sumeyye
Wed 16 February 2011, 10:07 pm GMT +0200
Dihlevî Ve Hüccetullah El-Bâliğa
Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz’in yaşayan mucizelerinden biri de onun ümmeti içinde yetişen, bilgi, fazilet ve insanlara müsbet tesirleri ile elde ettikleri yüce seviyeler sayesinde yıldızlaşan âlimler ve mürşitlerdir. Bunlar içinden belli vasıflar taşıyan bir kısmına “müceddid” denilmiştir. Sevgili Peygamberimiz “Her yüz yılda bir, ümmetin dinini yenilemek (tecdîd) üzere birinin geleceğini” müjdelemiş, gerçekleşen de buyurdukları gibi olmuştur. Müceddid kelimesinin lügat mânâsı yenileyendir. Bu âlim ve mürşid kişilerin yaptığı yenileme iki yönde olmaktadır:
1. Dinde olmadığı, ona sonradan yamandığı halde ümmetin benimsediği, uygulayageldiği, böylece dinin hedeflerinden uzaklaşmaya sebep olan ekleri (hurafeleri, bid’atleri, uydurma haberleri...) teşhis ederek ayıklamak ve İslâm’ı aslî saflık ve sadeliğinde ortaya koymak.
2. Dinin örfe, âdete, zarurete, sosyal şartlara ve faydaya dayalı olup ictihadla ortaya konmuş bulunan hükümlerini, dayanakları değiştiği için değiştirmek, dinin çağa ve sosyo-kültürel gelişmeye ayak uydurarak vazifesini yerine getirebilmesini sağlamak. Bu tecdid yapılmadığı takdirde din, sosyal hayattan çıkacak, insanların bütün davranışlarında Allah’a nasıl kulluk edeceklerini öğreten bir kaynak olmaktan uzaklaşacak, etki alanı “ferdî, vicdanî, sembolik” olarak değişecek ve insanlar beşerî sistem ve çözümlere yöneleceklerdir. Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî işte bu müceddidlerden biridir; onun bu özelliğinde kültür ve medeniyet tarihçileri ittifak etmişlerdir.
Dihlevî’nin her biri kendi alanında özgün birçok eseri vardır; bunlar içinde üçü, şaheserler listesine girmeye layıktır:
1. Siyaset ve esas teşkilât bilimi ile ilgili olan “İzâletu’1-hafâ an hilâfeti’l-hulefâ,”
2. Tasavvuf ve irşad alanında “et-Tefhîmâtu’1-ilâhiyye,”
3. İslâm’ın felsefesini yapan “Hüccetullâhi’l-bâliğa”. Bu sonuncu eser, ilimler tasnifinde “İslâm Felsefesi” dalına ait değildir; çünkü bu dala ait kitaplar, İslâm öncesine ait felsefeler ile İslâm’ı uzlaştırmaya, daha doğrusu bu felsefelerin ortaya koyduğu düşünceleri ve (bilgileri gerçeğin bilgisi olarak kabul edip bunlara uymaz gözüken vahiy mahsûlünü (âyetleri ve hadîsleri) tevil ederek onlara uygun hale getirmeye, İslâm’ı kadîm felsefe diliyle açıklamaya yöneliktir. Dihlevî’nin Hüccetullâh’ı ise, İslâm’a has zahir ve bâtın bilgi kaynaklarından yola çıkarak bu dinin aklını, temel düşüncesini, kâinata külli bakışını yakalamaya ve parça bilgi ve hükümleri bu bakış açısından açıklamaya yöneliktir. İşte örneği oldukça az olan bu dala biz “İslâm’ın Felsefesi” demeyi tercih ediyoruz. Dihlevî bu eserinde önce sistemi ve ilkeleri ortaya koymuş, sonra da hemen her konuya ait seçilmiş hadîsler üzerinden yürüyerek bütüne bağlı, tutarlı, doyurucu, tatmin ve huzur verici açıklamalar yapmıştır. Hüccetullâhi’l-bâliğa daha önce de tercüme edilmek istenmiştir; ancak büyük âlim ve müfessir Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın ve merhum Hasan Basri Çantay’ın teşebbüsleri yarım kalmıştır. Daha sonraki tarihlerde yapılan tercüme denemelerinin eksik ve yetersiz olduğunu gördüğümüz, böyle bir şaheserden Türkçe okuyanların mahrum kalmalarına da gönlümüz razı olmadığı için biz de bu kitabı tercümeye niyet etmiş, bu niyetimizi, müellifin bir risalesini tercüme ve neşrederken açıklamıştık. Öncelikli çalışmalarımız ve meşguliyetimiz bu niyetimizi gerçekleştirmeye engel oldu. Doktora derslerinde İbn Âşûr’un “Mekasıdu’ş-şerî’a” isimli kitabı ile Hüccetullâh’tan da bölümler okutmuştuk. Bu derslere katılan değerli ilim yolcularından Vecdi Akyüz ile Mehmet Erdoğan birinci kitabı başarılı bir şekilde tercüme ettiler. Arkasından M. Erdoğan Şâtıbî’nin el-Muuafakat’ını Türkçe’ye çevirdi. Bu çalışmalar onu, Huccetullâh çevirisine hazırlamıştı, tavsiye ve ısrarımız üzerine bu büyük işi de başardı. Hem beni bir yükten kurtardığı, hem de Türkçe okuyanlara böyle bir hazine kazandırdığı için genç ilim adamı M. Erdoğan’a karşı minnet ve şükran borçluyum. Allah Teâlâ ruh ve beden sağlığı içinde kendisini daha nice faydalı eserler vermeye muvaffak kılsın. Külfeti nimetine denk ve bazen de galip olan bu gibi neşriyatı programına aldığı ve sürdürdüğü için İz Yayıncılık’ı da tebrik ediyor, sa’yinin meşkûr olmasını diliyorum.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman