saniyenur
Thu 7 June 2012, 09:57 pm GMT +0200
Âdil Farklılıklar
İslâm, makul sınırlar içindeki servet farklılıklarına izin verir. Ancak, bu farklılıkların; büyük bir çoğunluğu açlık ve sefalet içinde bırakırken, bazılarının lüks içinde yaşamalarına müsaade etmez. Bu servet ve rütbe farkları, doğal ve makul sınırları aşmamalıdır; çünkü eğer aşarsa, bu hal, o toplumun sonu olacaktır. Kur'an'da şöyle buyurulur: "Bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman o memleketin zevke düşkün varlıklarına itaat emrederiz. Onlar, orada boyun eğmezler, itaat etmezler. Artık o memleket helak olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz." (17: 16). Bu kişiler, zengin ve fakir arasındaki farkı artırırlar ve servetteki eşitsizliklerin, doğal ve âdil sınırlar dışına taşmasına sebep olurlar. Sonuç olarak, toplumdaki grupların karşılıklı rekabet ve husumeti, insanın ekonomik hayatını tahrip eder.
Peygamber, doğal olmayan eşitsizlikler ve dolayısıyla toplumun tahribine yol açan bu durumu bir hadisinde şöyle ifade etmiştir: "Eğer herhangi bir kişi, bir şehirde bir gece geçirmiş ve aç kalmışsa Allah'ın o şehri koruma vaadi, artık sona ermiştir." (Müsned İmam Ahmed). Diğer bir hadis-i şerif: "Aranızdaki bir kişinin imanı, kendisi için istediğini, kardeşi (İslâm'daki) için istemedikçe kemâle ermez.'' (Buharı). Hiç şüphe yoktur ki, İslâm, insanlar arasında belli bir noktanın ötesindeki servet veya rütbe farklılıklarını istemez. Çünkü böyle bir hal, kin ve husumet doğurur, ayrıca toplumun farklı bölümleri arasında, kıyasıya bir sınıf çatışmasına ve dolayısıyla toplumun parçalanmasına yol açar. Ekonomik eşitsizlikler, haksız yönlere döner ve "fakirler", toplumun "zenginleri" elinde güçsüz köleler olursa, bu durum, o insanların yokolması için bir belirticidir. İslâm, hiçbir durumda, böyle bir halin doğmasına izin vermez. Ekonomik eşitsizliklerin, makul ve doğal sınırların ötesine gitmesini önlemek, gerekli bazı tedbirlerin alınmasına bağlıdır. Gerçekte, böyle bir durum, tam anlamıyla işleyen bir İslâm toplumunda, kesinlikle ortaya çıkmaz. Böyle bir toplumda, kazancın fazlası üzerinden verilen çeşitli yardım fonlarıyla birlikte, zekat ve miras kanunu da işlerliktedir.
Özetlersek, İslâm, insanlar arasındaki servet farklılıklarını kabul etmesine rağmen, temel ihtiyaçlarda eşitliği tercih eder ve toplumun bütün üyeleri için geçinme (maişet) hakkım savunur. Zenginin serveti, fakirin yoksulluğunu ağırlaştırmak demek değildir; çünkü o, Allah'tan bir emanettir. Kur'an ve Sünnet'de belirtildiği gibi, yoksulluğu kaldırmak veya azaltmak için kullanılmalıdır. Hakikaten, zenginin varlığı, toplumun fakir üyeleri için bir yük değil, bir nimet olarak düşünülmelidir. Eğer zenginler, servetlerinin kullanımında yeterli sorumluluk duygusunu göstermezlerse, o zaman, onları prensiplerini tutmaya zorlamak devletin görevidir; ve eğer devlet hazinesi, fakirlerin İhtiyaçlarını karşılamaya yetmiyorsa, o zaman da, servet fazlasının bütününü veya bir kısmını zorla almak, devletin meşru hakkıdır. Bu durum, yoksulların temel ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır ve zenginler, ekonomik zorunluluklarım yerine getirmiş olsalar bile geçerlidir. Çünkü, peygamberimizin bir hadisine göre: "Bir kişinin servetinde, zekattan başka pay da vardır." Bununla beraber, herkesin aynı veya benzer geçinme vasıtalarına sahip olması gerekmediği de belirtilebilir; istenen ve kesinlikle geçerli olan, herkesin temel ihtiyaçlarını karşılayacak yeterlikte olmasıdır. (Economic Doctrines of Islam,ciltI,AfzalurRahman).