- Değişen bir şey yok

Adsense kodları


Değişen bir şey yok

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 29 May 2012, 11:22 am GMT +0200
Değişen bir şey yok
Yaşar DEMİR • 57. Sayı / GÜNDEM


Avrupa, İslam’a karşı Ortaçağ zihniyetini uygulamaya devam ediyor. Üstelik şu an din adamlarının yanına politikacılar da eklenmiş durumda. Geldiğimiz noktada Avrupa’da İslam’ın imajına saldırma şöhrete ve güce ulaşmanın en kestirme yolu oldu.

Batı’nın İslam’a bakış açısını incelemek için uzunca bir zaman dilimini kapsayan ve ilişkilerin başladığı tarihten itibaren Batı’da yazılmış kronikleri inceleyen bir araştırmaya ihtiyaç var. Bu konuda oldukça geniş bir literatür mevcut. Batı, İslam hakkında 7. yüzyıl sonlarında yazmaya başladı ve o tarihten itibaren yaklaşımı skolâstik bir eksende devam etti.

İslam ile ilgili ilk yazı İskoç yazar Bede le Venerable tarafından kaleme alınmıştı. Özellikle Afrika’nın fethiyle birlikte, Hıristiyan dünyası Araplar nezdinde Müslümanları aşağılayan ve hakareti mübah sayan bir anlayışa bürünmüştü. Bununla birlikte, gittikçe artan fetihler Hıristiyanlarca ilahi bir ceza olarak kabul edilmiş ve “apokaliptik bir dehşet” yani kıyamet günü olarak adlandırılmıştı. Bu sırada meydana gelen Charles Martel’in beklenmedik zaferi, ilahi yardımın geldiğine dair inancı ciddi bir şekilde kuvvetlendirmiş ve Tanrı’nın kendilerini tamamen silmediği fikri etrafında toplanan Hıristiyanlar İslam hâkimiyetini kabul etmeyeceklerini ifade ederek bunu bir zul saydıklarını bildirmişlerdi.

Ancak İslam’ın getirdiği huzur ortamı özellikle İspanya’da geniş kitlelerin Müslümanlığı seçmesine neden oluyor, dolayısıyla Hıristiyan âleminde bir rahatsızlık meydana geliyordu. İslam medeniyetinin göz kamaştırıcı ve insanları cezbedici yanını gören Ruhani kesim, bu gidişe dur demenin çaresini bir dizi provokasyonla Hıristiyan-Müslüman çatışmasını körüklemekte buldu.

Alvaro, karikatür yoluyla Efendimiz’e (s.a.v.) hakaret eden ilk Batılı olarak tarihe geçti. Bunu Anastase Bibliothécaire (Kütüphaneci Anastaz)’ın saldırıları izledi. Özellikle çizim halk nezdinde çok etkili oluyordu. Okuma yazma oranın düşüklüğü rahipleri böyle bir yola itmişti. Kapı kapı dolaşmak suretiyle Hz. Peygamber’i resimlerle kötüleyerek kıyametin yaklaştığı anlatılıyor ve bu mücadelenin 870 yılında biteceği, İsa’nın yeryüzüne inip bu duruma dur diyeceği vurgulanıyordu. Hıristiyan inancına göre ruhban sınıfının yanılmazlığı mutlaktı, bu yüzden halk çaresizce bu palavralara inanıyordu. Yapılan propagandalarda halktan silahla karşılık verilmemesi, Müslümanlara tepki olarak sadece İslam’ın kabul edilmemesi isteniyordu. Gerekirse İslam’a hakaret edilmesi tavsiye ediliyor, bu tavırların karşılığı olarak cennet müjdesi veriliyordu. Bu inanç hızla tüm Hıristiyan âleminde yayılmaya başladı ve kısa sürede tüm Batı dünyasını sardı.

Bu tarihlerde Avrupa’daki sosyo-politik yapı tamamıyla politikayı elinde bulunduran rahipler marifetiyle şekillenmekteydi. Hıristiyan sayısının azalması daha az vergi ve insan kaynağı demekti. Bu da rahiplerin saltanatını sarsıcı bir gelişmeydi. İslam dininin hak, hukuk, eşitlik, özgürlük hususlarındaki tutumu bu duygulara aç Avrupa halkında hemen yankı buluyordu. Tüm otoritenin sahibi rahipler İslam ile savaşmayı bir gelecek meselesi gibi görüyorlardı. Bu konuda halkı manipüle etmek için her türlü yola başvurdular ve esasen Machiavelli’den 7 asır önce kazanmak için her yol mubah kavramını geliştirdiler. Kıyametin tarihini vermeleri halkı en çok etkileyen olaydı. Bu durum ciddi bir etki yapmıştı ve halk o tarih geldiğinde büyük bir heyecana kapılmıştı. 870 yılına gelindiğinde 610 yılından beri başlayan kıyamet devam ediyor, Abbasiler devrinde Muhtedi hilafetindeki fetihler aralıksız sürüyordu. Bu tarihten itibaren Hıristiyan Batı’da büyük bir şok yaşanmaktaydı. İlk defa ruhban sınıfının inandırıcılığı halk tarafından sorgulanmaya başlamıştı. Çözüm olarak ruhban sınıfı, Papa’nın sözünün tanrının sözü olacağı dogmasından hareketle, kıyamet konusunda konuşulmasını yasaklayarak ortaya çıkan bu kaotik durumu engelledi.

Bu tarihten itibaren ruhban sınıfı İslam’ı kesin olarak yok edilmesi gereken düşman ilan etti. İslam’ı varlığını tehdit eden bir düşman olarak görmeye başladı. Sonuçta “Kıyametin kopmasına ve İsa’nın yeryüzüne inmesine engel teşkil eden tek sorun Müslümanların varlığıdır ve bu engel ortadan kalkmadıkça Hıristiyanlara huzur gelmeyecektir” fikri ileri sürülerek yeni bir kıyamet günü senaryosu ortaya atıldı. 870’deki gibi tüm halk biraz konsepti farklı olsa da yeni politik ve dinî paradigmaya heyecanla sarıldı. Haçlı seferlerine büyük bir coşkuyla katıldı. Her ne kadar ekonomik, siyasi ve şahsi prestij sağlama faktörleri etkili olsa da, motivasyon aracı olarak din unsuru öne çıkmıştır.

Hangi kesimden olursa olsun, günümüzde Batı üzerine araştırma yapan aydınların ortak kanısına göre Avrupa, İslam ile ilgili Ortaçağ zihniyetini uygulamaya devam ediyor. Üstelik şu an din adamlarının yanına politikacılar da eklenmiş durumda. Geldiğimiz noktada Avrupa’da İslam’ın imajına saldırma şöhrete ve güce ulaşmanın en kestirme yolu oldu. Stratejileri ise gayet net: İslam’a ve Müslümanlara yönelik suni bir korku oluşturmak. Bu yapay korku etrafında birleşen kamuoyu, bu korkuya karşı ancak güç odaklarının idaresi altında güvende olabileceklerine inandırılacak. Bu sayede din argümanlı seküler politikacılar ve çıkarlarını onların yanında gören din adamları sosyal ve siyasal statülerini korumuş olacaklar.

Sonuç olarak Avrupa’da İslam imajı bin yılı aşkın bir süredir gündemde olan bir sorun ve kemikleşmiş bir durum arz ediyor. Sorun, politik, sosyal, siyasal ve ekonomik çıkarların geleceği ve çatışması ile iç içe geçmiş vaziyette. Ancak herkesçe göz ardı edilen bir durum söz konusu: İletişimin hızı ve yaygınlaşması sayesinde İslam imajı hakkında yalanlara dayanan politik ve dini argümanlarla insanların ne kadar meşgul edileceği veya yönetileceği sorusu ilerleyen günlerde ortaya çıkacak. Devrimin ilk önce kendi çocuklarını yediği gibi İslam hakkında uydurulan bu yalanlar da sahiplerini yiyecek gibi görünüyor.