ezelinur
Fri 25 June 2010, 07:17 pm GMT +0200
Derviş Kaşıkları
Bir gün sormuşlar erenlerden birine:’Sevginin sözünü edenlerle, sevgiyi yaşayanlar arasında fark var, dediniz. Bu fark nedir?’ ‘Bekleyin, demiş. Göstereyim.’
Önce, sevgiyi dilinden gönlüne indirememiş olanları davet etmiş yemeğe. Herkes yerine oturduğunda mis gibi kokan sıcak çorbalar gelmiş. Ardından ‘derviş kaşıkları’ denilen birer metre boyundaki kaşıklar… Ev sahibi, bu uzun saplı kaşıkları dağıtırken de; ‘Sadece, diye şart koşmuş… Bu kaşıkların uçlarından tutmanıza izin var!.. Kabul eden almış kaşığı ve çorbayı içmeye davranmış. Fakat o da ne? Kaşıkların sapı çok uzun olduğundan her teşebbüs boşa gidiyor, bir türlü ağızlarına ulaştıramıyor ve sıcak çorbaları üstlerine başlarına döküp saçıyorlarmış. Sonunda bakmışlar ki olmuyor, beceremiyorlar; aç acına kalkıp gitmişler sofradan. ‘Erenleer, yarenler, demiş koca çınar… Çağırın şimdi de soframıza şunları ve şunları..’
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ışığı dolu, mütebessim insanlar gelip oturmuşlar sofraya. Ev sahibinin; ‘Hadi buyurun, afiyet olsun’ deyişini bekledikten sonra; ‘Bismillah…’ diyerek, her biri uçlarından tuttukları uzun kaşıkları kendi önlerindeki çorbaya daldırıp içmesi için karşısındaki kardeşinin ağzına uzatmış… Böylece her biri bir diğerini doyurduğu için, biraz sonra şükrederek kalkmışlar sofradan. Tebessüm ederek; ‘İşte, gördünüz demiş, gönül ehli bilge kişi. Kim ki şu hayat sofrasında yalnızca kendini doyurmayı düşünürse, o aç kalacaktır… Ve kim kardeşini de görür, düşünür ve doyurursa, o dahi bir diğer kardeşi tarafından doyurulacaktır… Şu hayat bir ibretlik pazarıdır, canlar… Alan değil, daima, verenler kazançtadır!..’