- Doğru Hayat Sürmenin Timsali

Adsense kodları


Doğru Hayat Sürmenin Timsali

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Fri 24 August 2012, 11:04 am GMT +0200
Doğru Hayat Sürmenin Timsali Olarak Hz. Muhammed

Allah'ın Kitabı hayatın pratik meselelerini çözmek için eksiksiz bir Hayat Kanunu içer­mektedir. Bu nedenle de, bu Kitabın insanla­rın hayatında, İlâhî rehberliğin ne derece ge­çerli olduğunu kendisi yaşayan bir örnek ola­rak gösterebilecek bir insan vasıtasıyla gön­derilmesi şarttı. Eğer Kitap sadece ahlâk ve teoloji ile ilgili basit dersler içerseydi, bir me­lek onu İnsanlara getirip ulaştırabilirdi. Fakat Kitab'ın pratik bir hayat programı haline dö­nüştürülmesi gerekliydi ve Kitap bu programı insanlara kendi uygulamaları ile göstererek sunabilecek bir insan vasıtasıyla tebliğ edildi­ğinde İnsanlar bu Örneği kolayca takip edebi­lirlerdi. Kur'ân bu konuda çok açık ifadelerde bulunmaktadır: "Doğrusu senden önce de kendilerine kitaplar ve belgeler vahyettiğimiz bir takım adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız Kitap ehline sorun sana da, insanlara gönderi­leni açıklayasın diye Kur'ân'ı indirdik. Belki düşünürler." (16: 43-44). Kâfirler Kur'ân'ın kısım kısım indirilmesine itiraz ettiklerinde onlara şu cevap verildi: "İnkar edenler: 'Kur'ân ona bir defada indirilmeliydi' derler. Oysa giz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve onu ağır ağır oku* ruz."(25:32).

İsrâ sûresi aynı durumu bir başka ifadeyle açıklamaktadır: "De ki: 'Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gök­ten peygamber olarak melek gönderirdik." (17:95).

Dâvetçİnin aynı zamanda bizzat örnek olması gerektiğinden, insanoğluna rehberlik etmek için de yine bir insan gönderilmişti. Eğer yer­yüzünde yaşayanlar melek olsalardı İlâhî Davet konusunda rehberlik etmek üzere ken­dilerine bir melek gönderilirdi. Halbuki, İslâm'ı tebliğ için bir insan gönderilmiştir; çünkü, "bir tebliğci sadece tebliği İletmekle kalmaz insanoğlunun hayatını bu davetin icapları doğrultusunda ıslah görevini de üst­lenir. Davetin ilkelerine insanoğlunun şartla­rına uyarlamahdır ve kendisi bu ilkelerin na­sıl uygulanacağını bizzat göstermelidir. Üste­lik, bu daveti dinleyen ve anlamaya çalışan kişilerin yanlış anlamalarını da düzeltmesi gerekecektir. Bunun yanında, müminleri bu tebliğin öğretilerinin temel alındığı bir top­lum oluşturmak gayesiyle organize etmesi ve eğitmesi gerekecektir. Çürüme İçinde olan güçlere boyun eğdirmek ve Allah'ın kendisi­ne gönderdiği reformu gerçekleştirmek için daveti inkâr eden ya da ona karşı çıkanlara karşı mücadele etmesi gereklidir. Bütün bun­lar beşer toplumunda yapılmak zorunda oldu­ğu için, bu vazifeyi ancak yine beşerden bir dâvetçi gerçekleştirebilirdi. Eğer dâvetçi ola­rak bir melek gönderilmiş olsaydı, onun ya­pabileceği şey en çok daveti İletmek olurdu, çünkü o insanlar arasında yaşayıp onların ha­yatlarını ve problemlerini paylaşamaz ve re-forme edemezdi. Bu nedenle, reform gayesi için en uygun dâvetçi insanlık camiasına mensup bir kişi olabilirdi." (The Meanİng of theQur'an,c.VI,s. 168).

Kur'ân-ı Kerîm yaşanıp uygulanacak bir ki­tap olduğundan ve Peygamber de onu insanların meselelerine uyarlamak zorunda olan kişi olduğundan, suçlandığı üzere şairlik ona ve konumuna uygun düşmemektedir: "Şairlere ancak azgınlar uyar. Onların her va­dide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapma­dıklarını yaptık dediklerini görmez misin?" (26:-224-226).

Peygamberler ve onlara uyanlarla, şairler ve takipçileri arasında kesinlikle ortak bir yön yoktur. Peygamberler uygulama insanıdırlar, şairler ise yalnızca teori ve laf üretirler. "Şa­irlere uyan kimseler şahsiyetleri, özellikleri, huy ve mizaçları itibarıyla peygambere uyan ve onu takip edenlerden tamamıyla değişik­tirler. Bir tarafta peygambere uyan, ciddî, medenî ve nâzik tavırlı, yalnızca Allah'tan korkan ve yaratılmışların hakkına saygı du­yan; işlerinde dürüst ve âdil olan, İyilik dışın­da tek bir söz bile söylemeyen, tam bir karar­lılıkla takip ettikleri ve ulaşmak için bütün enerji ve kapasitelerini harcadıkları yüksek ve saf bir idealleri bulunan İnsanlar. Dİğer ta­rafta ise şairlere uyan, tek meşgaleleri müs­tehcen sahneleri tasvir etmek, şarap içmek, insanlarla alay etmek, taşlama yapmak, tak­litçilik yapmak veya diğerlerinde düşmanlık ve nefret hisleri oluşturmak veya iffetsiz ya da iffetli kadınları dillerine dolamak olan ve insanları eğlendirmek, onların takdirini ka­zanmak için her kılığa giren kişiler." (The Meaning ofthe Qur'an, c. VIII, s. 276).


Şairlerin soyut ve olumsuz rollerini göz önünde tutan Kur'ân Hz. Peygamber'e şair den­mesine İzin vermemektedir; "Biz Muhammed'e şiir öğretmedik, zaten ona gerekmezdi. Bu bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır." (36: 69). Bu ayet Hz. Peygamber 'in davranış ve uygulamalarının tam zıddı olan şairlerin özel­liklerine işaret etmektedir. Hz. Peygamber ne uyguladı İse onu söylemiş ve ne söz verdi ise onu uygulamıştır. Hakikaten, onun sözleri ve işleri arasında tam bir ahenk vardı. Halbu­ki şairler bir şey söylerler ve tam onun aksini yaparlar.

Kur'ân'ın Hz. Peygamber'e şairlik atfedilmesini kesin bir dille reddetmesi; onun insan­ların duygu ve istekleriyle oyun oynamak için değil, hayatın katı gerçekleriyle yüzyüze gelmek, hayatın gerçek ve karmaşık mesele­lerine uygun, doğru ve pratik çözümler öner­mek gayesiyle gönderildiğini göstermektedir.