- Dirilten hayatlar üzerine

Adsense kodları


Dirilten hayatlar üzerine

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 22 November 2010, 01:29 pm GMT +0200
Su Sohbetleri “Dirilten Hayatlar” Üzerine

Ali Yalçın

 
Tüm gününü evine helal ekmek götürmek için bereketli kılan bir işçi, alnındaki ter henüz kurumadan hakkını aldığı vakit ter damlalarının özgürlüklerine kavuşmasına razı oldu ve böylece alınteri buhar halinde göğe yükseldi.

Sabah namazını eda etmiş olan bir anne, seccadesinden henüz ayrılmamıştı ve yaşlı gözlerle dua ediyordu.Gözyaşları aşağı doğru süzülürken, susuzluk nöbetlerinin en derin krizlerini yaşayan toprak, Allah’a dua ederek bu damlaların sadece bir tanesiyle serinlemeyi nasip etmesini istedi.Ne var ki takdir su devinimlerinin  gökte buluşmasını ve oradan da yağmur olarak inmesini öngörüyordu…

Bir savaşçı gözünü silahının namlusundan ayırmaksızın düşmanın menzile girmesini bekliyordu.Savaşçının ciğerlerinden buhar buhar yükselen haysiyet Allah’a yükselmek istiyorcasına sabırsızlandı.Gök, az sonra suskunlaşacak kalbin atışlarını duymayacağına mı yoksa buharlaşan nefesten mahrum kalacağına mı üzülsündü ?

Savaşçının son nefesi göklere tırmandı.Bu nefesteki buhar, bulutlara sevinç haberleri vererek bir damla suya dönüştü.Diğer su zerreleriyle birleşti. Oradan, Allah yolunda öldürülenlere ölüler denilemeyeceğini, onların hayatın gerçek kalıcıları olduğunu bildirmek için yeryüzüne inerken mazlumlar coğrafyasının taşına toprağına selam verdi, rüzgârlarına tutundu ve canlı olanı diriltmeye sevdalandı.Bakışlarını deryaların derinliğinde keskinleştirdi, kirlenmiş iklimleri uyarmak için güneşin ilk ışıklarıyla gökkuşağı sundu. Bununla da yetinmeyip, ikindilerden  bir  ikindi yağmuru olarak talihsiz mevsimlere umut oldu.Haberini vermek için mecburen geceyi bekleyecekti. Beklerken bir huzur indi yeryüzüne.

Kocasının o güzel yüzüne hasret kalan taze gelin anladı ki gecenin karanlık koynunda, gurbetin hüzünlü yüzünü aynaya sermeye gerek yok!Allah yolunda öldürülenlerin ölüler olmadığını Allah söylemişse elden ne gelir?

Sadece mırıldandı:

“Allah’tan geldiysek O’na döneceğimiz anı beklemekten başka çare yok!”

Yağmur damlasına da bir çift sözü vardı:

“Ey yağmurun suyu!Öyle bir nehire karış ki o nehir kıvrıla kıvrıla geçtiği yerlere hayat versin! Kocamın nefesinden buharlaşan sen bunu yapar mısın?”

Yağmurdaki su bir an dahi duramayacağını anladı ve kavuşacağı nehri aramaya koyuldu…

Bir nehir şimdi mutluydu.

Mutluydu çünkü yükseklerden inen yağmur berrak ve diriltici suyunu nehrin yüreğine katmıştı.     

Sanki derinden gelen bir fısıltı kendisine incitmeden, yıkmadan, kırmadan, üzmeden ve korkutmadan akıp gitmesini telkin etmişti.

Bu yüzden sakin bir şekilde ve kendisine emredildiği hal üzere kıvrıla kıvrıla akıp gidiyordu. Yağmurdan, kardan, çığdan, doludan, nemden, buhardan, dalgadan, selden ve hatta tufandan izler taşıyor olsa da belli ki bugün azabın, öfkenin, önüne katıp süpürerek götürmenin, batırmanın ve boğmanın günü değildi. Bugün, bir damla suya hasret yarılmış topraklara, paramparça olan dudaklara ve zamansız sararmış ekinlere hayat vermeye adamıştı kendini.

Şeksiz şüphesiz anlıyordu ki feri tükenmekte olan bir göze, renginden vazgeçmeye yüz tutmuş yeşile umut vermesi telkin edilmişti. Zira bir şehidin nefesinden süzülen haysiyet olarak, helal kazancın delili olan alından ter olarak, geleceğe umutla bakmaya hasret bir gözden gözyaşı olarak gelen bir suyu barındırıyordu…

 Bu su hayat hakkındaki kanaatlerini öyle derinden değiştirmişti ki artık akıp gitmesini sıradan bir amel değil de bir ibadet olarak algılıyordu. Nasıl mutlu olmasındı?

     Hayatın ibadetten ve itaatten ibaret olduğunu bilmek, sulardaki bütün hareketlerin aslında bir kulluk görüntüsü olduğunun farkına varmak mutluluk vermez miydi?

 Milyonlarca ton suyun göklerden yere doğru inmesi veya bir o kadar suyun da buharlaşarak göğe çıkması Yaratıcıya secde etmekten ibaret değil miydi? Hem insanoğlundan kimin imtihanını en iyi verdiğinin bilinmesi için gökler ve yer altı günde yaratıldığında Allah’ın Arş-ı su üzerindeydi ve su daha önceki yaratılışıyla zaten ibadet ediyordu! Su Allah’a en evvel ibadet edenlerdendi. Öyle ki diri ve canlı olan her şeyin sudan yaratılıp meydana getirildiğini görüp anlasınlar diye örnekler verildiğinde de su bir ibadeti çoktan bitirmişti! Evet, her canlının kendisinden yaratılmış olması Yaratıcının Suya diğer bir iltifatı değil miydi?

Nehir bu yüzden mutluydu ve aslında yeryüzünün tüm suları da bu mutluluğun bilincindeydiler…

Nehir derin düşüncelere dalarak aktı aktı…

Kimi karnı üzerinde sürünen, kimi iki ayağı üzerinde ve kimi de dört ayağı üzerinde yürüyen canlıların,   sudan yaratıldıklarını unutmadan ve suyu örnek alarak kulluk etmeye çalışmaları daha hayırlı olacaktı.

Nehir derin bir tefekküre dalarak suyunu taşıyordu.

Suyun her zaman hayatın bizatihi merkezinde olduğunu ve her zaman kutsal olduğunu, en büyük mükâfatların ve en çetin azapların kendisi üzerinden verildiğini düşünüyordu…

 Yaratıcısına sonsuz şükürler etti. Allah dilemeseydi Nuh tufanıyla ve Kızıldeniz’in sularıyla insanoğlu azabı tatmazdı!

Nehir cennetlere kavuşmayı düşündü…

Nehrin özü olan su öyle heyecanlandı ki cennetlerde akmak için yapılması gerekenlerin tamamını bir an önce yapıp, göz açıp kapama süresinden daha kısa bir sürede, oyun ve oyalanmadan ibaret olan bu dünya hayatından cennetlere kanatlanıvermeyi istedi.

Nehirleriyle tasvir edilen cennet bahçelerinde bir nehir olmak ne büyük mükâfattı!

Nehir daha açık bir zihinle düşündü: Şimdi kendisine düşen, ölü diyarlara hayat vermek, insanı arındırmak, yaratılan nice hayvanların suyu olmak ve gökten tertemiz bir su olarak indirildikçe şükretmek ve yeryüzündeki görevi sona erdiğinde de mükâfat olarak cennetlerde akmaya devam etmekti!

Nehir böyle düşününce, yeryüzünün tüm nehirleri de mutlu oldular… 

Nehir tüm diğer kardeşleriyle sevinç ve mutluğunu paylaşıp yoluna devam ederken kıyısında olup bitenleri de gözlemliyordu.

Bir ağaç kendi mutluluğunu nehrin mutluluğu ile paylaşmaktaydı. Ancak bir yaprak tutunduğu daldan zamansız kopunca bütün neşesi kaçtı. Diğer yaprakların ümitsizliğe düşmelerine engel olmak için gidenin artık gittiğini ve geri dönmeyeceğini söylemeye çalıştıysa da istediği başarıyı sağlayamadı.

Çiğ taneleri ağacın acısını az da olsun hafifletmek için güneşten selam getirdiklerini söyledilerse de ağaç hiçbir yaprağın Allah’ın bilgisi dışında düşmeyeceğini bilen olarak acısını bağrına sakladı. Erken gidişler hep hüzünlü olurmuş meğer! 

     Nehir bu olaya şahit oldu ve rüzgârdan rica etti de yaprak gelip üzerine kondu.

     Bir horoz eşikten atlayarak civcive nasıl atlanacağını talim ettiriyordu lakin civciv başaramayışını susamışlığına bağlıyordu. Horoz bin bir zahmetle civcive su buldu ve civciv bu kez eşiği geçmeyi başardı.

     Nehir suyunu dağıta dağıta yol alıyordu.

     Annesini kaybeden bir kuzunun melemesi nehri duygulandırdı. Kazların çamurlu sulardaki patırtılarını görüp göletlerine su takviyesi yaptı.

     Güneş nehre pembemsi bir veda busesi vererek suya elveda etti ve havayı kararttı. Hava kararınca  nehir, dağların eteklerindeki  tüm canlılara sesini duyurmak için, bir şelaleden akmayı tercih etti.

     Bununla da yetinmeyip Allahın göğe serptiği altın sarısı göz kırpmalara cevaplar verdi.

     Bir yayladan doğan küçücük bir suyla arkadaş oldu bir süre ve ona Allah’ın suya verdiği değerin büyüklüğünü anlattı. Belli ki bu küçük su kaynağı kendisine özenmiş, Allah’ın kendisine verdiği değeri bir anlığına unutmuştu. Bir nehrin yüklendiği gibi büyük sorumlulukları olsun istiyordu. Ona, eğer farkında olursa her suyun benzer ve denk sorumluluklar yüklendiğini, Allah’tan, taşınması zor sorumluluklar istemenin doğru olmadığını ama kendisine düşenleri hakkıyla yapması gerektiğini, bunları yaptığında karşılığını tastamam alacağını uzun uzadıya anlattı. Böylece küçük su yüzyıllardır bu yayladan insanlara ve hayvanlara bir nimet ve şükür vesilesi olduğunu düşündü. Meğerki ne denli hayırlara vesile olmuş da farkında değildi!

Nehir son sözlerini söyleyip ayrıldı:

“Kardeş! Şu dağdan eriyecek karın sularına kavuşmayı, bu kavuşmayı şu insanlar için bereketli kılmayı düşünsen, kenarında bitecek olan nanelerden kokular göndersen bana, çünkü benim sahillerimde seninkinden daha az nane, nergis ve papatyalar yetişir! Ve ben çabucak terk ederim de bu güzelim kokuları doya doya çekemem ciğerlerime! Ah! Bilsen senin gibi sakin olmayı, gece yıldızlarla sohbet etmeyi, kurbağalarla karşılıklı şarkılar söylemeyi ne çok isterdim! Şu dağın zirvesinden esen rüzgârdan masallar ve ninniler dinlemeyi ne çok isterdim! İnsanlar bende boğulma tehlikesi yaşar! Oysa senin cıvıl cıvıl çocukların var! Hatta balıkların var küçük küçük! Ne yapalım takdir böyle, razı olacağız ve Rabbe teslim olacağız!”

Küçük su nehrin ardından ayrılık gözyaşları döktü ve:

“Allah’ım beni affet! Verdiğin nimetlerden ötürü şükürler olsun! Nasıl da kör kalmışım ve şükredenlerden olmamışım!” diye mırıldandı.

Nehir,  kardeş suya hayat verdiği için mutluydu…

Nehir, yıkılıp harabe olmuş bir değirmene doğru güzergâhını değiştirdi. Kim bilir kaç yıl önce yıkılmış olan bu değirmenin temel taşlarından birine oturup dinlenen şu yaşlı adam ne hatıralara sahipti de bugün nemli gözlerle mazinin o unutulmaz anlarından mutluluklar devşiriyordu.

Yaşlı adam ayakları dibindeki ıslaklığı fark edince, önce gördüğü mucizeye inanmak istemedi sonra da sevinç çığlıkları attı:

“Su! Su! Hey ahali! Ben dememiş miydim su geri gelecek diye! Su döndü! Su geldi!”

Yaşlı adam, dünyanın değerli tek hediyesini alan çocuk misali sevinçle sağa sola koşuşuyordu.

Nehrin suyu bu mutlu adama sesini duyurmak istedi ancak yaşlının kalbi, konuşan su mucizesine dayanabilir miydi?

“EY ÂDEM’İN OĞLU İNSAN!”

Yaşlı adam gelen bu çağrı üzerine kulak kesildi ve sağına soluna bakınarak bekledi. Bir an aklından şüphe eder oldu. Sakın sevinçten çıldırmış olmasındı! Büyük bir korku ve telaşa düştü ve dizlerinin üzerine çöktü.

“Ey insan! Allah diriltmeyi emretmişken bu telaş neden?”

Yaşlı adam sesin sudan geldiğine kanaat getirince birden sakinleşti ve yüzünü suya dönerek az önceki yerine oturdu ve sevinçle konuştu:

“Yıllardır buraya geliyorum ve bir mucizenin gerçekleşmesi için dua ediyorum! Bir zamanların o güler yüzlü, o fedakâr değirmencisinin duası kabul olmayacak da kiminki olacak! İnsanlar bir zamanlar var olan bu değirmeni öyle kolay unutamazlar diye düşündüm! Bu yüzden onlara değirmene dair, o güzel günlerimize dair o kadar çok anıyı o kadar çok anlattım ki unutmasınlar! Eğer bir şey gerçekten zihinlerimizden, hatıralarımızdan silinmişse asıl o zaman üzülmeli! Bu yüzden her gün buraya geldim ve nihayet duam kabul edildi!”

Su, yaşlı adamın kesintisiz konuşması bitinceye kadar bekledi ve nihayet dedi ki:

Bilmelisin ki takdir diriltmeyi diledi. En büyük arzun bu değirmenin tekrar çalışması değil miydi? İşte su! Haydi, atıl hayata ve her şeye yeni baştan başla! Umarım ömrün kifayet eder!”

Yaşlı Adam sevinçle:

“Suya kavuşmuşken taşların en güzelini, oluk tahtalarını alacağım en değerli ağacı, duvarlarını öreceğim en sağlam taşları bulmaz mıyım!”dedi ve işe derhal başlamak için büyük bir kararlılıkla yola düştü.

Su bir tarafını harabenin yanında bırakarak yola koyulmaya hazırlandı.

Yaşlıdan suyun haberini alan çocukların sevinçle koşmalarını, elleriyle, içinde yüzebilecekleri kadar gölet oluşturma çabalarını, bent yapma heyecanlarını, hoplayıp zıplamalarını, çamura korkusuzca bulaşmalarını ve sudaki şakalaşmalarını büyük bir mutluluk içinde izledi.

“Allah’ım senin hükmün ne güzelmiş!” diye mırıldandı.

Sonra yola koyuldu. Kim bilir daha neler neler görecekti?

İnsanların sevdalandığını, aşklarını kimi zamanlar suya yazdıklarını gördü. Suya şiirlerin okunduğunu gördü dahası…

Bir ebru sanatçısının durgun ve hüzünlü suya fırçasından damlalar düşürerek renklerin tonlarıyla dans ettiğini gördü. Bu dansın sakin veya çılgın tarafıyla ilgilenmedi. Rengârenk ebruların sanatçının milyonlarca kez değişen ruh halini mi yoksa suyun taranan saçlarından ölümsüzleşen laleleri mi düşündü tam hatırlayamadı…

Bir muttaki suya verilen değeri anlatırken bir örnek vermek istedi de dilinin ucunda olan ama bir türlü söze dökülmeyen örnek için çırpındığında ona, Peygamberin su içerkenki adabını hatırlattı.

"Arkadaşlar! Peygamber buyurdu ki: Suyu deve gibi bir solukta içmeyin, iki-üç solukta için. Su içerken besmele çekin. Bitirince de Allah'a hamd edin."

Bir bilim adamı açlığı uzun süre tahammül edebilme imkânının bulunduğunu ancak susuzluğa karşı bunun mümkün olmadığını anlatırken suyun diğer şeyler gibi insan vücudunda depolanmadığını, var olan suyun neredeyse tamamının aktif olarak kullanıldığını açıkladı.

Bir kadın evlenecek olan kızına kocasının huyuna suyuna gitmesini öğütledi.

Bir katil, her ne kadar sudan bahanelerle işlediği cinayetlerden ötürü büyük pişmanlıklar içindeyse de koğuş arkadaşı ona tavsiyelerde bulundu ve suyun uyuduğunu ancak düşmanın asla uyumadığını sıkı sıkıya tembihledi!

Şairlerden mübarek birine rastladı sonra… Suya, yegâne dosta sokulurcasına sokulmuştu.

Kulak verdi feryadına:

“Görkemli yalnızlıklar büyütür kendini uzak diyarlarda… Sesindeki musiki tanınmaz, kimse bilmez gizli kalmışı. “Ne aradığını bilmeyenlerin sessiz ruhlarında bir canhıraş çığlıktır hep: “su… su… su…”

Bense en şehirli halimi takınıp seni seyrederim… Adımlarımı kendi haline bırakırım sokaklara. Bir sen kalırsın bende, bir de susuzluğum…

“Gözlerimi aldı su Düşlerime daldı su Beni aşka saldı su Yakan tadın kaldı su. Elinden tutsam suyun Canından tutsam suyun Sıcağını duysam suyun Cana vuslat olsun su. Cana hasret kaldı can / Suya hasret kaldı su Cana hasret kaldı su / Suya hasret kaldı can.”

Nehrin suyu, suya hasret kaldığını ilk defa düşündü! Bütün nehirler denizlere ulaşmaya, bu büyük hasretlerini gidermeye çalışmazlar mıydı? Şairin dizelerini tekrarladı: “Cana hasret kaldı can / Suya hasret kaldı su

Cana hasret kaldı su / Suya hasret kaldı can.”

Şairler olmasaydı kim anlardı hayatın dilinden?

Nehir, hüzünlü  şair hassasiyetiyle yolunun geri kalanını tamamlayıp  denize kavuşmalıydı…

Nehir ağlamaklı baktı gökyüzüne ve göğün gözyaşlarıyla ıslandı.

Asi bir rüzgâr ağaçtan zamansız kopan ama üzerinde misafir olan yaprağa hükmetmek istercesine saldırıya geçtiğinde tavrını koyup uzaklaştırdı. Yaprak nereye götürüldüğünü düşünmeksizin kaderine razı olarak uydu suyun kıvrımlarına.

Bir tırtılın ağacın köküne yaptığı başarısız tırmanışlarını defalarca tekrarlamasına bir anlam vermeli miydi? Sahi bu tırtıl nereye gitmek istiyordu? Hedefi neydi?

Bir gülün yeni yeni tomurcuklandığını, bir ot parçasının bugün biraz daha büyüdüğünü, bir adamın hayatın uçurumsu kıyısında olduğunu ancak bunun farkında olmadığını gördü. Boynuna geçirilen kibir halkalarından habersiz başı yükseklerde olan bu adam, sahip olduğu servetin ürününden muhtaçlara düşen hissenin önüne geçebilmek için güne hep erken başlamıştı. Onlara türlü mazeretler üretmişti! Rabbin nimetlerinden hangisini yalanlamamıştı ki!

Nehrin suyu, kendi sahillerini mülk edinmiş olan bu adama ne türden bir hayat vereceğinin bilgisinden uzak olarak gelmişti. Suya nazır konakların ve sarayların sahibi olduğuna inanan bu adama ne demesi gerekiyordu?

Bütün suların gökten indirildiği gerçeğinden yola çıkarak gökten bir seda ile seslendi:

“EY RABBİNE KARŞI NANKÖRLEŞEN İNSAN! SANA VERİLEN HADSİZ HESAPSIZ ZENGİNLİĞİN KARŞILIĞI OLAN ŞÜKRÜN NERDE?”

Suyun kendisiyle doğrudan konuştuğunu gören adam derin bir alayla sordu:

“Su hazretleri ne yapmamı tavsiye buyururlar!”

Su durumun vahametini görerek devam etti:

“Sana hiç erişemeyeceğin yerden nimetler indiren Rabbine karşı seni kör kılan nedir? Bilmez misin ki bu dünya hayatı,  her şeyin gelip geçtiği, her sahiplenilenin bir gün tükenip yok olacağı bir hayattır!”

Adam en kesin cümleleriyle konuştu:

“Sahip olduklarıma aklım ve zekâm sayesinde sahip olmuşken kim ne diyebilir?”

Nehir hayretler içinde konuştu:

“Zekânı ve yeteneklerini vereni ne çabuk unutmuşsun! Abdestten mahrum bırakmışsın kendini! Alnına secdeyi yasaklamışsın! Nasıl oldu da bu kadar asi oldun! ”

Adam arkasını dönüp gitti ve su yaşlı gözlerle arkasından baktı.

Fakirlerden bir fakir gelip de suyundan abdest alıncaya kadar baktı baktı…

Fakir kendi kendisiyle olan konuşmasını duyunca da derhal kulak kabarttı.

Ey Rabbim! Şahit ol ki suyla abdest alırken ve su ellerimin arasından akıp giderken, dünya malının ellerimizden bir gün mutlaka kayıp gideceğini düşünüyorum! Gerçekte kimin elinde ne var? İnfak ettiğini saymazsak! Allah’ım! Abdestle dünyanın kirini elimden silip götürdüğün için sonsuz şükürler olsun!”

Su sessizce dinliyordu:

Adam ise bu abdestinde farklı bir hazzı yakalamış olmanın mutluluğu içindeydi:

“Allahtan gelecek olan her hayra muhtaç olan ben, bu sudan cennetin kokusunu alıyorum desem inanan çıkar mı?” diye sordu, bir muhatap bulmak istercesine.

Nehrin suyu kendini bu soruya cevap vermede sorumlu hissetti ve dedi ki:

“Ey insan! Aldığın koku cennete kavuşmak arzusunu asla kaybetmemiş olan suyun kokusudur! Umarım Rabbim beni yalnız bırakmayacaktır! Emin ol ki bu nehrin suyu kendine düşenleri hakkıyla yapmak ve Allah’ın emri gereği vardığı yerleri bereketli kılıp hayat vermek için yola koyuldu. Şimdiye kadar da bu görevini yaptı. Tek arzusu cennette mükâfat görmek olan bu su elbette ki denize karışıp mutmain olmayı da arzu ediyor! Ne var ki az önce varlıklı ve asileşmiş bir insana yardımcı olamadığı için çok üzgün!”

Fakir kul bu cümleleri büyük bir sükûnetle dinledi ve nihayet dedi ki:

“Allah ancak arınmayı isteyenin öğütten fayda göreceğini açıklamışken ve elçisini de bu konuda uyarmışken sana ne oluyor ki temizlenmeyi istemeyen, öğüde muhtaç olmadığını düşünen, Allah’tan korkmayan birisi için üzülüyorsun! Sahillerine, Allah korkusuyla can atarak gelenlere zaman ayırmalısın. Servetinin hesabını tutmakta zorlanan o zenginin hesabını tertemiz sahifelerde tutan değerli yazıcıların olduğunu unutma ve yoluna devam et! Sana düşen bundan ötesi değil. Kahrolası nankör insanın seni üzmesine nasıl izin verirsin? Allah o nankörü bir damla sudan yarattı ve biçimlendirdi. Onu öldürecek ve kabre koyacak ve vakit geldiğinde de diriltecek! Allah’ın emirlerini tas tamam yerine getirmeyen için üzülmeye değmez. O zengin adam bağ ve bahçelerin sahibi değil mi? Her gün gökten bol bol suyun indirildiğini, toprağın ekin yeşertsin diye çatlayıp üzümler, yoncalar, zeytinlikler, hurmalıklar iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler, çayırlar bitirildiğini gördüğü halde nankörlük yapanı ve azgınlaşanı Allah’a bırak! Hesap günü etrafını karanlık bürüyecek olan bu adamın yüzünün tozunu o mübarek suyunla gidermeyi düşünme ki onun yüzünün tozu hesap günü de belli olsun ki kâfirlerin ve yoldan çıkanların durumu nice olurmuş hep beraber görelim! ”

Su bu ifadeler üzerine kendine geldi ve:

“Arınmak isteyene faydam dokunacağını ve arınmayıp da kendi sapmış yolunu takip eden için üzülmemem gerektiğini bana öğrettiğin için teşekkür ederim!”dedi ve yoluna devam etti.

Fakir adama gelince, cennet kokulu sudan abdestini alan biri olarak nehrin kenarında namaza durdu ve duasında nehrin suyu için dua etti. Umulur ki nehir kendine düşenleri yerine getirirdi de cennetlerden bir cennetin suyu olurdu.