- Din, Toplum ve Kültür İlişkisi

Adsense kodları


Din, Toplum ve Kültür İlişkisi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Mon 17 May 2010, 03:26 pm GMT +0200
Din, Toplum ve Kültür İlişkisi

Dilin tanımını yaparken de belirttiğimiz üzere dil duygu, düşünce ve isteklerin aktarılması için bir vasıtadır. Başka bir deyişle dil, millî kültürün ilgi alanına giren varlık dünyasını yansıtır; o milletin yapıp ettiklerinin, duyup düşündüklerinin, görüp bildiklerinin ve tüm tasavvurlarının aynasıdır. Her dil, evrenin bir başka yorumunu dile getirmektedir.

Dilin zenginliği ya da yoksulluğu, o kültürün zenginliği ya da yoksulluğudur. Dilin sınırlarını, o toplumun kültürü belirler. İlgi alanı artan, idraki açılan, dünyası ve çerçevesi genişleyen bir kültürün dili de o ölçüde zenginleşir. İlim, felsefe, sanat, teknik, fizik, metafizik velhasıl hayatın her alanında problem alanları genişledikçe, bu problemlere çözümler üretme çabası içerisinde dil zenginleşir. Ancak, hayatın her alanını, kendi diliyle yaşamak şarttır. Kültürün problemi dilin problemidir. Kültürün temel sorunları, gelişme sürecinin yönü ve içeriği açılarından ortaya çıkar. Aynı sorunlar dilde de yaşanır. 18. yüzyılın önemli düşünürlerinden Herder, Wilhelm von Humboldt, Whorf dil, toplum ve kültür ilişkisi üzerinde önemle durmuşlar, bu düşünürlerden Humboldt dilin kültürün bir yansıması olduğunu söylemiştir. Ona göre; toplumun dolayısıyla kültürün geçirdiği tüm evrelerden dil de geçmiştir. Bunun sonucu olarak insan topluluklarının yaşamış oldukları olaylar, edinmiş oldukları birikimler en doğru şekilde dil üzerinde durularak öğrenilebilir.

Her dilin kendine özgü atasözleri, deyimleri, vecizeleri, nüktelerinin olması ve bunların başka dillere aktarılmasındaki zorluklar, her dilin ayrı bir inanç yapısının, bakış açılarının, ayrı bir imkânlar ve yönelişler dünyasının eseri ve aynası olduğunu göstermektedir. Yine her dilin, öfkesini, sevincini, korkusunu, acısını, sevgisini, kederini, saygısını ifade etme biçimleri de bu konularla ilgili deyim ve atasözlerinin zenginlik yahut yoksulluğu da farklıdır. Bazı diller soyut anlatımdaki zenginlikleriyle, bazıları ise somut anlatımdaki zenginlikleriyle ön plana çıkarlar. Bazılarında dışa da yansıyan duygu ve düşüncelerin ifadesinde belli bir sıcaklık ve samimiyet, bazılarında ise tarafsızlık ya da soğukluk vardır. Kısacası toplumun kültürü ne ise, dili de odur. Kültür hangi alanlara yönelmişse, dil de o yönde zenginleşmiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi toplumların başlarından geçen hâdiseler, elde ettikleri birikimler en doğru şekilde dil üzerinde durularak öğrenilebilir. Türk dilinin değişimi ve gelişimiyle paralel olarak Türk kültüründe meydana gelen değişim ve gelişim buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. İslâmiyet'e girmeden önce Türkçe'de, Türklerin yaşadığı coğrafyayla paralel olarak Çince ve Moğolca kelimeler görülür. Bu dönemde nasıl ki Türk toplumu Çin ve Moğol toplumlarının etkisinde ise Türk dili de Moğolca ve Çince'den etkilenmiş ve bu dillerden çeşitli kelimeleri bünyesine almıştır. İslâmiyet'in kabulüyle beraber yaşam biçimi, münasebette bulunulan toplumlar da değişmiş, Türk dili bu sefer Arap dilinin etkisine girmiştir. Medeniyet benimsenince, onun kaynaklarının dili olan Arapça'nın taşıdığı yeni kavramlar ve duyuş tarzlarını temsil eden kelimelerin alınması kaçınılmazdı. Hatta uzun bir süre öğrenim dili Arapça oldu. Çünkü o devirlerin öğretiminde dinî bilimler önemli bir yer tutuyordu. Var olan Türkçe ile bu bilimlerin kavramlarını, terimlerini karşılamak mümkün değildi. Çok fazla yeni kavram olunca, teknik olarak Arapça kullanmak daha pratik ve etkili oluyordu. Zamanla dilin içine giren yeni kavramlar, Türklerin duygu ve düşünce hayatının tabii bir parçası oldu, onların karşılığı olan Arapça kelimeler Türkçe'ye girdi. Yine belli bir dönemde Fars edebiyatının taklit edilmesi neticesinde Farsça kelime ve kurallar da Türk dilinde yer edindi. Sonuçta Osmanlı döneminde Arapça, Farsça ve Türkçe'den oluşan bir yazı dili meydana geldi.

19. yy.dan itibaren Türk toplumu batı medeniyetinin tesiri altına girmeye başladı. Bunun sonucunda ise ilk başta tercüme hareketleriyle başlayan, batı dillerinden Türkçe'ye yoğun bir kelime aktarımı olmuştur. Ve bugün kitap, hayat, azim, mesele gibi Arapça kelimeler Türkçe'ye yerleştikleri için Türkçe kelimeler olarak sayıldıkları gibi, normal, problem, radyo, televizyon, kontrol gibi kelimeler de Türkçe kelimeler olarak sayılmaktadırlar.

Bütün bunların yanı sıra kültürle dil ilişkisi içerisinde önemli bir nokta da toplumun yaşayış biçiminin ve dünya görüşünün dile yansımasıdır. Türklerin yaşayış biçimlerine bakıldığında, özellikle Orta Asya bölgesinde yaşarken atın önemli bir yerinin olduğu görülmektedir. Bu durumun sonucu olarak Türkçe'ye bakıldığında atla ilgili deyim ve atasözlerinin geniş bir yere sahip olduğu görülecektir. Aynı şekilde Arap dilinde bizdeki at gibi çok kullanılan bir binek hayvanı olan deve ile ilgili deyim ve atasözlerinin geniş bir yer tuttuğu görülmektedir.

Yine dilimizin ve edebiyatımızın en eski yazılı ürünleri olan Köktürk yazıtlarında en çok geçen kavramlar "bodun"; kavim, ulus, halk, "kağan", "sü"; asker, ordu, "sülemek"; asker göndermek, savaş, "yagı"; düşman gibi kelimelerdir ki bunlar Türklerde o çağlardaki savaşçılığı ve tarımın yerini de göstermesi bakımından çok önemlidir. Aynı şekilde Köktürk yazıtlarında geçen hayvan adları, özellikle atla ilgili sözcüklerin sıklığı, Türkler'in hayvancılık, at yetiştirmeyle olan ilgisini, atın Türklerin göçebe yaşamındaki yerini gösteren önemli ipuçlarından sayılabilir. Tarımla ilgili olup, en eski sözcüklerden olan "tarıglag"; tarla, "kışlag"; kışlak, "yaylag"; yaylak gibi kelimeler de Türklerde tarım konusunda bize önemli ipuçları sunmaktadır.

Akrabalık bağlarının Türklerde ne ölçüde sıkı olduğu, insan ilişkilerine verilen önemi yine Türkçe'de bu ilişkileri söz varlığından izleyerek ortaya koyabiliriz. Diğer dillerin aksine Türkçe, akrabalık ilişkilerinden birçoğunu (baldız, görümce, elti vb.) gibi ayrı kavramlar haline getirmiştir. Ayrıca Türkçe'de tarihî kurumları da söz hazinesinden izlemek kolaydır: Yeniçeri, sipahi, tımar, öşür gibi sözcükler bu bağlamda sayılabilir.

Bu noktada dil, toplum ve kültür ilişkisine ışık tutacak şu güzel söyleşiyi aktarmak faydalı olacaktır:

"Bir filozofa sormuşlar:
- Bir memleketi yönetmeye kalkışsanız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?

Büyük filozof şöyle cevap vermiş:
- Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle başlardım.

Ve dinleyenlerin hayret dolu bakışları karşısında sözlerine devam etmiş:

-Dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yöne sapar. Adalet yanlış yola saparsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir."

Son olarak bir tek sözcüğün bile bir kültür varlığı olan dilin en ufak birliği olarak toplumun inançları, gelenek ve görenekleri, bireylerin kendi aralarındaki davranış ve ilişkileri, maddî ve manevî kültürü üzerinde fikir verebileceğini söyleyebiliriz.

 Ersin Osman SÖĞÜTLÜ