saniyenur
Sun 26 August 2012, 12:25 pm GMT +0200
Din Ve Kanun
Yusuf suresinde (12: 76) Allah'ın Din'il-Me-lik ifadesini kullanması dinin çok kapsamlı oluşunu gösterir. Bu da peygamberlerin dâvasının insanları genel manada dine çağırmak, sadece birkaç dini töreni yerine getirmelerini ve Allah'a ibadet etmelerini sağlamak olduğu görüşünü çürütür. İslâm; kültürün, İlmin, siyasetin, ekonominin, hukukun din ile bir alâkası olmadığı, eğer dinde bu konulara dair bazı hükümler varsa bunları uygulamanın tercihe bağlı olduğu, bunların uygulanışının iyi olduğu kadar beşerî kanun ve kuralların da uygulanmasının bir zararı olmayacağı gibi fikirleri kökünden reddeder.
Bu tamamen insanı yanıltıcı bir din anlayışıdır ve Müslümanların İslâmî bir hayat niza mim kurmada ihmalkâr olmalarına büyük ölçüde bu anlayış sebep olmuştur. Bundan dolayı Müslümanlar küfür sistemlerinden memnun olmakla kalmayıp, bunu bir peygamberin (meselâ Hz. Yusuf un) sünneti gibi düşünerek, küfre âlet ve destekçi konumuna düşmüşlerdir. Ceza hukukuyla ilgili yukarıdaki âyet (4: 2) böyle bir görüşün tamamen hatalı ve geçersiz olduğunu belirtmektedir. Burada Kur'ân-ı Kerîm; namaz, oruç ve haccın Dinin bir parçası olduğu kadar, toplum düzeni ve memleket işleriyle ilgili kanun ve kuralların da Dine dâhil olduğunu belirtmektedir. Bu yüzden Ai-i İmrân süresindeki; "Allah katında din, İslâm'dır. Kendilerine Kitab verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki ihtirasları yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, Allah, onların hesabını çabuk görür." (3: 19) ve "Kİm İslâm'dan başka bir din arzu ederse, ondan asla kabul edilmeyecektir; o âhirette de hüsrana uğramış olanlardan olacaktır." (3: 85) âyetler, Din'e uymanın sadece namaz ve orucu içine almadığı, toplum sistemini de içine aldığını ve bu alanda başka bir sisteme sapmanın Allah tarafından kabul edilmeyeceğini vurgulamaktadır.
Bir "Hac Vekâletnâmesi"nde yer alan tasvirler (H. 951/M. 1544): Hz. Peygamber'in pabucu.
Şu da belirtilmelidir ki, Allah'ın vahyetmiş olduğu muhtelif şeriatlar arasındaki farklılıkta bir tenakuz yoktur. Bunlar özde ve temelde bir olup sadece gönderildikleri zamana göre değişen ayrmtılardaki farklılıklardır. Meselâ namazı ele alalım. Bütün şeriatlarda namaz farz olmasına rağmen, vakitleri, kıblesi ve rü-kunları farklıydı. Aynı şekilde oruç da farz olmasına rağmen sadece Ramazan ayma mahsus olarak farz kılınmamıştır. Bundan namaz ile orucun dinin ikamesi görevinde yer aldığı, ancak belli bir şekilde namaz kılma ve belli bir zamanda oruç tutmanin, dinin ikamesi görevinde yer almadığı anlaşılmamalıdır. Doğru sonuç şudur: Her peygamberin ümmeti için, o devrin şeriatına göre namaz ile oruç için belirlenen kaide ve kurallara göre o zamanda namaz kılmak ve oruç tutmak, dini ikame etmek demekti. Günümüzde de dini ikame etmek, Hz. Muhammed'in şeriatında belirlenen kurallara göre bu ibadetleri yerine getirmekten ibarettir. Bunlar dinin parçası olduğu gibi onları yapmak da dinin kendisini ikame etmektir. Kur'ân'ın diğer emir, hüküm ve nehiyleri bu mantıkla değerlendirilmelidir.