- Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den önemli açıklamalar

Adsense kodları


Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den önemli açıklamalar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 22 November 2012, 11:24 pm GMT +0200
Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den önemli açıklamalar



Tarih: 22.11.2012

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, katıldığı bir televizyon programında İstanbul’da devam eden Avrasya İslam Şurası ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Kanal A ekranlarından canlı olarak yayınlanan “Dünyadan Yansımalar” programına katılan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, gazeteci İlnur Çevik’in sorularını cevaplandırdı.

Dünyada beş uluslararası İslam üniversitesi bulunduğunu söyleyen Başkan Görmez, “İstanbul’da Uluslararası Avrasya İslam Üniversitesi kurulması için adım atılması yönünde ortak bir karara varmış bulunuyoruz” dedi.  Dünyada uluslararası eğitim yapan beş İslam Üniversitesi olduğunu vurgulayan Başkan Görmez, “Bugünün sorunlarına bu üniversitelerin ne kadar çözüm ürettiğini, bugün bu üniversitelerden mezun olan gençlerimizin dünyada İslam’la ilgili ortaya çıkan bilgi problemini ne kadar halledebileceğini dikkate aldık. Bu noktada eksikliklerin olduğunu gördük ve İstanbul’da altıncı bir İslam Üniversitesi kurulmasının zaruret olduğunu düşündük” diye konuştu.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şûrada Dünyadaki Müslüman azınlıkların sorunlarını ele alacak Müslüman Azınlıklar Enstitüsü kurulması, İslam ülkeleri arasında takvim birliğinin sağlanması ve İslamofobi’nin uluslararası düzeyde suç sayılması konularında da ortak irade oluştuğunu söyledi.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

“İslam Mekke’de doğmuş, Maveraünnehir’de inkişaf etmiştir…”


Sekizincisini düzenlediğimiz Avrasya İslam Şurası’nın başlığı “Gelenekten Geleceğe Avrasya’nın İslam Ufku” olarak belirlendi. Bu ufuk medeniyet üreten bir ufuktur. İslam dini Arabistan’da ortaya çıkmış ancak bir deryayı aştıktan sonra Maveraünnehir’de, Orta Asya’da çok farklı bir medeniyet ortaya çıkmıştır. Salt dini bilgiler burada astronomi, matematik, fizik ve kimya ile buluşuyor ve tasavvufla olgunlaşıyor. Yani Farabiler, İbn-i Sinalar, Buhariler, Harezmiler, Ali Kuşçular, Uluğ beyler ile yükselen çok muhteşem bir medeniyet ortaya çıkıyor ve o medeniyet Anadolu’ya, Balkanlar’a ve Avrupa’nın içlerine kadar uzanıyor.

“Uluslararası İslam Üniversitesi mutlaka kurulmalı…”

Avrasya coğrafyası farklı bölgelerde farklı medeniyetler üreten bir coğrafya. Ancak üzülerek belirtelim ki bu ufuk zaman zaman karartılmıştır. Özellikle Bolşevik ihtilalinden sonra buralarda yaşayan topluluklar kendi geleneklerinden, kendi geçmişlerinden ve kendi medeniyetlerinden uzun süre mahrum kalmışlardır. Ancak 90’lı yıllardan sonra yeni bir inkişaf içine girdiler. Diyanet İşleri Başkanlığımızla çok iyi ilişkiler geliştirmeye başladılar, Avrasya İslam Şurası geleneği başladı. Ancak hala hem bu coğrafyada, hem de İslam dünyasında bir bilgi ve din eğitimi sorunu var. Bu topluluklar bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra kendi çocuklarını farklı dünyalara gönderdiler. Suudi Arabistan’a, Mısır’a, Libya’ya, Suriye’ye dünyanın muhtelif yerlerine gönderdiler. Buralarda tahsil görerek yetişen genç insanlar dönüşte ülkelerine kendi medeniyet dokularına yabancı bir takım unsurlar taşıdılar ve bir çatışma kültürü oluştu. Aslında bir birlik, beraberlik, kardeşlik kültürü egemenken bir kavga ve çatışma kültürü ortaya çıktı. Dolayısıyla bilgi sorununu çözememiş oldu bu coğrafya. Bundan dolayı biz bu sempozyumda bu konuyu ele aldık. Hem de bütün bu ülkelerin öteden beri bizden bir talepleri olurdu. “Biz çocuklarımızı Mısır’a gönderiyoruz, Pakistan’a, Afganistan’a, Malezya’ya ve dünyanın muhtelif yerlerine gönderiyoruz ancak bu ortak medeniyet dokumuza vâkıf bir merkezde, İstanbul’da uluslararası bir İslam Üniversitesi olursa biz çocuklarımızı daha rahat göndeririz” diye sürekli bizden talepleri olurdu. Bizler de bu talepleri değerlendirdik, konu üzerinde düşündük ve inşallah İstanbul’da Uluslararası Avrasya İslam Üniversitesi kurulması için adım atılması yönünde bir karara varmış bulunuyoruz. Üniversitede Türkçe, Arapça, Farsça, Rusça ve İngilizce ağırlıklı bir eğitim verilmesi öngörülüyor. Bu belki çok büyük bir iddia ancak bunu başarmak zorundayız. Ayrıca bu üniversitenin bünyesinde bütün bu dilleri öğreten ayrı bir de fakülte olması gerekiyor.

“Uluslararası İslam Üniversitesi, Avrasya’nın ufkunu aydınlatacak…”


Bugün dünyada uluslararası eğitim yapan 5 İslam Üniversitesi var. Bugünün sorunlarına bu üniversitelerin ne kadar çözüm ürettiğini ve bu üniversitelerden mezun olan gençlerimizin dünyada İslam’la ilgili ortaya çıkan bilgi problemini ne kadar halledebileceğini dikkate aldık. Bu noktada eksikliklerin olduğunu gördük ve İstanbul’da altıncı bir İslam Üniversitesi kurulmasının zaruret olduğunu düşündük. Bu işin içinde Diyanet İşleri Başkanlığının olması önem arz ediyor. Çünkü başkanlığın bu coğrafyada manevi bir otoritesi var. “Bu manevi otorite ile bütünleşecek bir üniversite çok daha anlam kazanacaktır.” diye düşünüyoruz. Türkiye Diyanet Vakfının bütün Avrasya coğrafyasında kurduğu fakülteler ve yetiştirdiği elemanlar var, master ve doktora öğrencileri var. Türkiye Diyanet Vakfının bu işin içinde olması çok önem arz ediyor. Hatta Kırgızistan’da, Azerbaycan’da, Kazakistan’da Bulgaristan’da olan İlahiyat Fakültelerimiz de bu fakülte ile bağlantılı hale getirilebilir. İstanbul Bağlarbaşı’nda Türkiye’de İslam Araştırmaları konusunda en yetkin kuruluş olan İslam Araştırmaları Merkezimiz var. Bütün bunlar devletin desteği ile bir araya getirildiğinde -milletimiz zaten desteğini esirgemeyecek, Avrasya coğrafyası bunu çok sahiplenecektir- şûramızda ifade edilen gelenekten geleceğe Avrasya’nın İslam ufkunu aydınlatacak, bilgi problemimizi halledecek ve bu ufku ileriye taşıyacak, hem geleneğe vâkıf hem bu çağı ve bu çağın gerçeklerini tanıyan; vahiy ile aklı, dinle bilimi birleştiren, bugünkü insanı, bugünkü çağı okuyabilen nesillerin yetiştirileceği bir büyük üniversite olacağı yönünde büyük umutlarımız ve bu yönde heyecanla atacağımız büyük adımlar var.

“Dünyada Müslümanların sorunlarına eğilecek bir Müslüman Azınlıklar Enstitüsü kurulmalı…”


50 sene önce devletler bazında dünyanın üçte ikisinde nerede ise hiç Müslüman yaşamıyordu. Ancak küreselleşme ile birlikte bu küre çalkalandı ve herkesin yeri, yurdu değişti. Bugün dünyanın hemen her ülkesinde bir Müslüman azınlıktan söz edebiliriz. Biz bu konuda bir ön çalışma da yaptık. O yüzden bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bugün dünya üzerinde Müslümanın yaşamadığı ülke hemen hemen yok gibidir. Ancak Müslüman azınlıkların bulundukları ülkelere yerleşmeleri sürecinde ibadet ihtiyaçları, cami, cuma ve bayram namazlarının nerede kılınacağı, çocuklarını nasıl okutacakları ve hatta cenazelerini nasıl ve nereye defnedecekleri düşünülmedi. Bunlar bugün bile hala palyatif tedbirlerle yürütülüyor. Bu ihtiyaç giderek de artacak. Bugün Müslüman azınlıkların özgürlük sorunları var, eğitim, insan hakları ve en tabii bir hak olan ibadet ve mabet sorunları var. İslam dünyasında tüm sorunlara sahip çıkmak isteyen bir hayırseverler topluluğu da var ancak bilgi yok elimizde. Onun için bu bilgilenmeyi ve organizasyonu sağlayacak bir Müslüman azınlıklar Enstitüsü kurulması gerekiyor.

“Takvim birliği dağlara çıkıp hilal gözetlemekle sağlanamaz…”


Bu sene İslam dünyasında üç farklı günde bayram yapılmış olmasından dolayı bütün Müslümanlar yara aldı.  Aslında bunun çözümü son derece kolay ve basit. Bu da şudur: Öncelikle birlik esastır. Fıkıh kaynaklarına göre her ülkenin kendi semasını gözetleyip kendi tespitini yapması da muteberdir. Ancak çağdaş dünyada, dünya üzerinde her ülkede Müslümanların yaşadığı bir çağda bu birliği sağlamak çok daha önem arz ediyor. Bu birliktelik, her ülkeden birkaç hoca efendinin dağlara çıkıp hilali gözetlemesi ile sağlanamaz.  Bu birlik, Allah’ın yeryüzüne koyduğu ayetleri doğru okumakla sağlanır. Allah Kur’an’ı Kerim de diyor ki: “Ben güneşe ve aya bir hesap yerleştirdim.” Şimdi soru şu: Müslümanlar bu hesabı bilimsel olarak tespit edebildi mi edemedi mi? Peki bu hesapta bir şaşma olursa ne olur? Dünyanın dengesi bozulur, kıyamet kopar. Bu o kadar önemlidir yani.  Dolayısı ile Müslümanların elbette ru’yet ile birlikte bu hesabı da dikkate alarak bir karar alması gerekiyor. Bu sene ben şahsen kendimi bir muhalif gibi kabul edip adeta kendi Diyanetimizle kavga ederek hakikatin ortaya çıkması için bir talebe gibi çalıştım. Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Aslında bayramları ilan etme yetkisi yasal olarak Kandilli Rasathanesi’ne aittir. Bizim hatalı olduğumuza dair en ufak bir işaret görseydim çıkar bunu milletimizle paylaşırdım.

“İslamofobi suç sayılmalı…”


İslam’a yönelik eleştiriler İslam’ın ortaya çıkışından bugüne kadar hep yapılmıştır. Bilimsel eleştirilere bilimsel cevaplar verilmiştir. Hiç kimse “Siz bizi niye eleştiriyorsunuz?” diye toplantılar düzenlememiş, ortalığı yakıp yıkmamıştır. Ancak son yıllarda Salman Rüşdi ile başlayan ve en son Amerika’da ortaya çıkan film ile devam eden bir süreç var. Bu, yeni bir süreç… Bu süreç, bir eleştiri değil. Bu süreç topyekûn bir kültürü, bir medeniyeti aşağılama içeriyor hatta yer yer kültürel bir işkenceye dönüşüyor. Milletlerin ve toplumların kültürel değerlerini aşağılamak, kültürel ve manevi bir işkencedir. Bu bir eleştiri ile başladı daha sonra İslamofobi’ye dönüştü. İslam kaygısı ve İslam korkusu derken bir ırkçılık, bir ayrımcılık, bir dışlama ve bir ötekileştirme ortaya çıktı. Eleştiri, fikir özgürlüğüne girer ancak eleştiri sınırlarını aşarak toplumların mukaddes değerlerini aşağılamak, rencide etmek, buradan bir ideoloji üretmek ve o ideoloji ile bir ırkçılık oluşturmak doğru değildir. Benzer bir sorunu daha önce yaşadı insanlık. Bu daha önce Amerika’da ortaya çıktı ve bunun aşılması için çok büyük gayretler sarf edildi. Şimdi ABD’de bunu anımsatacak kelimeleri bile kullanamazsınız. Çünkü bir ötekileştirme, ayrıştırma var. Aynı şekilde antisemitizm de Avrupa’da önce eleştiri ile başladı sonra hakarete dönüştü, sonra ötekileştirmeye sonra ırkçılığa ve sonra da topyekûn bir katliama dönüştü. İnsanlık, bunu görmek zorunda. Şimdi de 11 Eylül olayları ile başlayan bir süreç var. Bu eleştiri süreçleri bir hakarete, bir aşağılamaya dönüştü; oradan bir fobi üretildi; o fobi bir hastalığa dönüştü; oradan bir ötekileştirme ve artık ırkçılık ve ayrımcılık boyutuna gelmeye başladı. Dolayısıyla insanlık, bunu dikkate almak zorunda, bizim söylediğimiz de budur. Avrasya İslam Şûrası’nın bütün üyelerinin de işaret ettiği gerçeklik bu. Bunun suç sayılması gerekir. Aksi takdirde bu yarın katliamlara yol açacaktır. Mesela Norveç’te Breivik diye birisi çıktı ve 70 masum insanı bu ideolojinin sonucu olarak katletti. Dolayısıyla artık bunun bir insanlık suçu sayılması yönünde tüm Müslümanların ortak bir talebi ortaya çıkmıştır. Ancak biz aklıselimi temsil eden Müslümanlar olarak bunlar suç sayılmasa bile bu kışkırtıcıların kışkırtmalarına alet olmamak gerektiğini düşünüyoruz. Bunu da sürekli ifade ediyoruz. Bunlara bilgi ile hikmetle elbette tepkimizi göstermek zorundayız. Ancak yakıp yıkarak, ortalığı velveleye vererek Peygamberimize ve İslam’a yakışmayan hareketler sergileyerek değil, bilgi ile hikmetle, insanları düşünmeye davet ederek, kendi doğrularımız üzerinde yoğunlaşarak, güzellikleri ve iyi örnekleri çoğaltarak daha iyi mücadele edilebileceğini söylüyoruz.

“Avrasya’daki sorunları çözmek için yoğun bir çaba içerisindeyiz…”

Avrasya coğrafyası çok çeşitlilik arz eden bir coğrafya ve her birinin sorunları da kendine göre farklılık arz ediyor. Balkanlar’da ve Avrupa’da daha farklı sorunlar var. Ancak hepsinde ortak olan bazı sorunlar da var. Mesela hala kimlik ve beyan sorunu Avrasya’daki bütün Müslümanların ortak sorunu olmaya devam ediyor. Yani kendi kimliklerini özgürce ifade etme, o kimliklerini yaşama imkânına henüz hepsi sahip değil. Bu önemli bir ortak sorundur. Bazı yerlerde çok can yakıcı bir şekilde güvenlik sorunları yaşanıyor. Sadece son iki yılda Kafkasya’da yüzü aşkın din adamı katledildi ve bunların hiç birinin katili henüz bulunamadı. Mesela din eğitimi. Pek çok yerde dini kurumların altyapı sorunları var, din hizmetleri, din eğitimi ve özgülük sorunu var. Türkiye tabi ki bu sorunları aşma konusunda, dini kurumları yeniden yapılandırmaları ve din eğitimine çekidüzen vermeleri konusunda destek veriyor. Türkiye’nin bu konuda çok ciddi tecrübeleri var. Mesela Avrasya coğrafyasında şu anda bizim başlattığımız yüzlerce cami inşaatı var. Kısacası Avrasya’daki sorunları birlikte çözmek için birlikte yoğun bir çaba içerisindeyiz.

Konulu hadis çalışması…


Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Hele hele niyet okumalarla insanları ve kurumları yargılamak çok kolaydır. Bu konuda ilk haber BBC’de çıktığı zaman İslam dünyasında bu habere dayanılarak binlerce haber, yorum ve makale yazıldı. Ancak bir gün bile birisi çıkıp da bu konuda bizden bilgi istemedi.  Ancak biz yolumuza devam ettik. 8 yıl boyunca Ankara’da oluşturduğumuz merkezde 20-25 genç akademisyen arkadaşımızla gece gündüz çalışarak Türkiye’deki bütün İlahiyat fakültelerinden 85 hadis hocamızla birlikte toplantılar yaptık. Bu toplantılarda asrın idrakine hitap eden ve Efendimiz (SAS)’in o rahmet yüklü mesajlarını bu çağın insanının anlayabileceği tarzda belli bir metodoloji ile bir derleme yapıldı. Esasen biz buna “Konulu hadis projesi” diyoruz. Her konudaki bütün hadisler ele alındı; arka planını yorumlayarak Peygamber Efendimizin hangi bağlamda bunları söylediğini dikkate alarak basit bir dille kaleme alındı ve 7 ciltlik bir eser ortaya çıktı. Öncelikle sınırlı sayıda bir baskı gerçekleştirildi. Bir kısmını şûra üyelerine hediye etmek diğer bir kısmını da ülkemizin seçkin bilim adamlarına görüş ve eleştirilerini almak üzere dağıttık. Bu eserin farklı dillere tercüme edilmesi noktasında da yoğun istekler var. Ama öncelikle Türkçe olarak hazırlandı. İlim adamlarının değerlendirmelerinin alınmasının ardından seri basıma geçilecek ve ardından da diğer dillere tercüme edilme süreci başlayacaktır.