- Dönüşümün sonu Büyük Türkiye

Adsense kodları


Dönüşümün sonu Büyük Türkiye

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 27 June 2012, 07:15 pm GMT +0200
Dönüşümün sonu “Büyük Türkiye”
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 64. Sayı / DİĞER YAZILAR


“Türkiye değişiyor.” Neredeyse her dönem dile getirilen bu yargı, bugünlerde daha yüksek sesle dillendiriliyor. Elbette değişimin varlığı fazlasıyla sıradan bir gerçek; tıpkı insan gibi eşya gibi, zamana ve mekâna bağlı olarak sosyal-siyasal gerçeklikler de değişime uğruyor. Peki, Türkiye’de değişen ne; değişimin yönü ne tarafa doğru? Bu sorulara cevap verildiği zaman, değişimin bir gerileme mi, yoksa ilerleme mi olduğu da daha açıklık kazanacak.

Tanzimat’tan başlayarak Cumhuriyet döneminde Türkiye’de değişim sürecinin temel aktörü olarak siyaset kurumu öne çıkıyor. Bir bakıma Türkiye’nin dönüşüm süreci, gittikçe daha merkezî bir konuma yerleşen siyaset kurumu ile onun etrafındaki aktörler arasındaki ilişkiye göre şekilleniyor. Siyaset merkezli yürüyen bu süreçte monarşi, meşrutiyet, cumhuriyet şeklindeki tarihsel akışı da düşünürsek, değişimin yönünün demokrasiye doğru olduğu anlamı çıkarılabilir.

Siyaset-Asker: Normalleşme
14 Mayıs 1950’den sonra siyasetin çok partili demokratik ortam içerisinde daha etkin bir rol oynamaya başlaması, siyaset-asker ilişkilerinin önemini arttırmıştı. İlki 27 Mayıs 1960’ta olmak üzere, 2 fiili darbe, 2 muhtıra ve 1 post-modern müdahale gören bu ilişki, bugün daha demokratik bir zemine doğru yol alıyor. Soğuk Savaş şartları çerçevesinde şekillenen millî güvenlik algısı ve iç tehdit konsepti, geçmişte pek çok Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını da kapsayacak biçimde kurgulanmıştı. 28 Şubatta daha da güçlenen bu kurgunun değişmesi, güçlü ve istikrarlı hükümetler döneminin de etkisiyle mümkün oldu. 2002’de başlayan ve DGM’lerin kalktığı, MGK’daki asker ağırlığının azaldığı reform sürecinde, Genel Sekreterin sivil olması artık neredeyse bir teamül haline geldi.

Bugün EMASYA gibi, irtica ve terör tehditlerine karşı mücadelede siyasi otoriteyi ve hatta ona doğrudan bağlı Emniyet Teşkilatı’nı askerî otoriteye bağımlı kılan bir protokol yürürlükten kalktı. Özellikle Ergenekon davası ve darbe girişimlerinin ifşa edilmesi, siyaset ve asker kurumlarının konumu hakkında hem bu kurumlar içinde, hem de kamuoyunda sorgulamalar yapılmasına neden oldu. Tarafların aynı gemide olduklarını fark ettikleri ve bir arada yaşama kültürünü edinmeye başladıkları bu dönemde, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün sivil iradeye saygılı ve demokrat tutumunun büyük katkısı oldu. Asker-siyaset ilişkisinin normalleşmesi olarak da adlandırılabilecek bu değişim süreci halen ilerlemeye devam ediyor.

Siyaset-Toplum: Siyasetin toplumsallaşması
1990’ların ortasından itibaren komşu ülkelerle sınırlar esnedi, iletişim teknolojilerinde çok hızlı gelişmeler yaşandı; insan, mal ve hizmet hareketliliği arttı. Kültürel ve ekonomik alışveriş de hızlandı. Türkiye’nin çevresinde gerçekleşen bu köklü değişiklikler elbette ülkenin içyapısını da etkiledi. Mesela medya ve sivil toplum kuruluşları üzerinden sivil denetimin artması ve kamuoyunun siyaset kurumunu sık sık eleştirmesi, 2000’li yıllarda, toplumsal taleplere daha duyarlı bir parlamentonun oluşmasını sağladı.

Bu dönemde sivil toplum ile yakın iş birliği yapan siyaset kurumunun, onunla birlikte 6 önemli işlevi gerçekleştirdiği söylenebilir:

1. Devlet yapısının demokratikleşmesi hızlandı. 2. Siyaset ve siyasetçi daha sivil, daha demokratik bir ortama çekildi. 3. Toplum, devlete karşı örgütlenip hak ve sorumluluklar ile sivillik bilincini kazandı. 4. Devlet ya da onun içindeki askerî yapının uygulamalarından mağdur olanların önce iç hukuk, ardından da uluslararası hukuk zemininde hak aramalarının önü açıldı. 5. Avrupa Birliği reformlarının yasalaşması ve uygulanması süreci etkin biçimde takip edildi. 6. Millî güvenlik anlayışında özellikle iç tehdit konseptinin daha hoşgörülü ve demokratik bir çerçevede ele alınmasına zemin hazırlandı.

Siyasetin toplumsallaşması şeklinde adlandırılabilecek olan bu değişim süreci de, özellikle demokratik açılım üzerinden asker-siyaset ilişkisinin normalleşmesi gibi ilerlemeye devam ediyor.

Siyaset-Yargı: Anayasa değişikliği
Siyaset-yargı ilişkisi, Türkiye’deki dönüşümün belki de en yavaş ve sancılı ilerlediği alan olarak göze çarpıyor. Asker-siyaset ilişkisine benzer biçimde 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası gergin biçimde gündeme gelen siyaset-yargı ilişkisinin bidayeti, maalesef en çok rahmetli Adnan Menderes’in sanık sandalyesinde ve idam sehpasındaki fotoğraflarıyla hatırlanıyor. 1961 Anayasası’nda Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi kurumların oluşturulmasıyla, yargı, siyaset karşısında güçlendirildi. Böylece, siyasetin yasama ve yürütme erki üzerindeki tasarrufunun yargı kurumları tarafından sık sık kısıtlandığı, “hâkimiyet-i milliye”nin gerçek anlamda hükümferma olamadığı izlenimi doğdu. 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi sırasında yargı kurumunun demokratik siyasal yaşamdan yana tavır almaması ve bir anlamda darbelerin hukuki altyapısının darbeciler tarafından oluşturulması, yargı-siyaset ilişkisini iyice gerdi. Bugün ise, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısının yeniden düzenlenmesi, darbeciler ve darbe girişimcilerinin yargılanması gibi hukuki reformlar gündemde… Yani yargı-siyaset ilişkilerinin normalleşmesi Anayasa değişikliği üzerinden gerçekleşiyor.

Türkiye’nin siyaset merkezli dönüşümü, siyaset kurumu ile etkileşim içinde olan asker, yargı ve toplumu da etkiliyor ve değiştiriyor. Bu dönüşümün ilerleme sayılabilmesi için gereken asgari şart ise, demokrasinin daha güçlü biçimde yerleşmesi olacak. İşte bu noktada, yönetime sivil katılım imkânlarının genişlemesi, şeffaflaşmanın ve kamu kurumlarının sorgulanabilirliğinin artması önem taşıyor. Böylece, hem kurumlar ve millet arasında bir “hukuk” doğacak, hem de aslında toplum için var olan bütün bu kurumlar doğal yer ve işlevlerine dönebilecek. Vatandaştan aldığı yetki ve vergilerle kamu hizmeti yerine getiren siyaset ve bürokrasi, varlık nedeninin bizzat millet olduğunu idrak ettiği an, Türkiye, bütün somut değişimlerin müteharrik gücü haline gelecek bir zihniyet dönüşümünü başarmış olacak. Bu gidişin sonu, ekonomi, demografi, toplum ve dış politika verilerinin gösterdiği üzere, Büyük Türkiye.

Ümit ve gayret etmeye değmez mi?