- Dine dönüs

Adsense kodları


Dine dönüs

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 3 September 2010, 12:09 pm GMT +0200
DİNE DÖNÜŞ

Dine dönüş olarak algılanan manevi yönelişlerin son zamanlarda bilhassa gelişmiş batı toplumlarında yoğunluk kazandığı gözlenmektedir. Bu türden kimi verileri; doğru yerde, doğru yönde olduklarının kanıtları olarak gösterip, bu kanıtları moral desteğe dönüştürenlerin sayısı az değildir. Bir tarafıyla şahsımı da ilgilendirdiğini düşündüğüm bu çevrelerin, sonunda haklı çıkma psikolojisini ve kısmen de olsa kendine güven sağlayıcı duygulanımı anlıyorum. Bu kadarına bir diyeceğim yok. Ne ki, çağdaş dünyada dine eğilimi olgusal gerçekliğinden kopararak abartmanın birçok yönüyle yanılgı içerdiğini de ifade etmek gerekir.

 

Dine yönelişin, değer bütünlüklerini geleneksel formun ötesine taşıyamayan muhafazakâr kimi çevrelere, haklı çıkmanın rahatlatıcı gururunu yaşattığını zımnen söylemiş olduk. Bunun birçok sebebi var kuşkusuz. Düşünün ki, bu insanlar, yüzyıllarca kabul alanının dışına itilmişler, sırf inançları sebebiyle peşinen hayattan dışlanmışlardır. Modernizm denetimi altında tuttuğu hayatın ve dünyanın tüm imkânlarını kullanarak ürettiği değerlere geniş yayılma alanları oluştururken, son derece kısıtlanmış imkânlar içinde inançlarını neredeyse içlerinde sır gibi saklamış olanlar, haliyle değerlerini yenileyemediler. Ama devralınan değerler, kültürel genlere sıkı sıkıya kodlanarak muhafaza edilebildi. Yeni insan, varılan son uğrakta, değerlerinden sıyrılarak, özellikle bir uzun dönem gözden düşürülmek istenen dini yaşantıya,  dönüş yapmaktadır. Gün ortaya çıkmıştır. ‘Zaman bizi haklı çıkardı’ denilmektedir. Bizi haklı çıkaran zamanın ruhu o hakka ne kadar uygundur, haklı çıkışımız çağdaş insanlığın yönelişini hangi içkin, aşkın boyutta etkilemektedir gibi soruları irdeleme isteğinin arzulanan yoğunlukta olmayışının sebebi, şimdilik saf beşeri rahatlayışa verilsin. Bu rahatlayışın son derece masum iç coşkuya sahip olduğunu, kimi canlı örneklerine şahit oluşumdan biliyorum. Onlar şimdi bize özenip dururlarken biz kime niçin özenelim ki? Onca acılar, sıkıntılar çekildikten sonra vardıkları nokta, işte bizim zaten bulunduğumuz yerdir. Üstelik aidiyetimizin kendiliğinden kazanımı olarak sahip olduğumuz değerler için ekstra bir çabaya da gerek yok. Hakikat biziz ve hakikat bizdedir diye söyleyip durmuyor muyduk? Doğruya gelmeniz için bunca zahmet çekmeye ne gerek vardı?

 

Bana sorarsanız; zahmeti çekilmeyen doğru, hak edilmiş, kazanılmış olmadığından ne içselleştirilebilir ne de değeri bilinir. Değeri bilinmeyen değere dönüşmez. Şimdilik bu tartışmayı uzatmayarak az önceki sorulara dönelim. Bu sorular var oluşsal mecburiyetlerle yeniden üretilen manevi değerlerin üstün tutulmasından duyulan bir memnuniyeti ifade içinse, gerçekte bunu hak etmeyi gerektiren bir çabanın henüz olmadığı bilinmektedir. Daha yalın bir söyleyişle modern insan, kendi değerlerinin tılsımı bozulduğu için bizim yaşanan bir seçenek olarak ortaya koyduğumuz değerlere yöneliyor değildir. Bilakis yok eğer bu sorular ile başta zihinsel olmak üzere kendi tembelliğimize haklı, geçerli sebepler arıyorsak, buna bir diyeceğim olmaz. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda bireysel; ilmi, entelektüel çalışmaları bir yana korsak Oblomov’u kıskandıracak tembelliğimize bir diyecek yok. Modern dünyanın biraz abartarak gündeme taşınan dine yönelişinde, bizimkilerden çoğunun ruhen rahatlayışlarına yetecek bollukta malzeme çıkarılabilir: “Bakınız gördünüz mü, işte inancı hiçe sayarak kurulmak istenen batı uygarlığı inkârını fazla sürdüremedi. İnançsızlık sebebiyle içine düşülen ölümcül bunalımdan, ancak inanca dönerek çıkılacağı, sonunda anlaşıldı. Dine dönüş tek çıkış ve kurtuluş yoludur.” Fotoğrafı acaba böyle mi okumalıdır? Konunun, göz ardı edildiğinde tümel anlaşılmayı ve anlamlandırmayı eksik bırakacak başka yanları var mıdır? Bence vardır ve çokluk temennilerimizi realiteyle değiştirmemizin de yer yer sıkıntılarını yaşamıyor değiliz. Olanlar maalesef olmasını istediklerimiz değildir. Baktıklarınızda arzuladıklarımızı görür, görmek isteriz çoğu zaman. Hadiseyi doğru anlama çabası içinde olacaksak, birçok şeyin iyi niyetlerin gölgesinde geriye düşmesine yol açmamalıdır. Hakikati kavranmamış bir hadise veya bağlamından koparılmış bir hakikat, hayırlara hizmet etmez.

 

Gözlenen yöneliş diyalektik döngünün tamamlanışıyla varılan kaçınılmaz bir süreç midir, yoksa insan gerçekliğinin gelip dayandığı son tıkanma noktasında; öze, hakikate dönüşün varoluşsal zorunluluğu mu? Bir başka açıdan, seküler anlayış, insan varlığı üzerinde yaptığı tahribatın ayrımına vardığı son pişmanlık ve son umutla yeniden hayata mı bağlanmaktadır? Hayata bağlanmanın son çare olduğu bu aşamada insana ve onunla doğrudan ilişkili anlam dünyalarına saygılı olmayı, tekrar maneviyatın yaşamın merkezine yerleşmeye başladığına mı yormalıdır? Her bakımdan detaylandırılarak irdelenmesi gereken bu meselenin cevabı, son tahlilde bir tek soruya indirgenerek düşünülebilir. Modern insan benliğinin samimi arayışları sonucu mu değişmektedir? Değişim içsel midir? Bitip tükenmesine santim kalan noktada insan, ruhunu uçuruma yuvarlanmaktan kurtarmanın şok fark edişi ile kendine irkilişi mi yaşamaktadır? Materyalist sapmalar, saplantılar ile bastırılmış insan cevheri,  yeniden mi keşfedilmektedir? Şimdi kendini arayışın yalansız, yapmacıksız tek yolunu; maneviyatta, dinde mi bulmaktadır?

 

Darası düşülmemiş haliyle dine dönüşün var olduğu şeklindeki gözlem doğrudur. Aslında bundan da evvel bilinmesi gereken doğru, insanlığın hiçbir zaman dinden ayrı kalmadığıdır. İnsanın her zaman mutlaka bir din gerçeği, bu gerçekliğe denk düşen iç evreni hep var olagelmiştir. Özellikle ulusal egemenlikler aşamasında, dünyayı kendine ve ötekine cehennem eden örgütlü ideolojilerin saldırgan politik tutumları karşısında insanlar; sinmeyi, saklanmayı yaşamsal refleksin zorunlu savunması olarak gördüler. İnançlar gizlenmiştir. Görünürde dinin sosyal hayattan çekilmesini, ideolojiler, meydanları fethettikleri şekliyle zafer gibi propaganda ettiler. Gün gelecek içten içe kaynayan alevler bir yanardağ gibi püskürecekti.

 

Püskürmeyi hepimiz izledik, gördük. Başkalarının yokluğu ile ancak var olabilen baskıcı kadrolar, gerçekte olmayan varlıklarıyla buharlaşıp gidecekler, kısa zamanda gölge kadar bile hükümlerinin kalmadığı anlaşılacaktır. Bir an için ideolojilerin geri çekildiğini var sayalım, çekilme alanını dinin doldurduğunu aynı doğrulukta söylemek bana kuşkulu gözüküyor. İdeolojik olanın ne olduğuna dair soru da ayrı mesele. Bu arada ana karakterini inanç alanının dışında ve başkasını değiştirmeye yeltenmekle edinen ideolojilerin de yeni rengi, çizgisi, imajı ile yenilendiğini göz ardı etmemek gerekir. Maksadını gerçekleştirdiği her aşamadan sonra modernizm, yeni amaçlar için değişik taktikler deneyebilmektedir. Tarihsel süreci içinde izlendiğinde, çelişik gibi gözüken içerik ve yatak değiştirmeler, modernizmin ilerlemeci amaçları ve kazandığı dinamizm sebebiyledir. Öyle ki, kendine karşı olanları bile akışına katarak kendisi için güce dönüştürebilmiştir.

 

Modernizm varlığı için tehlike gördüğü dini geriletmeye, gözden düşürmeye çalıştı; kendini dine karşı bir alanda konumlandırdı. Din yeni insanın tasavvuru olamazdı. Bütün bu süreçlere, batıda; özellikle burjuvanın çıkarları için kiliseyi, hızını alamayıp onunla bağlantılı olarak dini, amaçları önünde engel görmesinin etkisi tartışılmaz. Burjuvazi kazanmaktan başka amaç gütmüyordu, hiçbir ilkesi yoktu. Bir değere sahip olmamak anlamında, ilkesizliği kitlelere özgürlük diye yutturmaya kalktılar. Özgür olmak, din dâhil kendini hiçbir değerler sistemi ile sınırlamamak demekti. Özgürlük, mutluluk; değerlerden bağımsızlaşmakla mümkündü. Doğrusu, sadece maddi olarak değil, akıl ve duygu olarak da sefil düşürülen yığınlar,  her alanda yaşanan maddi gelişmelerin birebir etkisiyle bu akıma kapıldılar. Düşünün ki, Avrupa, başat sebebi din diye gösterilen yüzyıl ve otuz yıl savaşlarıyla perişan olmuştur. Feodaliteden Sanayi dönemine geçişte şehir nüfuslarının yarısı, kimi yerlerde daha fazlası bir parça ekmeğe muhtaç işsiz, güçsüz, dilenci ordusudur. Yüz binlerce felaket kaynayan şehirler, yeni anlayışın egemen olmasıyla kısa zamanda toparlanmış, hemen herkesin karnının doyduğu cazibe merkezlerine dönüşmüştür. Yüzyıllardır ruhu doyurularak karnı aç bırakılan insan, karnı doymuş olarak ruhunu aç bırakmanın, yakın erimde korkulan felaketi getirmediğini gördü(!) Bu arada egemenliği ele geçiren yeni güçler, her türlü eğitim ve iletişim araçlarını devreye sokarak, yeni zihni yapılar inşa ettiler. Baskın paradigma dinin egemen olduğu dönemlerde ilerlemenin olmadığı, gelişmenin dini bağların zayıflatılması sayesinde mümkün olacağı söylemine dayanmaktaydı. Maddi refah ilahi amacın yerine ikame edilmişti. Yeni dinin tanrıları daha çok zenginlik için yeni köleler denilebilecek emekçi yığınları, adeta ibadet aşkıyla harıl harıl çalıştırmaktaydılar. Adı para olan yeni tanrıları için, adı fabrika olan yeni tapınaklarında, adı işçi olan yeni kullar, adı üretim olan yeni ibadetlerine ara vermeksizin devam etmekteydiler. Manevi duygular, üretimi aksatıcı unsurlardı. Modern eğitim anlayışı ve eğitimde yeni (sıralı, seri) modellerin bu süreçte ortaya çıkması da ayrıca manidardır. Sanayide de eğitimde de ‘seri üretim modeli’ birbirinden ilgisiz ele alınacak konular değildir. Kendini bütünüyle üretime veren, üretmek için tüketen; son aşamada da kendisini bütünüyle tüketime veren, ancak tüketmek maksadı ile üreten insan için; dinin, genel gidişi ve yaşama biçimini belirleyecek bir hususiyeti kalmamıştı. Yeni insanın aklı gözünde ve zevkindeydi. Cennet de cehennem de işte buradaydı. Muhayyel bir ahiret için günün mutlu gerçeklerinden vaz geçemezdi. İnkâr ederek kazandığı mevcut mutluluğunun değerini anlamak için, inanarak geçirdiği perişan geçmişi fazla uzakta değildi. Hayatında  dinden yana boş kalan yanlar, cezbe halinde bir coşku ile yaşanılan yeni alışkanlıklarla dolduruluyordu. Kısacası modernizm geniş kitleler tarafından benimsenmiş; kendi duyarlığı, şartlandırmaları, aklı ile insan tipini, tek kelimeyle kültürünü oluşturmuştur.

 

Tüm modern araçlar ve amaçlar terk edilemeyecek ölçüde hemen herkes tarafından kabul edilmiş durumdadır. Modern işleyişe karşı alternatif geliştirenler bile onun imkânlarını kullanmaktadır. Küresel ölçekte yaygınlık kazanan kuşatma, modern dünya görüşünün varlığına dönük tehdit algısını da değiştirmiştir. Erken dönemde, başta din olmak üzere tehdit olarak algılananların bugün aynı ölçüde tehdit sayılmamasının sebebi; hem modern tutumun global ölçekte yaygınlaşması, hem de dinlerin alternatif bir dünya önerememeleri sebebiyledir. (Teorik planda mümkün olan kimi alternatif tasavvurlar, pratik karşılıklar noktasında tıkanmakta, çelişkiler taşımaktadır. Yeni, farklı bir medeniyet tasavvuru olarak İslâm, bunun tek istisnası gözükmektedir) Her alternatif program modern form ve kalıplar üzerinden kendini ifade etmekte, tanımlamaktadır. Özgün, özgür olma iddiasında olan hareketlerin bütün bu etkilerden bağımsız olarak, kendi dilini ve yaşantısını nasıl kuracakları ciddi bir sorundur. Bu noktada, ne olursa olsun her şeyi ile modern olandan yana olmak kadar, ne olursa olsun modern olana karşı olmak da sorunlu bir mantık içermemektedir.

 

Dini yönelişler beşeriyetin genel gidişini kökten etkileyici nitelikten şimdilik yoksun gözükmektedir. Hal böyle olunca dine dönüş hareketlerinin çoğalması, bir anlamda hâkim paradigma tarafından izin verilen içerikte, izin verilen ölçülerde kalmaktadır. Hâkim paradigmadan kastımız herhangi bir siyasal kuram veya kurumla örgütlenmiş yapılar yanında,  egemen kültür ve uygarlığa koşut olarak işleyen, hayatla birlikte oluşan genel kabullerdir. Gelişmelere bakılırsa mevcut sistemin işleyişine zorluk çıkarmayacak yumuşaklıkta çeşitli soyut tasavvurların modernizme nefes aldırdığı bile söylenebilir. Bu arada geride bırakılan yılların acı tecrübesi ile modern yapı kendi eksiklerini de fark etmiştir. Şimdi arızaların onarımında ilk inşa sürecindekinin tersine dinden destek bile umulmaktadır. Bu açılımla hem neo kapitalizm bakir pazar alanları oluşturmakta, ekonominin hacmi büyümede, hem de işin içine süreklilik, duruma göre gönüllülük katılmaktadır. Sadece yorgun değil aynı zamanda verimden de düştüğü gözlenen insanın sisteme en üst verimlilikle katılımını sağlamak (için onu dinlendirmek, teselli etmek, oyalamak, avutmak) gerekmektedir. Yapılan kötü, çetin işlerin insan vicdanında yaptığı tahribat kimi iyi işlerle dengelenmelidir. Yoksa verim düşer. Yoksa üretim aksar. Ruhen çökmüş, morali bozuk birey modern kapitalizmin de işine gelmez. İşte dine dönüş son tahlilde modernizmin değirmenine su taşıma amacına da hizmet ediyor olabilir. Bu yönelişler, etkisi zararsız seviyede tutularak, ilaveten bu iş azami kazanca da dönüştürülerek teşvik bile edilebilir. Yani dine dönüş bir yanıyla sistemin kendini onarma açılımı, bireyi ilgilendirdiği yanıyla da kendimizi teselli etmek, bir anlamda isyan eden ruhumuzu, yine kökü içimizde olan dinamiklerle bastırmaktır. O kökler dilediğiniz kadar içinizin derinliğine uzayabilir. Sakın ola ki, dışarıya sürgün vermesin. Din aspirin, vermidon veya kas gevşetici gibi görülmektedir. Bu noktada kurnazca tasarlanmış bir amaç gerçekleştirilmektedir. İyilikler kötülüklerin emrine verilmektedir. Hangi dini ritüeller ve hangi inanç motifleriyle ifade edilirse edilsin vicdanın derinliğinde olan iyi duygular, şaşırtıcı bir planlamayla kullanılmakta, istismar edilmektedir. Böylece insanın ve dinin istismarı gerçekten ruhun moleküllerine kadar nüfuz edebilmektedir. Dün, din hangi gerekçeyle hayattan dışlandı ise bugün aynı gerekçeyle hayata dahil edilmektedir: Üretim, Tüketim, ve Egemenlik! Dini duygular senin üretim gücünü veya tüketim çılgınlığını artıracaksa onların öne çıkmasında, çıkarılmasında bir mahsur görülmez.  Eğer dini duyarlıklarla oluşan giyinme, yeme ihtiyaçları, sonuçta devasa bir tekstil ve gıda sektörünün, aynı şekilde finans, reklam, televizyon, kozmetik hatta silah sektörünün önünü açacaksa bu eğilimleri bırakınız engellemeyi hatta özendirmek bile gerekir. O döngüye girmenin kaçınılmazlığını, artan dinî tercih ve talepler çeşitliliği gerekçesiyle açıklayanlar vardır. Bu tür açıklamalar dinî hassasiyetlerde aranması gereken esprinin içeriğine nasıl bir katkı sağlamaktadır? Ama öbür taraftan göz ardı edilemeyecek asıl gerçek ise, modern yaşama biçiminin dini duyarlıklar üzerinden memnuniyetsiz geniş kitlelerce içselleştirilerek benimsendiğidir. Bu koşullarda hem dine müsamaha eden egemen güçler, hem de bu müsamaha alanında rahatlayan kitleler dine dönüşten memnun kalmaktadır. Bu durumun dine dönüşten çok, dini dönüştürmekle izah edilmesini gerektiren asıl sebep, dinin insanın hangi amacını karşıladığında gizlidir.

 

Din varlığın hakikatini bildirir. İnsan; dine, varlığını anlamlandırma çabasının sonucu olarak aşkın olana, tanrıya inanma ihtiyacından dolayı gerek duyar. Din insanın aşkın boyutunu tanrıya yönelten, algısını, değerlerini, yaşamını biçimlendiren bir manzumedir. Özetle dine yöneliş ontolojik bir mecburiyetle karşılıklar buluyorsa anlamlıdır, sahicidir. Dine müsamaha eden de, dini duyarlığı olan da bu sahici karşılıklara yani ihlâsa,  samimiyete riayet etmek durumundadır. Gelişmiş batı toplumlarında dine yöneliş çağdaş insanın hangi fıtri arayışlarına yalansız bir karşılık niteliği taşımaktadır? Çağdaş insan hangi varoluş sancısına, ruh kanamasına, akıl karışıklığına çare arayışı ile dine dönmektedir? Din yeni insanın ruhunu, benliğini yüceltecek aşkın bir öğreti olarak değil; yeni iş, kazanç ve geçim imkânları sağlayacak alan olarak görülmektedir. Yukarıda örnek olsun diye hatırlattığım kimi sektörler eminim sizin de zihninizde çağrışımlar uyandırmıştır. Bir iki örnek daha mı verelim? Bu defa daha somut olsun: Diyelim ki, yoga uzak doğu öğretilerinde ibadet mahiyeti de olan bir ritüel. Şimdi birçok ülkenin sayısız şehrinde kondisyon, terapi ve meditasyon merkezlerinde yoga yaptırılıyor. Yoğun iş temposundan bunalmış insanlar o merkezlere gidip, yığınla para vererek hem yeni koşturmalar için adeta yakıt ikmali yapıyorlar hem de iyi insan oluyorlar. Şimdi o insanlar Budist veya o yaptıkları ibadet mi oldu? Spor olsun deriz ya. Tam da öyle bir şey işte. Aynı şeyi kültür festivalleri için, meselâ Mevlevî sema topluluğunun dünya turnesini düşünün. Diyelim ki, İsviçre’de, bir ABD kentinde gösteri yapılıyor. Ne olacağını az çok tahmin edersiniz. Işık ve tütsülerle egzotik bir ortam oluşmuştur. Neye, mistik bir üfleyişle ruhlar gevşemeye başlamıştır. Sema gösterileri ile gökten yere yerden göğe başlayan ruhsal med cezir, seyircileri mest etmekte ilahi bir ninni gibi kendinden geçirmektedir. Her şey güzel, güzelden de ötedir. Rock ve metal tepinmelerin cangıdı cungudusundan ayrı, dinlendirici, yatıştırıcı bir müzik de olabilirmiş demek. Oradakiler bir süreliğine de olsa ara verdikleri hayatlarına kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Ruhları masaj edilmiş gibi gevşemiş, ağrılar dinmiş, ağırlıklar atılmış durumda yeni görevlere hazır olarak. Ayinler, zikirler, ibadetler bile gösteri kültürü içinde mistik tonlar içeren eğlenceye dönüştürülmüştür. Bu tezgâhta her zevke, her korkuya, her beklentiye uygun mal vardır merak etmeyin. Bütün bu duyguları tatmanın zevkine üstelik yaşama biçiminizden vaz geçmeksizin varabilirsiniz! Bütün bunlar dine yönelişten ziyade rahatlama seansları olarak algılanmalıdır. Şu sıralar kişisel gelişim kursları bu konulara özel önem vermektedir.

 

Konuya kategorik genellemelerle yaklaşmanın mahzurlarını biliyorum. Burada işaret etmeye çalıştıklarımın firesi elbette düşülmelidir. Paylaşmaya çalıştıklarımın din ve insan lehine hükümsüz olması önce beni mutlu edecektir. Nasıl olursa olsun, yine de dine yönelişin, insan ruhundaki fıtri damarı kımıldatacağını ümit ediyorum. Ne kadar gizlemeye, geriletmeye çalışırlarsa çalışılsınlar, din; insanı anlamlı kılan özü karşılayan tek ve en tesirli hakikattir. Bir yandan açıkça gözlenen dine dönüş hakikat ve insanlığın geleceği adına ümitlerimizi yeşertirken, diğer yanda ancak dinsizlikle yaşanacak, yaşatılabilecek korkunç ötesi facialara tanık olmaktayız. İkircikli, tedbirli, temkinli düşünmemize biraz da bu karışık, karanlık tablo sebep olmaktadır. Biz biliyoruz ki insanlık, dine balıkların suya olan ihtiyacı kadar muhtaçtır. İnsan kendini kendi cehenneminden dinin serinletici alanına atarak kurtarabilir ancak. Buna inanıyoruz. Yapılması gereken, hangi sebeple olursa olsun, bir iğne ucu kadar bile olsa  insanlığın hakikatle temas kurduğu noktadan ona ruh aşısı yapmaktır.       


Necmettin EVCİ