ahlâka çevrilmiş olsun. Kötü huylar gidip, yerini iyi huylar alınca, kalbden şek ve şüphe kalkıp, yerini tasdîk alır. Şirk yok olur. Gizli ve âşikâr Allaha ortak koşulmaz. Kalpte ve bütün âzâlarda Allahü teâlânın tevhîdi yâni O'nu, eşi ve benzeri bulunmayan tek bir varlık olarak tanımak hâsıl olur. Dilde ve kalpteki çekişme duygusu yok olup, Hakka teslimiyet meydana gelir. Başa gelene ve emredilene kızıp îtirâz etmek şöyle dursun, tam teslimiyet hâli hâsıl olup, cenâb-ı Hakkın takdîr ettiği her şeye râzı olunur. Her iş, Allahü teâlâya ısmarlanır. Gaflet sona erer, cenâb-ı Hakka yakınlık ve her ân O'nunla olmak düşüncesi hâsıl olur. Tefrikadan kurtulup, cemiyyete, yâni Allahü teâlânın dostları ile bir ve berâber olmaya çalışılır. Tabiatındaki sertlikler, kabalıklar, kırıcı ve incitici davranışlar yok olup, onların yerini yumuşaklık, latîfeler ile güzellikler ve tatlılıklar alır.
Kalb temizlenip, nefs doğru yola girince, insanın her hâli değişir. Artık kimsenin ayıpları görülmez olur. Gözler, insanların hep iyi hâllerini görür. Onlara karşı kalbde bulunan katılık, acıma duygusu, şefkat ve merhamete dönüşür. Kin, hased gibi düşmanlıklar terkedilip onlara nasîhat etmek, hep iyilik yapmak duyguları ortaya çıkar. İnsanlar arasında düşmanlıklar tamâmen ortadan kalkıp, herkes birbirine nasîhat etmeye başlar. Güzel ve tatlı nasîhatlerle, insanlar birbirini doğru yola çağırırlar. Artık bundan sonra, cenâb-ı Hakkın rızâsına kavuşmak isteyen bir kimsede, nazlanmak kalmaz, korku başlar. Bu korku ondaki hâllerin iyiliğe çevrilmesi sebebiyledir. Kendisinde iyi hâllerin meydana çıktığı kimse, kusûrunu bildiği ve aczini anladığı için korkar ve kusurlarının hesâba sığmayacak kadar çok olduğunu bilir. Allahü teâlânın kendi üzerindeki hakkını, hiçbir zaman ödeyemeyeceğini, kendisine nasîb edilen sayısız nîmetlerin, hayırlı işlerin şükrünü yapmaktan âciz olduğunu anlar. İşte bu anlayışa erişen kimse, Allahü teâlâya hakkı ile kulluk etmeye başlar. Kalbinde tam bir tevhîd hâsıl olur. Gönlündeki mâbûdlar teker teker yıkılıp gider. Hâlleri ve yaşayışı güzelleşir. Cennet'tekilerin yaşayışı gibi, hep Allahü teâlâ ile berâber olarak yaşar. Daha dünyâda iken, Cennet hayâtı yaşamaya başlar. Buraya kadar sayılan bu güzel huyların hepsi, peygamberlerin, sıddîkların, evliyânın, sâlih kulların, ilmiyle amel eden âlimlerin ahlâkıdır."