- Düşünce dünyasının kapanmayan kepenkleri

Adsense kodları


Düşünce dünyasının kapanmayan kepenkleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 28 October 2010, 11:22 am GMT +0200
Düşünce dünyasının kapanmayan kepenkleri


Rengârenk kalemlerle çizilmiş art arda satırlar dikkatini çekti. Merakla okudu. “Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?” Her gün zihninde hiç bıkmadan cevabını aradığı sorulardan biriydi.

Şehrin ürkek sokakları, arsız caddelerine açılıyordu gecenin en soğuk dehlizinde. Tek tük geçen birkaç araba… Yanıp sönen lambalar… Betonarme binalar arasına sıkışıp kalmış birkaç ağacın çıplak dallarına tünemiş kargalar…

Rüzgâr bir anne şefkatinden çok, intikam hırsıyla dövüşen bir adam gibi tokatlıyordu önüne geleni. Uzaklardan birkaç sarhoşun yarım ağızla söyledikleri türküler duyuluyordu. Kan çanağına dönmüş gözleri şehrin silüetinde birkaç parça ışık, yalnızlık ve ıssızlık buldu. Pencereyi kapadı. Finallere çalışmak istedi. Şurada kaç gün kalmıştı sınavlara? Ders notları ve kitaplarıyla dolu çalışma masasının dağınık halini isyankâr bir başkaldırışa benzetti. En iyisi yatmalı, sakin bir kafayla temiz bir uyku çekmeliydi. Şimdiki gençlik uykuyu bile çekiyordu. Kimi zaman hayatın sefasını çekiyordu, kimi zaman cefasını… Hayat bir angaryaydı çekilmesi gereken. Böyle belletmişlerdi dünyayı. Üstünü çıkarmadan kıvrıldığı yatağında aklı düşüncelere yenik düştü. Düşüncelerini bastıran, öğleyin yaşadığı olaylar oldu. Perde açıldı, kareler tek tek akın etti zihnine. Yeni baştan yaşadı her şeyi.

Bulutların ardından sinsice gülümseyen öğle güneşi, ısıtmıyordu kimseyi. Koltuğuna sıkıştırdığı kitapları sanki kafasında taşıyordu.  Asıl olan kafasının içindeki ağırlıklardı. Hem de nasıl ağır… Metro istasyonuna giden caddeye saptı. Bambaşka dünyaların içinde, yoğun bir kalabalığa sürüklenmiş buldu kendisini. Dört dakika sonra kalkacak olan metro için koşuşturuyordu insanlar. Yer çekimine uslu uslu uyan bir çocuk edasında ayaklarını sürükleyerek tünele girdi. Sabırsızca saatine bakanlar, duvarlara dayanıp gazete okuyanlar, neşeli, yüksek sesleriyle etrafta dikkat uyandıran liseli gençler, ürkek yaşlı amcalar, takım elbiseleriyle dikkat çeken iş adamları, kendisine benzer birbirinin aynısı üniversite öğrencileri… Curcuna, izdiham, telâş, bekleyiş, sıkıntı, kahkaha… Ne ararsan vardı kalabalıkta. Pantolonunun ceplerini yokladı. Tam sigarasını yakacakken yasal uyarı yazısını gördü kocaman puntolarla yazılmış. Eve yürürken içerim, diye avuttu kendisini. Az ilerdeki bir bankın boşaldığını görünce gidip oturdu hemen. Hanım teyzelerin kınayan bakışlarına aldırmaksızın bacaklarını öne uzatıp âdeta yayıldı banka. Yanında oturan kız olmasa neredeyse uzanacaktı. Gençti, sağlıklıydı, belki… Ama yorgundu, hem de çok. Hayatın tüm yükü omuzlarına konmuşçasına bîtaptı. Birkaç ay sonra okul bitecekti. Sonra iş, askerlik, ailesine yardım etmek için atıp tuttuğu vaatler… Babasının umut dolu bakışlarını unutmuş muydu? Bir gün gelecek, onunda evdeki kasaya para konması beklenecekti. Sonra annesi… Eskiyen koltuk takımlarını, eriyen halıları değiştirmek için okulunu bitirmesini beklemiyor muydu? Ya kız kardeşi? Ağabeyinin onu ne zaman sınırsız bir alışverişe çıkaracağını sorup durmuyor muydu? Titrek parmakları tükenesi sigarasına gitti. Efkâr bastıkça tüttüresi geliyordu. Önünden son hızla akıp giden metroya bakıp nasıl da derin düşüncelere dalabiliyordu insan. Yanındaki kıza kaydı gözleri. Daha doğrusu elindeki kitaba. Rengârenk kalemlerle çizilmiş art arda satırlar dikkatini çekti. Merakla okudu. “Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?” Her gün zihninde hiç bıkmadan cevabını aradığı sorulardan biriydi. “Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona maliksin.” Hımm… Mantıklı geliyordu kulağa. “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.” Yarısını anladı, oysa anlayamadığı ne çok kelime vardı. Garip bir his duydu içinde. Orhan Pamuk’un “Yeni Bir Hayat” kitabında yazdığı satırlar geldi aklına. “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Acaba onun kitabı da şu hiç tanımadığı, yüzünü bile görmediği kızın elindeki olabilir miydi? Bir umut nişanesi belirdi yüzünde. Gönlü yeni bir mevsime açtı gözlerini. Bembeyaz çiçeklerle bezeli dalların tüm vücuduna yayıldığını hissetti. Bir masalın içinde kaybolmuş, baharı yaşıyordu. Elleri başaklara uzanmış, her birini okşarken kendinden geçiyordu. Çok vakit geçmedi; âniden karardı her yer. Yağmur yağmaya, gök gürlemeye başladı. Sırılsıklam olmuş saçları yüzüne iniyor, gözlerini kapatıyordu. Parmaklarıyla saçını geriye taradı, başını kaldırdı.  Kızın hızla kitabını kapatıp, kapıları kapanmakta olan metroya koştuğunu gördü. Öylece bakakaldı. Hiçbir kızın/kitabın arkasından böyle şaşalayıp afallamamıştı.
Yüreğini parçalayan keskin bir sızı oluk oluk akarken uyku sisleri arasında rüyalara daldı.

Saliha Ferşadoğlu