- Düşünceler XIII

Adsense kodları


Düşünceler XIII

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sat 4 December 2010, 03:19 pm GMT +0200

Düşünceler XIII


Din, başka bir güce ve sisteme eklemlendiği / dâhil edildiği zaman niteliğini kaybeder. Din, tüm güç ve saygınlığını bağımsızlığından alır. Biz bugün onların birçok görüş ve inançlarını kabullenmediğimiz gibi onlar da bizimkileri kabul etmemektedirler. İtikat/uygulama ve kaynak/uygulama birliğine dayandığı sürece söylemimizde ısrar etmemiz gerekir. Demokrasi diyorlar ama mesela, herkesin kendi hukukuna göre yargılandığı bir düzeni bile, laiklik ve egemenlik gerekçeleriyle reddediyorlar. Böyle bir uygulama İslam'a uygun mu değil mi bilmiyorum ama bunu bile reddediyorlar. Daha aşağı seviyedeki talepleri de reddediyorlar. Bu noktada uyanmak gerekmez mi?
İslam egemenlikte ısrar eder. Çünkü toplumu yönetme, insan ve kâinatı yaratan ve onları en iyi bilen Allah'ın yetkisindedir. Sistemler egemenlikleri konusunda bu kadar duyarlıyken emrin ve hükmün Allah'a ait olduğunu belirten bir kitabın izleyicileri daha duyarlı olmalıdır.
Müslümanlar olarak İslam dışı anlayışları ve taraftarlarını fazla ciddiye alıyoruz. Hâlbuki din onların pislik olduklarını belirtirken şaka yapmıyor.
Kendini hayata aktarmayan bir inanç yok hükmündedir.
Kendimizi dış dünyanın tuttuğu aynadan ortak doğrular (maruf) söz konusu olunca seyredebiliriz. Mekânsal ve sınıfsal olarak dar bir yerde konuşlanmak bitmeye müncer olacaktır. Zihnin sustuğu yerde lafızlar doğru manayı sunmaz. Tarihi birikimin mutlaklaştırılması, etkin olmanın yitirilmesiyle sonuçlanır.
Zihin ilahi bir inşadır. O nedenle keşfetmek esastır. Her şey bir ölçü içinde yaratılmıştır. Zihinle dış dünya bu bağlamda etkileşerek doğru sonuçlara varır.
İnsan yetersizliğini kavramadıkça doğru bir çizgide yürüyemez. Doğum ve ölüm gerçekliklerinde insanın bir rolü yoktur. Memleketini ve ailesini kendisi seçmez.
Her şeyin bir zamanı ve yeri olduğuna göre, insana düşen görmeye çalışmaktır. Yani verili olanı değerlendirerek ne yapılacağı tespit edilebilir.
İnsan bir yere kadar görebilir, anlayabilir ve yapabilir. O nedenle çoğu tenkit yanlıştır. Bu noktada Ali Şeriati örneği verilebilir. Tüm kapasitesini kullanarak bir yere kadar görebildi ve yapabildi. Milliyet, mezhep, parti ve cemaatlerin etkisini herkes belli bir ölçüde taşımıştır. Önemli olan bu konularda doğruları seslendirenlere kayıtsız kalmamaktır.
Şefaat ve mucize konularındaki redci fikirler özneldir. A. Şeriati, şefaat ve Mehdi inancını benimser. Demek ki, bu kavramların atalet veya dinamizme dayanak olması bizimle ilgilidir. Geleneği inkâr ve yüceltme tutumları doğru sonuçlar doğurmamaktadır.
Denge, ölçü ve bütünlük kavramlarının belirlediği bir zihni ve ameli dünya inşa edilmelidir.
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.“(Tekvir: 29) ayetini cebri bir yönde yorumlamak geçersiz bir yorumdur. ”Allah dilemedikçe …” derken Allahın dilemesi söz konusu edilmiştir. ”… Siz dileyemezsiniz” derken insanın dilemesi tanınmıştır. Ancak önceliğin Allah’ın dilemesine verildiğini insanın iradesinin ikincil konumda olduğu da dikkatlerden kaçmamalıdır. Canlı ve dinamik sahabe kuşağının varlığı da insan iradesinin kabul edildiği yönünde bir göstergedir. “Bir toplum nefsindekileri değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez” (Rad:11) ayeti de yukarıdaki ayeti nasıl yorumlamamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Usul de bunu önerir.
İslam iç ve dış ayrımı yapmaz. Anlamlı, canlı ve doğru bir iç dünya, kendine uygun bir dış formu kendiliğinden üretir. Burada seyir, içten dışa doğrudur. Tüm sahih yönelişler içten dışa doğru bir seyir izlerler.
“Meaşı olmayanın meadı da yoktur” diyen Hz. Ali İslam’ın ekonomiye bakışını veciz bir şekilde özetlemiştir.
İnsanın şahsiyetini zayıflatan tüm sebeplerden özenle kaçınması gerekir. Çünkü söz, mesaj ve dava o zeminden yansır insanlara.
Yerellik ve evrensellik, dayandıkları kaynaklara bakılarak değerlendirilmelidir. Onları değerlendirirken bir başka kıstas ise insanoğlunu fıtraten nereye götürdüğüdür.
Hakla batıl arasındaki ilişki nihai bağlamda “çatışma” ilişkisidir. Bu tespit bir evveliyatın üzerinde bina edilmiştir. ‘’Çatışalım’’ arzusunu yansıtmayan bu yargının açık kılmak istediği husus kesin olarak tercihlerini yapan tarafların gerçek vaziyetlerinin bir yerden sonra niteliğini ortaya koymaktır.
Hükmetme arzusu insanların ilişkilerini olumsuz sonuçlara yönlendirir.
Kendi namı için iş yapmayan bir psikolojiyle donanmak ve kendisi içinde başkaları için de doğruyu istemek gerekir.
Başkasını gücüyle elde edilen hiçbir konum, güç ve imkâna dönüp bakmamak gerekir.
Bilgimiz arttıkça sorumluluğumuz da artar.
Şeytan insanı Allah’la da aldatır (Lokman:33). Muharref dinler bu yolla türediler. Samiri de bu konuda iyi bir örnektir. O diyordu ki; “Ben onların görmediklerini gördüm. Elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden bir şey gösterdi” (Taha:96). “Görme,” “idrak” ve “bilme” ya vardır, ya da yoktur. Varsa gereğince konuşulur. Yoksa konuşulmaz. Basit bir gerçek ama o ölçüde de hayati önem taşıyor.
Tüm sorumluluk, insanlara apaçık kanıtlar (beyyinat) geldikten sonra söz konusudur. Birçok ayet bunu vurgular. “İlim geldikten sonra”, “Beyyineler geldikten sonra” ve “Hak geldikten sonra” biçimindeki ayetlerde vurgulanan / önemsenen gerçek bizde idrake dönüşmelidir. “Tekfir”i sorunlu kılan sebeplerden biri de budur.
İslam vahyi kendinden önceki vahiy ve kitapları teyit eder (Musaddıq). Bu tutum kemalin zirvesidir. Tahrifi mahkûm eden Kur’an, önceki kitapların “asl”ını tanır.“ Onlar kendilerinden önce indirilen kitaplara da inanırlar” (Bakara:4) ayetindeki incelik ve öngördüğü kişilik üzerinde ne kadar durulsa azdır. Her farklı şeyi kolaylıkla mahkûm eden anlayışlara bu ayet sağduyu öğütlemektedir.
“Demişti ki:” “şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan onları, soyunun pek azı dışında, kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.” (İsra: 62) Nitekim de yüce Allah Şeytanın sözünün doğru çıkmasını engellememiştir. Alim, Hakim, ve Adil olan Allah. “çok azı dışında” herkesi kendime bağlayacağım diyor Şeytan. Öyle de oluyor. Allah da; “insanların ekseriyeti iman etmez” diyerek bu noktayı doğrulamıştır pek çok ayette.
İnsan amellerinin sonuçlarından kendinin kurtaramaz. “insana ancak çalıştığı var” diyen ilahi beyan Allah’ın rahmetinin yanlış yorumlanmasını engellemiştir. Şeytandan kurtulmanın biricik yolu “İhlâs” “İman” ve “Tevekkül”dür.
“En güzel şekilde tartışmak” , “En güzeli söylemek”, “En güzel amel” Ed-Din’in insanı yükseltmek istediği ufuktur. Din, tüm boyutlarıyla güzelliği insanın hayatına egemen kılmak istemektedir. Güzelliğe bu kadar önem veren bir dinin izleyicileri olarak kendimize bir daha bakmamız gerekiyor. Dinin amacı insanı karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır. Tam bir yüzleşme ile aydınlığın hayatımızın neresinde olduğunu kendimize sormalıyız. “Yerin ve göğün nuru Allah” kullarının da bu nurla, bu aydınlıkla aydınlanmalarını istemektedir.
Kitap apaçıktır. Doğruların hayata rehberlik edecek olan kısmı da apaçıktır. “İstikamet”imizi bu temelde kurmalıyız. Gaflet kaybedişi görmeyecek kadar insanı duyarsız kılmaktadır. “Apaçık” olanda ısrar eden bir hayat, esenlik kıyısına çıkacaktır.
Öncelikle bir karar olarak Allah için ölmek demek olan “Şehadet” bir Müslüman’ın kalbinde gerçekleşmiş olmalıdır.
Yolda olup olmadığımızın göstergesi bize zor gelen işleri yapıp yapmadığınızdır. Gündelik hayatın seyri bu konuda gösterge olma işlevi görür.
İslam iki boyutlu yapıdadır: Emir ve nehiy. İki boyut bütünlük sağlamadıkça olumlu sonuçlar doğmaz. İslam iki boyutlu bir yapıdadır: Red ve kabul Allah’ın dışındaki ilahların reddi ve Allah’ın nihai hüküm mercii, ortaksız otorite ve din koyucu olarak kabulü.
İslam iki boyutlu bir yapıdadır: Takdir ve tavır. Doğruları takdir ediş ve yanlışlara tavır koyuş. İslam iki boyutlu yapıdadır: “fesat” için engel “salah” içinse zemin olmaktır. İslam iki boyutlu yapıdadır: İslam’ı yaşama ve İslam’a zıt güçlerce kullanılmama. Dinin bir “Güç” ve “Temsil eksen”i olarak hayata intikalini mümkün kılan bu keyfiyetin varlığıdır. Allah’ın önünde tam bir sorumluluk ahlakı ve maksat şuurunu, bilinen tüm ilahi emirler ve teklifler doğrultusunda işlevlenerek adil, dengeli ve fedakâr bir tanıklığın ve karşıt tarafa tesir edecek etkideki bir yönelişin hayata intikaliyle Ed-Din’e uygun ve layık istikameti, bir temsil ekseni ve hayatiyet odağı haline getirmek mümkündür. Akide ve ahkâm bütünlüğünün fıtri bir yolla hayata geçirilmesi gerekir. Din, İslam’a ait tüm akide ve ahkâmın bir tercih ve seçim sonucu benimsenmesidir. İman, salih amel, cihat, hicret ve şehadetle çerçevesi belirlenmiş bir yol olarak ifadesini bulan Ed-Din, insandan bu yönde bir hayat istemektedir. İslam emsalsiz bir bütünlüğün adıdır.
Alevilik bir İslam mezhebidir denemez. Nasıl ki, Hıristiyanlık da bir İslam mezhebi değilse… O da tevhidle başlayıp sonradan bozuldu. Bir şahsın yüceltilmesini zihniyetleştiren Alevilik olgusunu mahkûm etmeyen bir din, tevhit iddiasında bulunamaz. İslam coğrafyasında doğmuş olmak Aleviliği meşrulaştırmaz. Bu mantığa sadık kalınırsa Hıristiyanlık da meşrulaştırılabilir. Aleviler mezheplerini yaşasınlar, diyanette temsil edilsinler demek başka bir şey, Aleviliği meşrulaştırmak daha başka bir şeydir. Ayrıca Alevi - Sünni kamplaşmasında kullanılmamak da önemlidir.
Kitabımı şu hadisle noktalamak istiyorum. Sünen-i Tirmizi’de şu hadise yer verilmiştir: Haris bin A’ver den rivayet edilmiştir. Dedi ki: mescide uğradım ve insanları boş sözlere/ dedikodulara dalmış olarak buldum. Sonra Hz. Ali’nin yanına giderek:
- Ey Mü’minlerin emiri dedim. İnsanların boş sözlere daldıklarının farkında değil misiniz? Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi:
- Bakınız ben Rasulullah’tan şöyle buyurduğunu iştim. “Dikkat olsun ki gelecekte bir fitne çıkabilir” Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü ondan kurtuluş yolu nedir?”
Rasulullah şöyle buyurdu:
Yüce Allah’ın kitabıdır. O’nda sizden öncekilerin tarihi ve sizden sonrakilerin haberleri vardır. Aranızdaki şeylerin hükmü vardır. O, hak ile batılın arasını ayıran ölçüdür. Onda her şey ciddidir; gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip onu terk ederse, Allah onu helak eder. Kim onun dışında bir rehber ararsa Allah onu delalete düşürür. O Allah’ın sapasağlam ipidir. O, hikmet dolu bir öğüt ve hatırlatmadır. O dosdoğru yoldur. Hevalar ancak onunla hakkın dışına meyletmezler. Hiçbir lisan / söz ona benzemez ve karışmaz. Âlimler ona doyamaz. Çok tekrar edilmekten dolayı eskimez, tadı azalmaz; onun acaibi (hayranlık uyandıran yenilikleri) sona ermez. O, öyle bir kitaptır ki cinler onu işittiklerinde şöyle demekten kendilerini alamamışlardır: “biz muhatabını doğruya yönlendiren acaib / hayretamiz bir Kur’an dinledik ve hemen ona iman ettik (Cin: 1-2). Kim onu konuşursa doğru yapar. Kim onunla hükmederse adaletle hükmetmiş olur. Kim ona davet ederse sırat-ı musteqim’ e kavuşturulur.”

Din, insana sonsuz umut vadeden tek tercihtir. Bu tercihin ihtişamını, iman ve amelin kopmaz bütünlüğünde aramak gerekir. İnsan fıtratının kendine özgü yapısına en uygun program, din cenahından gelmektedir. Uzun tarihi boyunca tüm çözümleri kendi üzerinde yaşayarak tecrübe eden insan fıtratı, dinden başka bir yerde kurtuluş ve huzur bulamamıştır. Fıtratın esenliğini ana kaygı edinen herkes, ilahi program demek olan dine kayıtsız kalmayacaktır. Din, kâinatla aynı köke sahiptir. Dine özgü bir insan olmanın çabasına yönelen her Müslüman, bir umuttur. Bu konumda olmanın sonsuz duyarlılığıyla yaşayan her Müslüman, eş ölçüde de kutludur.


Abdulkadir Satış