- Düşünceler IV

Adsense kodları


Düşünceler IV

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Tue 30 November 2010, 04:25 pm GMT +0200
Düşünceler – IV


Tüm gerçek ulema ve aydınların bir alameti, dönemlerinde muhalefete uğramış olmalarıdır. Suyuti, Şatıbi, Ebu Hanife, Nevevi, İmam Malik, Efgani, S. Kutup, Ali Şeriati, Mevdudi, İbn Teymiyye, Hz. Hüseyin, İbn Cübeyr, İmam Zeyd vb. pek çok öncü, âlim ve aydın şahsiyet yaşadıkları dönemin yanlışlıklarına hem muhalefet etmiş hem de muhalefetle karşılaşmışlardır. Bizzat son elçi ‘Sabiilik’le itham edilmiştir. Onun hasımları da kendilerini hak üzere olan ve İbrahim yolunun izleyicileri olarak görmüşlerdir. Bu noktanın dikkatlerden kaçması insanları rahat bir biçimde Hakk’ı ve Hak Ehli’ni reddetmeye sevketmiştir. “Hakk’ın Şahid’leri”, “Hakk’ın Değerleri”ni bir “Emanet” olduğu için, “Emanet Gibi” taşımalı, yaşamalı ve anlatmalıdırlar. Birçok yanlış bu duyarlılığın yitmesinden kaynaklanmıştır.

Çağın özellikleri ve dinamiklerine kayıtsız kalınamaz. Peygamberimize, Hz. Musa’ya ve İsa’ya verilen mucizeler, çağlarındaki marifetin/ilmin/hünerin gelişkin olduğu yönde ve alanda olmuştur. Çağ ve söylem birliği böyle oluşturulmuştur. Uygunluk burada çağ/söylem göreliği ve uygunluğu olarak belirtilmiştir. Hikmet de budur zaten. Öze ilişkin bir duyarlılığı koruyarak, diğer alanlarda çağın insanına hitap eden bir dilin gerekliliğidir bu.

İktidar’a odaklanan bir anlayış dengesini koruyamaz. Belli bir zamanda, belli imkânlara sahip olan ve belli güçlerle kuşatılan bir topluluk öncelikle “şimdi”yi, “burada”yı esas almalıdır. Ancak soyut hedefler belirlendiğinde bu espiriden kopulur. Artık her türlü acıklı durum yaşanabilir. Çünkü “basılmış bir yer” yoktur. Basıldığı varsayılan yer ise yaştır ve dramatik sonuçlara gebedir.

Vahşi ve bedevi bir toplumdan medeni bir toplum çıkartan İslam olduğuna göre, aynı işlevi bugün de görmesini engelleyen nedir? Ateşin yakıcılığını yitirmesi mucize değil midir? Peki, bu durum da öyle değil midir? Ateşin zıttına dönüşmesiyle, o insanların zıttına dönüşmesi –inanç, ahlak ve hareket olarak- arasında ne fark var? Bir çiçekle toprak arasında bağlantı yok. Ateşle yakmama arasında da bağlantı yoktur. Bedevi bir toplumla İslam sonrası bir toplum arasında da bir bağlantı yok. Tüm bunlarda ortak yön Allah’ın müdahalesi ve kudretidir: Tabiata müdahale, sebep-sonuç ilişkisine müdahale başkaca açıklamalarla temellendirilemez.

Peygamberin hayatı olmadan ne Kur’an, ne de İslam anlaşılır. Bu şekilde Kitap her türlü suistimale açık hale gelir. Dahaca gerçekliği kuşkulu ütopik bir mahiyete bürünür. Peygamber –Allah’ın selamı O’na olsun- hayatıyla capcanlı, ışıldayan ve inandırıcı bir din tablosunun belirmesini sağlıyor. Kur’an ve Peygamber birbirinden ayrı düşünülemez. Peygamber Kitap için güçlü bir kalkan olmuştur. İnsanlar Kitab’ı tanımadan, peygamberin dürüstlüğünü bildiklerinden, peygamber üzerinden Kitab’a uzanmışlardır. Dinin ilanı, anlatımı, baskılar, hicret, savaşlar, Medine’nin inşası, Mekke’nin fethi, tüm bu olaylar Kitab’ı anlaşılır bir zemine taşıyor. Krallara gönderilen mektuplar, Ebu Bekir’in devesini ancak ücretle kabul etmesi, Taif’te taşlanışı, Mekke’nin dağlarında intihar etmeyi düşünmesi, Varaka b. Nevfel’in yanındaki doğal tutumları… Hepsi Kitab’ı anlaşılır kılan yönde veri sunuyor. Ümmi bir toplumda devrim yapan bir peygamberin ortaya çıkmasındaki sırrı ancak Allah’ın gücü açıklayabilir. Hiç yalan söylememiş olan ve bu yönüyle tüm Mekkelilerin güvenini kazanmış bulunan bir kişi, birden korkunç bir yalanla toplumun karşısına çıkmış olamaz. Toplumuyla zıtlaşmak konusunda hiçbir istek taşımayan bu kutlu zat, Hira’dan döndükten sonra nasıl oldu da bu kadar ısrarlı bir muhalif oldu? Kaynağı neydi bu ısrarın? Mekke’nin ileri gelenlerinin Müslüman oluşu hususunda taşıdığı derin ve içten isteğin Allah’ın kendisini azarlamasıyla sonuçlanan bir insanın muhalefetini, hangi neden doğru açıklar? Peygamber anlaşılmadan Kur’an anlaşılmaz. Şüphelerin, belirsizliklerin ve gerçeklik mi değil mi tereddütlerinin giderilmesi, Son Elçi’nin hayatıyla olanaklıdır. Kesinlik, canlılık, somutluk, yakınlık duygusu ve fikri O’nun hayatıyla kanıt bulmakta. Kendi halinde bir insandan, durmak bilmeyen fıtri bir mücadele insanının fışkırtılması “dış bir neden”le açıklama bulabilir.

 

Dünyamızın en çok ahlaka ihtiyaç duyduğunu ve ahlak olmadan düş kırıklıkları, acılar ve gözyaşlarının dinmeyeceği bilinmelidir. Doğru fikirlere giden yoldur ahlak. En muhkem dayanak, en sağlam zemin yine ahlaktır. İnsanlığın çehresi ahlakla ışıldayacaktır. İnsanla ilgili olan tüm görkemi ahlak doğuracaktır.

‘Tarikat’… Yani dinin istismarı… Yani yolun egemenlerle buluşması… Yani şeyhi nihai otorite addetme… Yani insan kişiliğinin kutsala dayanılarak silinişi… Yani anormal ve hastalıklı davranışların ve ilişkilerin odağı… Yani çıkar avcılığı… Yani sahih dinle yetinmeme… Yani hayali olanın, fıtri olanın yerine ikamesi… Yani toplum dışılık… Yani din adına dini unutturuş… Yani tüm kutsal kavramların yeniden sahte anlamlarla içeriklendirilmesi… Yani şeyhlerin eksende olduğu din algısı… Yani kaynakların değişimi… Yani görüntünün hep din olduğu ama iç yüzün din dışılığı… Yani cehalet… Yani yetki gaspı… Yani aldatıcıların egemenliği… Yani halkın uyutuluşu… Yani “Gassalın elinde meyyit” oluş… Yani rabıta… Yani hayat karşıtı yöneliş… Yani fıtrat dışı yöneliş… Yani kolaycacık cennete girmeye cevaz veriş… Yani Allah’ın sıfatlarının şeyhe tahsisi… Yani dinin tüm muhtevasıyla aktarıldığı yapı… Yani bid’at ve hurafe… Yani seçimsiz girilen yol… Yani asıldan bağımsız yöneliş… Yani hayallerin tatmininden doğan yapı…

Grupların doğrunun merkezi olarak kendilerini görmesi yanlıştır. Gerçek doğrulara ihtiyaç duymanın ve kayıtsız kalmanın alt yapısını bu önyargı hazırlıyor. Hepsi de kendisinin dışındaki yapıları bir şekilde ikincilleştirmektedir. Alttan alta hep yaşayan bu yanlış fikrin kaynaklık ettiği pek çok olumsuz pratik vardır. Örülmüş bulunan bu yüksek duvarların kime yaradığı düşünüldüğünde, tüm bu fırkacılık eğilim ve yapılanmalarının mahiyeti netleşir. Ne var ki, amaçlarından bağımsız ilerleyen bu yapıların durup köklü arayışlarla kendilerini yeniden düzenlemeleri gerçekleşmez. İslam’ın evrensel doğrularının insanlara ulaştırılmasının dışında her tür endişeye kapalı olması gereken Müslüman zihinler yazık ki, kendi aralarında serinkanlı ve basirete dayalı ilişkiler kuramamaktadır. Yaşadığımız toplumun kendini hissettirmeyen marjinal bir topluluğu olarak yaşamak istemiyorsak “Zan ve Heva” dışı çizgiyi kuvveden fiile çıkarmalıyız.

Camide ve namazda, caminin ve namazın dışındaki hayat için de Allah’a söz veririz: “Sana kulluk ederiz” Burada duanın içeriği: “Biz” denilen ümmetin kulluğudur. Öyleyse bu söze sadakatimizi kanıtlamamız gerek. Çünkü ondan sonra Yüce Allah’tan “Sırat-ı Müstakim”i isteme hakkını elde ediyoruz. Bu hak, kendimizi takdim edişin üzerine bina ediliyor. Namaz ve Hayat kullukta birleşiyor. Kendimizi takdimimiz ve tercihimizle yol gösterme talebimizden sonra kale alınarak tekliflere muhatap oluyoruz. İlahi Hidayet’in Gerekleri bize açıklanıyor. İlk basamaklar çıkıldıktan sonra… İlk basamaklar üzerinde iyice durmalıdır. Kimlik ve tercih tamamlanmıştır. Karar verilmiştir. Hidayet istenmektedir. Eğer kişi şuurlu değilse, tüm iddia, takdim ve talepler daha baştan geçersiz olacaktır. O nedenle ilk basamağın “Bilinç” olduğunu belirleyebiliyoruz buradan kalkarak. Bu açılımdan bakıldığında bilinçli bir seçimle girilen bir yol ve bu yolun gereklerine adanan bir hayat çıkıyor önümüze…

Toplumsal sorunlara Tevhid merkezde olmak üzere, sahipleniş ve ilgileniştir vahyin öğrettiği. Böylece sorun, yanlış güçlerin denetiminden çıkar. Kökeninde “Batı”nın bulunduğu Modern Ulus kavramı tekçidir. Ve öteki milliyetçilikleri dışlayan ve kışkırtan bir nitelik taşır. Başka bir ırkçılıkla onların karşısına çıkılırsa, kendi zihniyetinin başka bir ırk temelindeki karşıt emsalini üretecektir. Aynı zihniyetin, yani ırkçı ve milliyetçi zihniyetin içinde kalarak diğer ırkçı topluluğa tutarlı ve yerinde bir açıklama ve cevap vermeleri imkânsızdır. “Benim ırkçılığım doğru ama senin ırkçılığın yanlış” denemez. O halde bir sistemin kendi yapısından kaynaklanan bir sorun olarak karşı-ırkçılık, sistemin sorunudur. Ancak aynı zihniyetteki kişiler o sorunu sistemin karşısında milliyetçilik suretinde sorunlaştırabilir. Doğru talep ve hakların savunulmasının ırkçılık olmadığının altını çizmek gerekir. Çünkü hangi temelde sisteme tavır alınacağını tayin, bu noktada önem kazanır.

Tevhid, adalet ve ahlak temellerine dayalı bir duruş kendini “bir sorun” temelinde değil, Tevhid ilkesi temelinde konumlandırır. Ancak sorunu görmezden gelmez. Soruna kendi değerlerince bir çözüm koyar. Bu şekilde yapılan tevhidi temelde sorunun tanıklığıdır. Bu sorunların sahih ve dengeli, içinde yaşanılan topluma güven veren bir fıtrilikle yapılması gerekir. Tanıklık, kimliği açıkça belirterek yapılmalıdır. İslam, Türkiye’de somut zeminlerinin doğru tespit edilmesiyle umut haline gelebilir. Önce “yaşanılan yer”e bakmak ve orada hangi sorun varsa, o sorun bağlamında tanıklık ödevi yerine getirilmelidir. Bu, soruna sahip çıkmanın ardındaki niyeti/amacı da belirgin olarak ifade eder.

İslam, bilinçli çabayı önemser. Bu çaba, yolunu kazıya kazıya ilerler. İlerlenen yolu “apaçık bilgi” temelinde kazır. Böylece zihnin ilk karşılaştığında bilemeyeceği durumlar da açıklık kazanır. Sabır ve emekle yürünen bir yoldan sapmak kolay olmaz. Bu yolda hiç olmaya şey sahteliktir. İnanılarak, ağır ağır, bilinçli bir çabayla ve insanın tüm geriliminin ortaya konduğu bu yolda, insan bir yerden sonra, yolun işaretlerini, gücünü ve özelliklerini görecektir. Yol, dışında olan için zordur. Yola giren, yolun dışındaki batıl dünyayı kolay aşar. Yola girince yol da yardım eder konuğuna. Ve belki bir yerden sonra yol, artık biricik hayat zevki ve dayanağı haline gelir. Tüm esaslı hedeflere zorlukla ve meşakkatle ulaşılır. Gereksiz olan her şeyden arınarak, yanlış hallerin yerine doğru halleri koyarak, hep yola odaklı bir zihinle yol kat edilebilir. Yolun özellikleri belirginleştikçe ve kendini hale dönüştürdükçe, kendine zıt olan her şeyi dışta bırakır. Dinin Allah’a has kılınması noktasına ulaşıncaya kadar ve ona uygun bir istikamet tutturuluncaya dek amel ve gayretle çabalamak gerekmektedir. Zihinden, akideden hayata, hayattan zihne yönelik bir hareket, yolu belirgin kılıncaya kadar sürer. Amaç ve niyet meselesini tamamen bitirmiş bir Müslüman’ın önü açıktır ve engeller varsa bile aşılacaktır.

Tüm “güç” tutarlıktadır. “Gerçek din” izleyenlerini müessir ve etkin hale getirir. Hak din, yönelik olarak tasarlandığı insan “fıtrat”ında derin bir kabul görür. Ancak bu dinle Fıtrat dirilir. Başka ideoloji ve dinler o fıtratı, “fesad”a uğratır. Din ve fıtrat göreliği/uygunluğu, ikisinin köken birliğine dayanır.

Varolmak, bedensel olarak varolmak değildir. Önemli olan dış etkilere, dış fikirlere, dış itikatlara, dış planlara, dış kurumlara, dış saldırılara eş etki ve kuvvette cevaplara, kurumlara, çözümlere, fikirlere, akideye ve imkânlara sahip olmaktır. Burada tutarlılık bir güç olarak çok işlevsel bir konumdadır. Kur’an’ın “Din’i Allah’a halis kılmak” diye anlattığı, işte bu tutarlılığın da en büyük teminatıdır. Allah’tan geldiği gibi kalan, iletildiği şekliyle insanlara ulaşan Din’in, zıt nitelikteki beşeri ilavelerden arındırılması bu nedenle çok önem taşımaktadır.

Hakikat kendi doğasına zıt olan her şeyi reddeder. Ben-merkez zihniyet Hakikat’le çatışır. Hakikat tanımlar. Hakikat uyulmayı, itaati ister izleyicisinden. Hakikat güven talep eder. Hakikat aceleciliği dışlar. Çünkü sabrı yapısında taşır. Sabır statik değil, dinamik bir süreçtir. Hakikat, yargılarına teslimiyet ister, müdahale etmeyi dışlar. Hakikat, yanlılarından adil olmayı ister. Hakikat, insanın çıkarını da taahhüt etmiştir ama pazarlık olarak ona yönelmek anlamında değildir. “Anlama amaçlı dinleme” yine aynı sistemin başka bir talebidir. Hakikat hesapsızlıktır. Hakikat, üslubun, amacın hizmetinde olmasıdır. Zarif ve maksada uygun olmasıdır. Fakat zalimler için sert üslup hikmete daha uygundur. Hakikat keyfi olanın terkidir. Keyfi üslup, keyfi sükût, keyfi harcama ve keyfi olan her şeyin… Hakikat bencilliğin reddidir. Hakikat tevazudur. Hakikat kanaatkâr olmaktır. Hakikat ciddiyettir. Hakikat teslimiyettir. Hakikat gayeye uygunluktur. Hakikat tavırdır. Hakikat sevgidir. Hakikat öfkedir. Hakikat emin olma talebidir. Hakikat endişedir. Hakikat, hemen ve peşinen reddetmemektir. Hakikat izleyicisi, anlama endişesini hep taşır. Kolay redci değildir. Hakikat, evetle hayırın uygun ve yerine göre şekillenen bütünlüğüdür. Hakikat “biz” olma şuurudur. Bireyin, biricikliğiyle “biz”in içinde kendini konumlamasıdır. Hakikat, Bilal ile Ebubekir’in birliği üzerinden elitist tutumun reddidir. Bu iki kişinin temsil ettiği ekonomik ve sosyal heterojenliğin akideyle aynı sınıfa dâhil olması ve “Akide Sınıfı”nın oluşumudur. Hakikat, seçkin olmanın iyi, seçkinciliğin olumsuzlanmasıdır. Hakikat bir savaşım çağrısıdır. Hakikat fedakârlık çağrısıdır. Hakikat ölçü ve dengedir. Hakikat, en başta tutkulara ve arzulara direniştir. Hakikat, en güvenilen bir fikrin de sorgulanmasıdır. Hakikat, hayatla birlikte yürümektir. Hakikat adanmışlıktır. Hakikat, yanlış öfkenin denetlenmesidir. Hakikat seçimdir. Hakikat güçtür. Hakikat ihlâstır. Hakikat hayatiyet kaynağıdır.



Abdulkadir Satış