- Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den önemli açıklamalar

Adsense kodları


Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den önemli açıklamalar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
halim
Sat 31 December 2016, 05:12 pm GMT +0200
Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den önemli açıklamalar

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Kanal 7’de canlı olarak yayınlanan İskele Sancak programına konuk oldu.
İslam dünyasının içinden geçtiği durum, Suriye’de ve Halep’te yaşanan insanlık trajedisi, terör, FETÖ, cemaatler ve tarikatlar gibi birçok konunun konuşulduğu programda Başkan Görmez, gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
Başkan Görmez’in Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet Acet’in sunduğu İskele Sancak Programındaki konuşmasından bazı başlıklar şöyle:
“2016 yılı, bütün insanlık açısından belki de tarihin en zor yıllarından birisi oldu…”
2016 yılı hem ülkemiz hem coğrafyamız hem de bütün insanlık açısından belki de tarihin en zor yıllarından birisi oldu. 2016 yılı şiddetin ve savaşın gölgesinin her tarafa düştüğü, merhametsizliğin kol gezdiği, kitlesel cinayetlerin işlendiği, masum çocukların, kadınların katledildiği bir yıl oldu. Dünyayı, kainatı bir bütün olarak ele aldığımızda her birimiz bundan sorumluyuz. Her bir insan dünyada işlenen bu kötülüklerden nasibini alıyor. Bu açıdan “Yüce Rabbimiz, biz insanlık ailesini affetsin” diye dua etmeliyiz. Bir daha böyle bir yıl bize yaşatmasın. Suç, zamanın değil. Bütün büyük günahları ve kötülükleri işleyen insanlarındır.
“Şehit ailelerine sadece taziye dileklerimizi iletmekle vazifelerimizi ifa etmiş olamayız…”
2016 yılı, ülke ve millet olarak pek çok şehit verdiğimiz bir yıl oldu. Hem 15 Temmuz öncesinde Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, büyük kentlerimizde hunharca katledilen insanlar. Hem de 15 Temmuz'da 248 kardeşimiz milletin hukukunu korumak için canlarını tanklara siper ederek hayata veda etti. 15 Temmuz’dan sonra acılarımız bitmedi. Pek çok yerde masum insanlar katledildi. Yakın zamanda Kayseri'de, İstanbul'da patlamalar oldu. Fırat Kalkanı Harekâtında şehitlerimiz oldu. Bütün şehitlerimize engin rahmetler diliyorum. Gazilerimize şifa diliyorum. Şehit ailelerine sabır, metanet diliyorum. Şehit ailelerine sadece taziye dileklerimizi iletmek, sadece başsağlığı dilemek, sadece şehitlere rahmet göndermek ve gazilere şifa dilemekle vazifelerimizi ifa etmiş olamayız. Ben milletimizin her ferdine seslenmek isterim. Bu aileler, evlatlarını sadece kendileri için, sadece bu ülke için vermedi; hepimiz için verdi. Hepimiz onlara şükranız. Hepimiz onlara evlat olmalıyız. Biz, onların acısını unutturmak için seferber olmalıyız.
“İnsan olarak hepimiz bu kainat gemisinden sorumluyuz…”
2016 yılında nasıl bir dünya ve İslam dünyası tablosu vardı? Kur’an-ı Kerim'i dikkate alarak dünyaya baktığımız zaman, dünyayı ayırmak doğru değildir. Dünyayı batı-doğu, kuzey-güney diye ayırmak doğru değildir. Dünya bir bütündür. Allah, doğunun da batının da, kuzeyin de güneyin de rabbidir. Müminler, kötülük ve iyilik açısında dünyaya bir bütün ile bakmakla mükelleftir. Dünyanın en ücra köşesinde bir zulüm işlendiği zaman dünyanın en beri tarafındaki insan ondan haberdar olmak zorundadır. Onu önlemekle mükelleftir. Dünyayı birlikte paylaşıyoruz. Aynı toprağın çocuklarıyız. Aynı semanın altında yaşıyoruz. Aynı arzın üstünde yaşıyoruz, Hz. Adem ve Hz. Havva'nın çocuklarıyız. Hz. Ali'nin ifadesi ile; “Ya yaratılışta eş, ya da dinde kardeşiz.” Öyleyse önce İslam'a geçmeden, dinde kardeşliğe geçmeden önce insan olarak hepimiz bu kâinat gemisinden sorumluyuz. Yüce Rabbimiz bütün bu kâinatı, bütün insanlara birlikte imar etsinler diye yarattı.
“İslam dünyası 2016 yılında, “İslam'ın dünyası” olamadı…”
İslam dünyası 2016 yılında, “İslam'ın dünyası” olamadı. İslam'ın dünyası, selamın olduğu yerdir. Selamın olmadığı yer, İslam'ın dünyası olmaz. Emanın olmadığı yer, imanın diyarı olmaz. İman varsa eman vardır. Onun için bir yerin, bir coğrafyanın, bir dünyanın İslam dünyası olarak adlandırabilmek için sadece orada namaz kılanların, ezan okuyanların, Allah'a iman ettiğini söyleyenlerin varlığı yetmiyor. O Allah'a ibadet edenlerin, namaz kılanların, ezan okuyanların aynı zamanda İslam'ın adaletine ve merhametine egemen kılmaları gerekiyor. İslam'ın selamını, imanını, emanını gerçekleştirmeleri gerekiyor. Baktığınız zaman bütün başkentlerden ateşler yükselmeye devam etti. Nice ailelerin ocaklarına ateş düştü. Nice çocuklar yetim kaldı. Nice eşler eşsiz kaldı. Nice şehirler tarumar edildi. Medeniyetler yok edildi. Bu olumsuzluklarla geçen bir yıldı. Rabbim, insanlık ailesini işlemiş olduğu büyük günahlardan dolayı affetsin ve bir daha bize böyle bir merhametsizliğin kol gezdiği, savaşın ve şiddetin hepimizi esir aldığı yıllar, zamanlar yaşatmasın.
“Bu coğrafyada yaşayan her mümin, umudun bekçisidir…”
İnsanlığın, milletlerin, kültürlerin, medeniyetlerin, ümmetlerin zor zamanları vardır. Medeniyet ve İslam tarihimize baktığımız zaman, millet olarak kendi tarihimize baktığımız zaman hep zor zamanlarımız olmuştur. Bu yüzyılın başında bundan daha büyük zorluklar yaşadık. Orta Çağlarda Moğol İstilası ile Haçlı Seferlerinin birleştiği zamanlarda çok büyük zorluklar yaşadık. Ama bu geçirdiğimiz yıllar da büyük zorluklarla geçti. Bu coğrafyada yaşayan her mümin, umudun bekçisidir. Bütün bunları geride bırakarak, tarihten ibretler ve dersler alarak, daha güzel, barışın, merhametin, adaletin egemen olduğu bir 2017 yılını Cenab-ı Hak bizlere nasip etsin.
“Aziz milletimiz, Halep'te insanlığın ölmediğini, ölmeyeceğini ortaya koydu…”
“Halep’te İnsanlık Ölmesin” kampanyasını başlatırken tereddüt etmedik değil. Milletimiz, bir taraftan evlatlarının acısıyla yanıp tutuşuyor, bir taraftan dahili ve harici ihanetlerle mücadele ediyor. İçerden çıkan terör şebekelerinin ortaya çıkardığı yaraları sarmaya çalışıyor. Bütün bunlara rağmen bizim aziz milletimiz Halep'te insanlığın ölmediğini, ölmeyeceğini ortaya koydu. Az önce söylediğim karamsar tabloyu, iyimser tabloya dönüştüren en önemli konulardan bir tanesi, bütün bu ahval ve şerait içerisinde, eğer bu milletin her ferdinin bizim küçücük bir çağrımızda, “Halep'te insanlık ölmesin, yardım edin” dediğimizde herkes ayağa kalkıyor ve yardım ediyorsa, duyarlılık gösteriyorsa bu çok muhteşem bir şeydir. Allah, bu millete zeval vermesin. Sadece bir Cuma’da bu millet 63 milyon yardımda bulundu. Geçenlerde bir toplantıda, bir hanımefendi yanından geçerken elime küçük bir not iliştirdi. ‘Herhalde bir talep var’ dedim ben de aldım. Biraz sonra açtım. İçinden bir yüzük çıktı. Notu okumaya başladım ve gözlerim doldu. “Sayın Başkanım; 13 yıllık evliyim. 13 yıllık evliliğimizin bendeki emanet nişanesi olan yüzüğümüzü, yine tek umudu bizler olan Halep’in çocuklarına vermek istiyorum. Allah'a emanet olun.” Bunun gibi yüzlerce örnek var. Başkaları Halep’i tarumar ederken, Müslüman olduğunu söyleyen insanlar o muhteşem Halep’i, Hz. Zekeriya'nın Halep’ini, o sahabelerin kurduğu büyük, güzel şehri tarumar ederken, çocukları katlederken, bu milletin her ferdi yardım elini uzattı.
“Bugünkü terör, küresel kötülüğün ahlak ve hukuk tanımayan bir savaş yöntemidir…”
Bugünkü terör, küresel kötülüğün ahlak ve hukuk tanımayan bir savaş yöntemidir. Kimlikleri ortadan kaldırmak için yürütülen bir savaş yöntemi olarak karşımıza çıkıyor. Bugünkü terör, tarihten tevarüs eden mezhepçilik, ırkçılık, kabilecilik, kin ve öfke, nefret, düşmanlık gibi bütün hastalıkları ortaya çıkarıyor. Bugünkü terör, sadece bugüne yönelik değil. Bugünkü terör; bu coğrafyalarda, yüzyıl sonrasını yok eden, gelecek kuşakların dünyasını ipotek altına alan, aynı zamanda bizi olumsuz yönde etkileyecek fitne, fesat ve tefrika tohumları ekiyor.
“En büyük terör, terörünün kendisi değil, İslam ile özdeşleştirilmesidir…”
Dinle ilişkisini düşündüğümüzde, bu terörün en büyük mağduru dinin kendisidir. En büyük terör, terörün kendisi değil, İslam ile özdeşleştirilmesidir. Çünkü terörün en büyük mağduru, Allah'ın yeryüzüne son rahmet olarak gönderdiği İslam'ın kendisidir. Küresel kötülük, modern bir sömürge yöntemi olarak kullanıyor. Biz bu hadiseleri değerlendirirken sadece hariçte sebepler aramak doğru değil. Sadece dahile yıkmak da doğru değil. Bizden kaynaklanan sebeplerini de mutlaka ortadan kaldırmamız lazım.
“İntihar eylemlerine fetva verenler, İslam’a yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmaktadır…”
Ahlak ve hukuk tanımayan intihar eylemlerine istişhad adını vermeye kalkışmak, bunu fetva olarak vereni, o katillerden ve canilerden daha kötü bir konuma sokuyor. O suçu meşrulaştırdığı, cihat gibi muhteşem bir mefhumu yok ettiği için İslam’a en büyük kötülüğü yapıyor demektir. Bunun İslam ile İslam tarihi ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bu cinnet hali, hayatın manasını kaybetmiş, yaratılışın gayesini kaybetmiş, Allah ile irtibatını koparmış, inancı yok olmuş hastalıklı Nihilist bir ideolojinin yapabileceği bir şeydir. Bunu hiç kimse tarihin sayfalarında, mezhep kitaplarının satır aralarında aramaya kalkışmasın. Böyle bir şey yoktur. Modern asrın cinnet halini, Nihilist ideolojinin, hayatın varoluş sebebini kaybetmiş, merhametsizliği bir ideoloji haline getirmiş bir zihin yapısını, dinle, İslam'la, İslam'ın tarihi ile ilişkilendirmek mümkün değildir.
“Halep’in katilleriyle Kerbela’nın katilleri arasında fark yoktur. Halep'in mazlumları ile Kerbela'nın mazlumları arasında fark olmaz…”
Bu coğrafyada verilen kirli savaşların sebebi mezhep çatışmaları değildir, mezhep çatışmaları sonuçtur. Bu, savaşların gölgesinde bilinçaltında yatan cehaletin, ilim ve hikmetin yok olmasıyla o cehaletin gölgesinde yetişen nesillerin bilinçaltlarında tevarüs eden hastalıkların nüksetmesinden ibarettir. Mezhep meselesi yok mu? Var. Nerede var? Eğer her türlü merhametini kaybetmiş bir cani,  Halep'te çocukları öldürürken Halep’i tarumar ederken, Kerbela’nın intikamını aldığını ifade ediyor, bunu da kaydedip dünyaya servis ediyorsa, bunu topyekûn bir mezhep savaşı olarak adlandıramazsınız. Aynı şekilde bir DEAŞ militanı da bir insanı katledip bütün şiilerden intikam aldığını ifade ediyorsa o zaman güç ve çıkar çatışmalarının ahlaksız bir mezhep çatışmasına nasıl evrildiğine hep birlikte şahit oluyoruz. Halbuki Halep, Kerbela'nın rövanşı olamaz. Halep’in katilleriyle Kerbela’nın katilleri arasında fark yoktur. Halep'in mazlumları ile Kerbela'nın mazlumları arasında fark olmaz. Yani zalim, zalimdir. Zalimin dini ve mezhebine bakılmaz.
“Ehl-i sünnet ana yoldur, bir mezhep değildir…”
Biz tarih boyunca İslam'ın o medeniyetler kuran ana yolunda yürüdüğümüzü hep ifade ettik. Yani biz, hayata, kâinata, insana dar bir mezhep kalıpları içerisinde bakmadık. Yetmiş iki millete aynı gözle baktık. Biz, Yunus'u, Mevlana'yı, Hacı Bektaşi Veli'yi yetiştirdik. Üzerinde yürüdüğümüz yolu da sadece bir mezhep olarak adlandırmadık. İslam'ın medeniyetler kuran anayolu olarak kabul ettik. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu en zor zamanlarda sürekli vurgu yaptığı bir şey vardır: Benim Sünnilik ve Şiilik diye bir dinim yok. Benim İslam diye bir dinim var. Bu zor zamanda, bu coğrafyada herkesin birbirini tekfir etmeye başladığı bir zamanda, bu ülkenin ve bu ülkeyi yönetenlerin bunu söylemeye devam etmesi lazım. Ehl-i sünnet mezhep değildir. Ehl-i sünnet ana yoldur. Ve bu yolun bize öğrettiği ilkeler vardır. Biz, kıble ehlini tekfir etmeyiz. Rahman'a secde eden hiçbir kardeşimizi tekfir etmeyiz.
“Hâlâ FETÖ’ye saf düşüncelerle gönül vermiş bir insanımız varsa, kalbinde bir kırıntı kalmışsa kalbini hikmetle, ferasetle gözden geçirsin…”
15 Temmuz tarihi, bundan böyle, bu milletin tarihinde çok önemli bir dönemeç, önemli bir köşe taşı olarak daima yâd edilecektir. Milletin o gece kendi hukukuna sahip çıkması, her birinin başlı başına bir destan yazması, hiçbir zaman yabana atılacak bir konu değildir. Diyanet'in tarihinde de 15 Temmuz, önemli bir tarih olarak tarihe kaydedilecektir. Yüz bini aşkın din gönüllüleriyle milletle kenetlenmiş olmaları, milletin o mukavemet gücünü salalarıyla ayakta tutmaya çalışmaları her türlü takdiri hak ediyor. Ezanları susturan darbelerden, darbeleri susturan salaları lütfettiği için Allah'a hamdediyorum. 15 Temmuz, sadece bir darbe değildir. Bir işgal teşebbüsüdür. Başlı başına bir ihanettir. 15 Temmuz, ülkenin, Diyanet'in ve dinin tarihinde de önemlidir. Çünkü din adı altında, sahte bir söylemle de olsa, din adı altında yapılan bir yapının öncülüğünde yapıldığı için dinin tarihinde de sebepleri ve sonuçları bakımından pek çok ilahiyatçının üzerinde kalem oynatacağı önemli bir konudur.
Ben, milletimizin her bir ferdine seslenmek isterim: Hala bu yapıya bir şekilde saf düşüncelerle, iyi düşüncelerle gönül vermiş herhangi bir vatandaşımız, bir insanımız varsa, kalbinde bir kırıntı kalmışsa lütfen o kalbini, İslam'ın bize verdiği hikmetle, basiretle, ferasetle gözden geçirsin. 
“Küresel kötülüğün temsilcileri, dünyaya şiddet üreten düşüncelerle sömürgeciliğini arttıracak sömürge aydınları yetiştiren okullar gönderdi…”
2000’li yıllarda coğrafyadaki değişimlere baktığımız zaman şöyle bir tablo ortaya çıkıyor. Sovyetler Birliği dağılmış, pek çok Müslüman ülke ve topluluklar ortaya çıkmış. Afrika’da resmi sömürgeler ortadan kalkmış, pek çok Müslüman ülke ve topluluklar ortaya çıkmış. Avrupa’da göçmen Müslümanlar vatandaş olmuşlar yerleşik bir kitle oluşturmuşlar. İslam, bütün bu dünyalarda yükselen bir güç. Bu güce karşı küresel kötülüğün temsilcileri, bu coğrafyalara iki şey gönderdi; Ya Ortadoğu’da şiddet üreten fikir ve düşünceleri gönderdi ya da sömürülebilirlik kabiliyetini arttıracak, sömürge aydınları yetiştirecek okullar gönderdi.
“Cemaat ve tarikatları, FETÖ ile birlikte değerlendirmek yanlıştır…”
Dini yapılar, dini teşekküller, sosyal dini teşekküller bir realite olarak tarih boyunca var olagelmiştir. Bunlar, Cumhuriyet tarihinden önce daha çok tarikatlar olarak biliniyordu. Yani tasavvufi meşrepler, tarikatlar olarak biliniyordu. Modern zamanlarda da bazı yapılar kendisine daha çok cemaat adını verdi. Dolayısıyla Cumhuriyet tarihimiz boyunca da daha çok geleneksel yapılar vakıflar adı altında, sivil toplum örgütleri adı altında, dernekler adı altında kendi çalışmalarını yürüttüler. Bütün bu yapıları FETÖ üzerinden yani 15 Temmuz’dan sonra FETÖ ile birlikte değerlendirmek yanlıştır. Eğer bir yapı, kendi toplumuna, vatanına ihanet etmişse, toplumun üzerine tanklar yürütmüşse, meclisini bombalamışsa, küresel ölçekte kötülükler yapmışsa, yeni bir din, yeni bir anlayış üretimişse, yanlış bir anlayış üretmişse, bunun üzerinden herhangi bir dini cemaati aynı kategoriye sokmak adil de değil insaflı da değil, doğru da değildir. Gayesi toplumun dini hayatına, manevi hayatına hizmet etmek olan dini sosyal teşekküllerin hiç hatası olmadığı anlamına gelmez. Elbette bir takım yanlışlıklar, birtakım hatalar var. Aynı hataya düşmemek için nasıl bir çerçeve çizilebilir? Bizim onlardan beklediğimiz dört, beş tane temel ilke vardır. Birincisi, hiçbir zaman şiddete başvurmayacak. Kim olursa olsun şiddete başvurduğu zaman, toplum olarak hepimizi karşısında bulmalı. İkincisi, tekfir etmeyecek. Yani sadece kendisini hak bilip, kendisi gibi inanmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni tekfir etmeyecek. Üçüncüsü, ötekileştirmeyecek. Dördüncüsü, İslam'ın ana çerçevesinden, yani ilimden ayrılmayacak. Beşincisi, şahıs merkezcilik. Yani şahısları hakikatin yerine ikame etmeyecek. Baki hakikatler, fani şahsiyetler üzerine bina edilemez.
“Kalplerimizi birbirimize açarak bir merhamet seferberliği başlatmalıyız…”
Başkan Görmez, programı “Kalplerimizi birbirimize açarak bir merhamet seferberliği başlatmalıyız. Birliğimizle, beraberliğimizle ve kardeşliğimizle, bizi kuşatan ve içten bizi sarmaya çalışan kötülüklerin üstesinden gelebiliriz. Yıl başları ve yıl sonları herkes için muhasebe zamanıdır. Her şeyin Allah'a arz edildiği büyük gün gelmeden, her birimiz, kendi yapıp ettiklerimizin muhasebesini yapmalıyız. Dünyamızı kuşatan kötülükleri ortadan kaldırmayı ve çocuklara daha güzel bir dünya bırakmayı Yüce Rabbimiz bizlere nasip etsin.” duasıyla sonlandırdı.