seymanur K
Tue 26 July 2011, 10:49 am GMT +0200
Değişen Gidişat
Müşriklerin kaçtığı, Müslümanların kovaladığı; Müslümanlardan bazılarının ise müşrik ordusunun ordugâhına girip ganimetleri toplamaya, ganimet eşyalarını istiflemeye başladığı anda gidişatı değiştirecek bir şey yaşandı. Ayneyn tepesine yerleştirilen okçular savaşın bittiğini görüp; zaferin Müslümanlara ait olduğundan emin bir halde yerlerini terk etmeye, ganimet toplayanların arasına katılmaya başladılar. Okçuların komutanı Abdullah b. Cübeyr direndi; yerlerini terk eden askerlerine Resûlüllah'm talimatını hatırlattı. Onları durdurmaya çalıştı. Abdullah'ın 'Yerinizi terk etmeyin! Durun! Siz Resulûllah'ın 'Yensek de, yenilsek de benden bir haber gelmedikçe yerinizi terk etmeyin' emrini bilmiyor musunuz? Resulûllah'ın emirlerini hatırlayın; komutanınıza itaat edin' sözlerine, 'Müşrikler perişan oldu, Re-sûlüllah yerimizde sağlam duralım diye öyle söylemişti. Artık savaş bittiğine göre burada beklemek gereksiz [247] karşılığını verdiler. Abdullah b. Cübeyr dahil olmak üzere tepede sadece on kişi kaldı, diğerleri yerlerini terk ettiler.
Müşriklerin korkudan akılları başlarından gitmiş bir hâlde kaçıştıkları ve tepedeki Müslüman okçuların büyük çoğunluğunun görev yerlerini terk ettiği anda, müşriklerden Dırar b. Hattab okçuların boşalttığı tepeyi fark etti. Sesini duyurabileceği kadar uzaklıkta olan Halid b. Velid'e bağırdı: 'Arkana bak, tepeye bak'. Savaşın başından beri hep bir fırsat kollayan Halid b. Velid beklediği ve beklemesine fazlasıyla değecek fırsatı bulduğundan emin bir hâlde komutasındaki süvarilerle birlikte tepeye doğru hücuma geçti. Tepede, Resûlüllah'ın emrine uyma noktasında en ufak gevşeklik göstermeyen on mücahitle, Halid b. Velid'in yüz kişilik süvari birliği arasında kısa süreli, ama yoğun bir çatışma yaşandı. Müslümanlar önce oklarıyla, okları bitince kılıçlarıyla süvari birliğini durdurmaya çalıştılar. Fakat hepsi de kısa sürede şehit oldular; vücutları aldıkları kılıç, mızrak darbelerinden tanınmayacak şekilde parçalandı. Müşrik süvari birliği adeta Bedir'in ve biraz önce yaşadıkları hezimetin intikamını tepedeki bu on Müslümandan aldı.
Bir kısmı müşrikleri kovalayan, bir kısmı ise müşriklerin bıraktıkları mallan toplamakla meşgul olan ve tepede olup bitenden habersiz bulunan Müslümanlar bir anda arkadan kuşatıldıklarını fark ettiler. Neye uğradıklarım şaşırdılar. Hiç beklenmeyen bir şekilde arkalarında buldukları düşman süvarileri karşısında şaşırıp kaldılar. Kendilerine gelip, silahlarına sarıhncaya, karşılık vermeye karar verinceye kadar olan oldu ve Müslüman gruplar arasındaki irtibat kesildi. Bu sırada kaçmakta olan müşrikler de geri döndüler ve saldırıya geçtiler. Müslümanlar artık iki ateş arasmdaydılar. Her taraflarından sarılmışlardı. Üzerlerine yağan ok yağmurunun altında, kendilerine uzanmış kılıç ve mızrakların karşısında, üzerlerine yıldırım gibi gelen atların arasında darmadağın oldular. Her biri kendi canını kurtarmanın derdine düştü. Yaşanan panik öylesine büyüktü ki, bir kısmı kaçıyor, bir kısmı o panik içerisinde müşrik zannederek hemen yanındaki Müslü-mana saldırıyordu. Ebû Bürde b. Niyat, Üseyd b. Hudayr'ı; Ebû Zâ'ne ise Ebû Bür-de b. Niyat'ı; Cebbar b. Sahr, Hubab b. Münzir'i bu şekilde yaralarken; Utbe b. Mes'ud ise Huseyl b. Cabir'i yine aynı şekilde yanlışlıkla öldürdü. Daha birkaç dakika önce müşriklerin yaşadığı panik ve karışıklık, bu sefer aynıyla Müslümanlara geçmişti. Yine daha birkaç dakika önce müşrikler kaçıp canlarını kurtarmanın çabasını yürütürlerken, bu sefer Müslümanlar aynı duruma düşmüşlerdi.
Müslümanlardan hemen herkesin kaçıştığı sırada, yerinden hiç kıpırdamayan ve bir adım dahi geri gitmeyen sadece bir kişi vardı. O da Resûlüllah'tı. Müslümanlar Halid b. Velid komutasındaki süvari birliğinin ani saldırısına uğradığında Resulüllah savaşı izlemekte, ordusunu sevk ve idare etmekteydi. Ancak bir anda Müslümanların darmadağın olmasıyla yanında sadece dokuz Müslüman kalmış; ordusuyla bağlantısı kopmuştu. Önünde iki seçenek vardı; ya kuşatma altındaki ordusunu terk edip kendi canını kurtarmak için dağa çıkıp saklanacak, ya da ordusunu tekrar kendi etrafında toplamanın bir yolunu bulacak. Birinci tercih kendisi ve yanındaki dokuz Müslüman için en kolay ve güvenilir olandı. Ancak bu durumda diğer Müslümanların mahvolacağı kesindi. İkinci yol ise kendisi açısından çok riskli, ama orduyu kurtarmanın tek yoluydu. Tereddüt etmeden ikincisini tercih etti. Müslümanlardan önce müşriklerin duyacağını ve Müslümanlardan önce müşriklerin kendisine ulaşacağını bilmesine rağmen, Müslümanlara seslenmeye, onları yanma çağırmaya başladı: 'Müslüman!ar.' Buraya gelin! Yanıma gelin! Ben Allah'ın Resulüyüm. [248] Ancak Müslümanlardan O'nun bu seslenişini çok az kişi duydu. Çoğu kaçışmakta, bir an önce dağa tırmanarak, dağın taşları arasında siperlenmenin; saklanmanın çabasını gütmekteydi. Bazıları ise o kaçışla Medine'ye kadar gitmişti. Medine'ye kadar kaçanların ilki Sâ'd b. Osman'dı. Savaş alanını terk ettiği sırada duyduğu Resûlüllah'ın öldürüldüğü haberini Medine'ye ulaştırmıştı. Medine'deki kadınlar savaştan kaçanları aşağılayıp, azarlarlarken; Resûlüllah'ın vekil olarak Medine'de bıraktığı Ibn Ümm-ü Mektûm ise iki gözü de görmez bir hâlde Medine sokaklarına çıkmış 'Beni Uhud'a götürün! Beni Uhud'a yöneltin [249] diye yalvarıyordu.
Zırhın içinde olduğu için daha önce tanıyamadıkları Resûlüllah'ı Müslümanlara seslenişiyle tanıyan müşrikler, Resûlüllah'a yöneldiler. Resûlüllah'ın üzerine hücum etmeye başladılar. Bu sırada kendi aralarında özel plan yapanlar da vardı. Müşriklerden Abdullah b. Şihab, Utbe b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Kanıia ve Ubeyy b. Halef aralarında konuşup, birbirleriyle yardımlaşarak Resûlüllah'ı öldürme konusunda anlaşmışlardı. Kararlarını uygulamaya koymak için de hemen harekete geçtiler. Resûlüllah'ın sesinin geldiği taraftaki küçük gruba doğru saldırıya geçtiler.
Savaşın gidişatı değişip, mevcut durum Müslümanların aleyhine dönünce, sayıları savaşın ilerleyen dakikalarında sürekli değişen bir grup Müslüman Resûlüllah'ı aralarına aldılar. Sayıları genellikle on civarında olan bu Müslümanlar, Resûlüllah'a yönelik saldırıları canları pahasına durdurmaya çalışıyorlardı. Müşriklerin ok yağmuruna, kılıç ve kalkan saldırılarına vücutlarını siper ederek sevgili peygamberlerini korumanın çabasını yürütüyorlardı, tik saldırılar sırasında Resûlüllah'ın yanındaki Müslümanlardan yedisi Resûlüllah'ı korumak amacıyla vücutlarını siper ettikleri için şehit oldular. O zamanlar müşrik saflarında bulunan Ebû Nemr-i Kinanî o anın bir tanığı olarak şunları anlatmıştır: 'öldürmek amacıyla Resûlüllah'a bakıyordum. Müslümanlar O'nu aralarına almış korumaya çalışıyorlardı. Ok atmayahaşladık. Ben de elli civarında ok atmış Resûlüllah'ı korumaya çalışan birçok Müslümana isabet ettirmiştim. Aralarında Resulüllah olmak üzere o Müslümanlar ok yağmuru altında birbirlerine kenetlenmişlerdi, üzerlerine her taraftan ok yağıyordu. [250]
Ok yağmurunun altındaki Müslümanlar bir yandan vücutlarını siper ettikleri Resûlüllah'ı korumaya çalışırlarken, bir yandan da müşrik saldırılarını durdurmanın çabasını yürütüyorlardı. Bazıları elindeki kılıçla ilerleyip en yakınındaki müş-riği püskürtmeye çalışırken, oku ve yayı olanlar ise attığı oklarla müşriklerin ok sağanağına karşılık vermeye çalışıyordu. Sehl b. Huneyn ok atan Müslümanlar-dandı. Ustaca attığı oklarla müşriklere zor anlar yaşatıyor, Resulullah'a yaklaşmalarını önlüyordu. Sâd b. Ebî Vakkas da ok atan Müslümanlardan bir diğeriydi. O da ustaca attığı oklarıyla Resûlüllah'ı korumaya, O'na yönelen müşrikleri geri püskürtmeye çalışıyordu. Savaşın o en kızgın anlarını kendisi şöyle anlatmıştır: 'Uhud günü Müslümanlar Resûlüllah'ın yanından uzaklaşıp kaçışmaya başladıkları zaman ben de bir kenara çekildim. Kendimden ne şehitlik arzusunu ne de kurtulma arzusunu uzaklaştırabiliyordum. Bir ara Mikdad'ın 'Resûlüllah seni çağırıyor' diye bana seslendiğini du'ydum.'Nerede' diye sordum. Resûlüllah'ın bulunduğu yeri gösterdi. Hemen kalkıp yanına vardım. Yanına vardığım zurnan hiç korkum kalmamıştı. Resûlüllah bana 'Ey Sâ'd neredeydin?' diye sordu. Ben de 'Ey Allah'ın Resulü! Savaş alanınday-âım1 dedim. Daha sonra Resûlüllah'ın önüne oturup ok atmaya başladım. Her atışta: 'Allahım bu senin okundur! Onunla düşmanı vur' diyordum. Resûlüllah da 'Allahım! Sâ'd'ın duasını kabul et. Sâ'd'ın atışını, okunu doğrult. Devam et Sâ'd! Anam, babam sana feda olsun!' diyordu. O, her ok atışımda aynı duayı yapıyordu. Ok çantam boşalınca, Resûlüllah kendi çantasınâaki oklan da birer birer yayına yerleştirip bana verdi. O, oklan yaya yerleştirmekte herkesten daha çabuk ve gayretli idi. [251]
Şemmas b. Osman çatışmaların kızıştığı, Resûlüllah'ın ok yağmuru altında ve müşrik saldırıları ile karşı karşıya kaldığı anda kendisini Resûlüllah için canlı kalkan yapanlardan birisiydi. Sürekli hareket halinde Resûlüllah'ın dört bir yanında dolaşıp O'na yönelen oklara, kılıçlara ve mızraklara karşı vücudunu siper ediyordu. Fazla geçmeden Resûlüllah'ın önünde şehit düştü. O, Resûlüllah'ın şemmas'ı kendime siper ve kalkan olarak buldum' dediği ve övdüğü bir kimse oldu.
Resûlüllah'ın önünde müşriklere ok atıp müşrik akınlarını durdurmaya çalışanlardan birisi de Talha b. Ubeydullah'tı. Resûlüllah diğer bazı Müslümanlardan oklarını ona vermelerini istedi. Talha, attığı oklarla bir yandan müşrik akınlarını geri püskürtmeye çalışırken, bir yandan da Resûlülah'ı korumaya çalışıyordu. Ayağa kalkan Resûlüllah'ı 'Ey Allah'ın Resulü! Anam babam sana feda olsun! Sakın ayağa kalkma, ne olur otur. Düşman oklarından birisi sana isabet edebilir. îşte göğsüm; bu göğüs senin önünde siperdir [252] diyerek yalvararak oturtmaya çalışıyordu.
Bir ara, müşriklerden Malik b. Zübeyr aradığı fırsatı yakaladı. Resûlüllah'ı öldürmek için okunu atabileceği bir açıklık bulmuştu. Okunu Resulullah'a yöneltti, yayını sonuna kadar gerdi ve bıraktı. Ok hedefe varmak, bir müşriğin Resûlül öldürme amacını gerçekleştirmek üzereydi. Talha b. Ubeydullah, Resulül-l h'a doeru gelen oku son anda fark etti ve okun önüne kolunu kaldırdı. Oku herlerine gitmekten ancak eliyle engelleyebilirdi. Hedefi Resûlüllah olan ok, eline saplandı. Talha, sadece işaret parmağı sağlam kalacak şekilde parçalanan eline ve vücudundaki sayısız yaralara rağmen Resûlüllah'ın etrafında dönüp durmaya devam etti. Vücudunu sevgili peygamberine siper yapıyordu. Sâ'd b. Ebî Vakkas anlatıyor: Talha, Uhud günü Resulullah'a karşı bizim en cömert davrananı-mızdı. Biz, ResûlüUah'm başından oraya buraya dağılıp ayrıldığımız halde, O Resûlüllah'ın yanından hiç ayrılmadı. Talha'yı hep Resûlüllah'ın çevresinde dolaşarak kendisini O'na siper yaptığım görüyorduk. [253] Oklar, kılıçlar, mızraklar Talha'nın vücudunu parçaladı. Kan vücudundan su gibi akıyordu. Aldığı derin yaraların ve kaybettiği kanın etkisiyle bir ara bayıldı. Resûlüllah onu Ebû Bekir'e gösterip ilgilenmesini istedi. Yüzüne su serperek kendisine gelmesini sağlamaya çalıştılar. Talha suyun etkisiyle ayıldı ve başucundaki Ebû Bekir'e 'Resûlüllah nerede? O nasıl?' diye sordu. Sağ olduğunu öğrenince: 'Allah'a şükürler olsun. O sağ olduktan sonra hiçbir felaket önemli değil' [254] dedi. Bir müddet sonra tekrar kalkıp Resûlüllah'ın çevresinde dönmeye, O'nu korumaya çalıştı. Savaş sonrasında tedavisi yapılırken vücudunda onlarca kesik tespit edildi; vücudundaki onlarca kesiğin ve deliğin yanı sıra, başı derince yarılmış ve bir eli tamamen parçalanmış bir haldeydi. Ali de elinde kılıçla savaşanlardandı. Birçok kez müşrik saflarına daldı; saldırıları püskürttü ve tekrar ResûlüUah'm yanma döndü. Ali, savaşın en kızgın anlarını şöyle anlatmıştır: 'Bir ara Resûîüüah'i göremedim. Kendi kendime 'O'nu göremiyorum. Vallahi O savaştan kaçacak birisi değildir. O ölenler arasında da görülmüyor. O hâlde yanlışlıklarımızdan dolayı Allah O'nu insanlar arasından çekip aldı, bizleri de cezalandıracak. Bu durumda benim için çarpışa çarpışa ölmekten daha iyisi yok.' dedim. Müşriklerin arasına daldım. Müşrikleri darmadağın edince Resûlüllah'ın onların arasında kalmış olduğunu fark ettim. [255] Ali, bazen tek başına, bazen diğer birkaç mücahitle birlikte, Resûlülîah'm üzerine sel gibi gelen müşrikleri Resûlüllah'ın kendisine hediye ettiği zülfikarla göğüslemeye çalışıyordu. Adeta bir ordu gibi savaşıyordu. Resûlüllah'ın 'Ne Zülfikar gibi kûıç var, ne de Ali gibi yiğit [256] övgüsünü fazlasıyla hak ediyordu.
Yanındaki Müslümanların bir çoğunun şehit olduğu, diğerlerinin de müşrik akınlarını püskürtmeye çalıştığı anların birisinde Resûlüllah ile müşrik savaşçılar arasında sadece Hamza kaldı. Hamza 'Ben Allah'ın asîanryım' diye bağırarak, bir kişi gibi değil, bir ordu gibi savaşıp, müşriklere karşı koyuyordu. Müşrikleri geriletmeye çalışıyordu. Bu sırada kendisini gizliden gizliye takip eden, sadece kendisine odaklanmış birisinden habersizdi. Hamza'yı öldürmesi karşılığında efendisi Cübeyr b. Mut'im'den serbest bırakılacağı sözünü alan köle Vahşi, Hamza'yı takip etmekte, kendisi için uygun bir an ve durum kollamaktaydı. Böylesi bir fırsatı bulduğu anda, son derece ustaca kullandığı mızrağını attı. Mızrak Hamza'mn kasığından girip arkadan çıktı. O artık bir şehitti. Vahşi yerinden fırladı, Hamza'mn göğsünü kesip ciğerini çıkardı. Elinde Hamza'nın ciğeri olduğu halde Ebû Süfyan'ın eşi Hind'e doğru koştu: 'îşte Hamza, işte Hamza'mn ciğeri' diyerek özgürlük teminatı olan şahsın ciğerini Hind'e uzattı. İntikam ateşiyle yanıp tutuşan Hint, babasını ve birçok yakınını Bedir'de öldüren Hamza'mn ciğerini aldı ve ısırdı. Kopardığı ciğer parçasını çiğnedi, ama yutamadı. Daha sonra Vahşi'ye Hamza'nm cesedinin nerede olduğunu sordu. Hamza'mn parçalanmış, cansız yatan vücudunun yanma geldi. Eğilip kulaklarını, burnunu ve cinsel organını kesti. Mekke'ye girerken boynunda gerdan, ayaklarında halhal olarak Hamza'mn vücudundan kestiği parçalar vardı.
Müşrik akınları karşısında Resûlüllah'ı yanında savaşan bir avuç Müslüman olağanüstü çabayla Resûlüllah'ı korumaya çalışırlarken sığmakları, güç kaynakları korumaya çalıştıkları Resûlüllah idi. Resûlüllah'm hemen yanında savaşıp o anları yaşayan, savaşın en kızgın anında müşrik akınlarını durdurmaya çalışan Mik-dad anlatmıştır: 'Kendisini hak din ve kitapla gönderen Allah'a yemin ederim ki, düşmanın saldırıları karşısında Resûlüllah'm bir karış bile gerilediğini görmedim. Müslümanlardan bir kısmı O'nun yanında toplanıyor, onlar dağılınca da bir başkaları O'nun etrafım sarıyordu. Bu sırada Resûlüllah ise ayakta duruyor, ok veya taş atıyordu. Attığı ok ve taşlarla düşmanı geriletiyordu. Resûîüllah sanki bir askerî birlik gibiydi. O gün hiç kimse O'nu bir adım olsun geriletemedi. [257]
Kaçmayrp Resûlüllah'm yanında kalan çok az Müslümandan birisi de Mus'ab b. Umeyr idi. Resûlüllah'ı öldürmek niyetiyle hücum eden Abdullah b. Kamia'nın karşısına dikildi. Onu durdurmaya çalıştı. Aynı sırada, mücahitlerin su ihtiyaçlarım karşılamak amacıyla orduya sabah katılmış, fakat savaşın bu kızgın anmda bir yiğit kadın olarak Resûlüllah'm yanma gelerek O'nu savunan Nuseybe Hatun da Abdullah b. Kamia'yı durdurmaya çalışıyordu. Abdullah b. Kamia bir kılıç darbesiyle Nuseybe'yi omzundan yaraladı. Nuseybe yere düştü. Nuseybe bir yandan yaralı omzunu tutarken bir yandan da Abdullah b. Kamia'yı durdurmaya çalışıyor, ancak gücü yetmiyordu. Musab b. Umeyr de aynı şekilde büyük bir çabayla Abdullah b. Kamia'yı durdurmaya, Resûlüllah'ı muhtemel bir kötü sonuçtan korumaya çalışıyordu. Ancak İbn Kamia'nın darbeleri ile önce sağ eli, sonra sol eli kesildi. İbn Kamia mızrağını savurdu. Mızrak Mus'ab'm vücuduna saplandı. Mus'ab yere düştü. İbn Kamia, üzerindeki zırh nedeniyle tanımadan öldürdüğü Mus'ab'ı Resûlüllah zannederek büyük bir sevinçle bağırmaya başladı: Muhammed'i öldürdüm! Muhammed'i öldürdüm!' Bu bağırtıyı duyan Müslümanlar daha da paniklediler. Kaçmayanlar da kaçmaya başladılar. Aralarında Ömer'in de bulunduğu bir grup dağa yönelip, kayalığa sığınmaya çalıştı. Dağa vardıkları zaman yığılıp kaldılar. Ne yapacaklarını bilemez hâlde adeta donup kaldılar. Artık Resûlüllah yoktu.
Bazı Müslümanlar, biraz önce canlarım kurtarma telaşıyla kaçarlarken, Resû-rllah'm öldüğü haberi üzerine Resûlüllah öldü ise yasamanın ne anlamı vaf diye-k eerisin geri dönüp müşrik kılıçlarının, mızraklarının üzerine doğru hücuma etiler Diğer bazı Müslümanlar ise 'Resûlüllah öldü ise Allah ölmez: O bakidir' di-erek aynı şekilde müşriklerle savaşmaya devam ediyorlardı. Enes b. Nadr bunlardan birisiydi. O, 'Ey Müslümanlar' Eğer Muhammed öldürülmüş ise, Muham-med'in Rabb'ı da öldürülmedi ya! Muhammed'in çarpıştığı dava üzerinde siz de çarpısın' diyerek savaşa devam ediyordu. Bazı Müslümanların dağa kaçtıklarını görünce de yanlarına gidip 'Neden oturuyorsunuz? Resûlüllah öldü ise siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkın, Resûlüllah'm uğruna canını feda ettiği dava için sizde kendilerinizi da edin' dedi. Onların ağırdan, davrandıklarını görünce 'AllahımJ Şu Müslümanların yaptıkları şeylerden dolayı senden af ve özür diliyorum. Şu müşriklerin Resûlüllah'a karşı yaptıkları zorbalıktan beni uzak tutman için de sana sığımyorum [258] diyerek savaş meydanına döndü. Bu sırada Sâ'd b. Muaz'la karşılaştı. Ona 'Ey Sâ'd! Cennetin kokusu ne hoş! Ben bu kokuyu Uhud'da gerçekten hissediyorum [259] dedi ve düşman saflarına hücum ederek, çarpışa çarpışa şehit oldu. Savaş sonrasında vücudunda onlarca kılıç ve mızrak darbesi bulundu, kulak ve burnu işkence amacıyla kesilmiş, vücudu tanınmaz hale getirilmişti. Kız kardeşi onu ancak elinden ve dişlerinden tanıyabildi.
Savaş meydanının farklı bölgelerinde bunlar yaşanırken, Resûlüllah'm çevresinde savaş hâlâ en şiddetli biçimiyle devam ediyordu. Bazı müşrikler Resûlüllah'm hâlâ karşılarında olduğunu biliyorlardı. Resûlüllah'ı öldürme konusunda arkadaşlarıyla sözleşip yardımlaşanlardan Utbe b. Ebî Vakkas hücuma geçti. Fakat canları pahasına çarpışan, vücutlarını Resûlüllah'a siper yapan Müslümanları aşamadı. Eline bir taş aldı ve Resûlüllah'a doğru fırlattı. Taş hedefini buldu. Resûlüllah'm yüzüne çarpıp dudağını patlattı, bir dişini kırdı. Resûlüllah'm yüzü kan içinde kaldı. Abdullah b. Şihab da bir başka taraftan saldırıya geçti. Resûlüllah'm yanma kadar ulaştı ve alnına vurup parçaladı. Darbenin etkisiyle Resûlüllah dengesini kaybederek savaş öncesinde Müslümanlara tuzak için müşrikler tarafından kazılmış çukurlardan birisine yuvarlandı. Bu sırada yanma kadar sokulmuş îbn-i Kamia'nın kılıcı omzunu sıyırdı; düşüşü kendisini ölümcül kılıç darbesinden kurtardı, ama omuzu yaralandı. Kılıç darbesinden ve düşmesinden dolayı zırhı eğildi. Zırhın halkaları yüzüne battı. Oradaki müşrikler Resûlüllah'ı bu sefer kesinlikle öldürdüklerini düşünerek çekildiler. Akan kanlarla yüzü kırmıza boyanan Re-sûlüllah'ı Ali elinden tutarak, Talha ise vücudundan tutup kaldırarak çukurdan çıkardılar. Tüm bunlar olup biterken Resûlüllah hiçbir şekilde bağırmadı, imdat çığlıkları atmadı. Sadece 'Allahım.' Kendilerini Rabb'lerine davet eden peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir topluluk nasıl kurtuluşa erebüir? [260] diyordu. Yanındaki Müslümanlar müşrikler için beddua etmesini istediler. Kanlara bulanmış, dişi kırılmış, yüzü parçalanmış, zırhının halkaları yanağına batmış Resülüllah'ın dudaklarından sadece 'Ben lanetleyici olarak gönderilmedim. Ben davet edici ve rahmet ediciyim. Allah'ım kavmime doğru yolu göster. Onlar bilmiyorlar [261] sözlerinin döküldüğünü duydular.
Başı ve yüzü kan içinde kalan, yorgunluk ve kan kaybetmekten dolayı bitkin bir hâlde bulunan Resûlüllah, yanındakilerle birlikte Müslümanların bir kısmının çıktığını gördüğü Uhud'a yöneldi. Onlarla bir araya gelmeyi düşünüyordu. Ancak özellikle yüzüne batmış halkalar dayanılmaz acı veriyordu. Durdular. Said b, Mansur eliyle Resülüllah'ın yüzündeki kanlan sildi. Ebû Ubeyde b. Cerrah ise halkaları çıkarmayı denedi. Ancak mümkün olmadı. Kalın halkalar kemiğe saplanmıştı. Ebû Ubeyde eğilip, halkaları dişleriyle tuttu ve çekti. Halkayı çıkarmak çok zordu. Halkalardan birisi çıktı, ama Ebû Ubeyde'nin de bir dişi kırıldı. Ebû Ubeyde ikinci halkayı da çıkarmaya çalıştı ve çıkardı. Fakat Ebû Ubeyde'nin ikinci dişi de kırıldı. Halkalar çıkınca kan daha çok akmaya başladı. Kanı durdurmaya çalıştılar; başaramadılar. Malik b. Sinan kan akan kesiğin üzerine dudaklarını koyup, kesiği birleştirmeye çalıştı. Bu arada ağzı kanla doldu. O sırada bu birkaç Müslümamn dışında zırh içinde olduğu için Resülüllah'ın ölmediğini bilen hiç kimse yoktu. Müşriklerin ve Müslümanların neredeyse tamamına yakım Resülüllah'ın öldüğünü zannediyorlardı. Bir su yatağına girip kendini korumaya çalışan Ka'b b. Malik, yanma gelen birkaç Müslümandan birisine dikkatle bakınca, zırhın göz aralığından içindeki gözleri tanıdı; bu Resûlüllah'tı. Öldü zannettiği Resûlül-lah'ı bir anda yanında görmenin sevinciyle bağırmaya başladı; ıEy Müslümanlar! Ey Ensar topluluğu! Müjde! Müjdeler olsun! Resûlüllah yaşıyor. îşte burada'. Resûlüllah elini kaldırıp 'Sus dedi; "Sus! Yerimizi belli etme.' Fakat duyan duymuştu. Duyanlardan birisi de Mekke'de iken Resûlüllah'ı her gördüğünde 'Bir at aldım ve seninle savaşıp, seni öldüreceğim gün için besliyorum' diyen Ubeyy b. Halefti. Hemen Resülüllah'ın bulunduğu tarafa doğru atını sürdü. Kılıç elinde fırtına gibi koşan atının üzerinde Resûiüllah'a yaklaştı. Bazı Müslümanlar öne atılıp Ubeyy'e engel olmak istediler. Fakat Resûlüllah onları durdurdu. Son bir gayretle gücünü toplayıp ayağa kalktı ve dimdik durarak, 'Bırakın' dedi; 'Bırakın gelsin'. Bazı Müslümanlar duramadılar, öne atılıp Ubeyy'in önüne geçmek, Resûlüllah'ı korumak istediler. Resûlüllah onları tuttu ve kararlı bir sesle 'Geri durun! Bırakın gelsin dedi. Sonra, yanındaki Müslümanlardan Haris b. Sımme'nin mızrağını alıp Ubeyy'in önüne geçti. Ubeyy şaşırdı. Resûlüllah'ı tehdit ettiği her seferinde karşılık olarak duyduğu sözü hatırlayıp, bir anda atını durdurdu. Hatırladı ki kendisinin her tehdidi karşısında Resûlüllah da, Sen beni değil, İnşallah ben seni öldüreceğim' demişti. Korktu, gerisin geri dönüp kaçmaya başladı. Resûlüllah Dur yalancı! Nereye hanyorsun?' deyip elindeki mızrağı savurdu. Mızrak çok övündüğü atının üzerinde yıldırım gibi kaçan Ubeyy'in omzuna çarpıp, yere düşürdü. Yerinden kalkan Ubeyy kaçıp gözden kayboldu. Görünürde boynundaki küçük bir kesiğin dışında önemli bir yarası yoktu, ama acıdan kıvranıyordu. Arkadaşları, evhamlandığını, ciddiye almayı gerektirecek bir durumu olmadığını söylemelerine rağmen 'Ben öleceğim. Muhammed beni öldüreceğini söylerdi. O hiç yalan söylemedi. Beni bu görünmez yara öldürecek' dedi ve öldü. [262]Resûlüllah çok kan kaybetmiş ve yorulmuştu. Ayakta zor duruyordu. Sâ'd b. Ubâde ve Sâ'd b. Muaz'a yaslandı. Onların yardımıyla Uhud dağına tırmanmaya çalıştı. Bir kayaya tırmanması gerektiği zaman bunu başaramadı. Vücudu kesikler içinde olan, bir eli parçalanmış bulunan Talha, kendi haline bakmadan yere eğilip Resulüllah tan sırtına basmasını istedi. O ve diğer Müslümanlar için Resûlüllah canları da dahil her şeylerinden kıymetliydi. O'nun kanayan yanağı, zor hareket ettirdiği bir ayağı, kıpırdatamadığı bir kolu kendi yaralarını, kesiklerini, kırıklarını unutturmuştu. Resûlüllah, Talha'nm sırtına basarak kayaya tırmandı. Dağa çıkıp şaşkın şekilde oturan bir grup Müslüman kendilerine doğru gelenleri müşrikler zannedip, kılıçlarını sıyırarak saldırmaya hazırlandıkları sırada, Ebû Düca-ne başındaki zırhı çıkarıp kendisini tanımalarını sağladı. Dağda bekleşen bu Müslümanlar da Resülüllah'ın ölmediğini anlayınca hemen çevresini sarıp, yanında yer aldılar. Onlardan birisi olan Hatıb b. Ebî Beltea, kanlar içindeki Resûlüllah'ı görünce yerinde duramadı; Ey Allah'ın Resulü! Bunu sana kim yaptı' dedi. Resûlüllah Vtbe b. Ebî Vakkas' deyince Hatıb yerinde fırladı, savaş alanına döndü, Utbe'yi buldu ve bir vuruşta başını vücudundan ayırdı. Biraz sonra da Utbe'nin atı ve elbisesiyle Resülüllah'ın yanma geldi.
Artık ortalık sakinleşmiş, müşrikler savaş alanından çekilmeye başlamışlardı. Resûlüllah kayanın üzerinde oturarak, imam olup yanındaki Müslümanlarla birlikte namaz kıldı, Rabb'ine sığındı, dua etti.
Müslümanların dağıldığı ve Resülüllah'ın öldürüldüğü haberi Medine'ye ulaşınca aralarında Fâtıma'nm da olduğu bazı kadınlar hem durumu yerinde görmek ve hem de yaralılara yardım etmek için Uhud'a koşmuşlardı. Fâtıma babası ile dağa tırmanırken karşılaştı. Kanlar içerisindeki babasına sarılıp ağladı. Babasının yüzünü yanında getirdiği suyla yıkadı, Fakat kan hâlâ akıyordu. Bulduğu bir hasır parçasını yakıp, külünü yaranın üzerine basarak kanı durdurdu. Aişe, Ümm-ü Süleym, Hamme bint-i Cahş ve Resülüllah'ın halası Safiyye de savaş alanına koşup gelen diğer kadınlardı. Onlar da ellerindeki tulumlarda bulunan suları yaralılara içirdiler, yaralarını tedavi etmeye çalıştılar.
Müslümanların hemen hepsi artık dağdaydı. Fakat müşrikler hâlâ gitmemiş, her an saldırıya geçebilir bir halde savaş alanında geziniyorlardı. îşte o anda, hiç beklenmeyen bir şey oldu. Dağdaki Müslümanları derin bir uyku sardı. Uyumamak için direndiler, ancak kılıç veya mızraklara sahip olamayıp, ellerinden düşürdüler. Yorgunluktan gibi görünen bu uykunun nedeninin ilâhî bir yardım olduğu vahyolunan bir ayetle anlaşıldı: (Allah), o üzüntünün ardından size bir güven ve uyku indirdi.[263] Ayette belirtildiği üzere, bu güven duygusunu oluşturup pekiştirecek, korkuları yok edecek bir uykuydu. Kalpler onunla yatıştırılıp, güç ve irade yeniden inşa olundu.
Resûlüllah'm öldürüldüğünü zanneden Ebû Süfyan, Müslümanları ele geçirmek arzusuyla dağa çıkmak istedi. Ancak aralarında Ömer'in de bulunduğu Müslümanların attıkları taşlar nedeniyle çıkamadı. Başta Ebû Süfyan olmak üzere müşriklerin büyük bir merak içerisinde bilmek istedikleri şey, Resûlüllah'm gerçekten öldürülüp öldürülmediğiydi. Ebû Süfyan, Resûlüllah'ı kimin nasıl öldürdüğünü sordu. Ibn-i Kamia ileri çıkarak Resûlüllah'ı öldürenin kendisi olduğunu söyledi ve nerede öldürdüğünü gösterdi. Araştırdılar fakat Resûlüllah'm cesedini bulamadılar. Ebû Süfyan'ın şüphesi arttı. Birilerinin Ubeyy b. Halefin Resûlûllah tarafından yaralandığını söylemesiyle, Resûlüllah'm ölümüyle ilgili şüpheleri hepten arttı. Tepenin eteğine gelerek Müslümanlara seslendi; 'Muhammed aranızda mı?' Resûlûllah cevap verilmemesini istedi. Müslümanlardan hiç ses çıkmadı. Sorusuna cevap alamayınca Ebû Süfyan sorusunu üç kez tekrarladı. Yine cevap alamadı. Bu sefer 'Ebû Bekir aranızda mı?' diye sordu. Bu sorusuna da cevap alamayınca 'Ömer aranızda mı?' diye sordu. Bu sorusuna da cevap alamayan Ebû Süfyan kuşku ile sevinç arası bir duyguyla 'Hepsi ölmüş galiba' dedi ve 'Bu onlara yeter' diyerek dönüp gideceği sırada Ömer'in sesini duydu. Ebû Süfyan'ın sevinci karşısından Ömer dayanamamıştı. Müşrik liderinin keyfini bozmak arzusuyla, 'Ey Allah'ın düşmanı! Vallahi senyalan söylüyorsun! Hepimiz buradayız- Allah seni rezil ve zelil etmek için hepimizi sağ bıraktı. îşte Resûlûllah, işte Ebû Bekir, işte ben' diye bağırdı. Ebû Süfyan şaşırdı; korktuğu gerçekleşmiş, Resûlüllah'm ölmediğini öğrenmişti. Altta kalmak istemedi. Gurur içerisinde 'Hübel, fal okumuzu 'evet' çıkarıp bizi zafere ulaştırdı. Bugün Bedir'in karşılığı olan gündür. Ey Hübel! Dinini yücelttin. Ey Hübel! Dinini yücelttin' diye bütün gücüyle bağırdı. Ömer duyduğu bu sözler karşısında Resülüllah'a dönerek cevap için izin istedi. Resûlüllah'm izin vermesiyle de 'En yüksek ve en yüce olan Allah'tır' diye bağırdı. Ebû Süfyan 'Bizim Uzza'mız var ama sizin yok' dedi. Ömer, Allah bizim dostumuz ve sığınağımız, sizin dostunuz ve sığınağınız yok' dedi. Ebû Süfyan, 'Bir gün yenildik, bir gün yendik. Bir gün üzüldük, bir gün güldük' dedi ve sözlerini Bedir'de ölen taraftarlarına karşılık Uhud'da şehit ettikleri Müslümanların isimlerini sayarak devam ettirdi. Ömer, 'Bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleriniz ise cehennemde' cevabını verdi. Bunun üzerine Ebû Süfyan merak dolu bir sesle tekrar sordu 'Ey Ömer! Allah aşkına doğru söyle! Mu-hammed'i öldürdük mü?' Ömer, 'Hayır! Vallahi öldüremediniz. Şimdi O seni dinliyor.' Ebû Süfyan bunun üzerine 'Sen benim yanımda îbn-i Kamia'dan daha doğrusun. ölülerinize işkence yapıldığını, kulak ve burunlarının kesildiğini göreceksiniz, ilahi ben buna ne memnun oldum, ne de engel oldum' dedi. Ayrılırken tehdit et-kten de geri kalmadı; 'Gelecek yıl Bedir'de sisinle buluşup, çarpışmaya söz verini var mısınız?" Resûlüllah'm izniyle Müslümanlar bu tehdit ve davetin Bedir, inşallah sisinle bizim tekrar buluşma yerimiz olacak.
Sirkin ordusu savaş alanından çekilmeye başlayınca, Resûlûllah onların nere-ve gideceğinden emin olmak istedi. Medine'yi basıp kadın ve çocuklara zarar vermelerinden çekiniyordu. Ali'ye 'Git müşrikleri izle. Ne yaptıklarına bak. Eğer develerine biniyor atlarını yedeklerine alıyorlarsa Mekke'ye gidiyorlar dır. Yok eğer atlarına biniyor develerini yedeklerine alıyorlarsa Medine'ye saldıracaklardır. Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer Medine'ye yürüyecek olurlarsa, ben de onların arkasından varır, cezalarını veririm [264] dedi. Bir süre sonra Ali'nin 'Develerine bindiler, atlarını yedeklerine aldılaf haberiyle geri dönmesiyle rahatladı. Anlaşılmıştı, Şirkin ordusu Mekke'ye dönüyordu
[247] Vakıdî, Meğazi, 1/179; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/47. III/26; lbnû1 Esir, d-Kâmil fi't-Târih, 11/77.
[248] Vakıdî, Megazi, 1/185
[249] Vakıdî, Megi, 1/215, 216.
[250] Vakıdî, Meğazi,
[251] Vakıdî, Meg
[252] Müslim, Ohaâ ve Siyer 47.
[253] Vakıdî, Megozi, 1/198.
[254] Vakıdî, Meğazi, 1/199
[255] îbnü'lEsir Vsdul Gabe, IV/20, 21.
[256] İbnü'l Esir, d-Kâmil fVt-Târih, 11/74; Taberî, Tarihu'r-Rusül veVMûlûK 111/17
[257] Koksal islam Tarihi-Medine Devri, 111/118.
[258] Ahmed, Müsned, IV/201; Vakıdî, MeğazU 1/217; Taberî, TarihuY-Rusül ve'UMülûk, 111/20.
[259] Ahmed, Müsned, ıV'253.
[260] Ahmed, Müsned, IV/201; Buharî, Meğazi 18;
[261] Müslim, Birr 87.
[262] Vakıdî, Meğazi, 1/250-252
[263] Ali îmran, 3:154
[264] Koksal, îslâm TariH-Medme Devri, 111/160