sidretül münteha
Fri 18 March 2011, 05:52 pm GMT +0200
10- Dâr-ı Harpte Cuma namazı
a- Giriş
a- Giriş
Son yıllarda, kötü niyetlerinden ötürü böyle davrandıklarına inanmak istemediğimiz bazı kimseler, "dâr-ı harp" olduğu gerekçesiyle, Türkiye'de Cuma Namazı kılınamayacağı fikrini yaymakta ve bu fikre taraftar toplamakta İslam adına bir başarı elde edeceklerini iddia etmekte ya da sanmaktadırlar.
Biz bu çalışmamızda cuma ile ilgili diğer konulara hiç değinmeden, son derece tahsîsî (spesifik) olarak, sırf bu noktaya temas edecek, bu iddianın delilleri üzerinde bazı değerlendirmeler yapıp, önemli bir çelişkiye de temas ederek bir sonuca varmaya çalışacağız.
Türkiye'nin "dâr-ı harp" mı, "dâr-ı İslâm" mı olduğu konusu, ayrı bir platformun konusudur ama hemen söylenebilecek hükmüyle ihtilaflı bir konudur. Fakat biz iddia sahiplerinin kanaatlerini doğru farzedersek, meseleye o açıdan bakılması halinde sonucun ne olacağını irdelemeyi deneyeceğiz.
Bu kanaate göre; ülkemiz İslâm ahkâmıyla idare edilmediği için, "dâr-ı harp"tir, Allah'ın ahkâmını reddedenler mü'min değildir. Mü'min olmayanların, mü'minler üzerinde velayet hakkı yoktur, yani;
"Ulü'l-emr" ancak mü'minlerden olur. Cuma namazını ancak "Ulü'l-emr" ya da vekili kıldırabilir. Bunun delili İbn Mâce'de geçen ve "...âdil ya da zalim, İmamı olduğu halde cumayı terkeden..." [257] 'in cezaya uğrayacağını haber veren hadistir
Cumanın Mekke döneminde farz kılındığı halde, orada eda edilmeyip, ancak Medine'de kılınması da, hem cumanın bir devlet namazı olduğunu, hem de "Ulü'l-emr" bulunmadan kılınamayacağını gösterir. Devletçi görüşlere sahip olan Hanefîler de bunu kabul etmiş ve uygulayagelmişlerdir. Bu devletçi görüşlere sahip olduklarından ötürüdür ki, İslâm tarihi boyunca devlet kurabilen görüş hep Hanefî mezhebi olabilmiştir. Sütçü İmam'ın cumayı kıldırmayıp, halkı Fransızlara karşı ayaklandırması bunun son örneğidir... vs., vs.
Bunlar, sözünü ettiğimiz iddia sahiplerinin tutundukları delillerin önemli olanlarıdır. Bir paragrafa indirgediğimiz bu özetin elbette bazı cümleleri de doğrudur. Ancak biz; işin esasını teşkil eden iki temel noktaya: ilk kılınan cuma namazı meselesine ve işaret edilen hadisin; hadisçilerle yapılan kritiğine değinerek, ikisinin bir arada düşünülmesiyle, karşı fikirde farkedilen bir çelişkiye temas etmek suretiyle meseleye açıklık getirmiş olacağız kanaatindeyiz. Hanefilerin tarihî süre boyunca hep aynı fikirde olmadıklarını da birkaç nakille görmeye çalışacağız. [258]
[257] Sözü edilen hadisin meali şöyledir "Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr, Velîd b. Bükeyr'den, o da Ebû Cebbâb (Habbâb)'dan, o da Abdullah b. Muhammed el-Adeviden, o da Ali b. Zeyd'den, o da Saîd b. el-Müseyyeb'den, o da Câbir b. Abdillah'tan, Rasûllullah (sav) hutbe okurken bize şöyle dedi: "Ey insanlar, bilmiş olunu ki, şu yerimde,"şu günümde, şu ayımda ve bu yıldan itibaren, ki yâmete dek, Allah (cc) cumayı sizin üzerinize farz kılmıştır. Artık kim onu gerek benim hayatımda, gerekse benden sonra -adil ya da zalim bir imamı varken- hafife alarak ya da inkâr ederek terkederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket klimasın. Dikkat edin! Onun ne namazı vardır, ne zekâtı vardır, ne haccı vardır, ne orucu vardır, ne de bir iyiliği vardır, tevbe etmedikçe bunların hiç biri ondan kabul edilmez..." (İbn Mâce, el-İkâme, 78, 1/343).
[258] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 111-112.