armi
Thu 2 July 2009, 12:06 pm GMT +0200
İskenderiyye'de yetişen büyük velîlerden. Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi Dâvûd olup, babasınınki Ömer'dir. Dâvûd-ul-Kebîr diye de bilinir. Künyesi Ebû Süleymân'dır. Kaynaklarda doğum târihine rastlanamayan Ebû Süleymân, 1333 (H.733) senesinde İskenderiyye'de vefât etti. Vefâtı için kaynaklarda başka târihler de bildirilmiştir. Tasavvufta Şâzilî tarîkatına mensûb idi. Bu yolun büyüklerinden Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî ve onun halîfesi olan Tâcüddîn İbn-i Atâullahİskenderî hazretlerinin sohbetlerinde yetişerek kemâle geldi. Mâlikî mezhebi âlimlerinin önde gelenlerinden ve Kur'ân-ı kerîmde medhedilen râsih ilimli âlimlerin imâmlarından ve büyüklerinden oldu. Bilhassa fıkıh, tefsîr, hadîs, nahiv, beyân ve diğer ilimlerde ve evliyâlık yolunda derecesi çok yüksek idi. Çeşitli ilimlere dâir çok kıymetli eserler yazdı.
Îzâh-ul-Mesâlik, Er-Risâlet-ül-Merdıyye fî Şerhi Düâ-iş-Şâziliyye, Şerh-ut-Telkîn, Uyûn-ül-Hakâik, Keşf-ül-Belâga ve Şerh-ül-Cümel liz-Zücâcî bunların belli başlılarıdır.
Ebû Süleymân Dâvûd-i İskenderî hazretleri, "Ameller (in kıymeti) ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur." hadîs-i şerîfinde geçen niyet hakkında buyurdu ki: "Bâtındaki derecenin yüksekliği, niyetin yüksekliği nisbetindedir. Yâni niyetindeki üstünlüğün ne kadar ise, bâtınî âlemdeki derece ve yüksekliğin de o nisbette üstündür."
Dâvûd-i İskenderî'nin buyurduğu kıymetli sözlerinden bâzıları şunlardır:
"Mürşid, yol gösterici, rehber; sana ilâcı, tedâvî olmak yolunu gösteren değil, tedâvî eden, mânevî olarak terbiye edip, yetiştiren zâttır. Böyle olmıyana mürşid denmez."
"Allahü teâlânın muhabbetinden bir zerreyi, bin yıllık ibâdete değişme! Çünkü; Hadîs-i şerîfte "Kişi sevdiği ile berâberdir" buyrulmuştur.
"Şehvetler, bitmeyen arzu ve ihtiraslar, üstü örtülü azaplardır."
"Bir velîde, iki çeşit nûr bulunur. Birincisi; rahmet ve şefkat nûru olup, bu nûrla, evliyâlık yolunda bulunmaya müsâid olanları kendisine cezbeder, çeker. İkincisi ise; feyz, izzet ve kahr nûru olup, bu nûrla da, Allah yolunda bulunmaktan uzak, taşkın kimseleri kendisinden uzaklaştırır."
"Kulun ilmi arttıkça, ilim talebi, daha çok öğrenmek arzu ve ihtiyâcı da artar. Himmeti de yükselir. Çünkü kişi, cehâlet hâlinde, sâdece ilim öğrenmeyi, daha çok ilim sâhibi olmayı ister ve buna kendisini çok muhtaç hisseder. İlmin çok dereceleri vardır. Onun sonu yoktur."
"Âlimler, zâhirî ve bâtınî âlimler olarak ikiye ayrılır. Zâhirî âlim; ilmi arttıkça, zuhûru, ortaya çıkması, tanınması artan kimsedir. Fakat bâtınî âlim bunun zıddıdır. O gizlidir. Mânâlar âleminde ilerledikçe, kendisi, kendisini ve ilmini anlamaktan, idrâk etmekten âciz kalır. İlmi de kendisi ile birlikte gizlidir. Zâhirde, görünüşte onun ilminin ve kendi hâlinin bir belirtisi olmaz. Ancak ehli olanlar tarafından tanınabilirler."
"İnsanlar iki kısımdır. Birinci kısım, dünyâ ile uğraşanlar olup, onu îmâr etmeye çalışır. Onun yolunun esâsı dünyâ ile uğraşmaktır. İkinci kısım insanlar ise, mânâ âlemi ile, mânevî işlerle uğraşan kimseler olup, bunlar, matlûba (Allahü teâlâya) kavuşmak, O'nu istemek arzusuyla yanarlar. Bütün gayretleri bunun içindir."
"Kalbin tam bir ihlâs ile "Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh yoktur)" diyerek bir defâ Allahü teâlâya yönelmesi, Allahü teâlâdan gâfil olarak yapılan yer dolusu ibâdetten hayırlıdır."
"Mümin kulların kalbleri, evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır. Evliyânın kalbleri, enbiyânın kalblerinin gölgesi altındadır. Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve yardım nûrları altındadır."
"Gönül kapılarının açılmasında elde edilebilecek en büyük nasîb, gaflet hâlinden kurtulabilmektir."
"Bir kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, O'ndan başka birine kalb gözünü çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1. Kalbinde, ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde hâsıl olur. 2. Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba çekilir. 3. Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu için azap görür."
"Bir kimsenin dünyâ ve âhiretine faydalı olan bir hâli yoksa, o kimse, cansız maddelerden farksızdır. Şâyet bir kimsenin işi gücü şer, kötü işler ve mâsiyet, günah olursa, bu durumda o, bir şeytandan farksız olur. Bir kimse hem dünyâ ve hem de âhiret işlerini birlikte yürütmeye çalışıp, dünyâlık işlere daha fazla önem verirse, o kimsenin hayvandan farkı kalmaz. Düşüncesi, işi, meşgûliyeti yalnız Allahü teâlâ için olan kimse ise, bir melek gibidir."
Îzâh-ul-Mesâlik, Er-Risâlet-ül-Merdıyye fî Şerhi Düâ-iş-Şâziliyye, Şerh-ut-Telkîn, Uyûn-ül-Hakâik, Keşf-ül-Belâga ve Şerh-ül-Cümel liz-Zücâcî bunların belli başlılarıdır.
Ebû Süleymân Dâvûd-i İskenderî hazretleri, "Ameller (in kıymeti) ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur." hadîs-i şerîfinde geçen niyet hakkında buyurdu ki: "Bâtındaki derecenin yüksekliği, niyetin yüksekliği nisbetindedir. Yâni niyetindeki üstünlüğün ne kadar ise, bâtınî âlemdeki derece ve yüksekliğin de o nisbette üstündür."
Dâvûd-i İskenderî'nin buyurduğu kıymetli sözlerinden bâzıları şunlardır:
"Mürşid, yol gösterici, rehber; sana ilâcı, tedâvî olmak yolunu gösteren değil, tedâvî eden, mânevî olarak terbiye edip, yetiştiren zâttır. Böyle olmıyana mürşid denmez."
"Allahü teâlânın muhabbetinden bir zerreyi, bin yıllık ibâdete değişme! Çünkü; Hadîs-i şerîfte "Kişi sevdiği ile berâberdir" buyrulmuştur.
"Şehvetler, bitmeyen arzu ve ihtiraslar, üstü örtülü azaplardır."
"Bir velîde, iki çeşit nûr bulunur. Birincisi; rahmet ve şefkat nûru olup, bu nûrla, evliyâlık yolunda bulunmaya müsâid olanları kendisine cezbeder, çeker. İkincisi ise; feyz, izzet ve kahr nûru olup, bu nûrla da, Allah yolunda bulunmaktan uzak, taşkın kimseleri kendisinden uzaklaştırır."
"Kulun ilmi arttıkça, ilim talebi, daha çok öğrenmek arzu ve ihtiyâcı da artar. Himmeti de yükselir. Çünkü kişi, cehâlet hâlinde, sâdece ilim öğrenmeyi, daha çok ilim sâhibi olmayı ister ve buna kendisini çok muhtaç hisseder. İlmin çok dereceleri vardır. Onun sonu yoktur."
"Âlimler, zâhirî ve bâtınî âlimler olarak ikiye ayrılır. Zâhirî âlim; ilmi arttıkça, zuhûru, ortaya çıkması, tanınması artan kimsedir. Fakat bâtınî âlim bunun zıddıdır. O gizlidir. Mânâlar âleminde ilerledikçe, kendisi, kendisini ve ilmini anlamaktan, idrâk etmekten âciz kalır. İlmi de kendisi ile birlikte gizlidir. Zâhirde, görünüşte onun ilminin ve kendi hâlinin bir belirtisi olmaz. Ancak ehli olanlar tarafından tanınabilirler."
"İnsanlar iki kısımdır. Birinci kısım, dünyâ ile uğraşanlar olup, onu îmâr etmeye çalışır. Onun yolunun esâsı dünyâ ile uğraşmaktır. İkinci kısım insanlar ise, mânâ âlemi ile, mânevî işlerle uğraşan kimseler olup, bunlar, matlûba (Allahü teâlâya) kavuşmak, O'nu istemek arzusuyla yanarlar. Bütün gayretleri bunun içindir."
"Kalbin tam bir ihlâs ile "Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh yoktur)" diyerek bir defâ Allahü teâlâya yönelmesi, Allahü teâlâdan gâfil olarak yapılan yer dolusu ibâdetten hayırlıdır."
"Mümin kulların kalbleri, evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır. Evliyânın kalbleri, enbiyânın kalblerinin gölgesi altındadır. Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve yardım nûrları altındadır."
"Gönül kapılarının açılmasında elde edilebilecek en büyük nasîb, gaflet hâlinden kurtulabilmektir."
"Bir kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, O'ndan başka birine kalb gözünü çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1. Kalbinde, ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde hâsıl olur. 2. Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba çekilir. 3. Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu için azap görür."
"Bir kimsenin dünyâ ve âhiretine faydalı olan bir hâli yoksa, o kimse, cansız maddelerden farksızdır. Şâyet bir kimsenin işi gücü şer, kötü işler ve mâsiyet, günah olursa, bu durumda o, bir şeytandan farksız olur. Bir kimse hem dünyâ ve hem de âhiret işlerini birlikte yürütmeye çalışıp, dünyâlık işlere daha fazla önem verirse, o kimsenin hayvandan farkı kalmaz. Düşüncesi, işi, meşgûliyeti yalnız Allahü teâlâ için olan kimse ise, bir melek gibidir."