- Delilerin beyi Veysel Bey

Adsense kodları


Delilerin beyi Veysel Bey

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 21 July 2012, 12:04 pm GMT +0200
Delilerin beyi: Veysel Bey
Köksal ALVER • 77. Sayı / TOPLUM


Veysel Bey, bir meczup, günlük dilde deli. Ama gelin görün ki, hem deli hem akıllı. Yeryüzünün en ilginç insanlarının yer aldığı deliler evreninin nadide üyelerinden biri.
Kendine özgü; özgün ve farklı. Belki diğer tüm meczuplar/deliler gibi bildik ritüelleri, bildik tavırları olabilir, ancak onu diğerlerinden ayırt eden belirgin özellikleri de yok değil. Bu bakımdan o, deliler galerisinin farklı bir sureti. Her deliyle aynı kefeye koymak mümkün değil.

Her delinin, yüzünde, bakışlarında ve hallerinde topladığı bir hikâyesi var. Deli, mutlak surette hikâyesi olan adamdır. Gerçekte hangi delinin yürek yaralayan, bakışları düşüren, kalbi inciten hikâyesi yoktur ki? Çünkü deli, başından türlü haller geçen adamdır. Başından türlü haller geçmekse, bana göre, bir ermişlik, erenlik işareti. Başından türlü haller geçmeyen adamın çiğliği, hamlığı, cahilliği ve pervasızlığı ortada. Ona kim öğüt verebilir, kim ona birkaç dakika tahammül edebilir, kimin nasihatini dinler? Sadece dalkavuklar, yahut olsa olsa iyi niyetliler. Nihayetinde başından haller geçmeyen insan pişmemiştir, görmemiştir, imtihan nedir bilmemiştir. Onun için de sözün kıymetini bilmez ve ayağa düşürür. Pek çok akıllı insan gibi. Pek çok damarı keşfedilemeyen deli gibi.

Veysel Bey, başından türlü haller geçen biri. Sonradan “deli”. Zaten delilik sonradan olan bir durum değil mi? Bu yüzden delilik/meczupluk, farklı bir basamak olarak görülüyor. Ona akıl sır erdirilemez. Deli, normal iken anormal hale gelen bir kişi. Normal insanlar gibi sıradan bir hayat yaşarken, konuşurken, topluma dâhilken, bir nedenle, normal insanlar gibi yaşamayan, konuşmayan, topluma dâhil olmayan biri haline gelir. Bir anda mı olur, bir zaman içinde mi, bilinmez. Ama bilinen bir şey varsa, onun, bir nedenle bir vakitte başka bir âleme geçtiği, o âlemden hayata dâhil olduğudur. Deli, âlem değiştiren, âlemler arasında gidip gelendir.

Veysel Bey, Erzurum/Narman’a bağlı Ergazi köyünde doğar, büyür. Milli Mücadele yıllarında Erzurum civarından köy çocuklarını okutup yetiştirmeyi kafasına koyan Kâzım Karabekir Paşa’nın himmetiyle, binlerce çocuk gibi Erzurum’a okumaya götürülür. O, artık Paşa’nın gürbüz çocuklar ordusunun bir neferi, güzide altı bin çocuktan biridir. Zeki ve çalışkan bir talebedir. Derslerinde başarılıdır. Ancak ne olursa okulda olur. Başka türlü bakmaya, başka türlü düşünmeye başlar Veysel. Bu başkalıktan sonra artık okulda kalması mümkün değildir. Okulu bitiremeden köyüne döner. Köyünde bildik muameleyle karşılaşır. Çocukların deli diye peşinden koştuğu, büyüklerin gülüp eğlendiği biridir. Belli ki bu durum hayli ağırına gider. Bunu anlar. Köyünde duramaz. Bir zaman sonra başka bir mekâna, Narman’a gelir ve ölene kadar burada kalır. Hikâyenin yepyeni faslı böylece başlar. Zeki ve çalışkan bir talebe olan Veysel köyünde Deli Veysel’dir; ilçede ise Veysel Bey olur. Bu nasıl olur? Bir deli nasıl bir beyefendi haline gelir, nasıl beylik sıfatına bürünür?

Narman’da olağanüstü bir ilgi görür. Ağırlanır, kollanır. Kollanmaktan öte el üstünde tutulur. Her deliye gösterilmeyen bir muamele ona gösterilir. Veysel Bey’in farkı farkedilir böylece. Kahveci Ömer Turan, kahvehanesinde ona bir yer verir; köşedeki tahta sediri ona tahsis eder. İtibarlıdır. Kıymetlidir. Sevilir, sayılır. Hürmet edilir. Yedirilir, içirilir, giydirilir. Bütün Anadolu şehirlerinde görülen çarşı âdeti Veysel Bey’i de kucaklar. Bu Anadolu çarşı âdetinde, esnaf ve eşraf, delilerin sahibidir. Onların her halinden kendini sorumlu görür esnaf. Delinin kendine zimmetli olduğuna inanır ve öyle davranır. Bu tutum, esnaflığın gereğidir, çarşının bir üyesi olmanın ödevidir. Esnaf kendi delisini bir veli gibi görür. Delisi olmayanın velisi olmaz sözüne inanır. Bu inancı sosyal davranışlarına ilke yapar. Narman Çarşısı, bu inanç gereği Deli Veysel’i sahiplenir. O, korunur, kollanır, gözetilir. Aç ve açıkta bırakılmaz. Adeta taht sunulur kendisine. Sosyal mekânların en itibarlılarından biri olan kahvehanede kendisine ait bir bölüm yapılır. Bu herkese sunulacak bir ikram değildir. Feyyaz Eröz ise, Veysel Bey’in temizliğinden sorumlu tutar kendini. Belli aralıklarla onu hamama götürür ve tüm temizliğini yapar. Temiz elbiseler giydirir, saçlarını tarar. Adeta onun üstüne titrer; bir baba gibi, ana gibi.

Deli Veysel’in başka bir âlemin şerefli ve yüce bir ferdi olduğu hemen anlaşılır. Halleri kendinde olanı aşikâr eder. Hallerinde nice hikmetler saklıdır çünkü. Duruşu, bakışı, düşünüşü, özenli tavırları, kibarlığı, temizliği, sağa sola saldırmayışı, sataşmayışı, kendini içinin akışına bırakışı ister istemez ahali tarafından fark edilir. İşte Deli Veysel’in Veysel Bey haline gelişi böyle başlar. Bunu belirleyen en önemli unsurlardan biri ise Veysel’in kibarlığıdır. Erzurum’da aldığı eğitimden midir, kendinden mi bilinmez ama Veysel hiç kimseye ismiyle hitap etmez, mutlaka “bey” sıfatını kullanır. Kendine mekân açan kahveci Ömer Turan’ın bütün ilçede Ömer Bey şeklinde anılması da böyle başlar. Tabii artık Veysel de Veysel Bey’dir. Bütün ilçe de bu kibar ve beyefendi deliye beylik sıfatını vermekte gecikmez. O artık Narman’ın güzide beyidir.

Kendisine beylik makamını veren Narman’a vefa borcunu öder Veysel Bey. Ölene kadar oradan ayrılmaz. Adeta ellerini ilçenin üstünde dolaştırır. Nefesini sokaklara, caddelere ve misafir edildiği evlere yayar. İlçenin kendisine uzattığı eli düşürmez. İlçenin elinden tutar. İlçeye nice hikmetler bırakır, öyle gider öte âleme. 1970’lerin başında, yetmiş küsur yaşlarında ölür. Cenazesi çok kalabalıktır. Bütün ilçe cenazededir. Kendisine büyük hürmet gösteren, hatta onu gördüklerinde masalarına buyur eden, kendilerinden dahi üstün bilen hocalar arasında cenazeyi kim kıldıracak şeklinde bir tartışma çıkar. Cenaze namazını ilçenin kıdemli hocalarından Vehbi Hoca kıldırır. Tuztaşı köyününün büyüklerinden Hasan Baba ise bir konuşma yapar cenazede. Veysel Bey’i anlatır uzun uzun. Onun sıradan bir insan, hele bildiğimiz anlamda asla bir deli olmadığını söyler. “Veysel Bey, abdaliyyundandır” der. Onun mertebesinin yüce olduğunu ifade eder. Allah ile yakınlığına işaret eder. Tabutu eller üstünde mezarlığa taşınır. Büyük bir titizlikle gömülür. Mezarı yapılı bir haldedir, kitabesi yoktur. Ama kendisi hem mezarlıkta hem ilçenin toplumsal hafızasındadır. Nice hikâyesi ve hikmetli sözleri hâlâ dillerde ve hayattadır.

Veysel Bey’i sıradan bir deli olmaktan uzaklaştıran değişik halleri vardır. Belki onu beylik ve abdallık makamına oturtan da bu halleridir. O güçlü bir kişidir. Haşin, sert ve çetin cevizdir. Dalga geçilmeye, alaya alınmaya asla izin vermeyen bir duruşu ve bakışları vardır. İnsana tenezzül etmez. Dilenmez, sadece hakkını ister. Eyvallahı yoktur. Sözünü esirgemez, sakınmaz. Sözü eğip bükmez. Hakikati insanın yüzüne yapıştırır. Bu yüzden herkesle arasını iyi tutma gibi bir derdi yoktur. Hasan Baba’ın cenaze namazında işaret gibi sadece Allah ile arasının nasıl olduğunu önemser. Bu yüzden ikiyüzlü siyaseti yoktur. Bildiği yolda yürür.
İnsanları tanır ve karakterlerine göre ayırt eder. Herkesin kapısına varmaz, herkesten para istemez, herkesin yemeğini kabul etmez. Seçer. Seçici davranır. Kötü huylu biri dünyaları önüne yığsa dönüp bakmaz bile, elinin tersiyle iter verdiğini. Doğruluğu ve dürüstlüğü ile bilinen insanların yemek davetine icabet eder, onlara nazı geçer, onlardan ister. Ama ihtiyacı kadar.

Elinde fazla para tutmaz. Zaten ihtiyacı kadar aldığı için hemen harcar. Ancak zaman zaman bolca para verildiğinde onları kese kâğıtlarında biriktirir. Günlük yiyeceğini temin ettikten sonra, babalarından para isteyip alamayan çocukların imdadına yetişir. Kendinden para isteyen hiçbir çocuğu geri çevirmez. Bol bol dağıtır çocuklara. Para dağıttığı diğer insanlar ise fakir-fukaradır. İlçenin yoksullarını tanır, bilir. Onları gözetir. Onlara gizli gizli para verir. Müthiş incelikli davranır para verirken. Onları incitmeden, kişiliklerini ezmeden avuçlarına yahut ceplerine paraları bırakır. Sırtlarını sıvazlar. Şöyle bir bakar gözlerine. “Bu da geçer yahu” der gibi. Kendisi muhtaç iken, muhtacın elinden tutar. Eğer para bitmemiş ve birikmişse, bu defa paraları evlerin damlarına, yollara, dereye ve toprağa avuç avuç serper. Elinde bir şey bırakmaz, elini temizler. Bütün bir ömrünü para peşinde harcayan akıllılara ne söyler acaba? Hangi hikmeti emanet eder onlara bu davranışlarıyla?

Sürekli gezer. Elbette yalnız. Sokakları ve çarşıları adımlar. Dağlara tutkundur. Selgâh ise onun uzun vakitler geçirdiği nadide mekânıdır. Bir taşa oturup suya bakar; suyun akışına, taşlardan geçişine. Başını kaldırıp bulutlara, göğün hareketlerine dalar. Elindeki çubukla toprağa şekiller çizer, yazılar yazar. Yalnızlığın burcunda yaşar. İnsanlarla mesafelidir ve mesafenin kaybolmasını asla kabul etmez, onlarla çok fazla senli benli olmaz. Gerektiği kadar. Kimsenin yanında ve masasında uzun zaman oturmaz. Söyleyeceği bir şey varsa söyler gider. İsteyeceği varsa ister ve hemen oradan uzaklaşır.

Çoğunlukla kendi kendiyle, kendi müstesna âlemindedir. Kendini dinler, kendine bakar. Kendi kendine konuşur. İçine söyler, içine açılır. Kendi kendine konuşana halk deli der oysa. Veysel Bey, bu algıya itibar etmez, inadına kendi kendine konuşur, mırıldanır, bir şeyler söyler. Ne dediği anlaşılmaz. Akıllı insanlar kendi kendine konuşmayı da anlaşılmayan sözleri de sevmez. Çünkü akıllı insanlar topluluğu, kendi kendine konuşmanın lezzetini bilmez, bu eşsiz tattan kendilerini mahrum bırakırlar. O yüzden hep başkasıyla konuşur, başkasını konuşur, konuşur da konuşurlar. Kendi kendine konuşmayı bilmediği gibi susmayı da bilmez akıllı insanlar. Konuşarak kendini ve başkasını boğarlar. Deliler/meczuplar ise hem çok güzel susarlar hem de mütevekkil bir edayla kendi kendilerine konuşurlar. Veysel Bey gibi.

Veysel Bey, menkıbevî bir hayata sahiptir. Kuşkusuz bu durum ona bambaşka bir duruş verdiği gibi, farklı bir mevki sağlar. Belki bundan olsa gerek, kendisiyle bir ömür beraber olan ve kahvehanesinin bir köşesini kendisine tahsis eden Ömer Turan’a göre o “deli falan değil, olsa olsa başka bir adamdır. Boş adam değildir kesinlikle. Doludur. Bilgilidir. Keramet sahibidir. Bizim aklımız ermez ona. Hikmetli sözleri vardır. Derin çok derin biridir.” Bu başka adam, hayatıyla, yapıp ettikleriyle halkın gözünde başka bir yere oturur. Hallerinde hikmetler aranır. Sözleri zaten hikmet doludur. Akıllı adamlar şaşar kalır sözlerine. Akıllı insanlar ondan bir hikmetli söz duymak için adeta çırpınırlar. Dursun Coşkun’a söylediği bir sözü, kaç akıllı adam söyleyebilir? “Dursun Bey, bugünkü yemeğim sana ait, ver bir lira” diyen Veysel Bey’e, onu konuşturmak, oyalayıp ağzından birkaç kelam almak arzusuyla “Yahu Veysel Bey, para vermesi de o kadar zor ki, nasıl vereyim şimdi bilmiyorum” diyen Dursun Coşkun ve etrafındakiler, Veysel Bey’in taşı gediğine koyan, ‘öyle mi, istemesinden de mi zor’ sözü karşısında ne diyeceklerini bilemezler.

Veysel Bey, söylendiği gibi eğitimli biridir. Yazıyı bilir, eski yazıyı tabii. Elinden kalem-kâğıt eksik olmaz. Tahta sedirinde sürekli bir şeyler yazar. Bakmak isteyenlere göstermez, okumak isteyenlere okutmaz. Yazdıklarını biriktirmez. Hemen yırtıp atar, sobanın ateşinde o sözleri yokluğa gönderir. Şekiller çizer. Matematiksel şekiller. Toplama, çıkarma işlemleri. Karekökler, problemler.

O, bir deli, bir meczup ama beydir. Bazen ağzından kızgınlıkla küfürlü sözler çıksa da genelde nazik ve kibardır. Beyzade bir kişiliktir; herkese “bey” diye hitap eden bir beyzade. Öte âleme göçmesine rağmen, mümtaz makamında oturmaya devam eden, sözleri ve hikmetleriyle ilçenin toplumsal hayatında dolaşan, akıllı insanlar topluluğuna nice ibretler, hikmetler ve dersler bırakan bir uyarandır, bir ışıktır Veysel Bey: Delilerin beyi…