- Derindeki Kapalı Madenler

Adsense kodları


Derindeki Kapalı Madenler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 27 January 2012, 05:42 pm GMT +0200
Derindeki (Kapalı) Madenler

 

Yerin derinliklerinde olan katı madenlere gelince, bunların ikta olarak verilip verilemiyeceği ihtilaflıdır. Ancak yukarıdaki sıvı ve açık madenler hak­kındaki hükümlere bakılırsa genellikle bunların şahsa verilebileceğinin ka­bul edildiği anlaşılır.[434]

Hanefî âlimlerinden Serahsi'nin açıklamasına göre, hanefilerde su, neft ve civa gibi sıvı madenleri ve herhangi bir müdahale olmadan kendi kendine kaynağından fışkırıp gelenlerin tümü su hükmündeki madenleri toplumun müşterek malı saymışlardır. Onları bu içtihada vardıran delil, Rasûlullah  (s.a)in "müslümanlar üç şeyde ortaktırlar; Suda, otta ve ateşte..."[435] mea­lindeki hadis-i şeriflerdir.[436]

Nitekim mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte anlatılan, Hz. Peygam­berin, Hz. Ebyaz'a verdiği tuzlayı içersinde kendiliğinden devamlı olan bir su bulunduğu için geri alması da, kendiliğinden akan su hükmündeki kay­nakların özel işletmelere verilemeyeceğine delalet etmektedir.

Hanefîlere göre: "Maden toprağın bir parçası olduğundan arazinin hük­müne tabidir. Yer altındaki eski eserler ve hazine (kenz) ler ise toprağın bir parçası değillerdir. Bundan dolayı bir kimsenin mülkü olan arazisinde, arsa ve evinde yahut iş yerinde bulunan madenin 5/4'ü, kimin tarafından bulu­nursa bulunsun o yerin sahibine aittir. Madenin, arazinin bir parçası olarak görülmesi ve yer altındaki hazinelerle eski eserlerin de toprağın parçası ola­rak düşünülmeyişi, beraberinde bazı hükümler getirmiştir. Bunun için bazı hanefîler, arazinin satışı ile içindeki madenin de müşteriye intikal ettiğini kabul ettikleri halde, topraktan bir parça olmaması sebebiyle aynı hükmü hazine için kabul etmemişlerdir.[437]

Bezlü'l-Mectıûl yazarının açıklamasına göre, metinde geçen "deve ayak­larının erişemediği uzak yerleri sana verebilirim" sözü hayvanların otlatıl­ması için bir beldenin ihtiyaç duyduğu yerleri ve bu gibi yerlerin yakın çev­relerini özel işletmeye vermenin caiz olmadığım ifade eder. Ancak buralar­dan uzak olan ve hayvanların otlamasına yaramayan yerler, Özel işletmeye verilebilir. Bu hadis-i şerif hükmünde hata eden bir hakimin bu hükmünden dönebileceğine ve merada yetişen otların araziye ait olup kimsenin tekelinde olmadığına delalet etmektedir.[438]

 

3065... Muhammed b. el-Hasen el-Mahzumî (bir önceki hadisi şöy­le) rivayet etti. (Ben sana) deve ayaklarının erişemediği yerleri (ikta yoluyla verebilirim. Hz. Peygamber bu sözüyle) demek istiyor ki: De­veler başlarının erişebildiği yerler(dek)i (otları) yerler. Başlarının yu­karısı mahfuz kalır.[439]

 

Açıklama
 

Develer bir yere ayaklan üzerinde giderler, oraya ayaklanyla erişirler. Bu bakımdan bu hadis-i şerifte, Hz. Peygamber kendisinden erak ağaçlarıyla kaplı olan bir araziyi isteyen Hz. Ebyâz'a "de­velerin ayaklan üzerinde varıpta ağızlarının erişemediği ormanları yahutta uzaklığından dolayı develerin varamadıktan yerleri verebilirim. Develerin ra­hatlıkla vanp otlayabildikleri yerleri vermem” cevabını vermiştir. Develer erak ağacına yetişebildiklerine göre bu hadis "içerisinde erak ağacı bulunan hiçbir arazi şahıslara verilemez." anlamına da gelebilir. Bu hadis-i şerif hak­kında Hattâbî şöyle diyor:

Bu ifade, ormanlık bir araziyi ihya ederek oraya sahip olan bir kimse­nin, o arazi üzerindeki ormana sahip olamayacağı anlamına gelir.

Çünkü hadis-i şeriften sözkonusu arazinin ilk defa ihya edildiği sırada üzerinde erak denilen misvak ağaçlarının bulunduğu, bu sebeple de Hz. Pey­gamberin develerin yayılabileceği bu ormanlık araziyi kendinden isteyen şahsa vermekten kaçındığı anlaşılıyor.

Fakat bir araziyi ihya eden kimse, daha sonra bu arazi üzerinde meyda­na gelen otlara ve ağaçlara sahip olur. Onlar üzerinde dilediği şekilde tasar­ruf eder. Bu hadisin ravisi Muhammed b. Hasen hadis uydurma suçuyla it­ham edilmiştir.[440]

 

3066... Ebyâz b. Hammardan (rivayet olunduğuna göre). Ken­disi Rasûlullah (s.a)den erak (denilen misvak ağaçlarının hükmünü sormuş Rasûlullah (s.a):

"Erak (ağaçların) da özel mülkiyet olamaz" buyurmuş. Bunun üzerine (Ebyâz b. Hammal)

“Özel mülkiyet sınırların içerisinde bulunan erak ağacı" (nın hükmünü soruyorum) demiş. Peygamber (s.a)de (tekrar)

"Erak (ağaçların)da özel mülkiyet olamaz" buyurmuş.

(Râvi) Ferac (b. Said bu hadisle ilgili olarak) dedi ki: (Ebyâz) "Özel mülkiyet sınırlarım içerisinde kalan" (sözü) ile "etrafı çevrili ve ekili toprağı ifade etmek istemiştir."[441]

 

Açıklama
 

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Hz. Peygamber kendisinden erak ağaçlarıyla kaplı bir yeri istemiş, Hz. Peygamber de develerin ayaklarının ve ağızlarının ulaşamadığı uzak bir yeri ona vermişti.

Daha sonra Hz. Peygambere gelerek, böyle bir araziye sahip olmakla içerisinde bulunan ağaçlara da sahip olup, olamayacağını sormuş Hz. Pey­gamber de ona "Sen bu araziye sahip olduğun esnada içerisinde bu ağaçlar yetişmiş halde bulunduklarından, bu araziye sahip olmakla üzerindeki dikili ağaçlara da sahip olamazsın" diyerek sözkonusu ağaçların hiçbir şahsın özet mülkü olamayacağını ifade buyurmuştur.

Sonuç olarak bu hadis-i şerif, bir araziyi ihya eden kimse ihya ettiği bu arazinin mülkiyetine sahip olmakla beraber araziyi ihya etmeden önce üze­rinde yetişmiş olan ağaçlara sahip olamayacağına bu ağaçların ammeye ait olacağına delalet etmektedir.[442]

 

3067... Sahrden (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s.a) savaş için Sakıf (kabilesi) üzerine yürümüş, Sahr (r.a) bunu işitince, Pey­gamber (s.a)'e yardım etmek için atına bin(ip bir süvari topluluğu ile birlikte yola çık)mıştı (fakat) Peygamber (s.a)'in (Taifî) fethedemeden dönüp gitmiş olduğunu gördü ve o gün (Sakif lılar) Rasûlullah (s.a)in hükmüne boyun eğmedikçe (onların sığındıkları) şu şatodan ayrılma­yacağına dair Allah'a söz verdi. Gerçekten de Hz. Sahr, Onlar, Rasû­lullah (s.a)in hükmünü kabul edinceye kadar onlarla savaşı bırakma­dı. (Onlar Hz.Peygamberin hükmünü kabule yanaşınca) Hz. Sahr Pey­gamber (s.a)e (şöyle bir) mektup yazdı.

"Gelelim mevzuya, Ey Allah'ın Rasûlü Sakif (kabilesi) senin hük­münü kabul etti. Şimdi ben onların karşısında bulunuyorum onlarda at üzerinde" (karşımda duruyorlar)

Rasûlullah (s.a) (mektubu alır almaz) namazın cemaatle kılınma­sını emretti ve (cemaat namaz için toplanınca Hz. Sahr'in bu) kahra­man (kabilesi) için "Ey Allah'ım bu kavmin atlısına, yayasına bere­ket ihsan eyle!'' diye on (defa) dua etti. (Bir süre sonra) Sakif kabilesi Hz. Peygamberin huzuruna geldi. (İçlerinden) El-Muğire b. Şu'be sözaidi ve

"Ey Allah'ın Rasûlü Sahr, halamı esir aldı. Oysa müslümanlann girdiği dine halam da girmişti/' dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) Sahr'ı çağırıp O'na

"Ey Sahr? Bir kavim miislümanlığa girdiği zaman kanlarını ve mallarını güvence altına almış olurlar. Binaenaleyh sen Muğıre'ye ha­lasını geriver" buyurdu. Sahr'da (halasını) ona iade etti. Ve (söz alıp) Peygamber (s.a)den Süleym oğullarının İslâm'dan kaçarken bırakıp gittikleri suyu istedi:

“Ey Allah'ın Peygamberi bu suyu benim ve kavmimin hürmeti­ne ver!" dedi (Hz. Peygamber de) "Evet" (bu suyu size veriyorum) dedi ve (suyu) onlara verdi. Bunun üzerine Sûleym kabilesi de müslü-man olup Hz. Şahr'ın yanma geldiler ve ondan suyu kendilerine geri vermesini istediler. (Sahr, bu suyu kendilerine vermekten) kaçınınca Peygamber (s.a)'e varıp:

“Ey Allah'ın Peygamberi müslüman olduk ve suyumuzu bize geri vermesi için Sahr'a vardık (fakat o buna) yanaşmadı." diye şikâ­yette bulundular. (Hz. Peygamber de) Sahr'ı çağırıp

"Ey Sahr! Bir kavim müslümanlığı kabul ettiği zaman, malları­nı ve kanlarını güvence altı a almış olurlar. Binaenaleyh sen bu kav­me sularını geri ver" buyurdu. (Sahr da)

"Başüstüne Ey Allah'ın Peygamberi" karşılığını verdi.

Ben (bu sırada) Rasûlullah (s.a)'in Hz. Sahr'dan Cariyeyi ve su­yu geri almadan (duyduğu) utançtan dolayı yüzünün kızardığını gördüm.[443]

 

Açıklama
 

Hz. Peygamberin Sakif kabilesi üzerine düzenlediği bu savaş, hicretin sekizinci yılının Şevval ayına tesadüf eden Taif gazvesi esnasında vukubulmuştur.

Bilindiği gibi bir topluluğun müslümanlıktan kaçarken arkalarında bı­rakıp gittikleri mallar, Fey olarak Hz. Peygambere kalır. Kur'ân-ı Kerim'-den ve Sahih hadislerden çıkarılan hüküm budur.

Burada da Sakif kabilesinin Islâmiyetten kaçarken bırakıp gittikleri su kaynağı bir fey olarak Hz. Peygamberin hissesine düşmüş ve Hz. Sahr'ın ricası üzerine bu suyu ona ve kavmine bağışlamıştır.

Bu durumda söz konusu su, Hz, Sahr'ın ve kabilesinin özel mülkü hali­ne geldiğinden bunu onun elinden almanın mümkün olmaması gerekir. Hatta Sakiflilerin sonradan müslümanlığa girmeleri bile bu suyu onun elinden geri almaları için yeterli olamaz. Durum böyleyken Hz. Peygamberin onu Hz. Sahr'ın elinden geri alıp Sakiflılara vermesi izaha muhtaç bir husustur.

Hadis sarihlerinin açıklamasına göre, Hz. Peygamberin suyu, Hz. Sahr'in elinden alıp Sakiflılara vermesi, O'nun aslında Sakifhların hakkı olmasın­dan değildir. Ancak Hz. Peygamber Sakiflılan İslâmiyete iyice ısındırabil-mek için bu suyun onlara verilmesi gerektiğine inanmış ve bu düşünceyle de Hz. Sahr'm rızasını alarak suyu ondan alıp Sakiflılara vermiştir. Suyu Hz. Sahr'dan geri alırken yüzünün kızarması da aslında bu suyun Sakifhların değil Hz. Sahr'ın öz malı oluşundandır.

Sahr'm elinden cariyenin alınması da böyle olmuştur. Çünkü Hz. Sahr onu müslüman olmadan önce esir etmiştir. Müslümanlığa girmeden esir edi­len bir kadının sonradan müslüman olması onun hürriyetine kavuşmasını ge­rektirmez.

Ancak Hz. Peygamber Sakiflıların gönüllerini İslama ısındırmak için Hz. Sahr'ın rızasını alarak bu kadının serbest bırakılıp, iade edilmesini sağ­lamıştır.

Binaenaleyh Hz. Peygamber:

“Ey Sahr! Bir kavm müslümanlıgı kabul ettiği vakit mallarını, kanla­rını güvence altına almış olurlar. Binaenaleyh sen bu cariyeyi ve suyu geri ver!" buyururken "Bunlar senin hakkın değildir" demek istememiş, ancak bu sözüyle bunları eski sahiplerine verirseniz iyi olur, diyerek bunları geri vermeye Hz. Sahr'ı ve arkadaşlarını teşvik etmek istemiştir.

Bununla beraber Hz. Sahr bu kadını müslüman olduktan sonra esir et­miş olması Rasûlü Ekrem'in de bu yüzden onun serbest bırakılmasını iste­miş olması ihtimali de vardır.

Ayrıca hüküm Allah'ın ve Rasûlünün olduğuna göre, Hz. Peygambe­rin hakkın tecellisinin böyle olacağını bildiği için böyle emir vermiş olması da mümkündür.

Bu hadisin mevzumuzu teşkil eden bâb başlığı ile ilgisi Hz. Peygambe­rin bir su kaynağını Hz. Sahr ile etrafındaki cemaate bağışlamasıdır.[444]

 

3068... Sebre b. Abdülaziz b. er-Rabî' el-Cühenî'nin dedesinden (rivayet olunduğuna göre), Peygamber (s.a) (Tebük seferine çıkarken ilk defa bugünkü Zûhuşub vadisindeki) devme ağacının altında bulu­nan mescidin yerine inmiş, orada üç gün kaldıktan sonra Tebük'e (doğ­ru yola) çıkmış ve geniş bir arazide kendisine katılan Cüheyne' kabilesine "Zülmerve halkı kimlerdir?" diye sormuş (Cüheyne'lilerin) "onlar Cüheyne kabilesinden Rifââ oğullarıdır'* demeleri üzerine "Zûl-merve köyünü "onlara verdim” buyurmuş. Bunun üzerine (Zülmer­ve) köylüleri orayı (kendi aralarında) bölüşmüşler. Onlardan kimisi (hissesini) satmış kimisi de (elinde) tutup işletmiş. (Ravi İbn Vehb söz­lerine şöyle devam etti.) Sonra ben bu hadisi (Sebre'nin babası) Ab-dulaziz'e sordum, bana bir kısmını haber verdi. (Fakat) hepsini haber vermedi.[445]

 

3069... Esma bint Ebû Bekir'den (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s.a) Hz. Zübeyr'e bir hurmalık vermiştir.[446]

 

Açıklama
 

Fahr-i Kâinat Efendimiz hicretin dokuzuncu yılının Recep ayına rastlayan Tebük seferinde yolculuk boyunca ondokuz yerde konaklamış ve orada ibadet etmiştir. Siyer kitaplarının tesbitine göre, Rasûl-ü Zişan Efendimizin Tebük seferinde ilk konak yeri Medine'ye bir gecelik me­safede bulunan Zûhuşub vadisi olmuştur.

Peygamberimiz burada, bostan içindeki devme ağacının altında namaz kılmış üçgün orada kaldıktan sonra yoluna devam etmiştir.

Daha sonra burası muhafaza edilmiş ve zamanla oraya bir mescid ya­pılmıştır.

"Devme" İri ağaçlar cinsinden nebk(sidr) ya da "mukl" ağacıdır.

Hz. Peygamber daha sonra kendisine katılan Cüheyne kabilesine Şam'la Medine arasındaki Vadilkura denilen yerdeki Zülmerv köyü halkının kimler olduğunu sormuş onlar da "Zülmerv köyü halkı Cüheyne kabilesinden Ri-faâ oğullarıdır." deyince bu köyün arazisini ikta esasına göre onlara ver­miştir. Biz ikta' esasına göre bir araziyi birine vermenin nasıl olduğunu 3058 numaralı hadisin ve onu takib eden hadislerin şerhinde açıklamıştık.

Aliyyü'l-Kari'nin, Şerhii's-Sünne isimli eserindeki açıklamasına göre ikta:

1. Temellük ıktaı,

2. İrfak iktaı olmak üzere ikiye ayrılır.

Bunlardan birincisi arazinin mülkiyetinin bağışlanması, ikincisi de sa­dece intifasının bağışlanması anlamına gelir. Birinci kısım ikta ile bir mala sahip olan, o malın mülkiyetine, ikinci kısım ikta ile bir mala sahip olan da ondan faydalanma hakkına sahip olur. Binaenaleyh 3069 numarada Hz. Zübeyre verildiğinden bahsedilen hurmalık birinci kısımdan olması gerekir.

Ancak Bezlü'I-Mechûd yazarının açıklamasına göre, el-Muzhır, "Hz. Zübeyr'e verilen bu arazinin yer altında bulunan kapalı bir maden gibi, fay­dalanılması emeği ve masrafı gerektiren bir yer olmadığından bu şekilde ba­ğışlanmasının caiz olmaması gerektiğini, Binaenaleyh bu arazinin Hz. Peygamberin fey yoluyla eline geçen özel mülkü olup ona bu mülkü bağışla­mış olabileceğini, ya da ölü bir arazi olduğu için ihya etmek üzere ona ver­miş olabileceğini" söylemiştir ki çok önemli bir tesbit olduğunda şüphe yoktur.

Hattâbî'nin açıklamasına göre, Ebû İshak el-Mervezî 2069 numaralı ha­disi şerifte geçen ikta kelimesi ilim erbabı arasında meşhur olan manasında değil de "ödünç olarak verdi" manasında kullanılmıştır.[447]

 

3070... Safiyye bint Uleybe ile Duheybe bint Uleybe'nin haber ver­diklerine göre, babalarının ninesi olan, Kayle bint Mahreme kendile­rine (şöyle) demiştir:

"Rasûlullah (s.a)'in yanına gelmiştik. Bekr b. Vail (oğulların)ın elçisi (olan) arkadaşım Hurey b. Hassan öne geçip îslârniyet(e bağlı kalmak üzere) kendi ve kavmi adına Rasûlullah (s.a)'e biat etti. Son­ra "Ey Allah'ın Rasûlü! Bizimle Temim oğulları arasında Dehna (mev­kii) hakkında (yani) onlardan yolcuların ya da (oradan mecburen) geçenlerin dışında hiçbir kimsenin oraya girmeyeceğine dair (bir bel­ge) yaz" (ılmasım emret) dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber katip­lerinden birisine emr edip

"Ey Oğul! Hureys için Dehna hakkında (bir belge) yaz" dedi. Ben (Hz. Peygamberin) Dehna hakkında Hureys'(in arzusuna uygun bir şekilde idare edilmesi) için emrettiğini görünce, oranın kendi mem­leketim ve ülkem olması cihetiyle beni bir üzüntü kapladı bunun üzerine

"Ey Allah'ın Rasûlü o senden istediği zaman (bu) yerlerden ada­letli bir istekte bulunmadı, tşte bu Dehna senin yakınında bulunuyor, (orası) Develerin ve koyunların merasıdır. Temim oğullarının kadın­ları ve oğulları da hemen onun arkasındadır" Deyiverdim. (Hz. Pey­gamber de)

"Ey oğul! (bu anlaşma metnini yazmaktan) vazgeç (çünkü bu) kadıncağız doğru söyledi, müslüman müslümanın kardeşidir. Dehna'da (bulunan) su ve ağaç her ikisi için de müşterektir, (orada) fitnecilere karşı yardımlaşırlar" buyurdu.[448]

 

Açıklama
 

Metinde geçen "es-Seviyye minelardı" kelimesi sözlükte düz yer, yani ova anlamına gelirse de, Bezi yazarı, bu kelimenin burada "iki tarafında eşit olarak hakk bulunan bir yer" anlamında kulla­nıldığını ve bu kelimenin geçtiği cümlenin "Hureys senden adaletli bir istek­te bulunmadı. Bu isteğin getirilmesi Temimoğullarına karşı haksızlık ve zu­lüm olur." manasına geldiğini söylemiştir.

Avnu'l-Mabûd yazarına göre, bu cümle "Ey Allah'ın Rasûlü Hüreys senden içerisinde verimli ve verimsiz toprakların aynı seviyede bulunduğu toprakları istememiştir. O senden develerin ve koyunların otlağı olan verim­li Dehna toprağını istemiştir." anlamında kullanılmıştır.

Metinde geçen "İşte şu Dehna senin yakınındadır" cümlesi ise "Burası senin yakınındadır. Binaenaleyh burayla ilgili olarak söylediğim sözlerin doğru ve yanlışlığını varıp kolayca görebilirsin" anlamında kullanılmıştır.

"Orası develerin ve koyunların otlağıdır. Temim oğullarının kadınları ve erkekleri onun hemen arkasındadır." Cümlesi de "Temim*tilerin buraya son derece ihtiyacı vardır." anlamında kullanılmıştır.                         \

Netice olarak, Hz. Peygamber Hureys'in bu isteğini reddetmiş, Dehna'yı Bekr oğullarına vermekten vazgeçmiş oranın Bekr oğullarıyla Temim oğul­ları arasında müşterek bir mera olarak kullanılmasına karar vermiştir.

Bezi yazarının açıklamasına göre, Sünen-i Ebû Davud'un bazı nüshala­rında, musannif Ebû Davud'a metinde geçen fitnecilerden maksadın ne ol­duğu sorulduğu onun da "şeytanlardır" cevabını verdiği kaydedilmektedir.

Bu hadisin bâb başlığı ile ilgisi Hz. Peygamberdin bir memleketin mirası durumunda olan bir yerin bir şahsın emrine tahsis etmesine izin vermediğini ifade etmesidir. Binaenaleyh bu hadis, hayvanların muhtaç olduğu bir me­rayı herhangi bir şahsa vermenin caiz olmadığına delalet etmektedir. Çünkü ot, su gibi olduğundan hiçbir kimse onu tekeline alarak başkalarını ondan faydalanmaktan men edemez.

İmam Tirmizî, bu hadis hakkında "Kayle'nin hadisini yalnız Abdullah b. Hassan'ın rivayetinden bilmekteyiz" demiştir.[449]

 

3071... Esmer b. Mudarrçs'den demiştir ki: Ben Peygamber (s.a)'ın yanına varıp kendisine biat etmiştim. "Her kim herhangi bir müslümanın kendisinden önce varama­dığı bir suya ilk önce varıfpta oraya sahipleni)irse, o su ona aittir." buyurdu. Bunun üzerine halk (sahipsiz suları) işaretlemek üzere koşa­rak (yollara) çıktılar.[450]

 

3072... İbn Ömer'den (rivayet olunduğuna göre), Peygamber (s.a) ez-Zübeyr'e atının bir defa koşması (neticesinde katedeceği mesafe) kadar bir araziyi vermiş. (Hz. Zübeyr de orada) atını koşturmuş niha­yet (atın gücü ve arazinin sınırı bittiği için hayvan koşamayıp olduğu yerde) durmuş. Bunun üzerine (Hz. Zübeyr elinde bulunan) kamçısı­nı (ileri doğru) atmış. Bunun üzerine (Hz. Peygamber)

"Bu araziyi kamçısının eriştiği yere kadar Zübeyr'e verin!" bu­yurmuş.[451]

 

Açıklama
 

3071 numaralı hadis-i şerif, mera durumunda olmayan ölü bir arazinin etrafını işaretleyerek çeviren bir kimsenin etrafı­nı çevirdiği araziye içerisindeki suyla birlikte sahip olacağına delalet eder­ken 3072 numaralı hadis-i şerifte, bir devleı başkanının, kamu yararına uy­gun gördüğü takdirde bazı madenleri ve toprakları özel işletmelerin veya şahısların emrine tahsis etmesinin caiz olduğuna delalet etmektedir.

Bezi yazarının Aliyyü'1-Kari (r.a)'den naklettiğine göre 3072 numaralı hadisi açıklarken İmam Nevevî (r,a) şu görüşlere yer vermiştir. "Bu hadis-i ' şerif, devlet başkanının hazineye ait bir araziyi ikta yoluyla herhangi bir kim­seye vermesinin caiz olduğuna delalet etmektedir. Aslında hazineye ait bir araziye hiç bir kimse sahip olamaz. Ancak devlet reisinin ikta yoluyla verdiği kimse ona sahip olabilir.

Devlet reisi bir şahsa hazineye ait olan bu arazinin mülkiyetini verebile­ceği gibi mülkiyetini mahfuz (saklı) tutup sadece menfaatini de verebilir. Bu hususta önemli olan ammenin menfaatini gözetmek, ammenin menfaati na­sıl hareket etmeyi gerektiriyorsa o şekilde hareket etmektir.

Hazinenin ya da herhangi bir şahsın malı olmayan bir araziye gelince; bu araziyi ihya eden herkes ona sahip olabilir. Bu hususta devlet başkanının iznini almaya da ihtiyaç yoktur. İmam Malik ile İmam Şafiî ve cumhur ule­ma bu görüştedirler. 3069 numaralı hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, el-Muzhir'e göre, 3072 numaralı hadiste Zübeyr'e verildiğinden bahse­dilen arazînin, Hz. Peygamberin fey yoluyla eline geçen özel mülkü ya da ölü arazi olması ihtimali de vardır.

Bu durum, "Bir kimsenin ölü bir araziyi ihya edebilmesi için devlet rei­sinden izin alması gerekir" diyen îmam Ebû Hanife (r.a) ile Malikiler'in[452] bu görüşünü teyid etmektedir.

Nitekim mutlak olarak zikredilen "arazi" kelimeleri aslında ölü arazi anlamında kullanılır.

Ölü arazi iki kısımdır:

1. Bir beldeye bitişik olup o beldenin merası, ya odun temin etmek için kullandıkları ya da çocuklarının oyun sahası veya mezarlık olan yerlerdir. Buralar hiçbir kimsenin Özel mülkü olamaz. Bu bakımdan devlet başkanı buraları hiç bir kimseye bağışlayamaz.

2. Herhangi bir köye bağlı olmayan sahipsiz arazidir ki fıkıh âlimlerin dilinde "ölü arazi" denilince bu kısım arazi anlaşılır. Hiçbir şahsın özel mülkü olmayan ve kendisinden asla faydalanılmayan, suyu kesilmiş olan ya da su altında kalan ziraata elverişsiz arazi çeşitleridir.

Sahipli olan bir arazi, ölü arazi olamaz. Sahibi bilinmeyen bir arazi ise yitik hükmündedir.

Devlet başkanı, bu ikinci kısım ölü araziyi şahıslara verebilir.

İmam Ebû Hanife ile Malikilere göre, devlet reisinin izni olmadan bu araziyi kimse ihya ederek mülkiyetine geçiremez.

imâm Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e, Şafiüere ve Hanbeliler'e gö­re, bu araziyi ihya eden herkes ona sahip olur.[453] görüldüğü gibi 3072 nu­maralı hadis İmam Ebû Hanife ile Malikilerin bu mevzudaki görüşlerini te'yid etmektedir. Ancak bu hadisin senedinde çeşitli yönlerden tenkid edilen Ab­dullah b. Ömer b. Hafs b. Asım vardır.[454]

[434] Yeniçeri Celal, İslâm İktisadının Esasları, 79, 80.

[435] İbn Mâce, rehine 16.

[436] Serahsi el-Maksut 11-212.

[437] Yeniçeri Celal, İslâm İktisadının Esasları, 72, 73.

[438] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/390-391.

[439] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/391.

[440] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/392.

[441] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/392-393.

[442] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/393.

[443] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/393-395.

[444] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/395-396.

[445] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/396-397.

[446] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/397.

[447] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/397-398.

[448] Tirmizi, İstizam ve adab 83.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/398-399.

[449] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/400.

[450] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/400-401.

[451] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/401.

[452] ez-Züheyli .Vehbe, el-Fıkhu'1-İslâmî 11,351.

[453] ez-Züheyli Vehbe,eI-Fıkhu'l-İslâmi II, 529-531.

[454] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/401-402.