seymanur K
Sun 19 June 2011, 02:56 pm GMT +0200
Delil
Görünür varlık alemi ve üstün haber (Kur'ân) olmak üzere iki türlüdür.
Akıl ile delil, birbirlerini karşılıklı olarak içerirler.
Akıl, delil isteyendir (müstedill).
Görünür varlık alemi (ayan) ve üstün haber, akıl yürütmenin sebebi ve aslıdırlar.
Asıl unsurun olmaması durumunda fer'i unsurun varlığı ve delilin olmaması durumunda akıl yürütme imkansızdır.
Görünür varlık alemi (ayan), gayb alemine kılavuzluk eden bir tanıktır.
Haber, bir şeyin doğru olduğunu gösterir. Asıl unsuru güçlendirmeden fer'i unsuru ele alan sefihtir.
Kısas isteyen de affeden de haklıdır veya vadesi gelince alacağını isteyen de alacağın tahsili konusunda en uygun yol olan borçluya bir iyilik kabilinden alacağını biraz erteleyen de haklıdır; ancak bu örneklerde olduğu gibi nice gerçekler diğerlerine göre daha gerçektir (nice haklar diğerlerine göre daha haktır).
Nice iyi, başkasına ait olan iyiden daha iyi; nice kötü, başka bir kötüden daha kötü; nice farz, diğerinden daha gerekli ve nice erdem, başka erdemlerden daha erdemdir.
Sevgi ve nefret eğer aşırıya kaçarsa, adaleti sarsar, aklı fesada uğratır ve bâtılı gerçek gibi gösterir.
Kötülük ehli, halifeleri arasında ayırım yapmadıkları gibi, imamları arasında da ayrım yapmazlar.
Her ne kadar gerçek, her durumda apaçık ve batıl, her duruda batıl ise de insanların çoğu ne istediğini bilemez, bir kısmı, kısmen bilir kısmen bilemez. Bir kısmı önce bilir sonra unutur; bir kısmı ise çoğu gerçeği bilir, ama en kolay yolu ve en yakın gerçeği bilmez.
Öğrenip gerçeğe uygun hareket etme arzusu ile çaba göstermeyen de, gerçeği anlayabildiği halde derlenip toparlanıp iyice öğrenildiğinde bütünü ile gerçek, itaat sanatında ve batıl mezheplere karşı uyandadır.
Gerçeği bilen, gerçeğin arkaplanına nüfuz etmek ve her mezhebi bilmek ister, ancak haber-i vahîd gerçeği kısmen bilenler için bir anlam ifade eder.
İnsanlara, öğrenip unuttuklarını hatırlatır, lakayd olanları ve hakkı teslime yeterince özen göstermeyenleri uyarır, doğru yolu yitirmiş olana, doğru yolu terketmiş olduğunu gösterir. Belki, ifadesinin güzelliği, delilleri izahı ve ifadedeki nuru karşısındaki farkeder de onu dikkate alır, görüş ve düşüncelerini beğenir, kendi inançlarını değiştirir, içine düştüğü gaflet ve sarhoşluktan uyanır ve ayılabilir diye düşünür. Çünkü nerede olursa olsun gerçek apaçık ve hangi dönemde olursa olsun batıl ayaklar altındadır.
Şüphe karşısında, sahip olduğu nur sebebi ile delil apaçık ortadadır.
Kendisini meşgul edip dikkatini dağıtabilecek bir şeyden etkilenmeksizin tek başına bir esere yoğunlaşan ve okuyan biri, başkası ile bir konuyu tartışan biri gibi değildir; çünkü tartışmada -örneğin kendi görüşünü beğenme vb.- çok sayıda afet vardır.
Tartışmada var olan ve gerçeğin kabulünü engelleyen kibir, insanı tartışmaya iten üstün gelme arzusu ve doğruyu kabule eğilimli olan sağduyuyu ortadan kaldıran hataya düşme telaşı, tarafların birbirlerini anlamasına engeldir.
Bir konu üzerinde yoğunlaşıp o konuda daha önce derlenmiş, yahut telif edilmiş bir eserin etüdü, hakikat ölçülerini ortaya çıkarmayı amaçlayan biri için bünyesinde çok sayıda afet bulunan tartışma yöntemine nazaran daha elverişli bir yöntemdir. İşte bu nedenle açık ve anlaşılır bir eser telif edip bu eserde ele aldığım so-ftinlan ya kitap, sünnet, icma-ı ümmet ile; yahut istinbat yöntemi ile açıklamak, nasslarla çözüme kavuşturma imkanı olmadığı zaman da kıyas caiz ise kıyasla, caiz değilse teslimiyetle hareket etenin daha uygun olduğunu düşündüm.
İnsanın bilgisiz olduğu veya yeterince bilgi sahibi olmadığı bir konuda izleyeceği en güvenli yol, nehyedilen bir şey ile mükellef tutmaktan (haramı helal kılmak) hatta böyle bir konuyu araştırmaktan bile kaçınmaktır. Bu aynı zamanda Allah'a yakın olma ve O'nun rızasını kazanma vesilesidir.
Kul deneyim kazanmak, bilgisini artırmak ve değerini yükseltmek için düşünmeli, sonuçları değerlendirmeli ve ibret almalıdır; kendisi için bundan daha büyük bir zenginlik yoktur.
Düşüncesi kıt olanın deneyimi de kıt, deneyimi kıt olanın bilgisi de kıttır; bilgisi kıt olanın kusurları açığa çıkar, iyilik ve taatten bir nasib alamaz ve yakînî inanç, hikmet ruhu ve güven duygusundan yoksundur.
Öğrendikleri konularda anlamları iyi düşünüp değerlendirme ve tanımlama amacı gütmeyen biri sadece dil ile ve zihnen ilim tahsil edip ezberleyerek bilgisini ne oranda artırabilir ki?
Uzuvlardan sadır olan bilinç dışı davranışlar dışında hiç bir şey bilmeyenler ile hayvanlar birbirine ne kadar yakındırlar. Ama duyup işittiklerini düşünüp değerlendirmek sureti ile öğrendiklerinden sonuç çıkarmaya, kendisine emrolunanlan anlamaya çalışan, ilmin sınırlarını sonuna kadar zorlayan ve gerçeğin bütün boyutlarına nüfuz etmek isteyen biri, temel prensipleri belirleyerek fer'i konulan bunlara irca eder. Bu şekilde lehine ve aleyhine olan hükümleri ayırdedip kendi doğasına uygun olan ile ifsad eden şeyler arasında ayrım yapabilir ve böylece tartışmacı yapısının kendisini helak etmesine ve şehevî arzuların kendisini küçük düşürmesine engel olabilir.
Olmuş olaylardan hareketle olan ve olacak olan olayları ve olayların varıp dayanacağı sonuçlan bilir (113), Rabbinden korkar, nefsî hazlar yerine aklî hazlan tercih eder... İlim ve hikmet sahiplerinin hazları akıllarında, cahil ve hayvanların hazlan ise şehevî arzularındadır.
Hangi mutluluk, ilim ve kesin inanç mutluluğuna, marifet ve doğru yargının büyüklüğüne, (sevabın) çokluğuna, ancak sağduyu, uzun ve derin düşünce, tekrar ve her şeyden önce Allah'a saygı sonucu elde edilebilecek olan zafere denktir.
Ancak ilim sayesinde insan Allah'ı bilir, O'nun dostluğuna yönelir ve ancak ilim sayesinde O'nun katında bir mevki elde etmek, O'na teslim olmak, O'nun verdiği az bir dünyalık ile yetinerek çok sevap elde etmek ister. Çünkü Allah (c) çok cömerttir.
İsteyen isteğine kavuşur, sahip olduğu ile yetinmek için duacı olana sahip olduğu yeterlidir, sakınanı Allah (c) korur ve Allah'a yaklaşana Allah (c) hemen karşılık verir.
Yüz çevirirsen seni davet eder, vazgeçersen seni kabul eder, payına düşenden fazlasını vermekle yetinmeyip senden razı olur, lütuf ve ihsanı ile seni yüceltir ve Allah'ı düşünmeye teşvik eder.
-İyi düşünürsen- seni iyileştirmek için sana hastalık verir, zengin etmek için fakirlik verir, ihsanda bulunmak için mahrum eder, seni hoşnud etmek, bol ve kalıcı nimetler ihsan etmek için az ve fani olandan seni mahrum eder, yaşatmak için öldürür, ebedî kılmak için hayatını sona erdirir, günahtan kurtarmak için seni hastalıklarla tedavi eder, hata ve günahlarından arta kalan kir ve paslardan arındırmak için acı ve sancılarla seni üzer ve sonunda kazandırmak için seni dert ve belalara duçar eder.
Karşılığını istemeden önce nimet verir, sen şükrünü ihmal ettiğin halde tekrar nimet verir, sen O'ndan devamlı yüz çevirdiğin halde O, sana, devamlı ihsanda bulunur. Allah'ın ayetlerini iyice düşünmedikçe O'nun ihsanını, senin için kötü olan şeyleri açıklayıp kurtuluş yolunu gösterdiğini ve hayatını nasıl idame ettirmen gerektiğini bildirdiğini nasıl anlayacaksın? Allah'ı zikir ve nefis ile cihad, ancak Allah'ı hoşnud edecek ve etmeyecek şeyleri bilmek ve O'nun hoşnud olmayacağı söz ve davranışlardan kaçınmakla mümkün olur. Çünkü Allah (c), sana seciye halinde düşünme yetisi ve bilgi vermiş; öfke, hoşlanma ve cimrilik gibi karekteristik özelliklerden dolayı sükut ile seni imtihan etmiştir. Çünkü sükut insanın yapısına aykırıdır; susan kimsenin, hiç konuşamayan (dilsiz) biri gibi neyi gizlediğini kendisinden başkası anlayamaz.
Halbuki söz apaçık ve anlaşılırdır, kıyamete kadar dinleyen ve söz kendisine ulaşan işittiğini anlayabilir; sükut ile ifadeye bürünmeksizin insan ne gerçeği savunan iddiayı ne de amelleri anlayabilir. Hatta kitaptan öğrendiği için, batıldan kaynaklandığını bildiği susmayı bile ifade edilmedikçe anlayamaz.
Ne var ki Hz. Peygamber (s.a) hayır söylemeyenin susmasını emrederek "Allah'a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin veya sussun" buyurmuştur.
İyilik, yapıldığı [583] ve açıklandığı ifade edilirse bilinebilir.
Haris b. Esedi'l-Muhâsibî'nin, Maiyetu'l-Akl ve Hakikatü Ma'nahu isimli eserinin sonu. Gerçek anlamda övgüye layık olan Allah'a hamd ve efendimiz Muhammed (s) ve ailesine salat ve selam olsun. [584]
[583] Yazma nüshada eda kelimesi adab şeklindedir.
[584] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 226-230.