Eslemnur
Fri 1 October 2010, 06:38 pm GMT +0200
BİRİNCİ KISIM
BÖLÜM: I
BÖLÜM: I
Hazırlıyıcı Tarafından Birkaç Söz
islâm'ın siyasi nizâmını dikkatlice inceledimiz zaman, her şeyden önce, şöyle bir sual ile karşılaşıyoruz. İslâm düşüncesine göre, Din nedir? Ne demektir? Siyaset, iktidar ve yaşayışın içtimaî işlerine ne dereceye kadar müdahale eder? Din, hudutlu ve muayyen bir düşünce dairesi içinde, çok kere yanlış şekillerde anlaşılmıştır. Halk Ta dinî ve siyasî diye iki ayrı KAVRAM üzerinde durarak, böyle bir fikri her tarafa yaymış bulunuyor. Bunun için, her şeyden önce burada islâm düşüncesine göre Din ve siyaset nazariyesi bahsini açıklamak istedik.
Zamanımızda, islâm düşüncesi hakkında, Mevlânâ Mevdûdi'nin. hususî bir programı ve bir hareket tarzı vardır. Mevlânâ'ya göre, bu iki şeyin birbirinden ayrılması "zorlamaca" ve "uydurmaca" bir iş olur. islâm'ın evrensel inkılâbı düşüncesi, bu işi saf bir aynada aksettirilmiş olan tasvir gibi, açık bir şekilde göstermiştir.
Biz de burada Mevlânâ'nın bu mevzuda kaleme almış bulundukları muhtelif yazılarını düzenleyip bir araya getirdik. Burada, müslümanlar arasında mevcut bulunan, siyasî çekişmeleri başa alarak, Tercüman El - Kur'an'daki bahislere de yer verip, düzenleyerek bu incilerden bir gerdanlık meydana getirip sunduk.
Hazırlayıcı: Hurşîd Ahmed
Din ve Siyaset
Müslüman olmayanların Nazarında Din
Müslüman olmayanların Nazarında Din
Hazret-i Muhammed Resûlullah (S.A.V.) peygamberliğini ilan etmeden önce, din hakkında bütün dünyadaki umumî anlayış, kanaat şu şekil de idi.
Yaşayışın birçok şubesi vardır, din de bu şubelerden bir tanesidir. Yahut başka bir tabirle, din, insanın dünyevî yaşayışının ayrılmaz bir parçasıdır. İnsan hayat mektebinden kurtulup, diplomasını alıncaya kadar, din onun işine yarar, bu mektepten kurtulunca da dînle alakası kesilir. Din'in ilgili olduğu mevzu da, ancak insan ile "ma'bud" unun tapındığı varlığın arasındaki bağdır. Bu şekilde her kim için yüksek kurtuluş imkanı var olursa, o şahıs için bütün diğer dünyevî işlerden alâkayı keserek ve yaşayışın diğer şubeleri ile ilgisine son vererek; sadece yaşayışın dîn denen bu şubesine bağlanmak lâzım gelirdi. İşte bu şahıs da ancak o zaman kurtuluşa ermiş olurdu. Fakat, bununla beraber, Ma'budların (Tanrıların) her hangi bir şahsa iyilik nazarı ile bakması ve dünyevî işlerde ona bereket vermesi arzu edilecek olursa o zaman yaşayışın diğer şubeleri yanısıra da, dîn'i dâhil etmiş olması gerekir. Dünyada ki bütün işlerin keyfine göre dönüp gitmesini arzu eden her şahıs da, bir takım güya dîni merasim icra eylemekle, ma'bud yahut da mabudlar'ı memnun etmek için çalışırdı. İnsanın ilk alâkası kendi nefsiyledir. Onun karşısında kendi varlığı çerçesinde dünyanın ilerisini, sağını, solunu ve her tarafını birbirinden ayrı ayrı, birer başka şey gibi düşünmekte idi. Bunlarla alâkalı olan insanın, Ma'budu da bunlardan tamamiyle ayrı ayrı bir şeymiş gibi telâkki ediliyordu. Bunların ikisinin arasında hiç bir ilgi hiç bir bağın mevcut olmadığını hesaplıyorlardı.
İşte, cahiliye devrinde, din anlattığımız şekilde tasavvur ediliyordu.
Din'in temeli üzerinde o zamanlarda medeni bir cemiyet düzeni, yaşama biçimi ve ahlakî bir bina kurulduğunu anlıyamıyorlardı. O zamanlar, medeniyet ve toplu yaşamak demek, insanın her cephesini kuşatan bir nizamdır diye düşünülmüyordu. Bu, insan yaşayışının her cephesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu anlayan yoktu. Bütün yaşayış binasının buna dayandığını kavrayan mevcut değildi. Böyle bir şey olmadan, yaşayış nizâmı diye bir şey olmayacağı elbette ki, bilinen ve açık olan bir husus tur. İşte bu hakikati düşünemiyorlardı.
Dünyanın her yerinde, "din" ile "medeniyet" birbirinin yanı başında yürüyüp gitmektedir. Dünyanın her neresinde olursa olsun, ne zaman bu iki kavramın birbirlerinden ayrılması istenmişse, o zaman, bunların ikisinin de tamamen yahut da ... hiç olmazsa pek çok bakımdan ... birbirlerine ihtiyaçları olduğunu anlamak mümkün olmuştur. Yine bu iki şeyin, yani din ile medeniyetin bir arada bulunmasını, zıt şeylerin bir araya gelmiş olması gibi düşü nenler dahi, yine de bunları bir yerde, birbirlerinin yanında bulmuşlardır.
"Din"in "medeniyet" ve "toplu yaşama" üzerinde tesiri kuvvetli olmuştur. Bunun için, yine bunları birbirinden ayırmak da hiçbir zaman faydalı olmamıştır. "Din"in "medeniyet" ve "içtimai yaşayış" üzerinde tesirli bulunma sı neticesinde "medeniyetten uzak kalmak isteyenler" arasında rahipliği, dünyâ işleriyle alakadar olmaktan nefret etmeyi, dünya lezzetinden kaçınmayı, sebepler aleminden alâkayı kesmeyi, toplu ve insani yaşayıştan uzak durmayı doğurmuştur. İnzivaya çekilmek, yalnız yaşamak gibi taassup unsurlarına girmiş ise de, bunun tesiri pek fazla olmamış ancak küçük çapta kalmıştır. Bunun aksine, din ile siyaseti ayırma, insanın dünyevî yaşayışı yolunda ileriye doğru adım atması için engel teşkil etmiş; insanın ilerlemesi yolunun üzerine taş, yığarak bu yolu kapatmıştır. Bundan başka medeniyet ve medenî yaşayış için sırf maddeye tapınmave adi nefsânî isteklere uy maya yol açmıştır.
Bu gibi şeyler "din"i kirleterek bozmuş ve berbat bir hâle getirmiştir. Dinde olmayan hurafeler dine eklenince, din mülevves bir hâle gelmiş, kendisinden beklenen fâideler yerine fenadan da beter neticeler doğurmuştur. İşte bunun içindir ki, herhangi bir şeyin temizliği ve paklığı düşünüldüğü zaman O'na hemen bir dinilik ve mukaddeslik kisvesi giydirilmiştir.
Bu kisve giydirildikten sonar ne bir kimse kendi vicdanı karşısında mesuliyet duyar; ne de başkaları ona tariz edebilirler. İşte, yine bunun içindir ki tahrif edilmiş dinlerde ibâdet diye isim takıları şeylerin çoğu lezzet perestlik hayâsızlık ve bunlara benzer şeyler öyle karışmışlardır ki, bu dinlerin saliklerinin kendileri bile bu dini bir tarafa bırakmış olsalar, ibâdet diye vasıflandırdıkları bu gibi işlerin ismi ahlâksızlıktan başka bir kelime ile vasıflandırmaktan kendilerini alamazlar.
Dîn ile medeniyetin teamül haline gelmiş bu meselelerini bir tarafa bırakırsak göreceğiz ki, hakikatte dünyanın ne tarafında olursa olsun, dinsizlik üzerine kurulmuş olan medeniyet ve içtimaî yaşayışın temellerinin sında rahipliği, dünyâ işleriyle alakadar olmaktan nefret etmeği dünya lezzetinden kaçınmayı, âlem-i esbab ve ilel' den alâkayı kesmeyi, toplu ve insani yaşayıştan uzak durrnayı doğurmuştur. İnzivaya çekilmek, yalnız yaşamak gibi taassup unsurlarına girmiş ise de, bunun tesiri pek fazla olmamış ancak küçük çapta kalmıştır. Bunun hilafına, din ile siyaseti ayırma, insanın dünyevî yaşayışı yolunda ileriye doğru adım atması için mania teşkil etmiş; insanın terakkisi yolunun üzerine taş, yığarak bu yolu kapatmıştır. Bundan başka medeniyet ve medenî yaşayış için sırf madde — perestliğe ve hasis nefsânî isteklere uy maya yol açmıştır.
Bu gibi şeyler "din"i kirleterek bozmuş ve berbat bir hâle getirmiştir. Dinde olmayan hurafeler dine eklenince, din kirli bir hâle gelmiş, kendisinden beklenen faydalar yerine fenadan da beter neticeler doğurmuştur. İşte bunun içindir ki, herhangi bir şeyin temizliği ve paklığı düşünüldüğü zaman O'na hemen bir dinilik ve mukaddeslik kisvesi giydirilmiştir.
Bu kisve giydirildikten sonra ne bir kimse kendi vic-danı karşısında mesuliyet duyar; ne de başkaları onu eleştirebilir. İşte, yine bunun içindir ki tahrif edilmiş dinler de ibâdet diye isim takılan şeylerin çoğu lezzet düşkünlüğü hayâsızlık ve bunlara benzer şeyler öyle karışmışlardır ki, bu dinlerin saliklerinin kendileri bile bu dini bir tarafa bırakmış olsalar, ibâdet diye vasıflandırdıkları bu gibi işleri ahlâksızlıktan başka bir kelime ile vasıflandırmaktan takipçilerinin alamazlar.
Dîn ile medeniyetin teamül haline gelmiş bu meselelerini bir tarafa bırakırsak göreceğiz ki, hakikatte dünyanın ne tarafında olursa olsun, dinsizlik üzerine kurulmuş olan medeniyet ve içtimaî yaşayışın temellerini üstüne ahlâksızlık binası oturtulmuş ve onun üzerine de ahlâksızlık çatısı kondurulmuştur.
Hakikî dindar görünmek isteyen zümre ise, kendilerinin kurtuluş ve felah bulmaları için, dünya'dan el çekip, dünyevî işlerde, dünya halkının nefsanî istekleri ve noksan görüşlerine göre... ki, bunlar kendilerini her zaman âlim zanneder, her zaman da câhil ve noksan kimseler oldukları açığa çıkar... hareket etmeyip, öyle bir yol tutmak isterler ki bu tuttukları yol ile, bir kaç dinî merasim tören icrasiyle, güya kendi Mabutlarının gönlünü hoş edeceklerini düşünürler. Zira onlara göre dîn yaşayışın bir eki, bir yaması, bir ilâvesinden başka bir şey değildir. Bunun içindir ki yine dine bağlandıkları zaman, sadece bu yama'ya bu ilâve'ye bağlanmış olurlar.
Fakat şu da vardır ki her türlü siyasî zulüm ve haksızlık her çeşit geçim adaletsizliği, bir nevi toplu yaşama düzensizliği ve her şekil medenî sapıklıklar, bu ek'e, bu ilâve'ye bağlı bulunmaktadır. Hattâ; hile, dalavere, eşkıyalık bile... Her nevi yalan, dolan, dünya'yı karıştırmak fesat çıkarmak, yağmacılık tefecilik, servet toplamak, kârun yolu tutmak, ihtiras, fahişelik ve her çeşit ahlâksızlık bu araya girer.