- Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı İcârenin Şartları

Adsense kodları


Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı İcârenin Şartları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Tue 9 February 2010, 03:06 pm GMT +0200

İcârenin bir takım şartları vardır ki; mezheblerin bunlarla ilgili geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.


(35) Hanefîler dediler ki: Satış akdinde olduğu gibi, icâre akdinde ara­nan şartlar da dört kısma ayrılır:

1- Gerçekleşme şartları. Bu şartların bulunmaması halinde icâre akdi

gerçekleşmez.

2- Sıhhat şartları. Bu şartların bulunmaması halinde icâre akdi gerçek­leşse bile sahih olmaz.

3- Bağlayıcılık (lüzum) şartları. Bu şartların bulunmaması halinde icâre akdi bağlayıcı olmaz.

4- Geçerlilik (nefaz) şartlan. Bu şartların bulunmaması halinde icâre akdi geçerli olmaz.

1- Gerçekleşme şartları: Bunları şöylece sıralayabiliriz:

Akıllılık: Delinin ve mümeyyiz olmayan çocuğun düzenlediği icâre akdi gerçekleşmez. Mümeyyiz olan çocuk (çalışmak için) kendi bedenini icara ve­rirse veya mülkiyetindeki bir eşyayı icara verirse; eğer bu gibi işleri yapmak için velîsinden taraf izinliyse, yapmış olduğu icâre akdi, velisinden ayrıca onay almaksızın gerçekleşir. Eğer izinli değilse, yapmış olduğu icâre akdi askıda olarak gerçekleşir. Velîsi onaylamadıkça akid geçerli olmaz. Kısıtlılık altın­daki mümeyyiz çocuk, çalışmak için) kendi bedenini icara verip çalışır ve yaptığı işi müstecire (İş1 verene) teslim ederse, kendi şahsı İçin ücret almayı hak eder.

Köle de bu bakımdan mümeyyiz çocuk gibidir. Yalnız, bu durumda ala­cağı ücret, efendisine âit olur. Çocuk, İcar edildiği işi yaparken bir zarara uğrar veya telef olursa, müstecir (işveren) sorumlu olur; tazminat ödemesi gerekir. Çocuk hatâen ölürse, meselâ; çalışmakta olduğu duvar üzerine yı­kılır ve ölürse, diyeti, müstecirin (işverenin) ailesi tarafından ödenir. O işte hak etmiş olduğu ücreti de müstecir öder. Çalışırken bir zarara uğrarsa müs­tecir tazminat Öder.

Sîganın şartlarına gelince, bunları da şöylece sıralayabiliriz: İcâre akdi­nin tarafları, kendi serbest iradeleriyle akdi yapmış olmalıdırlar. Şu halde zorlanarak veya yanılarak veya unutarak icâre akdini yapanların akidleri, her ne kadar gerçekleşip geçerli de olsa sahih değildir. Bu, ancak fâsid bir akid olur. Bunun hükmü de şudur: îcar edilen şey kullanıldıktan sonra ecr-i misil verilmesi gerekir. Bu ve bundan önceki şart, akdi yapanla ilgilidir.

icar edilen şey, icara veren tarafından müstecire teslim edilebilir nite­likte olmalıdır. Teslim edilebilir olmayan, yitik bir hayvanın icara verilmesi sahih değildir. Bir kişiyi günah işlemek üzere icar etmek sahih değildir. Bu akdi yapan kişi, günah işlemek amacıyla kendi bedenini her ne kadar müste­cire teslim etmeye muktedir ise de, yapılan icâre sahih değildir. Çünkü gü­nah işlemek üzere bedenini İşverene teslim etmesine şer´an muktedir değildir.

Şer´an imkânsız olan şey, hakikaten de imkânsızdır. îcâreden kastedi­len iş, icar edilen kişiye icâreden Önce farz veya vâcib olan bir iş olmamalı­dır. Meselâ, haccettirmek üzere adam icar etmek sahih değildir. İmamlık ve müezzinlik gibi diğer tâatleri yaptırmak üzere adam icar etmeye gelince, icar edilmesi caiz olan ve olmayan şeyler bahsinde bu hususta gerekli açıklama yapılmıştır.

İcâre akdine mahal olan menfaatin, akıllı kimseler nazarında elde edil­mesi arzulanan bir değeri olmalıdır. İcar bedelinin (ücretin) belirlenmiş olması gereklidir. Ücret de bazı kısımlara ayrılır:

1- Nakîtler. Cüneyh, kuruş ve diğer paralar gibi. Ücret nakit olarak ve­rilecekse, akidleşme esnasında miktarının (meselâ on cüneyh gibi); niteliği­nin (meselâ katıksız veya karışık gibi) açıklanması şarttır. İcâre akdinin yapıldığı beldede, sâdece kendisiyle muamele edilen bir tek cins nakit varsa, akidleşme esnasında ondan söz edilmese bile icâre bedeline dâir anlaşmada yalnızca o nakdin cinsi esas alınır. Beldede birden fazla cinsten nakit varsa, akidleşme esnasında nakdin miktar ve niteliği belirlenmezse akid fâsid olur. Nakitte sürenin belirtilmesi şart değildir. Peşin verilebileceği gibi, vadeli olarak da verilebilir. Vadeli olduğunda, tıpkı vadeli satılan malın bedeli gibi borç olur.

2- Ölçekle ölçülen, tartıyla tartılan, miktar bakımından birbirine yakın olan ve sayı ile sayılan malların semen (satılan mala verilen bedel) olmaları, satış bahsinde de söylendiği gibi sahihtir. Semen olması uygun görülen şey­lerin, ücret olması da uygundur. Ücret olarak verilmesi kararlaştırılan öl­çekli, tartılı veya sayılı malların da miktar, nitelik ve vâdelerinin belirlenmesi şarttır.

Şu halde akidleşmede, "falan kişi şu eşyayı on ölçek iyi cins buğday kar­şılığında...´ veya "... yirmi kilo beledî yağı karşılığında icar etmiştir" şeklin­de bir ifâdenin yer alması gerekir. Bu ücretin peşin veya bilâhare ödeneceğini de belirtmek zorunludur. Ücret olarak verilecek olan şey, taşıma masrafı ge­rektiriyorsa, meselâ on kilo bakla karşılığında, adamın biri bir tarla icar et­mişse, icarcının icar bedelini (ücreti) teslim alacağı yerin belirtilmesi şarttır. Belirtilmediği takdirde icâre akdi fâsid olur. Ücret olarak verilecek şey için taşıma masrafı gerekmiyorsa, bu şart aranmaz. İcar sahibi, ücreti dilediği yerde teslim alabilir. Bazıları, teslim yerinin belirtilmemesi durumunda icâ­re akdinin fâsid olmayacağını söylemişlerdir.

3- Ücret, bir hayvan da olabilir. Bir kişi, bir deve veya bir sığır karşılı­ğında, kendisine bir yıl süreyle hizmet etmesi için bir şahsı icar ederse, ücret olarak verilecek hayvanın belirli ve "şu sığır" demek gibi kendisine işaret edilen bir hayvan olması şarttır. Böyle olmadığı takdirde akid fâsid olur.

4- Ücret; elbise, kumaş, kap ve benzeri ticâret eşyalarından biri olabi­lir. Böyle bir nesnenin ücret olarak verilmesi taraflarca karara bağlanırsa, miktar, nitelik ve ödeme zamanının belirtilmesi şart olur. Meselâ; peşin ola­rak veya ileriki bir tarihte iyi cins ketenden beş elbise ücret olarak verilecek­tir demek gibi. Akidte, böyle bir açıklamaya yer verilmezse, akid fâsid olur. Ticâret malları, zimmette borç olmazlar. Ancak selem olurlar. Şu halde se­lemde aranan şartlar, ticâret mallarında da aranır. Ticâret mallarına, ölçek­le ölçülen, tartıyla tartılan, sayı ile sayılan mallara işaret etmek, bu mallar hakkında (akidleşme esnasında ek bir) açıklama yapmaya gerek duyurma­maktadır.

Hanefîlere göre ücretin peşin olarak verilmesi, her halükârda şart değildir. Bu ücret, "şu hazırdaki hayvan" demek gibi borç olmayan bir eşya da olsa, zimmette nitelenen bir borç da olsa hüküm aynıdır. Çünkü ücret, sırf akdi yapmakla mülk edinilmez. Akdi yapar yapmaz teslimi vâcib değil­dir. Sahih olan görüş budur. Şundan ki: Akid, menfaat üzerine düzenlen­miştir. Menfaatse, akid esnasında mevcud olmayıp peyderpey meydana gelmektedir. Ücret, menfaate karşılık verilen bir bedeldir. Menfaat peşin ola­rak elde edilemediğine göre, bedeli olan ücreti de peşinen ödemek gerekmez. Müstecirin, menfaati elde etmesi zamanında ancak ücretin ödenmesi zorun­lu olur. Şu da var ki; ödenmesi durumunda ücrete sahip olunur. Müstecir, icar sahibine ücreti peşin olarak verirse, icar sahibi o ücrete sahip olur. Müs-tecİr, artık onu geri alamaz. Aym şekilde peşin icâre akidlerinde, ücretin pe­şin olarak verilmesi şart koşulursa, bu şartla da ücrete sahip olunur. Adamın biri, akid gününden başlarfıak şartıyla bir başkasından ev icar eder; evi icara veren de ücretin peşin verilmesini şart koşarsa, -zaten günümüzde yapılan icare akidlerinde de durum budur- sahih olur. Evi icara veren, Ücreti öde­meden evde oturmasını menedebilir. Ücreti peşinen vermeyecek olursa akdi feshedebilir.

Denebilir ki bu, akdin gerektirmediği ve taraflardan sadece birinin ya­rarına olan bir şarttır. Böyle bir şart nasıl sahih olabilir? Buna cevaben deriz ki ücret, satılan malın bedeli mesabesindedir. îlke olarak peşin verilmesi ge­rekir. Ama satıcı, bedelin kendisine peşin ödenmesine dair hakkından fera­gat ederse, bilâhare ödenmesine razı olursa, ödeme tarihi beklemesi gerekir. Satın alınan maldaki ayıp muhayyerliği hakkı da müşteri lehine sabittir. Ama müşteri bu haktan feragat ederse, ayıplı da olsa satın aldığı malı kabul et­mekle yükümlü olur. Bizim ücret meselesi de bu statüye tabidir. Müstecir, icar ettiği şeyin menfaatini tam olarak elde etmeden ücret vermeme hakkına sahiptir. Ama bu hakkından feragat ederse, ücreti önceden ödemesi zorunlu olur.

Peşin olmayan icâreye gelince, diyelim ki; adamın biri, akid tarihinden bir veya bir kaç gün sonra ekmek üzere bir tarla veya içinde oturmak üzere bir ev icar eder de icara veren kişi, icar bedelinin (ücretinin) peşin ödenmesi­ni şart koşarsa bile bu, onun ücrete sahip olmasını gerekli kılmaz. Müstecir, bu durumda ücreti peşin ödememe hakkına sahiptir. îcar vâdesi geldiğinde, icara veren kişi müsteciri, icar ettiği eşyayı kullanmaktan menedemez veya akdi feshedemez. Ama icar ettiği eşyayı girmezden önce, icara veren kişi ma­lında dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Şu halde peşinen icar vâdesi gelme­den malını satacak olursa, icâre akdi fâsid olur. Dilerse feshetme hakkı da vardır. Çünkü peşin olmayan icâre -ki buna, geleceğe nisbet edilen icâre ak­di adı verilmektedir- müftâbih kavle göre bağlayıcı değildir. Özetlersek, böyle bir icârede ücrete dört şeyle sahip olunur:

1- İcar edilen şeyin menfaatini tam olarak elde etmekle.

2- Ücretin bilfiil ödenmesiyle.

3- İcâre peşin olup da gelecek zamana nisbet cdilmemişsc, ücretin peşi­nen verilmesi şart koşmakla.

4- Fiilen elde edilmese bile, menfaati elde etme imkânının bulunmasıyla.

Adamın biri belli bîr süre için bir ev icar eder de; kullanma İmkânına sahip olmakla birlikte, o süre içinde o evde oturmazsa, ücreti ödemesi gere­kir. Ama kullanmasını engelleyen bir mâni çıkarsa, meselâ; birisi gasbede-rek zorla o eve el koyar ve oturmasına engel olursa, ücreti ödemesi gerekmez. Yine bunun gibi adamın biri ekin ekmek için bir tarla icar eder de, o tarla sular altında kalır veya sulaması için gerekli olan su kesilirse, ücreti ödemesi gerekmez. Bu durumda icâre akdi feshe uğrar mı, uğramaz mı? Bu konuda iki kavil vardır.

İşçi veya icar edilen nesnenin sahibi, menfaatin tamamıyla elde edilme­sinden önce ücreti talep ederlerse, talebine karşılık, yaptığı iş kadar veya icara verdiği eşyasının kullanıldığı günler nisbetinde bir miktar ücret ödenir. Yal­nız bunda müstecire işin veya nesnenin teslim edilmesi şarttır. Meselâ; bir giysi dikmiş ise, diktiği nİsbette ücret alır. Evlerde yorgancılık ve mînderci-lik yapanlar da, çalıştıkları nisbette ücret alırlar. Çünkü bunların, üzerinde çalışmakta oldukları şeyler (yataklar) sahiplerinin eli altındadır. Onlara tes­lim edilmişlerdir. Ama üzerine iş yapılan nesne, sanatkârın dükkânındaysa, yani sahibine teslim edilmemişse, işi tamamlamadan ücret almayı hak ede­mez. Bazıları da derler ki; üzerinde çalışma yapılan nesne, sahibinin eli al­tında da olsa, sanatkârın dükkânında da olsa, işi tamamlamadan ücret hak edilemez.

2- Sıhhat şartlan: Bunlardan biri, ücret olarak verilecek şeyin, üzerine akid yapılan menfaat ile aynı cinsten bir menfaat olmamasıdır. Meselâ; bir evi içinde oturmak üzere icar etmeye karşı, ücret olarak ev sahibine bir baş­ka evin oturma hakkını vermek veya bir kişiyi müstahdem olarak icar etme­ye karşı, ücret olarak bir başka şahsı ona müstahdem olarak vermek sahih olmaz. Ama menfaatler ayrı cinsten olurlarsa, icâre sahih olur. Meselâ bir ağılı, davarları içinde barındırmak için icar eden kişi, bu ağıla karşı ücret olarak kendi hayvanına binme hakkını ağıl sahibine verirse veya bir evi icar eden bir kişi, ücret olarak kendi devesinden yararlanma hakkını ev sahibine verirse, icâre sahih olur. Cinslerin ayrı olması durumunda icâre, teslim al­manın ertelenmesi ile beraber sahih olur. Sözgelimi; bir kişi, çift sürmesi için komşusuna öküzünü verir de, ona karşılık, binmek için komşusunun mer­kebini veya atını alırsa, icâre sahih olur. Ama kendi öküzünü komşusuna icarla verir, buna karşılık onun öküzünü alırsa, menfaatler aynı cinsten ol­duğu için icâre sahih olmaz. Ama yine de böyle bir icâre yapılırsa, öküzlerin kullanılmasından sonra, her iki taraf da ecr-i misil öder.

Diğer akidlerde olduğu gibi icar akdinde de, akdin gerektirmediği ve akde uygun olmayan şartlar bulunmamalıdır. Akdin mahalli olan menfaat, taraflar arasında anlaşmazlığa ve tartışmaya meydan vermeyecek şekilde bilinir ol­malıdır. Menfaat, şu hususlarla bilinir:

1- îcâre süresi belirlenmelidir. Süre belli olunca menfaatin miktarı da belli olur. Meselâ; içinde oturmak üzere bir evi bir seneliğine icar etme du­rumunda, müstecİr için o evin menfaati bir yılla sınırlandırılmış olmaktadır. Aynı şekilde bir tarlayı belli bir süreliğine icar etme durumunda tarlanın müs­tecire sağlayacağı menfaat o belli süreyle sınırlı olur. Mülkte müddetin smırı yoktur. Mal sahibi, tarlasını uzun bir süre için icara verebilir. Öyle ki, tarla sahibi ve müstecirin bu icar süresi kadar yaşamayacakları normal olarak bi­linse bile icâre sahih olur. Mûtemed olan görüş budur.

Vakfa gelince, vakıf arazilerinin üç seneden fazla bir süre için (tek akidle) icara verilmesi sahih olmaz. Vakıf malı evlerle, dükkân ve benzeri şeylerin bir seneden fazla bir süre için (tek akidle) icara verilmesi sahih olmaz. Me­ğer ki maslahat, daha uzun bir süre için icara verilmesini gerektirsin... Bu durumda kadı, daha uzun bir süre için icara verebilir. Kadıdan izin almaksı­zın vakıf nâzın bunu yapamaz. Ancak vakıf sahibi, kendi vakfına âit malla­rın, bunlardan daha uzun bir süre için icara verilebileceğine ilişkin bir ifâde kullanmışsa ve bir fayda da varsa, nazır, kadıdan izin almaksızın daha uzun bir süre için icara verebilir. Diyelim kî vakfın sahibi "bu konutun bir yıldan fazla bir süre İçin icara verilmesi caiz olmaz. Meğer ki icara verilmesinde, konutun kendileri için vakfedildiği yoksullar lehine bir fayda söz konusu olsun" gibi bir ifâde kullanmışsa nazır, bu şarta dayanarak vakıf evini bir yıldan fazla bir süre için icara verebilir. Vakıf malını bunlardan daha uzun bir süre için icara vermenin caiz olmaması, icara veren kişinin vakıf sahibi olmaması durumunda söz konusudur. Ama icara veren, vakıf sahibinin ken­disi ise, bundan daha fazla olarak dilediği süre için icara verebilir. Vakıf ma­lım, belirtilen sürelerden daha uzun bir süreliğine icara vermenin caiz olması için bir hile şeklinden bahsetmişlerdir. Şöyle ki: icâre araziler dışındaki va­kıf mallan için birer seneliğine, araziler için üçer seneliğine, eş anlamlı bir kaç tane ardı ardına gelecek akidler halinde düzenlenir. Sonra da meselâ; "Şu evi yirmi seneliğine icara verdim ve her senesi için bir icâre akdi düzenlenmiştir şeklinde bir kayıt konulur veya "şu araziyi dokuz seneliği­ne icara verdim ve her üç senesi için bir icâre akdi düzenlenmiştir" şeklinde bir kayıt konulur. Yalnız peşpeşe yürürlüğe girecek akidlerden bazısının, di­ğer bazılarının da yürürlüğe girmesi için şart olarak ileri sürülmemesi ge­reklidir.

Bu hileye başvurmaktan maksat, birinci akdin bağlayıcı kılınmasıdır. Çünkü hemen yürürlüğe konulacak olan birincisidir.

İkinci ve ikinciden sonraki akidler ise, gelecek zamana yönelik olan akid-lerdir. Çünkü bunlar, zamanı gelip çatmadan düzenlenmişlerdir. Bilindiği gibi gelecek zamana bağlanmış olan akidler, bağlayıcı değildirler. Vakfın nâ­zın, vakıf için zararlı olduğuna kanaat getirirse, birinciden sonraki akidleri feshedebilir. Çünkü müstecir tarafından üzerine el koyulup sahiplik iddia­sında bulunulacağı endişesiyle, vakıf mallarının uzun süreliğine icara veril­mesi menedilmiştir. İcar akidleri müteaddit olur da bunlardan her birinin husûsî bir zamanı ve süresi olursa, sadece birincisi bağlayıcı olur. Diğerleri bağlayıcı olmaz. Bu durumda vakıf sahibinin endişe etmesine gerek ve ma­hal yoktur.

Bazan birincisini yüksek bir fiyatla, diğerlerini az bir fiyatla düzenleye­rek arttırırlar ki müstecir, akdi feshedecek olursa, bunun vakfa bir zararı dokunmasın. Sahih olan görüş şudur ki; bir tek akidle de olsa, bir kaç akid-İe de olsa nazırın, vakıf mallarını belirtilen sürelerden daha uzun bir süre için icara vermesi sahih olmaz. Şayet uzun bir süreliğine icara verirse, akid fâsid olur ve sürenin tümü için icâre, feshe uğrar. Zîra sahih olan görüşe göre akdin bir bölümü fesada uğrarsa, tamamı fâsid olmuş olur.

Bilindiği gibi maslahat, vakıf malının uzun süre icara verilmesini gerek­tiriyorsa; maslahata göre kadı, icar süresini uzatabilir.

Süt emziren kadın, bu işi yapmak için icar edilirse, yine icar süresinin açıklanması gerekir. Evlerde çalışmak üzere icar edilen kimselerin, yapacakları İşlerin neler olacağını açıklamak gerekli değildir. Bu, arazilerin icarında ge­reklidir. İcar akdi yapılırken arazide yapılmak istenen işin ne olacağının açık­lanması şarttır.

2- İcar akdine konu menfaatin kendisiyle bilineceği hususların ikincisi; kuyumculuk, boyacılık, terzilik ve benzeri yapılacak işin mâhiyetinin açık-lanmasıdır. Meselâ; boyanması istenen kumaşın belirlenmesi gerekir. Ağır­lık ve hafiflik, iyilik ve kalitesizlik bakımından değişik oluyorsa boyanın renk ve miktarının açıklanması da gerekir. Kuyumculukta da aynı durum söz ko­nusu olduğundan, yapılacak nesnenin bilezik mi, yoksa yüzük mü olduğu­nun açıklanması; Örfe uygun olarak, bu nesneler üzerinde yapılacak:işçiliğin ve sanatın açıklanması gerekir.

Özetleyecek olursak deriz ki; icar akdi yapılırken mübhemliği ortadan kaldıracak açıklamaların yapılması gerekir ki, taraflar arasında daha sonra anlaşmazlık ve tartışma meydana gelmesin. Sözgelimi bir kişi bir binek hay­vanı İcar ederse, hayvanı hangi amaçla, binmek için veya eşya taşıtmak için icar ettiğini açıklamalıdır. İcar süresini ve hayvanı nerelerde kullanacağını belirtmelidir. Bu hususlara açıklık getirmezse akid fâsid olur. İcar edilen eş­yadan yararlanıldığı takdirde ecr-i misil ödemek gerekir.

3- Menfaatin kendisiyle bilindiği hususların üçüncüsü, işarettir. Şu buğ­dayı, şuradan şuraya taşımak gibi. Taşınan şey ile taşınılacak yer bilinince, menfaat de bilinmiş olur. Menfaat mahallinin bilinir olması, icârenin sıhhat şartlarındandır. Bir kimsenin iki evi olur da, bir başka şahsa, "bu iki evden birini sana icara verdim" deyip de hangisini icara verdiğini belirtmez ise icâ­re sahih olmaz.