reyyan
Wed 3 November 2010, 11:39 am GMT +0200
Derinlerde Boğulma
Doç. Dr. Süleyman Derin
Soru: Tasavvufi konuların derinliğini kavramak için nasıl bir yol takip edebiliriz? Bazı insanlar en temel ilmihal bilgilerini bilmeden fena ve beka gibi kavramlardan bahsediyor, ne dersiniz?
Her ilimde olduğu gibi tasavvufta da genele ve özele hitap eden konular vardır. Dünyadan kalben yüz çevirmek, farzları yerine getirmek, haramlardan kaçmak ve nafilelere dikkat etmek, kalbi manevi hastalıklardan korumak, niyetimizi düzeltmek gibi meseleler her salikin öncelikle öğrenmesi gereken elzem konulardır.
Zaten tasavvuf yolcusu bu temel konuları öğrenir ve yaşarsa, bunun sonucunda cezbe, fenâ, gaybet gibi yüksek halleri tabii olarak tadacaktır.
Günümüzde tasavvufa yapılan eleştirilerin en büyük sebebi öncekilerin ciddiyetle takip ettiği tedricilik prensibine bugün fazlaca riayet edilmemesidir.
Her ilimde başlangıç seviyesinde okunması gereken kitaplar ile sonlara yaklaşanların okuduğu kitaplar bir değildir, nasıl ki bir bebeğin beslenmesi için ihtiyaç duyduğu besinler bir yetişkine göre farklı ise, mübtedî bir salik ile müntehi (tasavvufta kemale ermiş) bir sufinin istifade ettiği kaynaklar farklıdır. Mesela Gazali’nin İhyâü Ulûmi’d-Dîn, Serrac’ın Luma’ gibi eserleri her mübtedi sâlikin okuyabileceği eserler iken, İbn Arabî Hazretlerinin Fütuhat-ı Mekkiyyesi ve Füsûsü’l-Hikem’i herkesin kolaylıkla anlayabileceği kitaplar değildir, zira bunlar müntehi sufiler için kaleme alınmıştır. Bu eserleri okuyanlar ciddi bir dini eğitim almamışlar ve bir kâmilin terbiyesinde bulunmamışlarsa pek çok konuyu yanlış anlamaları kaçınılmaz olacaktır.
Bu sebeple sufiler daima kendilerine gelen saliklerin manevi mertebelerine göre onlara muamele etmiş, onların ihtiyaçlarına göre tedrici bir terbiye metodu izlemişlerdir. Öncelikle onların temel ilmihal bilgilerini öğrenmelerini sağlamışlardır.
Bugün fıkhın en basit kurallarını bile bilmeyen ve İslam’ın temel şartlarını yerine getirmeyen insanların en muğlâk konularda fikirler beyan etmeleri, Hz. Mevlana ve İbn Arabî gibi Hakk dostlarının yüksek seviyeden sözlerini ulu orta dillerine pelesenk etmeleri tasavvufun yanlış anlaşılmasına hatta inkârına sebep olmaktadır. Bundan dolayı tasavvufu sevenlerin kullandıkları sözleri şeriat terazisi ile tartmaları gerekmektedir. Bir sufi “ben bir şey hakkında onun düşmanlarından değil, dostlarının yanlış tutumundan korkarım.” diyerek bu konuya dikkat çekmiştir. Yani bir harekete zarar verenler, genelde onun muhalifleri değil dostları olmaktadır.
Şeyh Zerruk’a göre İslam’ın apaçık konularını öğrenmeden, bir insanın sufilerin uzun riyazetler sonunda elde ettiği ince ilimleri öğrenmeye kalkışması kendi nefsine ve hevasına aldanmasıdır. “Özellikle de ibadetlerin fıkhî boyutunu öğrenmeden, manevi hallerin sünnete uygunluğunu bilmeden, nefsini kötülüklerden temizlemeden tecelli peşinde koşan veya bunları iddia edenler aldanmıştır” der.1
Bugün Bayezid-i Bistami, Hallac-ı Mansur, İbn Arabî, Mevlana gibi büyük Allah dostlarının sözlerini anlamaya çalışan ama Kuran ve sünnetin emirlerine karşı umursamaz görünen insanların varlığı her ne kadar yeni bir şey olmasa da ciddi olarak günümüz tasavvufunun bir meselesidir. Bu büyük insanların sözlerini halkın gözünde bir makam kazanmak için kullananları; Hz. Mevlana kuşları avlamak için onların seslerini taklid eden avcılara benzetir.
İbn Ataullah İskenderî’nin bu konudaki şu sözü gerçekten önümüzü aydınlatan önemli bir prensip olmalıdır: “Gaybi bilgilerden senden gizli kalan işlere muttali olmaya çalışmaktansa, nefsinin senden gizli kalan ayıplarına muttali olmaya çalışman çok daha hayırlıdır”.
Sufilere göre kulluğun vazifelerini yerine getirmeden keşf ve gaybi bilgilerin peşinde koşmak, şatahat türü bilgilerle meşgul olmak, kalbi kötü hastalıklardan boşaltmadan (tahalli), güzel ahlak ile süslemeyip (tehalli) de, tecelli ile uğraşmak şeytanın oyunundan başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle de şeriat, tarikat ve hakikat sistemine girmeden direkt olarak bu yolculuğun son halkası olan hakikat boyutuna atlamak insanı yoldan çıkarır.
Günahlar Nasıl Tedavi Edilir?
Soru: Sufilere göre günahlar kaç çeşittir ve tedavi usulü nasıldır?
Maneviyat yolu olan tarikatlar, insanları Allah’tan alıkoyan günahlardan, sonra da onu dünyaya bağlayan sevgilerden korumak üzerinde yoğunlaşırlar.
Günahlar; büyük-küçük, kula - Allah’a karşı işlenen suçlar, mala-cana karşı yapılanlar gibi pek çok tasnife tabi tutulmuştur.
Bunlar içinde İmam Gazali Hazretlerine ait olan tasnif kapsayıcılık açısından çok güzeldir. Ona göre dört çeşit günah ve günah kaynağı vardır.
Bunlardan ilki ve en hafifi behimî yani hayvani dürtülerin sevk ettiği günahlardır. İçki içmek, zina etmek, helal haram kaygısına girmeden her şeye sahip olmaya çalışmak gibi günahlar bu sınıfa girer.
İkinci çeşit günahlar ise gadab saiki ile işlenen günahlar olup bunlar da insanları dövmek, adam öldürmek gibi daha çok intikam niyeti ile işlenen günahlardır. Gazali bunlara subuî yani yırtıcı hayvan günahları adını verir.
Üçüncü çeşit günahlar ise daha rafine günahlar olup şeytanî günahlar olarak isimlendirilir. Bunlar ince bir zekâ ürünü olup insan dolandırmak, yalan söylemek, başkalarını kandırmak gibi günahlardır. Münafıklık ve insanları sapıklığa çağırmak da bu sınıftaki günahkârların bariz vasıflarıdır.
En son ve en tehlikeli günah motivasyonu Rububi sıfatlardan yani ilah olma arzusundan kaynaklanan günahlardır. Bu sınıfta olan nefisler kendini herkesten üstün görür, bilgisi, varlığı ve gücü ile mağrur olur, ölümsüz olmayı ister, hiçbir hatasını kabul etmez ve herkesten saygı bekler, hiç bir zaman özür dilemek istemez. Başkalarının hayatını kontrol etmek, insanlara şekil vermek ve onları kendine kul etmek ister, bir bakıma buna biz firavun hastalığı da diyebiliriz. Bu daha çok kontrolsüz bir maddi refah içinde olan veya elinde güç bulunduran insanlarda görülür.
Sufilere göre tehlikesi en büyük ve tedavisi en zor sınıf bu tür günahlardır, zira Hakk’a karşı büyüklenmek, kibirlenmek ve hatta üstü kapalı da olsa ilahlık iddiasında bulunmak insanı helake götüren en büyük günahların başında gelir. Zaten böyle insanlar diğer çeşit günahları yani behimi ve subui günahları da kolayca işleyebilir.
Maalesef bugün insanlar behimi günahları günah sayarken, kibir ve ucübü, özgüven; adam aldatmayı da iş bilirlik ve tüccarlık olarak görmektedirler. Halbuki bunlar insanı helak eden günahların en başında gelmektedir.
Tarikatlar bu günahların tedavisinde nurani ve nefsanî yol olmak üzere genelde iki ana tutum izlerler.
Nakşîlik gibi nurani tarikatlar ruhu zikir ve tefekkür ile öylesine nurlandırır ki artık salike bu tür günahları işlemek imkânsız hale gelir. İçinde bulunduğu yüce haller onu esfeli safilin günahlara düşmesine engel olur.
Nefsanî tarikatlarda ise bu günah çeşitleride zıddıyla tedavi edilir, mesela behimi bir günah olan cimrilik ve bencillik durumunda olan saliklere başkalarına infak etmesi tavsiye edilir. Gadaplı olan birine, kendisi gibi aksi birine hizmet etmesi ve ona sabretmesi öğretilir. Kibirli birine ise kibrini kıracak işler yaptırılır. Böylece salik ahlakını güzelleştirir.
Ne var ki tasavvuf kitaplarında teorik olarak anlatılan bu reçeteler mürşid-i kâmil elinde uygulanırsa gerçek faydayı o zaman verir.
Dipnotlar: 1 Ahmet Zerruk, Kavaidü’t-Tasavvuf, Şam, Dârul-Kalem, 2004, s.33
Doç. Dr. Süleyman Derin
Soru: Tasavvufi konuların derinliğini kavramak için nasıl bir yol takip edebiliriz? Bazı insanlar en temel ilmihal bilgilerini bilmeden fena ve beka gibi kavramlardan bahsediyor, ne dersiniz?
Her ilimde olduğu gibi tasavvufta da genele ve özele hitap eden konular vardır. Dünyadan kalben yüz çevirmek, farzları yerine getirmek, haramlardan kaçmak ve nafilelere dikkat etmek, kalbi manevi hastalıklardan korumak, niyetimizi düzeltmek gibi meseleler her salikin öncelikle öğrenmesi gereken elzem konulardır.
Zaten tasavvuf yolcusu bu temel konuları öğrenir ve yaşarsa, bunun sonucunda cezbe, fenâ, gaybet gibi yüksek halleri tabii olarak tadacaktır.
Günümüzde tasavvufa yapılan eleştirilerin en büyük sebebi öncekilerin ciddiyetle takip ettiği tedricilik prensibine bugün fazlaca riayet edilmemesidir.
Her ilimde başlangıç seviyesinde okunması gereken kitaplar ile sonlara yaklaşanların okuduğu kitaplar bir değildir, nasıl ki bir bebeğin beslenmesi için ihtiyaç duyduğu besinler bir yetişkine göre farklı ise, mübtedî bir salik ile müntehi (tasavvufta kemale ermiş) bir sufinin istifade ettiği kaynaklar farklıdır. Mesela Gazali’nin İhyâü Ulûmi’d-Dîn, Serrac’ın Luma’ gibi eserleri her mübtedi sâlikin okuyabileceği eserler iken, İbn Arabî Hazretlerinin Fütuhat-ı Mekkiyyesi ve Füsûsü’l-Hikem’i herkesin kolaylıkla anlayabileceği kitaplar değildir, zira bunlar müntehi sufiler için kaleme alınmıştır. Bu eserleri okuyanlar ciddi bir dini eğitim almamışlar ve bir kâmilin terbiyesinde bulunmamışlarsa pek çok konuyu yanlış anlamaları kaçınılmaz olacaktır.
Bu sebeple sufiler daima kendilerine gelen saliklerin manevi mertebelerine göre onlara muamele etmiş, onların ihtiyaçlarına göre tedrici bir terbiye metodu izlemişlerdir. Öncelikle onların temel ilmihal bilgilerini öğrenmelerini sağlamışlardır.
Bugün fıkhın en basit kurallarını bile bilmeyen ve İslam’ın temel şartlarını yerine getirmeyen insanların en muğlâk konularda fikirler beyan etmeleri, Hz. Mevlana ve İbn Arabî gibi Hakk dostlarının yüksek seviyeden sözlerini ulu orta dillerine pelesenk etmeleri tasavvufun yanlış anlaşılmasına hatta inkârına sebep olmaktadır. Bundan dolayı tasavvufu sevenlerin kullandıkları sözleri şeriat terazisi ile tartmaları gerekmektedir. Bir sufi “ben bir şey hakkında onun düşmanlarından değil, dostlarının yanlış tutumundan korkarım.” diyerek bu konuya dikkat çekmiştir. Yani bir harekete zarar verenler, genelde onun muhalifleri değil dostları olmaktadır.
Şeyh Zerruk’a göre İslam’ın apaçık konularını öğrenmeden, bir insanın sufilerin uzun riyazetler sonunda elde ettiği ince ilimleri öğrenmeye kalkışması kendi nefsine ve hevasına aldanmasıdır. “Özellikle de ibadetlerin fıkhî boyutunu öğrenmeden, manevi hallerin sünnete uygunluğunu bilmeden, nefsini kötülüklerden temizlemeden tecelli peşinde koşan veya bunları iddia edenler aldanmıştır” der.1
Bugün Bayezid-i Bistami, Hallac-ı Mansur, İbn Arabî, Mevlana gibi büyük Allah dostlarının sözlerini anlamaya çalışan ama Kuran ve sünnetin emirlerine karşı umursamaz görünen insanların varlığı her ne kadar yeni bir şey olmasa da ciddi olarak günümüz tasavvufunun bir meselesidir. Bu büyük insanların sözlerini halkın gözünde bir makam kazanmak için kullananları; Hz. Mevlana kuşları avlamak için onların seslerini taklid eden avcılara benzetir.
İbn Ataullah İskenderî’nin bu konudaki şu sözü gerçekten önümüzü aydınlatan önemli bir prensip olmalıdır: “Gaybi bilgilerden senden gizli kalan işlere muttali olmaya çalışmaktansa, nefsinin senden gizli kalan ayıplarına muttali olmaya çalışman çok daha hayırlıdır”.
Sufilere göre kulluğun vazifelerini yerine getirmeden keşf ve gaybi bilgilerin peşinde koşmak, şatahat türü bilgilerle meşgul olmak, kalbi kötü hastalıklardan boşaltmadan (tahalli), güzel ahlak ile süslemeyip (tehalli) de, tecelli ile uğraşmak şeytanın oyunundan başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle de şeriat, tarikat ve hakikat sistemine girmeden direkt olarak bu yolculuğun son halkası olan hakikat boyutuna atlamak insanı yoldan çıkarır.
Günahlar Nasıl Tedavi Edilir?
Soru: Sufilere göre günahlar kaç çeşittir ve tedavi usulü nasıldır?
Maneviyat yolu olan tarikatlar, insanları Allah’tan alıkoyan günahlardan, sonra da onu dünyaya bağlayan sevgilerden korumak üzerinde yoğunlaşırlar.
Günahlar; büyük-küçük, kula - Allah’a karşı işlenen suçlar, mala-cana karşı yapılanlar gibi pek çok tasnife tabi tutulmuştur.
Bunlar içinde İmam Gazali Hazretlerine ait olan tasnif kapsayıcılık açısından çok güzeldir. Ona göre dört çeşit günah ve günah kaynağı vardır.
Bunlardan ilki ve en hafifi behimî yani hayvani dürtülerin sevk ettiği günahlardır. İçki içmek, zina etmek, helal haram kaygısına girmeden her şeye sahip olmaya çalışmak gibi günahlar bu sınıfa girer.
İkinci çeşit günahlar ise gadab saiki ile işlenen günahlar olup bunlar da insanları dövmek, adam öldürmek gibi daha çok intikam niyeti ile işlenen günahlardır. Gazali bunlara subuî yani yırtıcı hayvan günahları adını verir.
Üçüncü çeşit günahlar ise daha rafine günahlar olup şeytanî günahlar olarak isimlendirilir. Bunlar ince bir zekâ ürünü olup insan dolandırmak, yalan söylemek, başkalarını kandırmak gibi günahlardır. Münafıklık ve insanları sapıklığa çağırmak da bu sınıftaki günahkârların bariz vasıflarıdır.
En son ve en tehlikeli günah motivasyonu Rububi sıfatlardan yani ilah olma arzusundan kaynaklanan günahlardır. Bu sınıfta olan nefisler kendini herkesten üstün görür, bilgisi, varlığı ve gücü ile mağrur olur, ölümsüz olmayı ister, hiçbir hatasını kabul etmez ve herkesten saygı bekler, hiç bir zaman özür dilemek istemez. Başkalarının hayatını kontrol etmek, insanlara şekil vermek ve onları kendine kul etmek ister, bir bakıma buna biz firavun hastalığı da diyebiliriz. Bu daha çok kontrolsüz bir maddi refah içinde olan veya elinde güç bulunduran insanlarda görülür.
Sufilere göre tehlikesi en büyük ve tedavisi en zor sınıf bu tür günahlardır, zira Hakk’a karşı büyüklenmek, kibirlenmek ve hatta üstü kapalı da olsa ilahlık iddiasında bulunmak insanı helake götüren en büyük günahların başında gelir. Zaten böyle insanlar diğer çeşit günahları yani behimi ve subui günahları da kolayca işleyebilir.
Maalesef bugün insanlar behimi günahları günah sayarken, kibir ve ucübü, özgüven; adam aldatmayı da iş bilirlik ve tüccarlık olarak görmektedirler. Halbuki bunlar insanı helak eden günahların en başında gelmektedir.
Tarikatlar bu günahların tedavisinde nurani ve nefsanî yol olmak üzere genelde iki ana tutum izlerler.
Nakşîlik gibi nurani tarikatlar ruhu zikir ve tefekkür ile öylesine nurlandırır ki artık salike bu tür günahları işlemek imkânsız hale gelir. İçinde bulunduğu yüce haller onu esfeli safilin günahlara düşmesine engel olur.
Nefsanî tarikatlarda ise bu günah çeşitleride zıddıyla tedavi edilir, mesela behimi bir günah olan cimrilik ve bencillik durumunda olan saliklere başkalarına infak etmesi tavsiye edilir. Gadaplı olan birine, kendisi gibi aksi birine hizmet etmesi ve ona sabretmesi öğretilir. Kibirli birine ise kibrini kıracak işler yaptırılır. Böylece salik ahlakını güzelleştirir.
Ne var ki tasavvuf kitaplarında teorik olarak anlatılan bu reçeteler mürşid-i kâmil elinde uygulanırsa gerçek faydayı o zaman verir.
Dipnotlar: 1 Ahmet Zerruk, Kavaidü’t-Tasavvuf, Şam, Dârul-Kalem, 2004, s.33