- Ebu Leheb i bile duygulandıran manzara

Adsense kodları


Ebu Leheb i bile duygulandıran manzara

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 5 May 2011, 10:59 am GMT +0200
Ebu Leheb'i Bile Duygulandıran Manzara

Ebu Talib ve Hatice validemizin vefatıyla birlikte Efendi­ler Efendisi derin bir hüzne dalmış, çoğu zamanlannı evinde yalnız geçirmeye başlamıştı. Yetimleriyle birlikte baş başa ve­rip müşterek bir hüzün yudumluyordu. Annesiz kalmanın ne anlama geldiğini en iyi bilen de yine O idi. Onun için, kızlanna ayn bir şefkat gösteriyor ve böylesine önemli bir zaman dili­minde onlara daha çok vakit ayınyordu.

Ebu Leheb olsa da Abduluzza, öz amca idi; kardeşinin yokluğunda Kureyş'in yeğeninin üzerine daha fazla gittiğini de zaten görüp duruyordu. Bu manzara, onun cehenneme ya­kıt olacak taş misal kalbini bile yumuşatmış ve yanına gelerek şu teklifte bulunmuştu:

- Ya Muhammed! Dilediğin gibi rahat hareket et; Ebu Ta­lib hayattayken neler yapıyor idiysen şimdi de aynısını yap! Lat'a yemin olsun ki, ben ölene kadar Sana kimse ilişemeye­cek!

Gerçekten de bu, hiç beklenmedik sürpriz bir gelişmeydi, demek ki Allah dileyince, nice olmaz gibi görünenler oluyor, taş kesilmiş vicdanlar bile şefkatle harekete geçebiliyordu.

Derken bir gün, İbnü'l-Gaytala adında birisi, Efendimiz'e hakaret edip kötü sözler sarfetmiş; bunu duyan Ebu Leheb de, hemen gidip İbnül-Gaytala'nın haddini bildirmişti. O da şaşırmıştı; daha düne kadar kendileriyle birlikte yeğeninin

ölümüne imza atan ve onları, birhiç uğruna üç yıl sürgüne gönderen adam, karşısında duran Ebu Leheb değildi!

Koşarak bir çırpıda Kureyş'in yanına geldi:

- Ey Kureyş topluluğu! Ebu Utbe de sabi olmuş!

O gün için bu, en flaş haberdi. Ebu Leheb de gidip Muham­med'e iman etmişse, artık dünya kendilerine zindan demekti. Hemen yanına koştular ve durumu tetkik etmek istediler:

- Hayır! Ben, Abdulmutlalib'in dinini terk etmedim. Sa­dece ben, kardeşimin oğluna sahip çıkıyor ve O'nu korumaya çalışıyorum, diyordu. Gönüllerine su serpen cümlelerdi bun­larve:

- İyi ediyorsun; hem böylelikle akraba olmanın gereğini yerine getirip ihsanda bulunuyorsun, diyerek oradan aynldılar.

Aradan birkaç gün daha geçmişti. Kureyş'in intikam ses­leri bir nebze kesilmişti, kısmen de olsa Mekke'de bir rahat­lama hissediyordu. Ancak bu, süreklilik arz etmeyecek sun'i bir rahatlamaydı. Çünkü Ebu Cehil ve Ukbe İbn Ebi Muayt bir araya gelmiş ve Ebu Leheb'i ziyaret ediyorlardı. Belli ki Ebu Cehil, yine Ebu Cehilliğini yapacak, Ukbe de Ukbeliğini gösterecekti. Küfür adına hava oluşturmada, insanlar üzerin­de baskı kurup kararlarını etkilemede ve kamuoyunu istedik­leri istikamete yönlendirmede üzerlerine diyecek yoktu. Ebu Leheb'e de yaklaşmış, şöyle diyorlardı:

- Senin kardeşinin oğlu, babanın nerede olduğunun ha­berini sana da verdi mi?

- Peki neredeymiş o, diye soruyordu.

- Babanın cehennemde olduğunu söylüyor, diye dama-

nna basarak konuşuyor, böylelikle onun inat damarını tahrik etmeye çalışıyorlardı. Ve, ne yazık ki bu tahrik de tutacaktı.

Zira, Ebu Leheb'i can evinden vuran bir durumdu bu. Za­ten, kendisi ve hanımı hakkında söylenilenlerden haberdar

olmuştu; ama o her şeye rağmen (!) çığınndan çıkan zulümler karşısında mağdur olan yeğenine sahip çıkma adına, bir neb­ze O'nun elinden tutmak istemişti. Babasına toz kondurmak istemezdi ve hemen gidip, yeğeniyle olan bütün alakasım kes­meliydi. Koşarak geldi ve şunlan söylemeye başladı:

- Vallahi de ben, Abdulmuttalib'in cehennemde olduğu­nu söylediğin sürece, ebedi olarak Sana düşman kalacağım!

Yolların yeniden aynldığım gösteren bir cümleydi bu. Za­ten, Ebu Leheb gibi birinden de ancak bu beklenirdi. Bundan sonra yeniden Kureyş hiddetlenip köpürecek, Mekke'de yaşa­nan geçici bir nefes alma dönemi de artık, bir nostalji olarak kalacaktı.