armi
Sat 13 June 2009, 08:57 pm GMT +0200
Evliyânın meşhurlarından ve Tâbiînin büyüklerinden. İsmi Abdullah bin Sevb'dir. Doğum târihi bilinmemektedir. 681 (H.62) senesinde Şam'da vefât etti. Kabri Şam'da olup, ziyâret mahallidir. Peygamber efendimiz hayatta iken müslüman oldu. Resûlullah'ı sallallahü aleyhi ve sellem görmek için Medîne'ye gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda iken Peygamber efendimizin vefât ettiğini haber aldı. Bunun üzerine yoldan geri döndü. Daha sonra hazret-i Ebû Bekr'in halîfeliği sırasında Medîne'ye gitti.
Ömer bin Hattâb, Muaz bin Cebel, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Ubâde bin Sâmit, Ebû Zer ve diğer tanınmış sahâbîlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ebû İdrîs Havlânî, Şurahbil bin Müslim Havlânî, Atiyye bin Kays gibi zâtlar da ondan hadîs-i şerîf bildirmişlerdir. Hadîs sâhasında güvenilir bir zât olarak bilinir. Kendisine; "Bu ümmetin hâkimi" denilmiştir.
Zühd konusunda emsâli az görülen kimselerdendi. Dünyâ işlerinden ancak zarûret mikdârı konuşurdu. Alkama bin Mersed demiştir ki: "Zühd, dünyâya düşkün olmamak olup, bu da Tâbiînden sekiz kişi ile sona erdi. Bunlardan biri de Ebû Müslim Havlânî'ydi. Çünkü o hangi mecliste oturup konuşsa sözü dünyâ ile ilgili şeylerden çevirir, böyle şeylerin konuşulmasına mâni olurdu. Bir gün mescide girmişti. Orada bir cemâat, işlerinden, kölelerinden bahsederek konuşuyorlardı. Onlara dikkatle bakıp; "Sübhânallah! Biliyor musunuz siz şu hâlinizle neye benziyorsunuz? Şiddetli yağmura tutulup sığınacak yer arayan bir kimseye benziyorsunuz. Aranırken bir de bakıyor ki önüne iki kanatlı büyük bir kapı çıkıyor. Kapıyı açıp yağmur kesilinceye kadar durmak için içeri giriyor. Bir de bakıyor ki girdiği evin tavanı yok! Üstü açık! Sizin yanınıza oturdum ve istiyorum ki Allahü teâlânın zikri ile ve hayırlı şeylerle meşgul olasınız. Yoksa siz dünyâ ehli, dünyâya düşkün kimseler olursunuz!" dedi.
Ebû Müslim Havlânî hazretleri her ânı değerlendirir, devamlı ibâdet, tâat ile meşgul olurdu. Yaşı ilerleyip vücûdu zayıf düştüğünde; "Yaptığınız tâatlardan birazını azaltsanız." dediler. Bunu söyleyenlere; "Siz bir atı yarış için gönderseniz, yarışı tamamlayıp hedefe ulaşmadan atın sürücüsüne, buna yumuşak davran ve kendi hâline bırak demezsiniz değil mi?" dedi. "Evet." dediler. İşte ben de hedefi gördüm. Fakat henüz geçemedim. Her vaktin bir gâyesi vardır. O vakit geçince bir şey hâsıl olur. Bütün vakitlerin hedefi ise ölümdür. Bütün zaman geçer, sonunda ölüm gelir." diye cevap verdi.
Bir defasında da iki kişi ziyâret edip, sohbetinde bulunmak için evine gitmişlerdi. Evde olmadığını öğrenince mesciddedir diye mescide gittiler. Oradaydı ve namaz kılıyordu. Bitirmesini beklediler. Uzun müddet namazdan ayrılmadı. Bunun üzerine seslenip; "Efendim arkanızda oturup sizi beklemekteyiz." dediler. Namazını bitirip onlara döndü ve bu arzunuzu bilseydim, ben sizin yanınıza gelirdim. Sizi beklettim. Fakat yeminle söylüyorum ki çok secde etmek, çok namaz kılmak kıyâmet günü için elbette hayırlıdır." dedi.
Gayr-i müslimler ile yapılan savaşlara katılır, cihâd ederdi. Öyle bir zâtın İslâm askeri arasında bulunması asker için bambaşka bir moral ve gayrete getirici sebeb olurdu. Çünkü duâsıyla, davranışlarıyla, nasîhatlarıyla ve kerâmetleriyle ordu için bir nîmet olurdu. Bir defâsında Rum diyârında cihâd etmekte idiler. Ordunun önüne derin bir nehir çıktı. Ebû Müslim Havlânî hazretleri öne geçip; "Bismillâhirrahmânirrahîm." diyerek; "Geçiniz." dedi. Kendisi önden gitti, ordu da peşinden yürüdü. Nehrin suyu atların sırtlarına kadar yükseliyordu. Geçtikten sonra; "Bir şeyini düşüren oldu mu?" diye sordu ve; "Bir şeyini düşüren olduysa, onu bulmaya kefilim."dedi. Bir asker; "Benim torbam düştü." dedi. Ona; "Beni takib et." deyip nehre daldı. Torbayı nehrin suları arasından eliyle koymuş gibi bulup çıkararak askere verdi.
Bir defâsında hanımı; "Evde un kalmadı." deyince, hanımına hiç para var mı? dedi. Hanımı bir dirhem var deyince; "Ver, bir de torba getir." diyerek bunları alıp pazara gitti. Yiyecek satan bir satıcıya yaklaştı. O sırada bir dilenci; "Ey Müslim bana bir sadaka ver." dedi. Yanında bir dirhemden başka bir şey olmadığından, oradan uzaklaşıp bir dükkana gitti. Fakat dilenci onu takib ediyordu. Gene sadaka istedi. Oradan da uzaklaşıp başka bir dükkana gitti. Dilenci peşini bırakmadı. En sonunda cebindeki tek dirhemi çıkarıp dilenciye verdi. Sonra bir marangoz dükkanına gidip atılmış ve toprakla karışmış talaşları yarı topraklı halde torbasına doldurdu. Eve gidip kapıyı çaldı. Hanımı kapıyı açınca içi talaş ve toprak dolu torbayı bırakıp dönüp gitti. Hanımı un geldi diye sevinerek torbayı aldı. Biraz sonra da ekmek yapmak için çuvalı açtı. Baktı çuvalın içi hâlis unla dolu. Bir mikdar alıp hamur yoğurdu ve ekmek pişirdi. Ebû Müslim Havlânî hazretleri gece geç vakit eve döndü. Hanımı sevinçli ve memnun bir hâlde karşıladı. Sonra da sofra hazırladı. Nefis çörekler getirdi. "Bunları nereden buldun?" diye sordu. "Efendim bugün getirdiğiniz undan yaptım." deyince, Allahü teâlâya hamdederek hem yedi hem ağladı. Allahü teâlâ, onun kırık kalple evine getirip bıraktığı torba içindeki toprak ve talaşı una çevirmişti.
Ömer bin Hattâb, Muaz bin Cebel, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Ubâde bin Sâmit, Ebû Zer ve diğer tanınmış sahâbîlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ebû İdrîs Havlânî, Şurahbil bin Müslim Havlânî, Atiyye bin Kays gibi zâtlar da ondan hadîs-i şerîf bildirmişlerdir. Hadîs sâhasında güvenilir bir zât olarak bilinir. Kendisine; "Bu ümmetin hâkimi" denilmiştir.
Zühd konusunda emsâli az görülen kimselerdendi. Dünyâ işlerinden ancak zarûret mikdârı konuşurdu. Alkama bin Mersed demiştir ki: "Zühd, dünyâya düşkün olmamak olup, bu da Tâbiînden sekiz kişi ile sona erdi. Bunlardan biri de Ebû Müslim Havlânî'ydi. Çünkü o hangi mecliste oturup konuşsa sözü dünyâ ile ilgili şeylerden çevirir, böyle şeylerin konuşulmasına mâni olurdu. Bir gün mescide girmişti. Orada bir cemâat, işlerinden, kölelerinden bahsederek konuşuyorlardı. Onlara dikkatle bakıp; "Sübhânallah! Biliyor musunuz siz şu hâlinizle neye benziyorsunuz? Şiddetli yağmura tutulup sığınacak yer arayan bir kimseye benziyorsunuz. Aranırken bir de bakıyor ki önüne iki kanatlı büyük bir kapı çıkıyor. Kapıyı açıp yağmur kesilinceye kadar durmak için içeri giriyor. Bir de bakıyor ki girdiği evin tavanı yok! Üstü açık! Sizin yanınıza oturdum ve istiyorum ki Allahü teâlânın zikri ile ve hayırlı şeylerle meşgul olasınız. Yoksa siz dünyâ ehli, dünyâya düşkün kimseler olursunuz!" dedi.
Ebû Müslim Havlânî hazretleri her ânı değerlendirir, devamlı ibâdet, tâat ile meşgul olurdu. Yaşı ilerleyip vücûdu zayıf düştüğünde; "Yaptığınız tâatlardan birazını azaltsanız." dediler. Bunu söyleyenlere; "Siz bir atı yarış için gönderseniz, yarışı tamamlayıp hedefe ulaşmadan atın sürücüsüne, buna yumuşak davran ve kendi hâline bırak demezsiniz değil mi?" dedi. "Evet." dediler. İşte ben de hedefi gördüm. Fakat henüz geçemedim. Her vaktin bir gâyesi vardır. O vakit geçince bir şey hâsıl olur. Bütün vakitlerin hedefi ise ölümdür. Bütün zaman geçer, sonunda ölüm gelir." diye cevap verdi.
Bir defasında da iki kişi ziyâret edip, sohbetinde bulunmak için evine gitmişlerdi. Evde olmadığını öğrenince mesciddedir diye mescide gittiler. Oradaydı ve namaz kılıyordu. Bitirmesini beklediler. Uzun müddet namazdan ayrılmadı. Bunun üzerine seslenip; "Efendim arkanızda oturup sizi beklemekteyiz." dediler. Namazını bitirip onlara döndü ve bu arzunuzu bilseydim, ben sizin yanınıza gelirdim. Sizi beklettim. Fakat yeminle söylüyorum ki çok secde etmek, çok namaz kılmak kıyâmet günü için elbette hayırlıdır." dedi.
Gayr-i müslimler ile yapılan savaşlara katılır, cihâd ederdi. Öyle bir zâtın İslâm askeri arasında bulunması asker için bambaşka bir moral ve gayrete getirici sebeb olurdu. Çünkü duâsıyla, davranışlarıyla, nasîhatlarıyla ve kerâmetleriyle ordu için bir nîmet olurdu. Bir defâsında Rum diyârında cihâd etmekte idiler. Ordunun önüne derin bir nehir çıktı. Ebû Müslim Havlânî hazretleri öne geçip; "Bismillâhirrahmânirrahîm." diyerek; "Geçiniz." dedi. Kendisi önden gitti, ordu da peşinden yürüdü. Nehrin suyu atların sırtlarına kadar yükseliyordu. Geçtikten sonra; "Bir şeyini düşüren oldu mu?" diye sordu ve; "Bir şeyini düşüren olduysa, onu bulmaya kefilim."dedi. Bir asker; "Benim torbam düştü." dedi. Ona; "Beni takib et." deyip nehre daldı. Torbayı nehrin suları arasından eliyle koymuş gibi bulup çıkararak askere verdi.
Bir defâsında hanımı; "Evde un kalmadı." deyince, hanımına hiç para var mı? dedi. Hanımı bir dirhem var deyince; "Ver, bir de torba getir." diyerek bunları alıp pazara gitti. Yiyecek satan bir satıcıya yaklaştı. O sırada bir dilenci; "Ey Müslim bana bir sadaka ver." dedi. Yanında bir dirhemden başka bir şey olmadığından, oradan uzaklaşıp bir dükkana gitti. Fakat dilenci onu takib ediyordu. Gene sadaka istedi. Oradan da uzaklaşıp başka bir dükkana gitti. Dilenci peşini bırakmadı. En sonunda cebindeki tek dirhemi çıkarıp dilenciye verdi. Sonra bir marangoz dükkanına gidip atılmış ve toprakla karışmış talaşları yarı topraklı halde torbasına doldurdu. Eve gidip kapıyı çaldı. Hanımı kapıyı açınca içi talaş ve toprak dolu torbayı bırakıp dönüp gitti. Hanımı un geldi diye sevinerek torbayı aldı. Biraz sonra da ekmek yapmak için çuvalı açtı. Baktı çuvalın içi hâlis unla dolu. Bir mikdar alıp hamur yoğurdu ve ekmek pişirdi. Ebû Müslim Havlânî hazretleri gece geç vakit eve döndü. Hanımı sevinçli ve memnun bir hâlde karşıladı. Sonra da sofra hazırladı. Nefis çörekler getirdi. "Bunları nereden buldun?" diye sordu. "Efendim bugün getirdiğiniz undan yaptım." deyince, Allahü teâlâya hamdederek hem yedi hem ağladı. Allahü teâlâ, onun kırık kalple evine getirip bıraktığı torba içindeki toprak ve talaşı una çevirmişti.