- Değerler Karmaşası Yaşayan Bir Toplum Oluyoruz

Adsense kodları


Değerler Karmaşası Yaşayan Bir Toplum Oluyoruz

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 4 December 2011, 11:12 am GMT +0200
Değerler Karmaşası Yaşayan Bir Toplum Oluyoruz!

Nisan 2008 31.SAYI

Dindar kesimin modern hayatın albenisinden etkilenerek yaşadığı değişimi gazeteci-yazar Ahmet Taşgetiren’le konuştuk. “Allah’ın Vedud ve Rahim sıfatlarının tecelli ettiği bir ailede insanlar birbirinin ayağına basmaz” diyen Taşgetiren, aile hayatında yaşanan problemlerin kökeninde Yaradan’dan uzaklaşma olduğuna dikkat çekiyor.

Aile kurumunda ciddi anlamda bir bozulma söz konusu. Çok önemsediğimiz bir yapı olduğu halde neden ve nasıl gelindi bu noktaya?

Aile toplumun temeli kabul ediliyor. Toplumlar onun üzerine kuruluyor. Bir yerde aile ne kadar sıhhatliyse toplum o kadar sıhhatli olur deniliyor. Çünkü toplumun da ilk mektebi bir anlamda aile. Ama tersinden de bir doğruluk var. Toplumdaki oluşumlar tersine dönerek aileyi de etkiliyor. Batı toplumlarında aile çok daha önceden bir sarsıntı içersine girdi. Bu gün adeta S.O.S veriyor. Batı toplumlarında aile yok oldu demek mümkün neredeyse. Ailede dibe vurmanın ortaya çıkardığı sonuçları yaşıyorlar. Aile böyle bir sarsıntı geçirdiği için toplum yenilenmiyor. Nüfus artışı eksilerde dolaşıyor ve bir yaşlanma gündeme geliyor özellikle Avrupa’da. Yaşlanma aynı zamanda sistemin tamamen durmasına yol açıyor çünkü sistem yani kapitalist yapı çalışan insanın emeklilerle oluşturduğu bir dengeye dayanıyor. Bu denge tamamen ortadan kalkmış durumda. Bir çalışanın üzerine düşen emekli yükü oldukça artmış. Bunun tahammül edilemez, sürdürülemez bir vakıa olduğu düşünülüyor ve onun içinde nüfusu genç ülkelerden uzun vadede nüfus takviyesi hesapları yapılıyor.

Türkiye’ye gelince; Türkiye, ailesinin sağlamlığıyla övünen bir ülkeydi. Bizim ailemiz sağlam denirdi ve güveniliyordu. Batı toplumlarında sanayi inkılabı büyük aileyi çökertmiş; şimdi çekirdek ailenin de çözülmeye başladığı üçüncü dalga diye bir süreçten bahsediliyor. Bu olgu Türkiye’ye de yansıyor. Henüz bütün boyutlarıyla yansıyor denilemez. Ne kapitalizm ne de batıda yaşanan değer boşluğu henüz Türkiye’ye bütünüyle yansımış durumda; ama biz de o sürecin içersine girmiş gözüküyoruz.

Ailede yaşanan sancının göstergeleri toplumsal hayatta ortaya çıkıyor. Sokak çocukları vakıası gün geçtikçe büyüyor. Evden kaçan kızlar vakıası, boşanma vakıası, aile, evlilik ve nikah dışında alternatif kadın-erkek ilişkileri vakıası çoğalıyor, büyüyor. Televole kültürüyle vesaire kamuoyunda geniş bir alanı işgal etmeye başlıyor. Buraya nasıl geldik? Buraya batı toplumlarının geçtiği süreçleri yaşamaya başlayarak geldik diyebiliriz. Bir değerler savrulması yaşadığımızı da kabul etmek lazım.

Aile yapımıza çok güvendiğimiz için hiç yıkılmaz, sarsılmaz bir yapı gibi görüp rahat davrandık galiba…

Belki rehavet denilebilir. Oturup da bilinçli bir değerlendirme yapıldığını; aile şuradan geldi, şuraya gidiyor tarzında bir değerlendirme yapıldığını söylemek mümkün değil. Bir yerde aile duyarlılığımız olmadı bizim. Sudaki balık gibi böyle bir aile ilişkisi aktı geldi ama bir yerden çürümeye, su almaya başladığında eyvah diyoruz. İşte o zaman; çocuğumuzun başına bir şey geldiğinde eyvah demeye başlıyoruz. Bu anlamda toplumun önünde gözüken insanların hayatında flaş hadiseler yaşandığında “Biz de mi?” gibi bir kaygı, telaş toplumun gündemine oturuyor. Bu artmaya başlamıştır. Endişe şudur: Bu süreç iyileşmeye mi doğru gidiyor, yoksa batının o dibe vurmasına benzer bir biçimde kötüye mi? Batı gittiği yerde duvara tosladı bana göre. Geri dönmeye uğraşıyor; nüfus artışını nasıl sağlarım, kadın-erkek ilişkilerinde yeniden büyük aileye nasıl varabilirim gibi… Amerika’da bile Alvin Toffler 103 aile türünden bahsediyor. Öyle ki neredeyse eşcinsel evlilikler oluşuyor. Bu, evliliğin misyonunun kaybı anlamına geliyor.

Evlilik insanın çok temel bir kanuniyetine dayanıyor. Neslin devamı gibi bir kanuniyet var insanın fıtratına yerleşmiş. O fıtrat gereği Allah kadına ve erkeğe birbirine yöneliş duygusu vermiş aile de onun üzerine kuruluyor. Bunu da Yaratıcı gelişi güzel olsun istememiş çünkü hayvanlar alemindeki gibi bir sorumsuzluğun sonu da çıkmaz, sürdürülebilir değil. Oradan da neslin devamı değil neslin fesadı ortaya çıkıyor. Kur’an’da bir ayet var: “Eğer bir topluma inkar ve küfür egemen olursa ekin ve nesil fesada uğrar” diyor. Ekin çevre, belki bugün ekoloji dediğimiz hadise. Nesil de bildiğimiz insan nesli. İnkar ve küfür ise Allah’ın yaratılış kanunlarını insana ve kainata koyduğu kanunların çiğnenmesi, sınırların aşılması anlamına geliyor.

Böyle bir süreç Batı’da yaşandı. Bir değer aşınması bizde de yaşanıyor. Manevi değerleri önemli ölçüde diri olan bir toplum gidiyor onun yerine değerler karmaşası yaşayan Batı’dan gelen birtakım yönelişlerin, benmerkezciliğin, kapitalist arzuların, para tutkusunun, cinsel birtakım savrulmaların yaşandığı bir sosyokültürel ortam meydana geliyor. Bunun aile hayatına, kadın-erkek ilişkisine yansımaması mümkün değil. Yeni bir erkek tipinden ve yeni bir kadın tipinden söz etmek mümkün; bedeni kutsayan, cinselliği her işin merkezine koyan çizgi, öbür yanda bireyselleşmeyi benmerkezcilik tarzına dönüştüren… “Aile neden sancılanıyor?” dediğimizde bu yeni insan tipinin problemli yapısına gelmek gerekiyor. Yeni insan tipi problemli bir nitelik taşıyor. Bir ailenin kurulmasını ve sağlıklı yürümesini temin edecek kadın ve erkek tipi gittikçe yaralanıyor, ortadan kalkıyor.

Biz olması lazım ki aile yapısı sağlıklı olabilsin, değil mi?

Tabi yani diğergam, ötekini önemseyen ve takım ruhuna yönelen bir değerler dünyanızın olması gerekiyor. Sonra belki fedakarlık… Çocuk dünyaya getirmek, onu besleyip, büyütmek, kendinizden vermeyi gerektiriyor. Benmerkezci yapı biraz kendi zevklerini tatmin öncelikli yapı özellikle kadında çocuk dünyaya getirmeyi sanki büyük bir probleme dönüştüren bir halet-i ruhiye oluşturuyor. Bir de kadının çalışma hayatı içerisine yoğun biçimde girmesi ve çalışma hayatının kadının ailedeki rolünü hiçbir biçimde önemsemeyen bir nitelikte oluşması, bütün bunlar kadını kendi rolünden, erkeği kendi rolünden ve aileye verme yönelişinden alıkoyuyor. Evlilikler daha çok yeni dönemlerinde sarsıntı geçiriyor. Ve bizim ailede sancı dediğimiz hadise ortaya çıkıyor.

Medya da bu durumda tetikleyici olmuyor mu?

Televizyon dizileri, programları bizlere tüketilmeye hazır yaşama tarzı paketleri sunuyor. Hiçbirisi mesajsız değildir. Her birisi kadın-erkek ilişkisinde, ebeveyn çocuk ilişkisinde, çocukların birbiriyle ilişkisinde, çocukların başkalarıyla ilişkisinde, kız-erkek çocukların birbiriyle ilişkisinde hepsinde yeni yaşama modelleri sunuyor ve bunlar tüketilsin diye sunuluyor. Bir roman, drama bir yerde sizinle bağ kurabildiği ölçüde etkindir. Oralardan kendi dünyanıza birtakım algılar taşıyorsunuz. Bu noktada çok ciddi etkisi var tabi. Ciddi rol modelleri sunuluyor. Çalışan kadının iş yerindeki ilişkileri, erkeğin iş yerindeki kadınlarla ilişkileri bunların aileye yansımaları hepsinde bence kendi değer yargılarımızla çok da buluşmayan rol modelleri sunuluyor.

Dindar çevrelerde de boşanmalar hızla artıyor. Dini inançlarına bağlı insanlar neden yaşıyorlar aynı problemleri, inançlı bir insanın ailevi problemler konusunda çözümleri olması gerekmiyor mu?

Orada da şu var; gelenekle dini değerler iç içe geçmiş boşanma, bir aileyi bozma kadın için de erkek için de istenmeyen bir şey olmuş eskiden. Sosyal baskı da belki bunu etkiliyor. İnsanlar utanıyor bir anlamda. Evliliği sona erdirmek Allah’ın da sevmediği bir şey. Peygamberimiz ifade ediyor ‘Boşanma, Allah’ın en sevmediği helallerdendir’ diyor. Ama yeni nesilde din ne kadar var sorusu sorulabilir? Bir aidiyet olarak belki var ama kişilik dokuyan bir değerler sistemi olarak ne kadar var bu soru bence önemlidir.

Yeni nesil dediğimizde artık 18-20 yaşındaki insanları kastetmiyorum. Belki 40 yaşındaki 50 yaşındaki insanlar bile bugün yeni neslin içine giriyor. Uzunca bir kültürel alaboranın içersinden gelen, yeni bir eğitim almış, yeni dünyanın kültür değerleriyle buluşmuş insanlar ve onlarla buluştukça İslam’dan, dinden kaynaklanan değerlerin geri planlara doğru itildiği görülüyor. O aidiyetin üstünü çizemiyorlar, bu önemli bir şey. Yüzde 99 Müslüman dediğimiz toplum için aidiyet önemli bir şey ama ‘Bir insanın hayatında ne kadar var?’ diye sorduğumuzda ‘Ne kadar terbiye ediyor, ne kadar kişilik veriyor?’ Bu noktada ciddi sorunlar olduğunu düşünüyorum.

Özellikle de dinin insan hayatında olması, namaz kılıyor veya kılmıyor, oruç tutuyor veya tutmuyor, bildiğimiz ibadetleri yapıyor veya yapmıyor olmasıyla sınırlı bir hadise değil. Din çok daha kapsamlı bir hayat inşa ediyor. Bizim Peygamberimiz hayatının en ince kıvrımlarını Allah’ın gördüğü bilinci içinde yaşamış. İslam o demek. O zaman hayatımızın hiçbir dönemi İslam’ın dışında değil, olmaması gerekiyor. O zaman biz hayatımızın bütün dönemlerinde Allah’ı görüyormuş gibi bir bilinç kuşanmalıyız. O nedir? Diyelim ki iş hayatında ben yazarım; Allah’ı görüyormuş gibi yazıyorum yazımı. Bu çok farklı bir duyarlılık gerektiriyor. Sonra aile hayatında evin beyi veya hanımı Allah’ı görüyormuş gibi davranmalı yani O, beni bu aile içinde görüyor, eşimle ilişkilerimi görüyor, çocuğumla ilişkilerimi görüyor, dış dünya ile ilişkilerimi görüyor. Ben nasıl bir aile kurmuşum onu görüyor diye düşünülmeli.

Peki İslam’da belirli bir aile modeli var mı?

Kur’an’da bir aile çerçevesi bildiriliyor bize. Bu ailenin en bariz özelliği bir sekinete ulaşmaları. Allah Teala ‘bir bütünün parçasısınız anlamına gelen bir sekineti bulun, dengeyi bulun, dinginliği bulun. İçinize huzur veren bir yapıyı bulun ailede. Bunun da iki şartı var.’ diyor. Bir meveddet iki rahmet ! Meveddet ve rahmet kelimeleri Allah Teala’nın iki güzel isminden geliyor. Biri el-Vedud ismi meveddede dönüşüyor ailede. El-Vedud çok seven, sevgi dolu anlamına geliyor. Yani Rabbimiz sevgi dolu bir Rab. Biz O’na bağlanırsak O’nun bizim üzerimizdeki tecellisi meveddet tarzında ortaya çıkıyor ailede.

Demek ki aileye, karı-koca ilişkisine el-Vedud’dan tecelliler sağmamız lâzım. Sonra rahmet yani er-Rahim’den tecelliler sağmamız lâzım. Allah’ın Vedud ve Rahim sıfatlarının tecelli edeceği, ettiği bir ailede insanlar birbirinin ayağına basmaz diye düşünüyorum. Birbirini rencide etmez, kırmaz. O zaman unutuyoruz demektir. O zaman Yaradan’ı unutuyoruz. Yaradan’dan bağımsız bir ortam kuruyoruz. Aileyi o hale getiriyoruz. Şunu derim her zaman ‘Bismillahirrahmanirrahim diyerek bir eş diğerine hakaret eder mi, diğerine öfke duyar mı hatta kaba kuvvet, şiddet uygular mı?’ Böyle bir şey olmaz.

Aile yapısında gelenekler çok baskın çıktı da o yüzden mi Kur’an’daki aile çerçevesinden uzaklaştık?

Doğru, gelenek epey gölgeledi sanıyorum. Şimdi de gelenekten kurtulalım diye bu defa gelenekle birlikte İslam’ın bütün değerlerini sanki günlük hayatımızdan veya aile hayatımızdan dışlamış oluyoruz. Bu telkin de ediliyor. Mesela kadın hukuku dile getirilirken ‘Kadın gelenek sebebiyle eziliyor geleneğin de içi İslam’la dolmuş dolayısıyla İslam sebebiyle eziliyor.’ deniliyor. Ben diyorum ki, İslam bir kadının ezilmesine asla izin vermez. Bir ailede İslam bu dünyada başlayıp ebedi aleme uzanacak bir mutluluğu hedef alır. Burada da bir hukuk oluşturur. Erkeğin hukuku vardır, kadının hukuku vardır. Ona göre kadın daha da korumalıdır. Peygamberimiz’in Veda Hutbesi’nde bir tür vasiyet niteliğinde altını çizdiği şeylerin birisi kadınların hukukuna riayet etmektir.

Ben şöyle düşünüyorum; her birimizin bir hayat defteri yazılıyor. Erkek için fazilet olan kadın için de fazilet olarak yazılıyor. Erkek için yanlış olan kadın için de eksi olarak yazılıyor. Dolayısıyla herkes bu hayat defterini Allah’ın huzuruna vardığında okuyacak. Erkeğe 1-0 önde şeyler yazılmayacak. Diyelim ki erkek dünyada kadının hukukunu çiğnemişse ahirette o Allah’ın huzuruna gelecek. ‘Niye taciz ettin, sözle azarladın, niye dövdün, niye vurdun, niye onurunu rencide ettin?’ Bunların hepsi sorulacak.

Kadın için de aynı şeyler yazılacak. Hatta şunu düşünüyorum. Helal etmediği takdirde karı-kocanın birbirine hukuku da ahirette gündeme gelecektir. Kul hakkı olarak… Onun için bunlara dikkat etmek lâzım. Allah ahirette erkeği korur; yok böyle bir şey. Allah ahirette kadını korur o da yok. Ahirette, Allah’ın huzurunda birbirimizden utanmayacağımız işler yapmamız lazım. Onun için İslam’ı güzel bilirsek ve onu kendi hayatlarımıza, aile ortamımıza güzel taşıyabilirsek güzel aileler kurarız. İslam barış demek. İslam’ı güzel yaşarsak önce ailede barışı sağlayabiliriz. Hatta Batı dünyası iyi aileyi, güzel aileyi aradığında Müslüman bir topluma gelmeli. Ama biz de onlar gibi savrulursak o zaman insanlık güzel aileyi nerede bulacak? Onun için biz belki dünyaya bir örnek aile modeli de sunabiliriz.

Hilal ARSLAN