rabia
Sat 29 May 2010, 03:46 pm GMT +0200
Derdim Dermanım Benim
Dertsiz insan olmaz" derler. Doğruluğu tartışılabilir belki, ama, ben dertsiz kimse göremedim. Bazen, "dert nedir?" diye düşündüğüm, hatta bunlar da dert mi dediğim de olmuştur. Veya bir başkasına, -yahu senin dert dediğin şeylere bak- diye eleştirdiğim de olmuştur.
İnsanı dertsiz düşünmek bana göre muhaldir. Hatta, "benim hiç derdim yok" diyenin bile mutlaka bir derdi olduğunu düşünüyorum. "Dertsiz tasasız adam" derler, rahat hareket eden sakin kişilere. Ben onların da dertsiz olduğunu düşünemiyorum.
Bana göre dert, insanı olgunlaştıran herkeste mutlaka öyle ya da böyle bulunan bir unsurdur. Her yaştaki insanın derdi vardır. Çocuğun bisiklet hayali, bir gencin bilgisayar sahibi olma isteği, evli çiftlerin bir ev sahibi olma uğraşı... v.s. Bu misaller arttırılabilir. Aman bunlar dert mi derseniz, evet, derim. Çünkü insanın ulaşmak isteyip de bir türlü ulaşamadığı şeyleri de bir dert olarak düşünmek gerekir. İnsana sıkıntı veren, "içini" meşgul eden her şey derttir bana göre. Ama dertte de seçici davranmak lâzım. Yani, gönlümüzü meşgul edecek şeyi biz seçmeliyiz. Demek istediğim, dert olabilecek veya dert olması gereken hususları elekten geçirmek ve insanı olgunlaştıran meseleleri dert edinmek gerekir. Bir misalle izah edeyim: -Bilgisayar sahibi olmak isteyen biri, yatarken kalkarken, hatta uyurken hep onun hayaliyle yaşar. Vitrinlerde, gazete ilanlarında bilgisayar reklamı gördüğü zaman gözünü ondan ayıramaz, saatlerce bakar ve "içi" gider. Ona bakmakla geçen zamanın farkında bile olmaz. Sonuçta, ona ulaşınca da istediğine kavuşur, ama, bir müddet sonra bıkar. Yani başka dert başlar.
Hayat mücadelesi başlı başına bir derttir zaten.
Her doğan gün bir önceki günü aramamıza sebep oluyor. Hayat şartları gittikçe zorlaşıyor. Zorlanan insanlar hep aynı kişiler oluyor. Rahat bir nefes almamıza bile tahammül edemeyen birilerinin var olduğu belli. 2001 yılını "vergiler yılı" ilân etmek ve gelir seviyesi düşük vatandaşların son çırpınışları olduğunu söylemek bir kehanet olmasa gerek. Yani, yaşadığımız sıkıntıların ben de farkındayım. Farkında olmamak mümkün mü?
Bakın size ne söyleyeceğim. Bir adam varmış zamanında. Adamcağızın işi gücü kuşlarla meşgul olmakmış. Ama hasetçi, kara yüzlü bir kişi, içi sevgi dolu bu insana bir komplo kurmuş. Haksız bir isnatla hakim karşısına çıkmasını temin etmiş. Hakim karşısına çıkan bu masum insanın hakimin suallerine verdiği cevap günümüzde hâlâ terennüm edilmektedir:
"-Hakim bey, siz beni bırakın da (koynunda taşıdığı kuş için) şu benim kuşuma bir eş bulabilir misin? Onu söyleyin."
Adamın verdiği cevap ne kadar manidar, değil mi? Derdi anladınız mı şimdi?
Tarihe bakıldığında görülecektir ki, sevgi insanları hep sıkıntılı zamanlarda zuhur etmiştir. Mevlânâ, Yunus Emre gibi insanlar tarihimizin en çalkantılı dönemlerinde yetişmişler ve hâlâ bize ışık saçmaktadırlar. Böyle abidevi şahsiyetlere ne kadar ihtiyacımız var, değil mi? Onları birer sevgi abidesi yapan içlerindeki dertti. Derdi, O olan meyus olmaz. O'nun derdiyle hemhal olanın hayatı renklenir, azmi artar, insanlara faydalı kişi haline gelir. O'nun derdine düşenlere "Aşık" derler.
"Derman arardım derdime / Derdim bana derman imiş" dedirten hep O'nun sevdasıdır. Veya "Ey derde derman isteyen / Yetmez mi dert derman sana" içindeki sırda yine O'nun sevdası gizlidir. Niyazi-î Mısrî gibi birçok aşığı derdine sevdalandıran, bu derdin mahiyeti ne idi?
İşte baştan beri anlatmak istediğim dert, anlatılması güç yaşanması güç ve bir o kadar sabır isteyen, dayanma gücü isteyen, mahiyeti tarifle değil yaşamayla anlaşılabilen duygular yumağıdır.
"Allah, dertlere deva versin" diye dua ederiz. Ben "derdimi bana deva yap" derim dualarımda. Öyle öğrendim aşıkların hayatlarından. Seviyorum ve sevginin dertlerle boğuşmak olduğunu, sabır istediğini biliyorum. Dayanamadığım oluyor ama dayanmak gerektiğini biliyorum. Ve biliyorum ki, beni yakaladığını düşündüğüm derdimi kaybedersem bir hiç olacağım. Ben derdimle varım.
Kendinizi şöyle bir yoklayın. Göreceksiniz ki sizin de bir derdiniz vardır. Hadi yoklayın kendinizi. Yaşadığınız duygular karmaşasının içinden sıyırıp alın ve karşılaşın derdinizle. Korkmayın ondan. Hesaba çekin, hesaba çekilmeden kendinizi. Eğer O'nun derdinden iz bulamaz iseniz mutlaka bu derdi atın ve O'nun boyasına boyanın. Bilin ki, o dert insanı kemale erdirir. İnsan-ı Kamil'de görülen vakur hal heybet ve muhabbet, hep O derde bürünmenin, O dertle yanmanın neticesi oluşmuştur.
Işık insanları bir bir kaybettiğimiz şu günlerde kendimizi yetiştirme ve onlara olan ihtiyacımız her zamankinden daha fazla zaruret halini almıştır. Öyle değil mi? Lütfen, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilelim. Herkesin mutlaka bir tutar tarafı vardır. Ona o cephesinden yaklaşıp onu öyle değerlendirelim. Kaybetmeğe değil, kazanmaya çalışalım. Dertlerimize sahip çıkalım. Ortak dertlerde buluşalım
Bu ülkeden niçin yeni Yunus'lar, Mecnun'lar, Kerem'ler, Ferhat'lar, Karacaoğlan'lar ve sayısını bilmediğim diğer aşıklar tekrar yetişmesin?
Alıntı
Dertsiz insan olmaz" derler. Doğruluğu tartışılabilir belki, ama, ben dertsiz kimse göremedim. Bazen, "dert nedir?" diye düşündüğüm, hatta bunlar da dert mi dediğim de olmuştur. Veya bir başkasına, -yahu senin dert dediğin şeylere bak- diye eleştirdiğim de olmuştur.
İnsanı dertsiz düşünmek bana göre muhaldir. Hatta, "benim hiç derdim yok" diyenin bile mutlaka bir derdi olduğunu düşünüyorum. "Dertsiz tasasız adam" derler, rahat hareket eden sakin kişilere. Ben onların da dertsiz olduğunu düşünemiyorum.
Bana göre dert, insanı olgunlaştıran herkeste mutlaka öyle ya da böyle bulunan bir unsurdur. Her yaştaki insanın derdi vardır. Çocuğun bisiklet hayali, bir gencin bilgisayar sahibi olma isteği, evli çiftlerin bir ev sahibi olma uğraşı... v.s. Bu misaller arttırılabilir. Aman bunlar dert mi derseniz, evet, derim. Çünkü insanın ulaşmak isteyip de bir türlü ulaşamadığı şeyleri de bir dert olarak düşünmek gerekir. İnsana sıkıntı veren, "içini" meşgul eden her şey derttir bana göre. Ama dertte de seçici davranmak lâzım. Yani, gönlümüzü meşgul edecek şeyi biz seçmeliyiz. Demek istediğim, dert olabilecek veya dert olması gereken hususları elekten geçirmek ve insanı olgunlaştıran meseleleri dert edinmek gerekir. Bir misalle izah edeyim: -Bilgisayar sahibi olmak isteyen biri, yatarken kalkarken, hatta uyurken hep onun hayaliyle yaşar. Vitrinlerde, gazete ilanlarında bilgisayar reklamı gördüğü zaman gözünü ondan ayıramaz, saatlerce bakar ve "içi" gider. Ona bakmakla geçen zamanın farkında bile olmaz. Sonuçta, ona ulaşınca da istediğine kavuşur, ama, bir müddet sonra bıkar. Yani başka dert başlar.
Hayat mücadelesi başlı başına bir derttir zaten.
Her doğan gün bir önceki günü aramamıza sebep oluyor. Hayat şartları gittikçe zorlaşıyor. Zorlanan insanlar hep aynı kişiler oluyor. Rahat bir nefes almamıza bile tahammül edemeyen birilerinin var olduğu belli. 2001 yılını "vergiler yılı" ilân etmek ve gelir seviyesi düşük vatandaşların son çırpınışları olduğunu söylemek bir kehanet olmasa gerek. Yani, yaşadığımız sıkıntıların ben de farkındayım. Farkında olmamak mümkün mü?
Bakın size ne söyleyeceğim. Bir adam varmış zamanında. Adamcağızın işi gücü kuşlarla meşgul olmakmış. Ama hasetçi, kara yüzlü bir kişi, içi sevgi dolu bu insana bir komplo kurmuş. Haksız bir isnatla hakim karşısına çıkmasını temin etmiş. Hakim karşısına çıkan bu masum insanın hakimin suallerine verdiği cevap günümüzde hâlâ terennüm edilmektedir:
"-Hakim bey, siz beni bırakın da (koynunda taşıdığı kuş için) şu benim kuşuma bir eş bulabilir misin? Onu söyleyin."
Adamın verdiği cevap ne kadar manidar, değil mi? Derdi anladınız mı şimdi?
Tarihe bakıldığında görülecektir ki, sevgi insanları hep sıkıntılı zamanlarda zuhur etmiştir. Mevlânâ, Yunus Emre gibi insanlar tarihimizin en çalkantılı dönemlerinde yetişmişler ve hâlâ bize ışık saçmaktadırlar. Böyle abidevi şahsiyetlere ne kadar ihtiyacımız var, değil mi? Onları birer sevgi abidesi yapan içlerindeki dertti. Derdi, O olan meyus olmaz. O'nun derdiyle hemhal olanın hayatı renklenir, azmi artar, insanlara faydalı kişi haline gelir. O'nun derdine düşenlere "Aşık" derler.
"Derman arardım derdime / Derdim bana derman imiş" dedirten hep O'nun sevdasıdır. Veya "Ey derde derman isteyen / Yetmez mi dert derman sana" içindeki sırda yine O'nun sevdası gizlidir. Niyazi-î Mısrî gibi birçok aşığı derdine sevdalandıran, bu derdin mahiyeti ne idi?
İşte baştan beri anlatmak istediğim dert, anlatılması güç yaşanması güç ve bir o kadar sabır isteyen, dayanma gücü isteyen, mahiyeti tarifle değil yaşamayla anlaşılabilen duygular yumağıdır.
"Allah, dertlere deva versin" diye dua ederiz. Ben "derdimi bana deva yap" derim dualarımda. Öyle öğrendim aşıkların hayatlarından. Seviyorum ve sevginin dertlerle boğuşmak olduğunu, sabır istediğini biliyorum. Dayanamadığım oluyor ama dayanmak gerektiğini biliyorum. Ve biliyorum ki, beni yakaladığını düşündüğüm derdimi kaybedersem bir hiç olacağım. Ben derdimle varım.
Kendinizi şöyle bir yoklayın. Göreceksiniz ki sizin de bir derdiniz vardır. Hadi yoklayın kendinizi. Yaşadığınız duygular karmaşasının içinden sıyırıp alın ve karşılaşın derdinizle. Korkmayın ondan. Hesaba çekin, hesaba çekilmeden kendinizi. Eğer O'nun derdinden iz bulamaz iseniz mutlaka bu derdi atın ve O'nun boyasına boyanın. Bilin ki, o dert insanı kemale erdirir. İnsan-ı Kamil'de görülen vakur hal heybet ve muhabbet, hep O derde bürünmenin, O dertle yanmanın neticesi oluşmuştur.
Işık insanları bir bir kaybettiğimiz şu günlerde kendimizi yetiştirme ve onlara olan ihtiyacımız her zamankinden daha fazla zaruret halini almıştır. Öyle değil mi? Lütfen, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilelim. Herkesin mutlaka bir tutar tarafı vardır. Ona o cephesinden yaklaşıp onu öyle değerlendirelim. Kaybetmeğe değil, kazanmaya çalışalım. Dertlerimize sahip çıkalım. Ortak dertlerde buluşalım
Bu ülkeden niçin yeni Yunus'lar, Mecnun'lar, Kerem'ler, Ferhat'lar, Karacaoğlan'lar ve sayısını bilmediğim diğer aşıklar tekrar yetişmesin?
Alıntı