- Duygulu sözler bahsi

Adsense kodları


Duygulu sözler bahsi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Tue 14 June 2011, 01:57 pm GMT +0200
DUYGULU SÖZLER BAHSİ



1397- İbni Abbas (Radıyallah'u Anhüma) 'dan rivayet edilmiş­tir.

«İki nimet vardır ki, insanlardan çoğu bunlarda aldanım şiardır: Bu nimetlerden biri sağlıktır, diğeri de boş vakittir.»

(Çok kimseler bu iki büyük nimetin kıymetini bilmezler. Bun­ları ganimet sayarak Allah yolunda çalışmazlar ve üzerlerine düşen dini görevleri yerine getirmezler. Bu iki nimeti boşuna söz ve eğlen çelerle, günah şeylerle geçirirler ve aldanmış olurlar. İbadet edemiyecek şekilde hastalık ve meşguliyet haline düşen kimsenin pişman­lık çekmesi artık ona hiç bir fayda vermez ve fırsat da bir daha ele geçmez. Onun için bu iki büyük nimeti ganimet bilerek hak yolda çalışmalı ve zamanı değerlendirmelidir.)

 

1398- İbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve  Sellem benim omuzumu  (ya­hut iki omuzumu) tutarak bana şöyle buyurdu:

«Dünyada, sanki bir yabancı veya gelip geçen bir yolcu imişsin gibi ol.»

(Dünyaya bağlanıp ona güvenme; son ve ebedi karargâh olan ahiret hazırlığı içinde ol. Dünyada sürülecek ömür çok azdır ve zevkleri aldatıcıdır. Onun için dünyada geçirecek olduğun kısa za­manı fırsat bilerek Allah yolunda bulun ve ömrünü boşa harcama.)

 

1399- Abdullah bin Mes'ud Radıyallahu Anh) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem,   elindeki   bir çubukla toprak üzerine bir kare çizdi. Sonra bu şeklin ortasından dışarıya doğru bir uzun çizgi çekti. Bu uzun çizgiyi kare içinde dikey olarak kesen küçük çizgiler çizdi. Sonra şöyle buyurdu:

«Şu (karenin merkezi), insandır. Şu çevre de, -kendisini her ya­nından kuşatan ecelidir.   Karenin merkezinden   dışarı çıkıp   (son­suzluğa doğru) uzanan çizgi de, insanoğlunun emel ve (tükenmez) arzulandır. Bu küçük çizgiler de insanın başına gelecek kaza ve belalardır. Eğer bunlardan birini atlatırsa öbürüne yakalanır. Onu da atlatırsa bir başkasına yakalanır (ve onu da atlatsa ölüm çembe­rini aşamaz).»

 

1400- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir takım çizgiler çizip şöyle buyurdu:

«İşte şu çizgi insanın emelidir. Şu insanın ecelidir. Şu da in­sanın başına gelecek kaza ve belalardır. İnsan uzak emellerine ulaş­ma çabası içinde iken kendisine daha yakın olan çizgi (ecel çizgisi) önüne çıkar.» (İnsanlar ömrü sınırlı, emelleri ise sınırsızdır. Eceli emelden daha yakın bilip, ona göre hareket etmeli.)

 

1401- Ebû HÜreyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiş­tir.

«Allah Tealâ ömür verip altmış yaşına ulaştırdığı kişiye maze­ret bırakmamıştır.? (Bu yaşa varıncaya kadar halini düzeltmeyen kimsenin ahirette mazeret beyan etmeye hakkı yoktur.)

 

1402- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Yaşlı adamın kalbi, iki şeyde  daima genç kalır: Dünya  sev­gisi ve çok yaşama arzusu.»

 

1403- Ütban bin Malik   (Radıyallâhu Anh)'den rivayettirı

«Kıyamet gününe, LA İLAHE İLLALLAH demiş ve bununla yal­nız Allah'ın rızasını kasdctmiş olarak varan kula, Cenabı Allah ce­hennem ateşini kuşkusuz haram kılar.»

 

1404- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ buyurur ki: Dünya halkından, en çok sevdiğinin ruhunu aldığımda rızamı kazanmak için sabreden mümin kuluma benim mükâfatım mutlaka cennettir.»

 

1405- Mirdas El-Eslemî'den (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«İyiler (ilimleriyle amel eden salih kullar) peş peşe giderler ve geride, arpa veya hurma döküntüsü gibi işe yaramayanlar (cahil­ler) kalır. Allah onlara hiç kıymet vermez.»

(Bu hadîs-i şerife göre, kıyamete yakın dünyada salih alimler kalmayacak, dünya cahiller elinde ve idaresinde olacaktır. Allah'ı tanımayan ve ona ibadet etmeyen insanların Allah katında ne değe­ri olabilir ki!.. Onlar dünya hazinelerine ve Saltanatına erişseler bile, bunun Allah katında bir çöp kadar değeri olmaz. Bu hususta cenab-ı Hak mealen şöyle buyuruyor: «Duanız (ibadetiniz) olma­yınca Rabbiniz sizi ne yapsın (ne kıymetiniz olur)?» fFurkan sûre­si: Ayet 77)

 

1406- îbni Abbas (Radiyallahu Anhüma) 'dan rivayet edilmiş­tir*

«Eğer insanoğlu için iki vadi (dolusu) mal olsaydı, muhakkak bir üçüncü vadi isterdi. İnsanoğlunun içini topraktan başkası do­yurmaz. Allah Tealâ tevbe edenin tevbesini kabul buyurur.»

Mütercim:

İnsana iki dere dolusu altın akmış olsa, mala olan hırs ve düş­künlüğünden ötürü bir üçüncüsünü' isterdi. İnsanın gözü ancak ölüp toprağa girince doyar. Fakat islâmın ruhunu yaşayan ve nef­sini düzelten kimseler, bu kötü huydan uzak kalabilirler. Çünkü: «Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, bu gibiler kurtulanlardır.» mealindeki ayeti kerime hırs ve tamahın esiri olmayanları kurtuluş­la müjdelemiştir.

(Hair sûresi: ayet 9) Diğer taraftan hadisi şerifin sonu olan «Allah, tevhe edenlerin tevbesini kabul buyurur.» ifadesi de bu ma-nayi belirtir. Ayrıca insanın yaratılışında bu mal hırsının mevcut olduğuna ve bu hırsın ancak Allah korkusu ile önlenebileceğine işa­ret edilmiştir.

 

1407- Abdullah bin Mes'ud (Radiyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize şöyle   buyurdular: «Kendi malından varisinin malım daha çok seven hanginizdir?» Biz de, ya Resûlallah! dedik, kendi malını daha çok sevmeyen kimse içimizde yoktur. Bunun üzerine buyurdular ki:

«Bir insanın kendi malı, hayatta iken (Allah yolunda) harcadı­ğıdır; varisinin   (mirasçısının)  malı ise  harcamayıp geriye bıraktı ğıdır.»

 

1408- Ebû Hüreyre (Radıyallahu anh) der ki:

Allah'a yemin ederim ki, bazan açlıktan karnımı yere yapıştırır dım veya açlıktan bayılır yere düşerdim. Bir gün mescide giderken, Hazreti Peygamberin ve diğer ashabın, geçiş yolu üzerinde otur­muştum. Önce yanımdan geçen Hazreti Ebû Bekir'e, karnımı do­yurmasına vesile olsun diye Kur'andan bir ayet sordum. Fakat be­nim asıl maksadımı (açlığımı) anlayamayıp gitti. İkinci olarak ya­nımdan Hazreti Ömer geçti. Ona da ayni maksadla Kur'andan bir ayet sordum. O da halimi anlayamayıp gitti. Sonra Peygamber Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem yanımdan geçerken beni görür görmez ha­limi anlayarak gülümsedi ve: «Ebâ Hifr (Ya Ebâ Hüreyre), arkama düş!» buyurdu. Ben de arkasına düşerek Hazreti Peygamberin evine gittik. Önce kendisi içeri girdi, biraz sonra da beni içeriye aldı. Haz­reti Peygambere süt getirilmişti. «Bu süt nereden geldi?» diye sor­dular. Denildi ki: Bu sütü sana falanca adam, yahud falanca kadın hediye etti. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz bana şu emri verdiler:

«Suffelilere (mescidde barınan ashabın fakirlerine) git ve on­ları bana çağır.» Hazreti Peygamber zekât ve sadaka gibi malları bu kimsesiz ve çok muhtaç fakirlere hemen dağıtır ve kendilerine gelen hediyelerden de vermek için onları davet ederlerdi. Hediye olarak gelen yiyeceklerden hem kendileri yerler, hem de onlara ik­ram ederlerdi. Bu gelen süt. için de ayni şeyi yaptılar; fakat ben endişelendim. Kendi kendime dedim ki, bu kadarcık süt Suffe ehline yeter mi? Bu ancak benim açlığımı giderebilir. Fakat Allah'ın ve Peygamberin emrine bağlılığım sebebiyle sesimi çıkarmadan hemen Suffe ehline koştum ve onları davet ettim. Hepsi Hazreti Peygambe­rin huzuruna geîdiler. Herkes kendisine uygun yerde oturduktan sonra Hazreti Peygamber bana: «Şu kâseyi al da, müsafirlere ikram et,» buyurdular. Ben de kâseyi alarak sıra ile onlara vermeye başladim. Her biri kanıncaya kadar içtikten sonra kâseyi bana geri veri­yordu. Böylece hepsi içtiler ve kandılar. Sonra  kâseyi Peygamber

Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e verdim. Hazreti Peygamber kâseyi mübarek elinde tutarak ve tebessüm ederek bana şöyle buyurdu:

«Ebâ Hirr! Geriye seninle ben kaldım.» Ben de, evet, ya Resûlal-lah! dedim. Sonra bana:

«Otur da iç bakalım!» dedi. Ben de oturdum ve içtim. Her du­rakladığımda Hazreti Peygamber bana, devamlı olarak; «Daha iç, daha içi» buyurmakta idiler. Nihayet, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, artık tıkandım, dedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

«Öyle ise o kadehi bana ver,» buyurdu. Ben de kâseyi kendileri­ne verdim. Hazreti Peygamber Allah'a hamd etti ve besmele çekerek sütün artanını içti.

 

1409- Ebû Hüreyre (Radıyallahu AnhJ'den rivayet edilmiş­tir: Resûl-i Ekrem,» Ali ahım! Muhammed ailesine yetecek kadar rızik ver.» diye dua ederdi.

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazan ailelerinin bir yıllık ihtiyaçlarını biriktirirler idi. Bu da ancak zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilecek miktarda ve israfa yol açmayacak şekilde olurdu. Netice olarak yine günlere taksim edildiği zaman kifayet miktarını aşmazdı.

 

1410- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: «Sizden hiç birinizi (ahirette) asla ameli kurtaramaz.» Ashab sordular. ya Resûlallah! Sizi de,mi? Hazreti Peygamber;

«Evet, beni de (amelim) kurtaramaz! Ancak Allah'ın rahmeti beni kaplarsa kurtulurum. Bununla beraber doğruluktan yana olunuz. Yakıştırmaya çalışınız. Sabah, akşam ve gecenin bir kısmında kulluk vecibelerinizi yerine getiriniz. Hele itidal, itidal!  (bu ölçülü

davranmayı elden bırakmazsanız) hedefinize ulaşirsiniz

 

1411- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)'den rivayet edilmiştir:

«Doğruluktan yana olunuz. Yakıştırmaya, çalışınız. Biliniz ki, biç birinizi, ameli cennete koyamaz. Amel ve ibadetlerin Allah'a en sevimlisi, az dahi olsa devamlı olanıdır.»

 

1412- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e:    Amellerin   hangisi daha sevimlidir? diye soruldu. Şu cevabı verdiler:

«Az da olsa devamlı olanıdır. Gücünüzün yettiği amelleri üstle­niniz.»

 

1413- Ebü Hüreyre (Radıyallahu AnhVden rivayet edilmiştirı

«Allah Tealâ rahmeti yarattığı zaman yüz bölüm olarak yarattı. Doksan dokuz bölümünü kendi katında sakladı. Bütün yaratıkları­na da yalnız bir bölümünü verdi Kâfir bile Allah katında olan rahmetin büyüklüğünü bilebÜseydi cennetten ümidini kesmezdi. Mü­min de, AUah katında olan azabın büyüklüğünü bilebilseydi cehen­nemden emin olmazdı (cehennemlik olacağını sanırdı).» (Müminin durumu, cehennemden korkmakla cenneti ummak arasındadır.)

 

1414- Sehl bin Sa'd (Radıyallahu Anh) anlatır:

«Her kim iki çene arasım (Ağızını ve dilini) ve iki bacak arasını (avret yerini) koruyacağına dair bana teminat verirse, ben de ona cenneti garantilerim (ona cennetlik olacağını müjdelerim.).» (Ağzı­nı haram yemekten, dilini haram ve yasak sözlerden, avret yerini de zina ve kötü işlerden koruyan kimse, Allah'ın va'di üzere cennete girer.)

 

1415- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmişr tir:

«Gerçekten insanoğlu farkında olmadan Allah'ın razı olduğu sözlerden birini söyler de Allah bu yüzden onu birkaç derece birden yükseltir. Bir kul da, farkında olmadan Allah'ın razı olmadığı söz­lerden birini söyler de bu yüzden cehennemi- boylar.» (Onun için insan, sözlerinde ölçülü olmalı ve Allah rızasına aykırı gelişi güzel rasgele söz söylememelidir).

 

1416- Ebû Musa  (Radıyallahu  Anh)'dan  rivayet edilmiştir;

«Benim ile, Allah tarafından İfasına memur edildiğim vazife­nin örneği şudur: Bir adam, bir kavme gelerek, (size saldıracak olan) orduyu gözlerimle gördüm ve işte ben çıplak ihtarcıyım. Ka­çıp kurtulun, kaçıp kurtulun! demiştir. Bir grup, sözünü dinleyerek gecenin karanlığında sessizce yola koyulup kurtuldular. Bir grup da, ihtarcıyı yalanladılar ve sabahleyin ordu gelip onları kılıçtan geçirdi.»

Mütercim:

Arabların eski adetlerinde, yolda bir kimse ansızın düşman as­kerini görünce, çırılçıplak soyunarak hemen kabilesine koşar ve ha­ber getirirdi. Yahud düşmanlar bu adamı yakalayıp elbisesini so­yar ve kabilesine teslim olmalarını bildirmek için onu çıplak vazi­yette kabilesine gönderirlerdi. Haberi alan kabile de bütün mal ve eşyalarını bırakarak kaçarlardı. İşin gerçekliğine delâlet etmesi için yakaladıkları kimseyi böyle  çırılçıplak soyarlardı.

İşte Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, nice açık maci-zelerle ve kesin alâmetlerle kavmine gönderildiği ve iman edenlere cennet, etmeyenlere de cehennem vadettiği halde, bu gerçek karşı­sında peygamberin haberini yalanlayanlar elbette baskına uğrayan­ların halinden daha feci bir akıbete düşeceklerdir. Tebliğ emirle­rini doğrulayanlar da elbette kurtulacaklardır.

Bu misal ile Hazreti Peygamber şunu belirtiyor: «Ey Ümmetim! Ben doğru bir haberciyim. Gözlerimle cennet ve cehennemi gör­düm. Düşmanı gören çıplak haberci gibi. Size ihtarda bulunuyorum. Bana inanır da dediklerimi yaparsanız kurtulursunuz; değilse helak olursunuz.

 

1417- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir-.

«Cehennem,   nefsanî arzuların   perdesiyle örtülmüştür.   Cennet ise  (nefsin hoşlanmadığı) sevimsizlikler, perdesiyle örtülüdür.»

Mütercim:

Nefsin arzuları, görünüşte hoş ve tatlı şeylerdir. Fakat bu tatlı aslında cehennemi örten bir perdedir. Bu perdeyi aralayan kendisini cehennemde bulur. Cenneti örten perde de nefse ağır gelen ibadetler ve yasaklar perdesidir. Bunlar gözetilip zorluklara göğüs gerilirse cennet perdesi aralanarak cennete girilir. Nefsin arzusu peşinde ko­şan, tuzağa gelen kuşa benzer. Kuş, tuzaktaki yemi görür ve onu almaya özenir, ötesindeki tuzağı ve felâketi görmez. Nihayet yemi alırken felâkete uğrar. Şehvet peşinde koşan da şehvet yeminin ar­kasındaki cehennemi görmez ve zevkleri uğruna kendini helak eder.

 

1418- Abdullah (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Cennet, herhangi birinize, pabucunun taşmasından daha yakın­dır. Cehennem de böyledir.»

(însana ölüm, anî olarak gelir, bunun belli bir vakti yoktur. Ölüm gelmekle de arkasında ya cennet vardır, ya da cehennem. Onun için herkes bu kısa ve anî durum için tedbirli bulunmalıdır, .vazifelerini yerine getirmelidir. Gaflet edip cehennemlik vesilesi işlerden kaçın­malıdır.

 

1419- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«En doğru beyit (şiir parçası), Lebîd'in şu sözüdür: Dikkat edin! Allah'dan başka her şey batıldır.» (Allah'dan başka bütün varlıklar yok olacaktır. Daima var ve baki olan ancak alemleri yaratan Allah Tealâ Hazretleridir.)

 

1420- Bbû Hüreyre (Radıyallahu Anh den rivayet edilmiştir:

«Sizden biriniz, mal ve güzellik bakımından kendisinden üstün olanı görünce hemen kendinden aşağı olana baksın.»

(Fakat ahiret işlerinde kendisinden üstün olana bakıp onun gibi olmaya çalışmalıdır.)

 

1421- tbni Abbas (Radıyallahu Anhüma)'dan rivayet edil­miştir: seyyiatı (kötülükleri) takdir etmiş ve sonra bunları açıkla­mıştır. Her kim bir basene (iyilik) yapmaya niyetlenir de onu yap­mazsa, Allah Tealâ ona kendi katında bir tam sevab yazar. Eğer iyilik yapmaya niyetlenir ve yaparsa Allah ona yaptığı iyiliğin on katından yedi yüz katına kadar ve daha birçok katlara değin sevab yazar. Kim de bir günah işlemeye yeltenîr de, onu işlemezse Allah, kendi katında ona bir tam sevab yazar. Eğer o günaha yeltenir de onu işlerse, Allah, ona yalnız bir günah yazar.

Mütercim:

Alimler bu konuda çok ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı bu hadîsi- şe­rifin zahirine bakarak, sırf kötü bir niyet ve kasıtla hiç kimse azarlan­maz demişlerdir. Bir kısmına göre de, niyet ve kasıd beş kısımdır: Hevacis, havatır, kuruntu, himmet, azim. Bunlardan dördü bağışlanan niyetlerdir. Beşincisi olan azim ve kesinlik durumunda olan kimse, fenalığı başaramamış olsa bile, azaba uğratılır. Bu azab şekli de ba-zılarma göre dünyada elem ve sıkıntılar çekmekle olur. Bazılarına göre de, ahirette azab şekliyle değil de azarlama mahiyetinde ölür. Bir de Mekke'yi istisna ederek, orada kötülük niyet edenin azaba uğratılacağını söyleyen alimler vardır.

İmana gelince, bir kimse dinden çıkmaya niyet ederse, hemen dinden çıkmış olur, Amele benzemez. İlerde ve gelecek bir zamanda dinden çıkacağına niyet beslemesiyle de hemen dinden çıkar.

 

1422- Hüzeyfe (Radıyallahu Anh) Hazretleri der kî:

Peygamber Sal] ali ahu Aleyhi ve Sellem, emanet (dinî sorumlu­luk) hakkında iki husus beyan etti. Bunlardan birini gözlerimle gör­düm ve ikinciyi de bekliyorum. Hazreti Peygamber şöyle buyurmuş­tu: «Gerçekten emanet bazı kişilerin kalblerinin derinliklerine inmiş­tir. Sonra (şeriat hükümlerini Kur'andan öğrendiler, sonra sünnetten öğrendiler.» hükümlere, Allah'ın emanetine sımsıkı sarılarak görev] rini yerine getirdiler, Hazreti Peygamber, ikinci husus olarak bü emanetin kalkmasından bize söz etti ve şöyle buyurdu:

*Kişi bir uykuya dalar ve emanet onun kalbinden alınarak siyah bir leke gibi sadece izi kalır. Sonra bir uykuya daha dalar ve emanet alınarak hava kabarcığı gibi izi kalır. Tıpkı ayağımı* üzerinden yu­varladığın kor parçasının meydana getirdiği kabarcık gibi ki, onu ka­barık olarak görürsen de içi boştur. İnsanlar alış veriş yapacaklar ve sen emaneti yerine getiren bir kimse hemen hemen bulamıyacak-sm. Falan ailede emin (dürüst) bir kişi var denilmeye   başlanacak,

Aynı zamanda bir kişi için? ne akıllı, ne kibar, ne celadeti! (gözü pek) adam! denilecek. Oysa kalbinde, hardal tanesi ağırlığınca İman yoktur.»

Hüzeyfe şöyle devam etti: Ben öyle güzel günler geçirdim ki, siz­den herhangi birinizle tereddütsüz alış-veriş yapardım. Çünkü alış veriş ettiğim kimse müslüman ise, onun inancı ve emanet duygusu bana hiyanet etmesini engellerdi. Eğer gayri müslim ise onu idarecisi bana hiyanet etmekten menederdi. Fakat bugün herkesde emanet vo emniyet kalmadığından falan ve falan kimselerden başkası ile alış-ve­riş etmiyorum.

 

1423- îbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) anlatır

«İnsanlar yüzlük deve katarı gibidir. Bu yüzlük develerin içinde sağlam bir binek hemen hemen bulamazsın.»

 

1424- Cündüb (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir!

«Desinler diye iş yapanı Allah dile düşürür ve gösteriş için İş (amel ve ibadet) yapanı da Allah teşhir eder.»

Mütercim:

Bütün ibadetler Allah için ve onun rızasını kazanmak için yapı­lır. Aslında bunlarda gösteriş ve desinler gibi düşünceler olamaz. Kim bu esastan aynlırsa riyakâr durumuna düşer. Onun için Allah Tealâ Hazretleri hem dünyada ve hem de ahirette o riyakârın halini insan­lara açar ve ikiyüzlülüğünü açığa vurur. Farz olan ibadetler Allah'ın emri olduğu için açıkta yerine getirilir. Nafile ibadetlere gösteriş ve desinler karışmaması için onlar mümkün olduğu  kadar gizli yapılır.

 

1425- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anhî'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ buyurdu: Benim velîme (evliyama) düşmanlık eden kimseye savaş ilân ederim. Kullarımdan hiçbiri, ona farz kıldığım işten daha sevgili bir şeyle bana (rahmetime) yaklaşmamıştır. Ku­lum, nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam edince ben onu se­verim ve sevdiğim zaman da onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne dilerse mutlaka veririm. Ba­na sığınırsa mutlaka kendisini korurum. Müminin canını almakta tereddüt ettiğim kadar yapacağım hiç bir işte tereddüt etmedim: Mü­min ölümü sevmez, ben de onun yadırgadığını yapmak istemem.»

Mütebcim:

Tasavvuf alimleri bu hadîs-i şerifi şöyle tevil ederler: Allah'ın gerçek velileri her şeyi Allah Tealâ'dan işitirler. Her şeyi Allah Tea-lâ'dan görürler, bütün hareketleri Allah'dan bilirler. Hulul ve birleş­me itikadı olmaksızın kendi varlığını yok kabul edip Allah'ın varlığı­na dayanırlar.

Diğer alimler şu manayı vermişlerdir: Ben razı olduğum kulu­mu başarıya ulaştırırım, ona her hususta yardım ederim ve her işini şeriat hükümlerine uygun olarak yapar. Her şeyi şeriat kulağı ile dinler, her şeyi şeriat gözü ile görür, her şeyi şeriat eliyle tutar, her işe şeriat ayağı ile yürür. Yahut benim veli kulum, beni zikretmek­ten başka bir şeyden haz duymaz, yaratıklarımın hepsine ibret ba­kışı ile bakar, .rızama aykırı işlere el uzatmaz ve yürümez.

 

1426- Ubade bin Samit (Radiyallahu Anh) anlatır:

«Kim Allah'a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allah'a kavuşmayı sevmezse, Allah da ona kavuşmayı sevmez.» Bu hadîs-i şerif üzerine Hazreti Aişe sordu:

— Ya Resûlallahl Biz ölümden hoşlanmıyoruz, nasü edelim? Hazreti Peygamber cevab verdiler:

«Ölüm meselesi başka! Lâkin mümin kimseye ölüm gelince, Al­lah'ın rızası ve keremi ona müjdelenir ve kendisine önünde olan ahiretten daha sevimli bir şey olmaz. Bunun üzerine o, Allah'a ka­vuşmayı, Allah da ona kavuşmayı sever. Kafir olan kimse, ölüm gel­diği Uzaman, Allah'ın azabı ve cezası ile müjdelenir ve kendisine Önünde olan (azab)dan daha kötü bir şey olmaz. Onun için kâfir, Al­lah'a kavuşmayı sevmez ve Allah da ona kavuşmayı sevmez.»

 

1427- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine Bedevi'ler­den bazıları geldi ve kıyamet ne zaman kopacaktır? diye sordular. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu gelenler içinde en genç yaşta olan bir çocuğa bakarak şöyle buyurdu:

«Bu genç yaşarsa o İhtiyarlamadan sizin kıyametiniz kopar (siz ölürsünüz ve sizin için kıyamet kopmuş olur).»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin rivayetinde Hişam bin Ürve der ki: Onların ölümü, kıyamet demektir. Çünkü insanın küçük kıya­meti Ölümdür. Orta derecede kıyameti, yalanlarının ve sevdiklerinin ölmesidir. Büyük kıyamet ae, öldükten sonra dirilip hesaba çekilme zamanıdır. Hazreti Peygamber, cahil olan bedevilere anlıyabilecek-leri şekilde çok hikmetli bir cevab vermişlerdir. însana esas lüzumlu olan kendi halini düzeltip ahirete selâmetle göçmektir. Bu göçmekle dünya sona erdiğinden kıyamet kopmuştur.. Ömür de kısa olduğu için insanlara gereken iş, hak yol üzere bulunmaktır. Zamanı Allah tarafından bilinen kıyamet işini siz ne yapacaksınız, sîz ahiretiniz için hazırlanın.

 

1428- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

«Kıyamet gününde yeryüzü bütün bir ekmek olacak ve ulu Al­lah, herhangi birinizin yolculukta ekmeğini silkmesi gibi onu silke-rek cennet ehline ziyafet verecektir.» Hazreti peygamber böyle buyurduktan sonra, Yahudilerden bir adam gelip:

—  Allah sani mübarek kılsın ey Ebe'l Kasim! Sana kıyamet gü­nünde cennet ehline verilecek yemekten haber vereyim mi? dedi. Hazreti Peygamber: «Evet! (haber ver)» buyurdu.   Adam,   Hazreti Peygamberin buyurduğu gibi, yeryüzünün bir bütün ekmek olacağı­nı söyledi. Sonra dedi ki: Sana cennetliklerin katığını söyleyeyim mi? Onların katıkları Bâlâm ve Nûn'dur.

Sonra ashab Yahudi'ye Bâlâm ve Nûn ne demektir diye sordu­lar. Yahudi cevab verdi:

—  Öküz ile Hut balığıdır. Bu iki hayvanın ciğerlerinden   sarkan kısımdan (ince yerden) yetmiş bin (kişi veya ordu)   yiyeceklerdir. (Öküz ve balık ciğerlerinin en lezzetli kısımları mahşer ehlinin yiyeceği olacaktır. Bu da cennetlik olanlara ziyafet olarak verilecektir. Yötmiş bin rakamı, yiyecek olanların çok kimseler olacağına işaret-

 

1429- Sehl (Radıyallahu AnhVden rivayet edilmiştir:

«Kıyamet gününde insanlar, halis undan yapılmış pide gibi es­merimsi bir toprak üstünde toplanacaklardır. Alan düzlük olacak ve orada hiç kimsenin bir alâmeti olmayacaktır.»

Mütercim:

Böyle tertemiz ve bembeyaz bir yer üzerinde hasrın olmasının hikmeti, o gün mülkiyetin tamamen Allah'ın kudretinde bulunması itibariyle en büyük ilâhî mahkeme (Mahkeme-i Kübraî için yaraşır paklık ve temizlik ifadesidir söylenebilir.

 

1430- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu AnhVden rivayet edilmiştin

«İnsanlar,  (kıyamete yakın bir zamanda Yemen'de çıkacak bir yangın yüzünden Şam tarafına akın edeceklerdir. Bu göç üç şekil­de tamamlanacaktır : istekli ve korkulu olarak   göçenler. Bir deve üzerinde İkişer, üçer, dörder ve onar kişi olarak göçenler. Geri kalan­larını da ateş katarlayacak; öğlen vaktinde konakladıkları    yerde ateş yanlarında olacak, geceledikleri. yerde ateş yanlarında olacak sabahladıkları yerde ateş yanlarında olacak ve akşamladıkları yerde ateş yanlarında olacaktır.» (Bu üçüncü grup çok geç kaldığı için ar­kalarını ateş bırakmayacaktır.)

Mütercim:

Bu hadis-i şerifte geçen göç, alimlerin çoğuna göre kıyamete çok yakın bir zamanda Aden'de meydana gelecek ateş yüzünden olacak­tır ve insanlar Şam'a doğru yürüyeceklerdir. Bazı alimlere göre de bu ateş, ahiret ateşidir. Herkesin kabirden çıktıktan sonra mahşer yerine doğru toplanmalarının ifadesidir. Çünkü günahkâr ve isyan­kâr olanların etrafını ateş çevreleyerek Arasat meydanına ateş ile sevk edilecekleri diğer sahih hadîslerle sabittir.

Bir kısım alimler de demiştir ki, bu ateş kıyamete yakın bir za­manda olacaksa da, bu gerçek bir ateş değildir. Aden'den çıkarak bütün dünyaya dağılacak fitne ve fesad ateşidir.

îster bu ateş gerçek ateş olsun, ister fitne ateşi olsun, bu kıyamet alâmetlerinin büyüklerinden birincisidir. Diğer alâmetler bundan sonra arka arkaya gelecektir; ve bu ateş bütün insanları doğudan batıya doğru sürecektir, kaçmaya mecbur bırakacaktır. Bu husus «Adem'in Yaratılışı» bahsinde ikinci hadîs-i şerif münasebetiyle açık­lanmıştı.

 

1431- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)'dan rivayet edilmiştir:

«Mahşere yalınayak, anadan doğma çıplak ve sünnetsiz olarak kaldırılacaksınız.» Hazreti Aişe der ki: Ben,

— Ya Resûlallah! dedim. Erkekler ve kadınlar birbirini görecek­ler! Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

«Mesele, insanların bununla ilgilenmelerinden çok daha dehşet­lidir.»

Mütercîm:

İnsanlar kabirlerinden dirilip çıktıkları zaman anadan doğma çırılçıplak olacaklarsa da, sonra bütün peygamberler ve iyi kimseler derecelerine göre güzel elbiseler giyeceklerdir. Bu hususta» Kıyamet gününde ilk elbise giyecek olan, İbrahim Aleyhisselam'dır, hadîs-i şerifi vardır.

 

1432- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir:

«Kıyamet gününde insanlar ter* »yecek; terleri yetmiş arşınlık bir alanı kaplayacak ve ağızlarına gem vurup 'kulaklarına.kadar va­racaktır.»

Mütercîm:

Mahşerde bu kadar fazla terleme herkes için olmayıp kâfir ve asiler içindir. Terleme de herkesin günah ve suçuna göre olacaktır. Nitekim başka bir hadîste: «Bazı kimselerin teri ayağının ökçesine kadar, bazısının teri baldırın yarısına kadar, bazısının teri dizlerine kadar bazısının teri oyluklarına kadar, bazısının teri koltuklarına ka­dar, bazısının teri ağzına kadar yükselecek ve bazısını da ter tama­men içine alıp örtecektir.» diye' varid olmuştur.

Adaletli hükümdar ile bazı salih kimselerin Arş-ı Alâ gölgesinde o günkü sıcaklıktan korunacaklarına dair «Yedi kimse vardır ki, Allah onları rahmet gölgesi altında gölgelendirir, barındırır» mealindeki ha­dis-i şerif geçmişti. Peygamberler, sıddiklar, şehidler, bu terlemeden korunmuş olup mahşer gününde altın kürsüler üzerinde bulunacak­lardır, diye hadîs-i şerif nakledilmiştir.

 

1433- Abdullah (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Kıyamette insanlar arasında ilk önce görülecek olan dava, kan davasıdır.»

Mütercîm:

Mahşer gününde insanlar ilk önce namazdan hesaba çekilecekler­dir, şeklindeki hadis-i şerif ile bu hadis-i şerif arasında çelişki yoktur; çünkü namaz Allah'ın hakkıdır. Allah'ın haklarından en önce namaz­dan sorulacaktır. Kul hakları yönünden de, ilk görülecek dava, Allah'­ın binası insan yapısını yıkmak olan adam öldürme hususudur.

 

1434- İbni Ömer  (Radıyallahu Anhüma) 'dan rivayet edilmiş­tir:

«Cennet ehli cennete ve cehennem ehli de cehenneme yerleştik­ten sonra (herkes ebedi yerini aldıktan sonra bir koç suretinde) Ölüm getirilir ve cennetle cehennem arasına konur. Sonra bu (koç suretindeki) ölüm boğazlanır. Arkasından bir münadi çağırır: Ey Cen­netlikler ve ey cehennemlikler! Bundan sonra artık ölüm yoktur (her­kes olduğu yerde ebedi olarak kalacaktır). Bu yüzden cennetliklerin sevinçlerine sevinç eklenir ve cehennemliklerin de üzüntülerine üzün­tü eklenir.»

Mütercim:

Kurtubî'nin ta;iavvufçulardan naklettiğine göre, cennet ile ce­hennem arasında kesilecek olan koçun kesicisi Yahya Aleyhisselâm olacakmış. Bu koç şeklindeki ölümün kesilmesi de Allah'ın emri ile Peygamberimizin huzurunda olacaktır. Kesicinin Yahya Aleyhisselâm olması, isminin manasının devamlı bir hayata delâlet etmesi bakımın­dandır ve onun tercihi bu yöndendir. Bu acize kalırsa, Yahya Aley hisselâm, Kudüs Kralı tarafından ,koç gibi boğazlanmıştı. Bu bakım­dan ölüm koçunu kendisinin kesmesi akla yatkındır.

Bir de bu koçu Hazreti Cibril'in keseceği söylenir; çünkü ruhların bekasına memur olduğu için ölümü yok etmesi gerekir.

 

1435- Ebû Saîd (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ cennet ehline: Ey cennetlikler! buyuracak ve onlar da diyecekler ki-. Emrine hazırız ve kulluğunla mutluyuz, Rabbimiz! Allah buyuracak: Memnun oldunuz mu? Cennetlikler diyecekler! ne­den memnun olmayalım? Gerçekten yaratıklarından hiç kimseye ver­mediğini bize verdin. Allah buyuracak: Size bundan daha üstününü vereceğim. Onlar diyecekler ki: Ey rabbimiz! Bundan daha üstün han­gi şeydir? Allah buyuracak: Sizin üzerinize rızamı indireceğim; artık bundan sonra hiçbir zaman size gazab etmeyeceğim.»

Mütercim:

Dünya aleminde de bunun benzeri bir örnek verilebilir. Yunan savaşında Dömeke zaferinden sonra paşalar ve askerî kumandanlar padişah ikinci Abdülhamid'in huzuruna davet edildiler. O zamanki gazetelerin verdiği habere göre, Padişah onlara şöyle hitap etti:

«Anadan doğalı beri bugünkü kadar sevinçli bir günüm olmamış tır. Ben sizden memnunum. Bundan böyle size hiç bir şekilde gücen­meyeceğim.» işte dünyada da bu gibi iltifatlardan memurların sevinç duyacağı tabiidir.

 

1436- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Kâfirin (cehennemde) iki omuzu arasındaki mesafe hızlı giden bir sürücünün üç günde alabileceği mesafedir.»

Mütercim:

Bazı gençler bu gibi hadîs-i şerifleri akıl ve mantık dışı sayarak itiraz ederlerse de, onların itirazlarına bakılmaz; çünkü bu ve bunun gibi hadisler sahih olarak sabittir. Bugünkü alimler güneşin arzdan bir milyon üçyüz bin defa daha büyük olduğunu ve güneşden daha büyük pek çok yıldızlar bulunduğunu hesap etmektedirler. Büyüklük ve mesafenin ne kadar sonsuzluğa doğru gittiğini kabul etmeyen kalmamıştır. Bunların tümünü yaratan Allah olduğuna göre, hadis-i şerifte geçen mesafenin hiç bir önemi ve uzaklığı kalmaz.

«Cennetin genişliği arz ve sema vat kadardır.» mealindeki ayeti kerime gereğince ehli sünnete göre, cennet güneş ve yıldızlara nisbet-le çok daha büyüktür. Cehennem de böyledir.    Bu derecede büyük olan cehennem böyle küçük bedenlerle dolmaz. Bedenin büyümesi, azabın artması içindir.

Cennet ehli ise, Hazreti Adem Aleyhisselâm'm boyunda, Hazre-ti Yûsuf Aleyhisselâm'ın güzelliğinde, Hazreti İsa'nın otuzüç yaşla­rında ve bizim peygamberimizin ahlâkında olacaklardır.

 

1437- Hazreti Enes  CRadıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir.'

«Bazı insanlar, kendilerine cehennem ateşi dokunduktan sonra vücûtlarında yanık izleri bulunduğu halde cehennemden çıkarılırlar ve cennete girerler. Cennet ehli onlara «cehennemliler.» diye ad ve­rirler

rirler.

Mütercîm:

Cehennemde bir müddet yandıktan sonra, vücudlannda yanık izi olduğu halde çıkarlar. Cennette bulunanlar bunlara, cehennem içinde kaldıkları için, cehennemliler ismini verirler. Fakat bunlar sonradan bu ismin kaldırılmasını Allah'dan dileyecekler. Allah da onların üzerinden bu çirkin ismi kaldıracaktır. Bu husus başka ha­dîslerde vardır.

 

1438- NÜman bin Beşir (Radıyallahu Anh)'den rivayet edil­miştir:

«Kıyamet gününde cehennem ehlinin azab bakımından en hafifi o kimsedir ki, ayaklarının çukuru altında iki ateş koru bulunur da, kazan ve tencerenin kaynayışı gibi, bu iki kordan dimağı kaynar.»

 

1439- Ebû Hüreyre   (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir:

«Hiç bir kimse, eğer günah işleseydi cehennemdeki yeri göste­rilmeden cennete girmezdi. Bu, onun şükrünü artırması içindir Hiç kimse de, eğer salih amel işleseydi cennetteki yeri gösterilme­dikçe cehenneme girmezdi. Bu da onun pişmanlık duyması içindir.»

Mütercim:

Her şahsın hem cennette ve hem de cehennemde makamı (bir yeri) vardır. Bir mümin csmıete girmeden önce, kendisine cehen­nemdeki makamı gösterilir. îman edip salih amel işlememiş olsa gireceği cehennemdeki yeri kendisine gösterilir ki, oraya düşmedi­ğinden dolayı Allah'a çok çok şükretsin. Bu görüş ona eziyet ver-miyecek, şükrünü artıracaktır. Kâfir de cehenneme girmeden önce, ona cennetteki yeri gösterilir. İman edip salih amel işleseydin işte cennetteki bu yeri alacaktın, denilerek gösterilir ki, hasret ve üzün­tüsü çoğalsın. Sonra cehennemdeki yerine girer. Müminler, kâfirlerin cennetteki yerlerine varis olacaklarına dair başka hadîs-i şerif oldu­ğu gibi, bu şekilde tefsir edilen ayet de vardır.

Bazı hadîs-i şeriflerde de bu cennetle cehennemdeki makamların gösterilmesi. Kabir suali zamanında olacağı belirtilmektedir.

 

1440- İbni Ömer (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir:

«Önünüzde (ahlrette) bir havuz vardır ki, Cerbâ ile Ezruh arası kadardır.»

 

1441- İbni Ömer (R.A.)'dan rivayet edilmiştir: «(Cennette) benim havuzumun boyu bir aylık mesafedir. Suyu, sütten daha beyazdır, kokuşu misk kokusundan daha hoştur ve kâ­seleri de gök yıldızları gibidir (çok ve parlaktır). Kim ondan içerse, artık bir daha ebedî olarak s us anı az.-

 

1442- Enes (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir:

«Benim havuzumun boyu, Eyle ile Yemen'in San'a şehri arası kadardır. Orada gök yıldızları sayısınca ibrikler vardır.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte beyan edilen havuz, asıl Kevser nehri olmayıp bu nehirden ayrılan bir koldan meydana gelen havuzdur. Kıyamette mahşer yerinde Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın ümmetine ait olan mübarek bir havuzdur. Bu iki yerde bulunacaktır. Biri Sırat köp­rüsünden önce Arasat meydanında, diğeri de Sırat'dan sonradır: Ger­çekte her peygamberin kendi ümmetine mahsus bir havuzu buluna-caksa da, bizim peygamberimizin Kevser nehrinden meydana gele­cek havuzlarının başka özelliği olacaktır.

 

1443- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu AnhJ'den rivayet edilmiştir:

«Rüyamda Havuzumun başında ayakta duruyor m usum. Bir de baktım ki, bir topluluk su içmeye geldiler. Ben onları, tanıyınca, ara­mıza biri girip onları, haydin diyerek katarlardı. Ben, nereye götü-rüyorsun? dedim. Vallahi, cehenneme götürüyorum! dedi. Ben sor­dum: Onların durumu nedir? Cevab verdi: Bunlar senden sonra din­den gerisin geriye döndüler. Sonra yine havuzumun başında başka bir topluluk gördüm. Nihayet onları tanıdığımda, aramıza biri girip onları haydin, diyerek katarlardı. Ben sordum: Nereye? Cevab ver­di: Vallahi, cehenneme götürüyorum! Durumları (suçları) nedir? diye sordum. Cevab verdi: Bunlar (sizin sağlığınızda Müslüman iken) sizden sonra dinden gerisin geri küfre döndüler. Bu durumda onlardan, hayvanın sürüden ayrılıp kırda başıboş kalması gibi pek az kişinin kurtulacağını sanıyorum.»

Mütercim:

Burada geçen topluluklar, Hazreti Ebû Bekir'in hilafeti zamanın­da «Zekât vermeyiz» deyip dinlerinden dönenler ve Hazreti Ali za­manında türeyen sapık zümrelerden olması ihtimali vardır.

 

1444- Harise (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir:

«Havuzumun boyu, Medine ile (Yemende'ki) San'a arası kadar­dır.» Bir rivayette de: «Orada su kaplan yıldızlar gibi parıldar» ilâ­vesi vardır.[59]



[59] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi: 932-957