- Doğru yol ve Sapkınlık Kavşağında

Adsense kodları


Doğru yol ve Sapkınlık Kavşağında

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Fri 30 April 2010, 12:33 am GMT +0200
Doğru yol ve Sapkınlık Kavşağında

İnsanın yaratılışından bu yana bir hak yol, bir de sapkınlık zinciri oluşmuştur. Adem a.s.’la başlayan hidayet zincirinde halkalar birbirine eklenerek Peygamber s.a.v. Efendimiz’e kadar gelmiştir. Bunun karşısında başta İblis olmak üzere, Kâbil, Firavun, Nemrut ve benzerlerinden meydana gelen dalalet ve küfür zinciri vardır. İnsanlar ikisinden birine sarılır.

İblis, insanları ne kadar dalalete düşürmeye çalışsa da kalbi gönlü aydınlık insan ona uymaz. Allah Tealâ, Kur’an-ı Mucizü’l Beyan’da hidayet yolu olarak peygamber kıssalarını naklettiği gibi; Firavun, Nemrut, Ad ve Semud kavmi gibi fitne, çirkinlik ve sapıklıkla helâk olmuşları da bildirir. Ki böylece insanoğlu iki yolu da bilsin ve içlerinden birini tercih etsin.

Nasıl Musa a.s. insanlara hidayette rehberse, Firavun da şerde rehberdir. Nasıl Musa a.s.’a Cibril yol göstermişse, Firavun’a da İblis yol göstermiştir.

İnsanın fiili, kişinin kendi iradesini kullanmasıyla meydana gelir. Hadis-i şeriflerde zikredilen Hakk’a teslim olanla asi olan meselesi bu şekilde izah edilir. Dolayısıyla, insan kendi yaptığından mesuldür. İlm-i ezelde tayin edilen kader, insanları yaptıklarını işlemeye zorlamak için değildir. İnsanın kendi irade ve dilemesiyle o şeyi yaparak o noktaya varacağını Cenab-ı Hakk’ın bildiğinden dolayıdır.
Burası çok önemlidir.

Bir otomobil düşünelim. Onun teknik bilgilerini ihtiva eden bir kitapçığı vardır. Ne kadar yağ konulacağı, aküsünün kaç volt, suyunun kaç litre, hızının kaç kilometre olduğu gibi otomobile ait bilgiler bu kılavuzda yazılıdır. Belirtilen miktardan az veya fazla miktarda yağ konulursa elbette motora zarar verir.

Bu durumda mühendisi suçlayamazsın çünkü mühendis, “Noksan koymasaydın motor yanmazdı.” der. Bunun gibi, kader bahsinde de kişinin kendi tercihi ön plandadır. İnsan, kendi fiilinin neticesini görür, bu yüzden itiraz edemez. İtiraz ederse kafasını taşa çarpar, parçalar. Rabbim Tealâ, herkese ilâhi idrak nasip etsin.

Nâs Suresi’nde insanlara, cinlerin ve şeytanın şerrinden Allah Tealâ’ya sığınmak emrolunmuştur. “Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 168 vd.) ayet-i celilesiyle Allah Tealâ şeytanın düşmanlığını bildirmiştir.

Bu düşman her zaman tetiktedir. Hasan Basrî Hazretleri’ne “Şeytan uyur mu?” diye sorulunca, “Keşke uyusaydı rahat ederdik..” diye cevap vermiştir. Şeytan damarlarımızda dolaşıyor. Allah Tealâ, Peygamberimiz’e nübüvvet mührünü şeytan musallat olmasın diye vurmuştur. Zira nübüvvet mührünün olduğu yer, şeytanın insan cesedine girdiği kapıdır.

O halde biz ne yapacağız? Rabbimize sığınacağız, O’nun dostluğuna erişmek için çabalayacağız. O ki bizi zelil bırakmaz. O ki kendisine sığınanı düşmanına mağlup ettirmez.

Bundan dolayı muhabbet-i ilâhi, Allah’a sevgi farz oldu. İnsan Allah’ı sevmekle zikreder. “El-Hikem’ül Atâiyye”de Ataullah İskenderî k.s. Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Kulun Allah’ı zikretmesi çok önemlidir. Sen, herkes Allah’ı zikredebilir zannetme. Aziz, her noksandan münezzeh ve müberra olan Allah Tealâ ancak sevdiği kulunun diline kendi zikrini verir. Peygamberler ve evliya-i izam böyledir.”

Bizim o büyükler gibi olmamız mümkün değil. Fakat Allah Tealâ’nın yardımıyla göstereceğimiz gayret, hidayet zincirine dahil olup inşallah kurtuluşumuza vesile olacaktır.