armi
Sun 14 June 2009, 10:57 am GMT +0200
Tasavvuf büyüklerinden. İsmi, İshak bin Muhammed, künyesi Ebû Yâkûb'dur. 941 (H.330) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti. Irak'ta Ahvaz'ın yakınındaki Nehrecûr adlı köyden olduğu için, Nehrecûrî diye bilinir. Hicaz'a gitti. Uzun seneler Harem-i şerîfe komşu olarak kaldı. Cüneyd-i Bağdâdî, Yâkûb es-Sûsî ve Amr bin Osman el-Mekkî ve daha başka büyük zâtlarla görüşüp, sohbet etti.
Fazîlet sâhibi bir zâttı. Tasavvufun yüksek makamlarına kavuştu. Lütfu ve ikrâmı bol, edebi pekçoktu. Arkadaşları kendisini çok severdi. Yüzünde herkesin farkettiği bir nûrânîlik vardı. Çok ibâdet ederdi. Gönlü bir gün bile rahat olmamıştı. Nitekim; "Ey Yâkûb! Sen kulsun. Kul rahat olmaz." diye bir ses işitti.
Kendisi anlatır: Bir gün Kâbe-i muazzamayı tavâf eden tek gözlü birisini gördüm; "Allah'ım senden sana sığınırım." diyordu. Ona; "Bu nasıl duâdır?" diye sorduğumda bana şöyle cevap verdi: "Ben elli seneden beri buradayım. Bir gün bir kadın gördüm. Çok beğendim, ondan lezzet aldım. Bu sırada gözümün üzerine bir tokat indi. O anda gözüm yanağımın üzerine aktı. Ben, ah, dedim. Bir ses; "Bir bakış, bir tokat karşılığındadır. Ne kadar bakarsan, o kadar tokat atarız." dedi.
Mekke'de iken bir fakir, elinde bir dînarla yanıma geldi. "Ben yarın öleceğim. Bu paranın yarısı ile beni techiz ve tekfin et. Diğer yarısı ile de mezarımı kazdır." dedi. Gâlibâ bu genç delidir diye düşündüm. Ertesi gün tavâf sırasında o genci gördüm. Bir kenara çekildi ve yere uzanıverdi. Gâlibâ ölmüş gibi gözükmek istiyor dedim. Yanına yaklaştım. Bir de baktım, gerçekten vefât etmiş. Vasiyet ettiği gibi defnettim.
Birisi ona gelerek; "Namaz kılıyorum, fakat tadını içimde bulamıyorum." dedi. Ebû Yâkûb o zâta; Allahü teâlâyı sâdece namazda hatırlarsan böyle olur. Allahü teâlâyı her zaman hatırlarsan, yapılan ibâdetlerin tadını alabilirsin." diye cevap verdi."
Ebû Yâkûb Nehrecûrî buyurdular ki: "Doğruluk, açıkta ve gizlide hakka uymak ve uygun olmaktır. Doğruluğun hakîkatı, darlık ve kıtlık zamanlarında da hakkı söyleyebilmektir."
"Allahü teâlâyı en iyi tanıyan, O'nun eserlerini, kâinatdaki eşsiz nizâm ve intizâmı, ondaki ince ve yüksek sanatı görüp, Allahü teâlânın büyüklüğü ve yüceliği karşısında hayran olup, hayrette kalan kimsedir."
"Dünyâ bir deryâ, insanlar bu denizde yolcu, gemi takvâ, âhiret ise sâhildir."
"Doyması yemekle olan kimse, dâimâ açtır. Zenginliği mal ile olan fakirdir. Çünkü o mal, her zaman elde kalmaz. Allahü teâlâdan yardım istemeyen, başarısızlığa mahkûmdur. İhtiyâcını insanlara arz eden mahrum kalır. Gerçekte bütün ihtiyaçları gideren Allahü teâlâdır. Kullar birbirinin ihtiyaçlarını gidermekte vâsıtadır. Allahü teâlâ, insanlara, birbirinin ihtiyâcını gidermek için güç ve kuvvet vermezse, kimsenin kimseye yardımcı olmaya gücü yetmezdi. Bu bakımdan ihtiyaçları, her şeyin sâhibi ve mâliki Allahü teâlâya arz etmeli. Allahü teâlâ bir işin olmasını dilerse, onun meydana gelmesini temin edecek sebebleri de yaratır."
"İnsan kendisine verilen nîmete şükrederse, Allahü teâlâ, o nîmeti insanın elinden almaz. Eğer nîmete şükretmeyip, kıymetini bilmezse, o nîmet devâm etmez, elden gider."
"Kul mânevî yönden yüksek mertebelere erişip kemâle gelince, artık ona, belâ ve sıkıntılar nîmet şeklinde görünür. Çünkü, onun Allahü teâlâya olan muhabbet ve sevgisi o kadar fazladır ki, artık O'ndan gelen her şey, ona güzel ve tatlı gelir."
"İnsanın kazançlı olmasının esâsı, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve nefsin arzu ve isteklerini terketmektir."
"Kişi, kendi benliğinden sıyrılıp, Hak ile berâber olursa, o zaman kulluk makâmına kavuşur. Kul olabilmek pek yüksek bir makamdır."
Fazîlet sâhibi bir zâttı. Tasavvufun yüksek makamlarına kavuştu. Lütfu ve ikrâmı bol, edebi pekçoktu. Arkadaşları kendisini çok severdi. Yüzünde herkesin farkettiği bir nûrânîlik vardı. Çok ibâdet ederdi. Gönlü bir gün bile rahat olmamıştı. Nitekim; "Ey Yâkûb! Sen kulsun. Kul rahat olmaz." diye bir ses işitti.
Kendisi anlatır: Bir gün Kâbe-i muazzamayı tavâf eden tek gözlü birisini gördüm; "Allah'ım senden sana sığınırım." diyordu. Ona; "Bu nasıl duâdır?" diye sorduğumda bana şöyle cevap verdi: "Ben elli seneden beri buradayım. Bir gün bir kadın gördüm. Çok beğendim, ondan lezzet aldım. Bu sırada gözümün üzerine bir tokat indi. O anda gözüm yanağımın üzerine aktı. Ben, ah, dedim. Bir ses; "Bir bakış, bir tokat karşılığındadır. Ne kadar bakarsan, o kadar tokat atarız." dedi.
Mekke'de iken bir fakir, elinde bir dînarla yanıma geldi. "Ben yarın öleceğim. Bu paranın yarısı ile beni techiz ve tekfin et. Diğer yarısı ile de mezarımı kazdır." dedi. Gâlibâ bu genç delidir diye düşündüm. Ertesi gün tavâf sırasında o genci gördüm. Bir kenara çekildi ve yere uzanıverdi. Gâlibâ ölmüş gibi gözükmek istiyor dedim. Yanına yaklaştım. Bir de baktım, gerçekten vefât etmiş. Vasiyet ettiği gibi defnettim.
Birisi ona gelerek; "Namaz kılıyorum, fakat tadını içimde bulamıyorum." dedi. Ebû Yâkûb o zâta; Allahü teâlâyı sâdece namazda hatırlarsan böyle olur. Allahü teâlâyı her zaman hatırlarsan, yapılan ibâdetlerin tadını alabilirsin." diye cevap verdi."
Ebû Yâkûb Nehrecûrî buyurdular ki: "Doğruluk, açıkta ve gizlide hakka uymak ve uygun olmaktır. Doğruluğun hakîkatı, darlık ve kıtlık zamanlarında da hakkı söyleyebilmektir."
"Allahü teâlâyı en iyi tanıyan, O'nun eserlerini, kâinatdaki eşsiz nizâm ve intizâmı, ondaki ince ve yüksek sanatı görüp, Allahü teâlânın büyüklüğü ve yüceliği karşısında hayran olup, hayrette kalan kimsedir."
"Dünyâ bir deryâ, insanlar bu denizde yolcu, gemi takvâ, âhiret ise sâhildir."
"Doyması yemekle olan kimse, dâimâ açtır. Zenginliği mal ile olan fakirdir. Çünkü o mal, her zaman elde kalmaz. Allahü teâlâdan yardım istemeyen, başarısızlığa mahkûmdur. İhtiyâcını insanlara arz eden mahrum kalır. Gerçekte bütün ihtiyaçları gideren Allahü teâlâdır. Kullar birbirinin ihtiyaçlarını gidermekte vâsıtadır. Allahü teâlâ, insanlara, birbirinin ihtiyâcını gidermek için güç ve kuvvet vermezse, kimsenin kimseye yardımcı olmaya gücü yetmezdi. Bu bakımdan ihtiyaçları, her şeyin sâhibi ve mâliki Allahü teâlâya arz etmeli. Allahü teâlâ bir işin olmasını dilerse, onun meydana gelmesini temin edecek sebebleri de yaratır."
"İnsan kendisine verilen nîmete şükrederse, Allahü teâlâ, o nîmeti insanın elinden almaz. Eğer nîmete şükretmeyip, kıymetini bilmezse, o nîmet devâm etmez, elden gider."
"Kul mânevî yönden yüksek mertebelere erişip kemâle gelince, artık ona, belâ ve sıkıntılar nîmet şeklinde görünür. Çünkü, onun Allahü teâlâya olan muhabbet ve sevgisi o kadar fazladır ki, artık O'ndan gelen her şey, ona güzel ve tatlı gelir."
"İnsanın kazançlı olmasının esâsı, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve nefsin arzu ve isteklerini terketmektir."
"Kişi, kendi benliğinden sıyrılıp, Hak ile berâber olursa, o zaman kulluk makâmına kavuşur. Kul olabilmek pek yüksek bir makamdır."