- Dînî Yükümlülüklerin Hafifletilmesini Gerektiren Zorluklar

Adsense kodları


Dînî Yükümlülüklerin Hafifletilmesini Gerektiren Zorluklar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
seymanur K
Sat 20 August 2011, 12:04 pm GMT +0200
Dînî Yükümlülüklerin Hafifletilmesini Gerektiren Zorluklar


Zorluklar iki türlüdür:

Birinci Tür: ibadetle Birlikte Bulunup Ondan Ayrılmayan Zorluk

Soğuğun şiddetli olduğu zamanlarda abdest ve gusül yapmanın zorluğu, sıcak ve soğuk havalarda namaz kılmanın özellikle de sabah namazının zor­luğu, sıcağın şiddetli ve gündüzün uzun olduğu zamanlarda orucun zorlu­ğu, hacdan hiç ayrılmayan zorluk, cihadın ve canı tehlikeye atmanın zorlu­ğu, savaşta bir kişinin iki kişiye karşı direnmesinin zorluğu, iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamanın zorluğu, ilim elde etme yolunda çaba göstermek ve bu uğurda yolculuklar yapmanın zorluğu buna örnektir.

Zina edenlere recm cezası, diğer suçlulara had cezası uygulamadaki zor­luk, özellikle de kişinin ana-babası ve çocukları suçlu olduğunda bunlara ce­za uygulamanın zorluğu. Bu cezaları uygulayacak kişi için büyük bir zorluk söz konusudur. Üstelik kişi, yabancılar olsun kız ve erkek çocukları gibi ya­kınları olsun hırsızlar, zina edenler ve kısas gerektiren suç işleyenlere karşı ceza uygulamada kalbinde bir yumuşaklık ve acıma hissi duyar. Bu sebeple­dir ki ayette: "Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız Allah'ın dininde (hü­kümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın"[12] buyrulmuştur. Pey­gamberimiz (s.a.v.) de: "Muhammed'in kızı Fâtıma da hırsızlık etse, elini ke­serdim"[13] demiştir. Peygamberimiz bu zorlukları başkalarından daha çok yüklenmiştir. Çünkü Allah, yüce kitabında onu "Müminlere karşı çok şefkat­lidir, merhametlidir"[14] diye nitelemiştir.

Burada sayılan zorlukların hiçbirinin ibadet ve taatlerle ilgili yükümlü­lükleri ortadan kaldırma konusunda etkisi yoktur. Etkisi olsaydı ibadet ve taatlerin maslahatları sürekli olarak veya çoğunlukla ortadan kalkardı. Ayrı­ca gökler ve yerler var olduğu sürece bu ibadet ve taatlere bağlanan kalıcı se­vaplar da gerçekleşmezdi.

İkinci Tür: Çoğunlukla İbadetle Birlikte Bulunmayan Zorluk

Bu da birkaç türlüdür:

a- Büyük Zorluk: Ölüm, organların yok olması veya organların fonksi yonlarınm yitirilmesinin doğurduğu korkunun zorluğu buna örnektir

Bu tür zorluk hafifletmeyi ve ruhsat verilmesini gerektirir. Çünkü dünya ve ahiret yararlarının gerçekleşmesi için canın ve organların ko­runması, bunların bir veya birkaç ibadet için tehlikeye maruz bırakılıp telef olmasından daha iyidir.

b- Hafif Zorluk: Kişinin parmağmdaki hafif ağrı, baş ağrısı, mide bulantı-

sı bu tür zorluğa örnektir. Bu tür zorluk hafifletme konusunda dikka­te alınmaz. Çünkü ibadetin yararlarını elde etmek, bu tür önemsiz zor­lukları ortadan kaldırmaktan daha önce gelir.

c- İlk iki tür arasında kalıp hafiflik ve şiddeti değişen zorluklar: Bu türde

yer alan zorluklardan en büyük zorluğa yakın olanlar hafifletmeyi ge­rektirir, küçük zorluklara yakın olanlar ise Zahirîlerin dışındaki alim­lere göre hafifletmeyi gerektirmez. Hafif şiddette bir humma, azı dişin hafifçe ağrıması bu türe örnek olarak verilebilir. îki tür arasında olup değişen zorluklara gelince kimi alimler bunları en büyük zorluklara, kimileri de en küçük zorluklara dahil etmişlerdir. Bir zorluk en büyük zorluklara yaklaştıkça hafifletme yapılmasını gerektirir, en küçük zor­luklara yaklaştıkça hafifletilmemesi gerekir.

Bazı zorluklar ilk iki tür arasında yer almakla birlikte ikisine de yakın ol­mayabilir. Böyle bir durumda herhangi bir tercih yapmaksızın beklemek mümkün olduğu gibi, haricî bir durumu dikkate alarak birini tercih etmek de mümkündür. Oruçlu iken kişinin tükürüğünü, yolun tozunu veya un ele­ğinin tozunu yutması bu duruma örnek olarak verilebilir. Bu hal, yoldan ge­lip geçenlerin genelinin karşılaştığı bir durum olup, kaçınmak zor olduğun­dan oruca olumsuz bir etkisi olmaz. Mâlikîler un eleğinin tozunu yutma ko­nusunda, kişinin mesleğinin elekçilik olup olmamasını birbirinden ayırmış­lardır. Bu, gerekçesi güçlü bir ayırımdır. Yolun tozu böyle değildir. Çünkü bu yoldan gelip geçenlerin tümü hakkında söz konusudur.

Yukarıda belirtilen özürlerin dışında kalan ve kaçınma konusunda zorlu­ğun hafif olduğu Özürlere göz yumulmaz.

Oruçlu iken abdest alan kişinin ağzını çalkaladığı suyu yutması gibi çok­ça karşılaşılan ve ilk iki tür zorluk arasında yer alan özürler konusunda fark­lı görüşler vardır. Söz konusu durumda ağzı gerekenin üzerinde çalkalama, kişinin yasaklanan fiili yapmak suretiyle kusurlu davranmasına dayandığın­dan bazı alimler bunu kaçınması mümkün zorluklara katarak orucun bozu­lacağını söylemişlerdir. Kimi alimler ise bu durumun çokça meydana gelişi­ni göz önüne alarak bu fiili ağız çalkalama kapsamında görmüşlerdir.

Zorluklar, dinin ibadetlere verdiği önemin farklılığına bağlı olarak değiş-kerlik gösterir. Dinin büyük önem verdiği ibadetlerde hafifletmenin yapıl­ması için zorluğun şiddetli veya genel olması şart koşulmuştur. Dinin daha az önem verdiği konularda ise hafif zorluklar sebebiyle hafifletmeler yapıl­mıştır. Bazen bir hüküm şerefli ve üstün mertebeli olduğu halde, zorluğun tekrarlanması sebebiyle hafifletme yapıldığı da olur, ta ki bu zorluklar, çok­ça meydana gelen genel zorluklara yol açmasın. Örneğin din, amellerin en üstünü olan namazın, kaçınılması çoğunlukla zor olan pisliklerle kılınması­na ruhsat vermiştir. Yine din, teyemmüm yapan, müstehaza olan ve müste-hazartın özrü ile aynı türden özre sahip kişiler hakkında da abdestin bozul­masını gerektiren hal ile birlikte namaz kılmaya ruhsat vermiştir.

Hacdaki zorluklar üç türlüdür: Büyük olanlar, haccın vacip olmasını en­geller. Hafif olanlar vacip olmayı engellemez. îkisi arasında olanlara gelince büyük zorluklara yakın olan zorluklar haccın vacip olmasını engeller, küçük zorluklara yakın olan zorluklar haccın vacip olmasını engellemez.

Zorluklar yalnızca ibadetlere özgü olmayıp muamelatta da geçerlidir. Sa­tım akdinde gerçekleşen garar (aldanma) buna örnektir. Garar üç kısımdır:

1- Fıstık, fındık, nar ve karpuzun kabuklarıyla satılmasında olduğu üzere kaçınılması zor olan meşakkatler affedilmiştir.

2- Kaçınılması zor olmayan meşakkatler dikkate alınmamıştır.

3- ikisi arasında olan zorluklar konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı alimler bunları küçük zorlukların üstünde olmaları sebebiyle büyük zorluklardan sayarken, kimi alimler de büyük zorlukların altında ol­ması sebebiyle küçük zorluklardan saymaktadırlar.

Bazen yeşil cevizin kabuğunda satılmasında olduğu üzere, satım akdin-deki garar büyük olur. Doğru olan görüşe göre bu garara göz yumulmaz.

Bazen de satıma ihtiyaç olmakla birlikte akitteki garar hafif olur. Doğru olan görüşe göre bu durumda akit geçerli olur. Yeşil baklanın kabuğunda iken satılması buna örnektir.

Namazdaki özürler: Huşu ve zikirleri düzgün bir şekilde yapmayı önle­yecek derecede bir hastalık söz konusu olduğunda, ayakta namaz kılan kişi oturabilir. Bu durumda zaruret şart koşulmadığı gibi, ittifakla ayakta dur­maya güç yetirememek de şart koşulmaz. Oturarak namaz kılmaktan yata­rak namaz kılmaya geçebilmek için, ayakta kılanın oturarak namaz kılmaya geçmesinde şart koşulandan daha büyük bir özür gerekir. Çünkü yatmak as­lında ibadetlerdeki saygı unsuruna aykırıdır. Özellikle de namaz kılan kişi­nin Rabbi ile konuştuğu dikkate alınırsa bu daha iyi anlaşılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ben beni anan kişinin, birlikte oturup sohbet et­tiği arkadaşıyım".[15]

Cuma ve cemaatlerin terki konusundaki Özürler: Bu özürler ise hafiftir. Çünkü cemaat sünnettir, cumanın ise yerine ikame edilecek bedeli vardır.

Oruçtaki özürler: Bu özürler de hafiftir. Yolculuk ve oruç tutmayı zor ha­le getiren hastalık hali buna örnektir. Bu iki Özür de hafiftir. Bunlardan daha şiddetli olan can ve organ kaybına yol açan korku durumları ise orucu ter-ketmeyi öncelikle caiz kılar.

Hacdaki özürler: Hacdaki yasakları mubah hale getiren özürler hafif özürlerdir. Şöyle ki; hacda sıcak ve soğuktan zarar gören kişinin dikişli elbi­se giymesi caizdir. Hastalık ve bitten zarar gören kişinin başım tıraş etmesi caizdir. Koku ve yağ sürmek ve tırnakları kesmek konusunda da durum böyledir.

Teyemmüm konusundaki özürler: îmam Şafiî bazen hafif özürler bulun­duğunda teyemmüme cevaz verirken, -bir görüşe göre de- bazen daha ağır özür durumlarında cevaz vermemiştir, imam Şafiî'ye göre zorluk bakımın­dan özürlerin farklı dereceleri vardır. Bunları şöyle belirtebiliriz:

1. Derece: Büyük zorluk, can veya organ kaybı yahut organların fonksiyo­nunu kaybetmesi korkusu. Bu derecede olan bir zorluk teyemmümü mubah kılar.

2. Derece: Birinci dereceden daha düşük seviyede bir zorluk. Korkutucu / tehlikeli bir hastalığın meydana gelme korkusu buna örnektir. Doğru olan görüşe göre bu da önceki derece gibi değerlendirilir.

3. Derece: iyileşmenin gecikmesi ve hastalıktan bİtkinleşme korkusu. Bu zorluğun ilk iki derece kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusunda görüş ayrılığı vardır. Doğru olan görüşe göre bu zorluk da ikin­ci derece kapsamına katılır.

4. Derece: Güzelliğin gitmesinden (fiziksel kusur meydana gelmesinden) korkmak. Korkulan kusur dıştan görülmeyen bir kusur ise bu teyemmüm konusunda özür sayılmaz. Dışa yansıyan bir kusur ise özür sayılıp sayılma­ması konusunda görüş ayrılığı vardır. Tercih edilen görüşe göre, oruç konu­sunda orucu bırakmayı ve namazda oturmayı mubah kılan durumla ilgili olarak belirttiğimiz gibi bu özürlerin tümü teyemmümü mubah kılar. Şa­fiî'nin bunlardan daha hafif zorlukları dikkate alarak teyemmüme izin ver­diği durumlar da bunu göstermektedir. Bu durumları şöyle belirtebiliriz:

a- Bir kimse emsal bedelinden az bir farkla daha pahalıya su bulsa suyu satın alarak abdest alması gerekmez. Şüphesiz ki bir dânıklık zarar; fi­ziksel kusurun ortaya çıkması, iyileşmenin gecikmesi ve hastalıktan bitkinleşme zararlanndan daha küçük bir zarardır. Hele de fizikî ku­sur, güzelliklerine rağbet edilen kadınların yüzlerinde olursa bu daha da kötüdür. Hem fiziksel kusur ölünceye kadar kişiden ayrılmaz. Bir dânıklık zarar ise hemen geçer. İmam Mâlik bu konuda Şafiî'ye mu­halefet etmiştir. Onun muhalefetinin kuvvetli bir dayanağı bulun­maktadır.

b- Abdest için gereken suyun bedeli, suyu olmayan kişiye hibe edildiğinde kabul etmesi gerekmez. Bir dirhemin minnetine katlanma zararını def etmek için teyemmüm edebilir. Şüphesiz ki kişinin fiziksel kusur, korkutucu hastalık, bitkin düşüren durum, yaranın iyileşmesinin ge­cikmesi durumları ise minnet zararından hem daha büyük hem de da­ha kalıcıdırlar.

c-  Kişinin yanında suyun bedeli kadar para bulunmakla birlikte, yolculukta gidiş ve dönüş masrafları için bu paraya muhtaç olsa, yolculuğu­nun kesintiye uğramaması için teyemmüm yapabilir. Halbuki yolcu­luk din için olmayan, gezip eğlenmek maksadıyla yapılan bir yolculuk da olabilir. Böyle bir yolculuğun kesintiye uğramasının zararı, belirtti­ğimiz korkutucu hastalık, bitkinleşme, yaranın iyileşmesinin gecikme­si ve fiziksel kusurun ortaya çıkmasından daha küçük bir zarardır. Ayrıca gezip eğlenmek amacıyla yapılan yolculuklar akıllı kimselerin çoğunun amaç edinmeyeceği düşüncesiz davranışlardandır. Oysa be­lirttiğimiz zararları def etmeyi akıllı herkes ister.

îmam Şafiî ve İmam Mâlik'in şu görüşleri, teyemmüm konusunda işi sıkı tutan bir görüştür. "Hac ihramından haccı yapmadan çıkmak yalnızca düş­manın muhasara etmesi durumuna özgüdür". Biz bu görüşe katılmıyoruz. Çünkü konu ile ilgili ayet hac ihramından çıkmanın başka bir takım özürler­le de caiz olduğunu göstermektedir. Ayette yer alan "İhsâr" sözcüğü mute­ber dilbilimcilere göre özürlerle ilgili olarak vazedilmiş, "hasr" sözcüğü ise düşmanın muhasarası için vazedilmiştir. Nitekim bir başka ayette: "onları yakalayın, onları muhasara edin"[16] buyurulmaktadır. Bazı dilciler ise her iki sözcüğün de özürlerle ilgili olduğunu söylemişlerdir.

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: "Eğer alıkonursanız"[17] ayeti Hudeybi-ye hakkında inmiş olup özürle ilgili değil, düşmanla ilgili bir alıkonulmadan bahsetmektediı.

Buna şu şekilde cevap veririz: Bu ayetin düşman muhasarasına delalet et­tiğini kabul etsek bile Özürlere öncelikle delalet ettiğini anlarız. Ayet sözlü ifadesi ile düşman muhasarasına, mefhumuyla (anlamı bakımından) da özür sebebiyle olan alıkonulmaya delalet etmekte, böylelikle her iki durumu da kapsamaktadır. Yine ayet, özürler sebebiyle alıkonulan kimsenin ihramdan çıkmasının, düşman tarafından alıkonulan kişinin ihramdan çıkmasından daha öncelikli olduğuna işaret etmektedir.

Şöyle bir itiraz daha söz konusu olabilir: Ayette, söz konusu alıkonulma­nın düşmanların muhasarası ile ilgili olduğunu gösteren "güvene kavuştu­ğunuzda" ifadesi bulunmaktadır. Bilindiği gibi güvene kavuşmak hastalık ve özür durumları ile ilgili olmayıp düşman korkusunun ortadan kalkması ile ilgili olarak kullanılır.

Buna şu şekilde cevap veririz: Ayet özürlerle ihramdan çıkmanın daha öncelikli olduğunu gösterdiğine göre, esas olan ayetin sözlü ifadesi değil an­lamıdır. Eğer "hasr" ve "ihsâr" sözcüklerini iki farklı anlamda kabul edersek "ihsar" sözcüğü her iki anlamı da kapsar. "Güvene kavuşmak" ifadesi ise yukarıdaki sözcüklerden yalnızca biri ile ilgili olur.

imam Şafiî ve İmam Mâlik'in görüşlerine benzeyen bir görüşü müsama­hakâr İslam şeriatında bulmak mümkün değildir. Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: "(Allah) din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi"[18], "Al­lah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez"[19], "Allah sizden (yükünüzü) ha­fifletmek ister"[20]

Ayağı kırıldığı için hac ve umre fiillerini yapamayan ihramlı bir kimse, ömrü boyunca başı açık, dikişli elbiseden uzak, evlenme, evlendirme, av hayvanlarını yeme, koku ve yağ sürünme, tırnak kesme, saç tıraş etme, ayak­kabı ve şalvar giyme kendisine haram kılınmış olarak durabilir mi? Bu, hü­küm koyucu olan Yüce Allah'ın kullarına olan merhamet, rıfk ve lütfuna ay­kırıdır.

d. Şafiî mezhebi alimleri[21] şöyle demiştir: Yanında suyu olmayan kimse, bir fersah[22] hatta yarım fersahtan daha uzak bir mesafede su aramak zorunda değildir, çünkü bunda zorluk vardır. Şüphesiz bu zorluk, daha Önce belirttiğimiz ölüm korkusu bulunan hastalık, yaranın iyileş­mesinin gecikmesi, bitkinlik ve fiziksel kusurun ortaya çıkması zor­luklarından daha hafiftir.

Yine Şafiî mezhebi alimleri şöyle demiştir: "Bir kimse su aradığı taktirde malının telef olmasından korkarsa suyu araması gerekmez". Malın az veya çok olması arasında ayırım yapmamışlardır. Bu alimlerimiz "Kişi yol arka­daşlarına seslendiğinde onun yardım talebine karşılık verebilecekleri derece­de yakın bir bölgede su arar" demişlerdir.

Şafiî mezhebi alimleri suyu başkasından edinme minnetini üç kısma ayır­mışlardır:

1- Suyun parasının, suyu çekmede kullanılacak kovanın, ipin hibe edilmesi durumunda bunları kabul etmekte büyük bir zorluk, yani minnet yükü bulunduğundan kişinin teyemmüm yapması caizdir.

2- Suyun hibe edilmesi; kova ve ipin ariyet verilmesi. Ödeme gücü olan kişiye su bedelinin ödünç verilmesi durumunda minnet yükü hafif ol­duğundan teyemmüm yapması caiz olmaz.

3- Kişinin suyun hibe edilmesini kabul etmesi, kova ve ipi ariyet olarak alması vacip midir? Bu konuda görüş ayrılığı vardır.

Şöyle bir soru sorulabilir: Zorluklar üst, alt ve orta derecelere ayrılmakta­dır. Yasakları mubah kılan ve belirli bir ölçüsü bulunmayan orta derecedeki zorlukları bilmenin yolu nedir? Bilindiği gibi din, hafifletmeleri en şiddetli ve en zor durumlardan başlayarak sıra ile daha alt seviyedeki zorluklara bağlamıştır. Oysa şiddetli ve zor durumları bilmek, bunu bilmenin bir ölçü­sü olmadığı için imkansızdır.

Buna şu şekilde cevap veririz: Orta derecedeki zorlukları belirlemede kul­lanılacak tek ölçü, bunların üst ve alt derecedeki zorluklar sınıfından hangi­sine yakın olduğunu belirlemektir. Ölçüsü bulunmayan durumları ortadan kaldırmak caiz değildir. Bu derecede olan zorluklarda, maslahatlarını elde ?tmek ve mefsedetlerini ortadan kaldırmak için yapılması gereken üst ve alt ımıtlerden birine yaklaşmakür.

Ibadetlerdeki zorlukların ölçülerini belirlemenin en iyi yolu, her bir iba-Jetın zorluğunun, bu ibadet için dinin dikkate aldığı en düşük zorluk dereesi üe kıyaslanarak değerlendirilmesidir. Buna göre karşılaşılan zorluk, o ibadet için dinin dikkate aldığı en alt derecedeki zorluklar ile aynı derecede veya daha fazla ise ruhsat söz konusu olur. Zorlukların birbiri ile kıyaslan­ması ancak iki zorluktan birinin diğerine göre daha fazla olması ile mümkün olur. Çünkü insanın zorlukların birbirine eşit olup olmadığını tesbit etme gü­cü yoktur, iki zorluktan biri diğerinden fazla olduğunda, her iki zorluk du­rumunda da en azından küçük olan zorluk miktarının var olduğunu kesin olarak biliriz. Küçük olan zorluk için hafifletme ve ruhsat tanıma söz konu­su olduğunda kıyaslama sonucu bu zorluktan daha büyük olduğu anlaşılan zorluk için hafifletme ve ruhsatın söz konusu olması öncelikli olur.

Bu duruma örnek olarak şunları zikredebiliriz:

Hac Konusunda: Hac için ihrama giren bir kişinin bitlerden zarar görme­si, başını tıraş etmesini mubah kılar. Aynı şahıs başka bir hastalıkla karşılaş­tığında bu hastalıktan gördüğü zarar, bitlenmeye kıyas edilmelidir. Elbise giyme, koku ve yağ sürme ve diğer hac yasaklarını mubah kılan diğer zor­luklarda da durum böyledir.

Teyemmüm Konusunda: Teyemmüm konusunda da, hangi zorluklarla karşılaşılması durumunda teyemmüm yapılacağını belirlemek için, bu zor­lukları teyemmümü mubah kılan en düşük seviyedeki zorluklara kıyas et­mek gerekir. Ancak bu işlemde şu konuya dikkat edilmelidir: Suyun emsal bedelinden biraz fazla ödeme zorluğu ve eğlenmek amacıyla yapılan yolcu­luğun kesintiye uğramasının zorluğu, hastalıkların kendisine kıyas edilme­mesi gereken hafif derecedeki zorluklardır.

Oruç Konusunda: Orucu bırakmayı mubah kılan hastalığın zorluğu, yol­culuk sırasında tutulan orucun zorluğuna kıyas edilmelidir. Eğer bir zorluk, yolculukta oruç tutma zorluğundan daha büyük ise orucu bırakmak mubah olur. Bu saydıklarımıza benzeyen pek çok örnek vardır.

Muamelelerde gararların (tarafların birinin aldanması) miktarları, namaz vakti geldiği halde, kişinin ileri derecede bir açlık hissi ile yemeği arzulama­sı, karanlık gecelerde soğuk rüzgarların kişiye zarar vermesi, kişinin çamur­da yürürken karşılaştığı zarar, hakimin hüküm vermeye engel olacak dere­cede sinirli bir halde bulunması da bu konu ile ilgili örneklerdir.

Yukarıda sayılan durumların tümünde farklı derecede zorluklar söz ko­nusu olup orta dereceyi belirlemenin tek ölçüsü üst ve alt zorluklara kıyas edilmesidir. Mesela hakimin öfkesi konusunda, olayı iyice düşünüp taşın­maya engel olacak derecede olması ölçüsü getirilmiştir. Bu durumların tü­münde, zorluklar üst ve alt dereceye kıyas yoluyla belirlenecek ve mükelle­fin zanları esas alınacaktır.

Mesela öfke halinde hakimin bilgisi dahilinde olan bir meselede hüküm vermesi yasaklanamaz. Çünkü bu durumda düşünüp taşınmaya ihtiyaç yoktur. Örneğin bir kimse bir başkasında bir dirhem alacağı olduğunu iddia etse, diğer şahıs bunu reddetse, hakim öfkeli olsa bile bu meselede hüküm vermesi mekruh olmaz. Çünkü bu meselede de düşünme ve ölçmeye gerek yoktur. Aksine bu durumda hakimin öfkeliyken karar vermesi ile normal iken karar vermesi arasında bir fark yoktur.

Şöyle bir şey söylenebilir: Ölçülmesi mümkün olmayan şeylerin en azına hamledilmesİ prensibi dinde vardır. Nitekim bir kimse bir köle satın alarak onun okur-yazar, marangoz, terzi, okçu veya bina yapıcısı olmasını şart koş-sa bu şart okuma-yazma, marangozluk, terzilik, okçuluk ve bina yapma de­recelerinin en azına hamledilir. Yine bir kimse belirli niteliklerini zikrettiği bir şey üzerinde selem akdi yapsa, bu niteliklerin her birinin üst, alt ve orta dereceleri bulunsa, şart kor ilan nitelikler en alt dereceye hamledilir. Çünkü daha fazlasının bir ölçüsü yoktur. Bir kimse satın aldığı cariyenin renginin parlak, sürmeli veya beyaz olmasını şart koşsa bu nitelikler en azına hamle­dilir. Diğer nitelikler de böyledir. Dolayısıyla zorluklar, en düşük zorluk de­recelerinden daha fazla olanları ölçmedeki zorluk sebebiyle en alt derecelere hamledilmeli değil midir?

Buna şu şekilde cevap veririz: Yüklenilmesi hafif ve kolay olan zorluklar sebebiyle yüce ve şerefli ibadetlerin maslahatlarını kaybetmek caiz değildir. Aksine ibadetlerin maslahatlarını elde etmede bu zorluklara katlanmanın bir ölçüsü yoktur. Çünkü ibadetlerin maslahatları sonsuza kadar devam eder. Üstelik alemlerin Rabbinin nzası da bu ibadetlere bağlıdır. Bu yüzdendir ki belirtilen zorlukların büyük bir bölümünde ruhsatlardan kaçınmak daha fa­ziletlidir. Çünkü Allah yolunda zorluklara katlanmanın fazileti konusunda da belirttiğimiz gibi, zorluklara katlanarak yapılan ibadetlerin sevabı onları zorlanmaksızın yaparak elde edilecek sevaptan daha büyüktür.

Muamelat konusunda, nitelikleri en aza hamletmenin sebebi, muamelatın maksatları ve maslahatlarını elde etmektir. Muamelattaki zorlukları en üst dereceye hamletmek selem akdinde akit konusu malın çok zor bulunmasına yol açar, ki bu durum da selem akdini iptal eder. Satım akitlerinde, şart ko­şulan nitelikleri en üst derecelere hamletmek ise insanlar arasında birçok an­laşmazlık ve ayrılıklara neden olur. Orta dereceye hamletmenin ise bir ölçü­sü olmadığı gibi, bilinmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla muamelatta or­ta dereceyi bilmenin imkansız olması sebebiyle akdi geçerli kılmak da müm­kün olmaz.


[12] Nûr,2

[13] Buhârî, Ehâdisi'l-enbiyâ, bâb 54; Müslim, Hudûd, Bâbu Kat'ı's-sârık, 3, 1315

[14] Tevbe, 128

[15] Aclûnî, Keşfü'1-hafâ, I, 232, 233

[16] Tevbe, 5

[17] Bakara, 196

[18] Hac, 78

[19] Bakara, 185

[20] Nisa, 28

[21] Müellif, Şafiî mezhebine mensup olduğundan "alimlerimiz" şeklindeki ifadelerinin daha ıyı an­laşılabilmesi için "Şafiî mezhebine mensup alimler" şeklinde uyarladık. (S.D.)

[22] Fersah 3 mil veya 5544 metre ya da 12000 adımdır. Bu mesafe yaklaşık bir buçuk saatlik bir me­safedir.


ceren
Wed 13 April 2016, 09:59 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Bazı zaruri yada bazı durumlarda dinen kolaylık getirilmiş ve uygulanması için hafifletilmiştir.Rabbim dini hükümlülüklerini hakkıyla yerine getiren ve rabbimin rızasını kazanan kullardan eylesin bizleri inşallah...