hafız_32
Thu 11 November 2010, 11:07 am GMT +0200
4- Dinî Tecrübenin Yapısı
Allah ile ilişki hâlinde insanda uyanan duyguların ortalama bir modeli, değişmez bir özü bulunmasa da, şahsî tecrübelerde dini duygunun kendisini ifade biçimleri bir yapı olarak ele alınabilir. Genelde dinî tecrübe, çift yönlü duygulardan oluşan karmaşık bir bütünlük olarak düşünülebilir. Otto'nun yaptığı tasvir [239], çeşitli dinî metinlerde açıklanan Allah'ın sıfatları ile sûfilerin yaşadıkları hâllere uygun düşen belirlemelere yer vermektedir. Buna göre, ilâhî kudret insana hem “korkutucu” hem de “cezp edici” olarak görünür. İlâhî kaynağa bağlı olan duygular hem istek hem de sakınma, hem korku hem ümit yönünde gelişen duygulann çeşitli tonlan içerisinde kendilerini açığa vururlar.
Dinî tecrübeyi meydana getiren duygular, zıt istikâmetlerde gelişme gösteren iki dizi heyecan türlerini biraraya getirirler. Birinci dizide “korku” yönünde gelişen duygu ve heyecanlar vardır. Mutlak erişilemezliği ve yüceliği, tamamen başkalığı ve üstün kudreti ile “ilâhî varlık”, insanda korkutucu bir etki meydana getirir. Dinî metinlerde sıkça yer alan takva, haşyet, havf, tazim, heybet, hürmet, rahbet. gibi ifadeler, Allah'ın gazabının ve “Celâl” sıfatlarının insan üzerinde bıraktığı ürkütücü etkiyi dile getirirler. Son derece yüce ve muhteşem olan ilâhî varlık karşısında hissedilen “yaratılmışlık hâli” duygusu, aynı tecrübenin ikinci ânını teşkil eder. Dindar kişi, Allah karşısında kendini zavallı, güçsüz, küçük ve O'na bağımlı hisseder. Bu unsurlara bir üçüncüsü katılır ki, bu da “ilâhî kudret enerjisi”dir. Allah kuvvet, hareket ve iradedir. Nihayet, hiçbirşeye benzemez olan Allah, “hayret verici yabancı sır”dır.
Allah'ın varlığının insandaki etkisi korku ile sınırlı değildir. Esasen dinî tecrübe içerisinde yaşanan korku hissi, cezalandırılma korkusundan çok daha farklı şeyler ihtiva eder. Bu, kişide dinî sorumluluğun farkına varılmasına yol açan ahlâkî bir etki yapar. Öte yandan, Allah'ın varlığı “sevgi ve arzu” yönünde gelişen duygu ve heyecanlara da yol açar. İlâhî Kudret, hasret ve istek uyandıran, sevgi, güven, minnettarlık ve şükran telkin eden ve ruh üzerinde karşı konulmaz bir cazibe kuvveti ile tesir ederek, insanı tam teslimiyete zorlayan mukaddes değer olarak da tecrübe edilir. Muhabbet, vedd, aşk, şevk, recâ, üns, şükür, yakın, zevk, vecd.. gibi kelimelerle ifâde edilen duygu hâlleri, Allah'ın sınırsız rahmet ve merhametine, “Cemâli” sıfatlarına uygun tarzda müminin yaşadığı tecrübeleri dile getirirler. İlâhî Kudret korkutucu olduğu kadar, büyük huzurlu iç yakınlığı, büyük zevk, güven, itmi'nân veren sırdır aynı zamanda.
Hem uzak hem yakın, hem içte hem dışta, hem yabancı hem çekici özellikleriyle, İlâhî Kudret'in belirtisi olan şey, yani “kutsal”, bir zıtlar uyumudur. Kudretli ve Rahim olan Allah karşısında saygı ve güven, korku ve sevgi duyguları birleşir. Dinî tecrübenin bu iki kutbu arasındaki sürekli gerginlik dinî hayata dinamik bir gelişme gücü sağlar. Taraflar arasındaki denge ve uyumun korunması ölçüsünde, bu ikizli duyguların varlığı, dini tecrübeleri en üst sınırına kadar geliştirerek, dini olgunlaşmanın itici unsurları olarak büyük bir öneme sahip bulunmaktadır. [240]
Allah ile ilişki hâlinde insanda uyanan duyguların ortalama bir modeli, değişmez bir özü bulunmasa da, şahsî tecrübelerde dini duygunun kendisini ifade biçimleri bir yapı olarak ele alınabilir. Genelde dinî tecrübe, çift yönlü duygulardan oluşan karmaşık bir bütünlük olarak düşünülebilir. Otto'nun yaptığı tasvir [239], çeşitli dinî metinlerde açıklanan Allah'ın sıfatları ile sûfilerin yaşadıkları hâllere uygun düşen belirlemelere yer vermektedir. Buna göre, ilâhî kudret insana hem “korkutucu” hem de “cezp edici” olarak görünür. İlâhî kaynağa bağlı olan duygular hem istek hem de sakınma, hem korku hem ümit yönünde gelişen duygulann çeşitli tonlan içerisinde kendilerini açığa vururlar.
Dinî tecrübeyi meydana getiren duygular, zıt istikâmetlerde gelişme gösteren iki dizi heyecan türlerini biraraya getirirler. Birinci dizide “korku” yönünde gelişen duygu ve heyecanlar vardır. Mutlak erişilemezliği ve yüceliği, tamamen başkalığı ve üstün kudreti ile “ilâhî varlık”, insanda korkutucu bir etki meydana getirir. Dinî metinlerde sıkça yer alan takva, haşyet, havf, tazim, heybet, hürmet, rahbet. gibi ifadeler, Allah'ın gazabının ve “Celâl” sıfatlarının insan üzerinde bıraktığı ürkütücü etkiyi dile getirirler. Son derece yüce ve muhteşem olan ilâhî varlık karşısında hissedilen “yaratılmışlık hâli” duygusu, aynı tecrübenin ikinci ânını teşkil eder. Dindar kişi, Allah karşısında kendini zavallı, güçsüz, küçük ve O'na bağımlı hisseder. Bu unsurlara bir üçüncüsü katılır ki, bu da “ilâhî kudret enerjisi”dir. Allah kuvvet, hareket ve iradedir. Nihayet, hiçbirşeye benzemez olan Allah, “hayret verici yabancı sır”dır.
Allah'ın varlığının insandaki etkisi korku ile sınırlı değildir. Esasen dinî tecrübe içerisinde yaşanan korku hissi, cezalandırılma korkusundan çok daha farklı şeyler ihtiva eder. Bu, kişide dinî sorumluluğun farkına varılmasına yol açan ahlâkî bir etki yapar. Öte yandan, Allah'ın varlığı “sevgi ve arzu” yönünde gelişen duygu ve heyecanlara da yol açar. İlâhî Kudret, hasret ve istek uyandıran, sevgi, güven, minnettarlık ve şükran telkin eden ve ruh üzerinde karşı konulmaz bir cazibe kuvveti ile tesir ederek, insanı tam teslimiyete zorlayan mukaddes değer olarak da tecrübe edilir. Muhabbet, vedd, aşk, şevk, recâ, üns, şükür, yakın, zevk, vecd.. gibi kelimelerle ifâde edilen duygu hâlleri, Allah'ın sınırsız rahmet ve merhametine, “Cemâli” sıfatlarına uygun tarzda müminin yaşadığı tecrübeleri dile getirirler. İlâhî Kudret korkutucu olduğu kadar, büyük huzurlu iç yakınlığı, büyük zevk, güven, itmi'nân veren sırdır aynı zamanda.
Hem uzak hem yakın, hem içte hem dışta, hem yabancı hem çekici özellikleriyle, İlâhî Kudret'in belirtisi olan şey, yani “kutsal”, bir zıtlar uyumudur. Kudretli ve Rahim olan Allah karşısında saygı ve güven, korku ve sevgi duyguları birleşir. Dinî tecrübenin bu iki kutbu arasındaki sürekli gerginlik dinî hayata dinamik bir gelişme gücü sağlar. Taraflar arasındaki denge ve uyumun korunması ölçüsünde, bu ikizli duyguların varlığı, dini tecrübeleri en üst sınırına kadar geliştirerek, dini olgunlaşmanın itici unsurları olarak büyük bir öneme sahip bulunmaktadır. [240]