meryem
Thu 17 February 2011, 11:56 am GMT +0200
Cürm/Mücrim - Fücür/Facir
'Cürm' 'Ce-Ra-Me' fiil kökünden masdardır. Aslı, ‘meyveyi ağaçtan koparmak' demektir. 'Racülün carimün - koparan kişi, kavmün ciramün - koparan topluluk, semenin cerimün - koparılan meyve' ifadeleri sözcüğün değişik kullanım biçimlerine örnektir. Koparılan hurmanın kalanına 'cüramet(ün), denilir. Fiilin bir diğer masdarı 'cem'dir. Dört harfli (rubaî) fiil baplarının ilki olan 'if'âl' babındaki 'ecrame' 'cerm sahibi olmak, yani koparılan meyveye sahip olmak, kopartmak' anlamındadır; aynı şekilde Arapça'da 'meyve sahibi olmak, meyve verdirmek' anlamındaki 'esmera', 'hurma almak, hurma verdirmek' anlamındaki 'etmera' ve 'süt almak, süt verdirmek, süt edinmek' anlamındaki 'elbene'nin yapı ve kullanışları da 'ecrame' gibidir. Bu noktada 'ecrame' 'övülür olanın dışında her türlü kötü kazanç,' kendisi ve ailesi için kötü yolardan, yasaklanan yollardan kazanma' şeklinde genel bir kullanım biçimine bürünmüştür. Fiilin 'üçlü’ halinin 'cürm' şeklinde gelen masdarı da 'suç, yasaklanan yerlerde bulunma, kötü yollardan kazanma' anlamında kullanılmaktadır. Aynı şekilde, 'ecrame'nin masdarı 'icram' da 'suç, kötü yaptırım, kendisi ve ailesi için kazancıyla günaha girme’ demektir. Bu şekilde davrananlaraysa 'mücrim' denilir. [271]
Kur'an'da sözcük daha çok 'dörtlü' babın değişik yapılarıyla geçer; en fazla mücrim şekli kullanılırken, fiil hali olan 'ecrame'yle masdar şekli 'icram' da kullanılır. Sözcük bu şekilleriyle Kur'an'da kavramlaşmış ve belli bir nosyon ifade eder duruma gelmiştir. Artık, 'icram’ 'yasaklanmış davranışlarda bulunarak günah kazanma, azap kazanma’, 'mücrim'se 'haram eylemlerde bulunan, yaptıklarıyla azabı ve Cehennem'e, cezayı hak eden' anlamında belli bir konuma sahip bulunmaktadır.
Müşrikler Hz. Peygamber(S.A.V.)' “Kur'an'ı kendi uyduruyor, sonra da bu 'Allah'tandır' diye bizi kandırmaya çalışıyor” diyorlardı. Kur'an tabiî olarak bunu reddederken, bu şekilde bir uydurma işinin de, Kur' an'ın Allah'tan olduğu doğruyken çeşitli bahanelerle ona inanmayıp, Rasûl'ü Ekrem'e iftira atmanın da 'icram' kavramına girdiğini ifade etmektedir:
“Yoksa “onu uydurdu” mu diyorlar? “Eğer uydurmuşsam 'icram'ım banadır ve ben sizin 'icram ettikleriniz'den (mimma tecrimûn) uzağım” de (Hud: 35).”
Müşrikler bu tür davranışlarıyla 'icram'ûs. bulunmakta, yani durmadan 'azap ve ceza' kazanmaktadırlar.
Tüm müşrik kavimler ve müşrik kişiler davranışlarıyla sürekli 'cürm' işlemekte, yani 'icram'da, bulunmaktadırlar; kazançları azaba yöneliktir; yasaklanan işlerde bulunmakta, haram bölgelerde gezinmekte ve Cehennem'e doğru yol almaktadırlar. Kur'an bu noktada Mekke müşriklerine (Yunus: 50), Lût(a)'ın kavmine (A'raf: 84), kısaca “Yeryüzünde gezin de, mücrim' lerin sonu ne oldu bir bakım” (Nemi: 69) ayetinden de anlaşıldığı gibi, helak edilen müşrik kavimlerin hepsine 'mücrim' demektedir. Bunların 'icram'larını Kur'an bir başka şekilde şöyle anlatır:
“Biz de üzerlerine (Firavn kavmine) ayrı ayrı ayetler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik; ama yine de büyüklük tasladılar ve mücrim bir topluluk oldular (A'raf: 133).”
“Sizden önceki nesillerden hayra yarar faziletli kimselerin yeryüzünde fesattan men etmeleri gerekmez miydi? Kendilerinden kurtardığımız pek azı hariç. Zulmedenler kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve mücrimler oldular (Hud: 116).”
Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar da 'mücrim'dirler (Mürselât: 45-6). Onların, bütün mücrimlerin sonunda varacakları yer Cehennem'dir:
“Bugün ayrılın ey mücrimler(Yasin: 59). “Kim Rabbi'ne mücrim olarak gelirse, onun için muhakkak Cehennem vardır; orada ne ölür, ne de yaşar (Taha: 74).”
Kur'an'da zaman zaman bu sözcüğün 'üçlü fiil şeklinin te'kidli hali de gelir, bunu daha çok 'yecrimenne' şeklinde görüyoruz ki, 'sevketme, (kötü) bir kazanç getirecek (kötü) eyleme itme, kötülüğün yükünü yüklenmeğe yöneltme' demektir:
“Bir kavme karşı duyduğunuz kin sizi adalet yapmamaya itmesin{la yecrimenneküm) (Maide: 8 ).”
“Ey kavmim.' Bana olan düşmanlığınız, buğzunuz, karşı çıkışınız Nuh Kavmi, veya Hud Kavmi ya da Salih'in kavminin başına gelenin mislini sizin de başınıza getirtmesin(lâ yecrimenneküm) (Hud: 89).”
Fücur ve facir sözcükleri 'Fe-Ce-Ra’ fiilinden gelir; biri masdar, diğeriyse 'ism-i fail'dir.
'Fe-Ce-Ra' 'bir şeyi genişliğine yardı' demektir. 'Feccera'da hemen hemen aynı anlam ve kullanışta olup, 'infecera' ve 'tefeccera' şekilleriyse 'yarılmak, açılmak' anlamındadır. [272]
“Yeri kaynak kaynak açtık(feccarnâ) da su takdir olunmuş bir emr üzere birleşti (Kamer: 12).”
“Aralarından da bir ırmak açtık, akıttık (feccernâ) (Kehf: 33).”
“Dediler; “Sana asla inanmayız yerden bizim için bir göze açıp fışkırtmadıkça(tefcüra); veya hurmalardan ve üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı ve aralarından ırmaklar açıp akıtmalısın (tefcüra) (İsra: 90-91).”
“... Asanla taşa vur” dedik. Bunun üzerine ondan on iki göze fışkırdı (infecera) (Bakara: 60).”
“Taşın öylesi vardır ki, kendinden ırmaklar yarılıp fışkırır (yetefecceru) (Bakara: 74).”
Aynı fiilin 'üçlü' halinin bir diğer masdar şekli olan 'Fücur’ 'örtüyü, özellikle utanma veya daha kesin bir deyişle din, diyanet örtüsünün yarıp açmak' demektir. Diyanet örtüsünü bu şekilde yırtıp atan kişiye 'tacir’ denilir; çoğulu 'füccat veya 'fecerat(ün)'dür.
'İman' ve 'takva'yı anlatırken de belirteceğimiz gibi, 'takva'nın aslı korunmak ve sakınmak olup, bir bakıma 'din, diyanet örtüsü'nü örtünmektir. Takva imanda ulaşılması gereken mertebelerden biri olduğu gibi, imana girişin de ilk kapısı, dinin ilk örtüsü, bir bakıma 'zar'ı durumundadır: “İman. edip salih amelerde bulunanlara ittika edip (çekinip, sakınıp, örtü altına girip) iman ettikleri ve salih amelerde bulundukları, sonra ittika edip (ikinci bir örtünür altına girip) iman ettikleri, sonra ittika edip (üçüncü bir örtünün altma girip, örtüyü kalınlaştırıp yırtılmaz hale getirdikleri) ihsanda bulundukları zaman (daha önce) yediklerinden dolayı bir günah yoktur (Bâksaa,: 93).” İşte, İslâm üç dereceli bir iman ve takvadır. Fücur ise özellikle birinci derecedeki takva'nın zıddı olarak 'açılmak, perdeyi yırtmak, üzerinden örtüyü kaldırmak’ demektir. Perde açılıp örtü kalktığında, daha doğrusu yırtıldığında insan her türlü kötülüğü işleyebilecek bir durumdadır demektir:
“Andolsun nefse ve onu düzenleyene. Ona fücurunu da ilham etti, takvasını da. Muhakkak kurtuldu onu temizleyen; ve muhakkak kaybetti onu kirletip örten (Şems: 7-10).”
Nefs her ne durumda olursa olsun örtülür; onu takva elbisesiyle örten (nitekim bir hadiste de “îman çıplaktır, elbisesi takvadır” buyurulmaktadır) onu kirlerden temizlemiş, temiz tutmuş olurken, takva elbisesini yırtan (facir)sa onu fücur kirleriyle örtüp kurtulmaz bir hale getirmiş demektir.
Fücur küfr'e açılan kapıdır ve facirîn yaptığı işlerle kâfir'in yaptıkları birbirinden farksız değildir; şu kadar ki, sözcüğün dar, yani ahlâksızlık yapmak, hiç bir 'fahşa'yı işlemekten çekinmemek anlamıyla her kâfirde fücurun her şekli bulunmayabilir, fakat mü'min de hiç bir zaman facir olamaz, çünkü fücur küfr'ûn kardeşi ve yandaşıdır.
“Yüzler de var kî, o gün tozlanmış; karanlıklar bürümüş onları. İşte onlar kâfirler, facirlerdir (Abese: 42).”
“Hayır, doğrusu facirler'in (füccar) kitabı Siccin’ dedir. Siccin nedir ne bilirsin! Yazılmış bir kitap. Vay o gün yalanlayanlara. Onlar din gününü yalanlıyorlardı. Onu ancak her saldırgan, her harama batmış günahkâr yalanlar (Mütaffifîn: 7-12).”
Yukarıdaki ayetten de anlaşıldığı gibi, yalanlayanlar ve kâfirler daha çok haramlara batmış, günahkâr, saldırgan kişilerden olur. böyleleri imandan çok küfrü tercih etmekte ve yaşantıları kendilerini iman etmekten alıkoymaktadır. Şu halde facir kâfirden çok, küfre varan veya imana götürmeyen amellerde bulunan olmaktadır. Bunlar da nihayette iman etmemekte ve Cehennem'e atılmaktadırlar:
“Muhakkak facirler yakıcı ateş içindedirler (İnfitar: 14).”
Bu ayette facir 'birr sahipleri - ebrar'nin zıddı olarak kullanılmaktadır ki, bu da yukarıda söylediğimizi teyid etmektedir (bk. Birr).
“İnsan önünü hep açmak ister; “Kıyamet günü ne zaman”diye sorar (Kıyamet: 5-6).”
İnsanın 'önünü açması' değişik şekillerde yorumlanmış, daha çok 'fücur'la. geleceğini mahvetmek, günah işleyip tevbe ederim umuduyla günahlara devam edip gitmek' anlamı verilmiştir. Bunu Toshihiko Izutsu 'Kıyamet'i inkâr etmek' şeklinde anlamlandırmaktadır ki, “Kıyamet günü ne zaman?” diye sormasından böyle bir sonuca varmaktadır.[273] Oysa, ayetten de anlaşıldığı gibi, 'Kıyamet gününün inkârı' 'fücur' değildir, (fücur'un bir sonucudur; yani 'Kıyamet kopmaz, öldükten sonra hesap yok, hani ne zaman kopacak' zanlarıyla fücur olan işlere devam edip durmak kişinin 'önünü fecr etmesi, her gününü fücurla geçirmesidir. Elbette bu tür kişilerden iman beklenemez ve elbette böyleleri yaptıklarından hesap vereceklerine inanmayacaklar veya inanmak istemeyeceklerdir; çünkü fücurlarıdan vazgeçmek onlar için çok zordur.
Facirin ve fasıkın (bk. Fasık) Kur'an'daki kullanımları apaçık ortadayken, mezheplerin oluşma günlerinde 'Facirin de fasıkın da imameti caizdir’ şeklinde kurallar ortaya konmuştur. Kastedilen kuşkusuz kâfir olmayan günahkâr müslümanın gerek namazda imamlık yapmasının, gerekse 'halife' olmasının caiz olduğudur. Kuralın doğruluğunun tartışılması bir yana, Kur'an'da hiç bir zaman facirin İslâm'la ilgisinin bulunduğu anılmamaktadır; yani facir müslüman veya müslüman facir olamaz. Şu halde, kavramları yerli yerinde ve Kur'an'ın onlara verdiği anlam çerçevesinde kullanmak ve bu konuda gereken dikkati göstermek özellikle alimler için bir zorunluluk olsa gerektir.
Fecr kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Şafağın gece karanlığını yarması ve gökte bir iplik halinde belirmesinden dolayı bu vakte fecr denmiştir. Kur'an'da bu güzel bir benzetmeyle “beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması” olarak geçer (Bakara: 187). Gerçekten şafak gece karanlığında bir 'iplik' halinde belirir ve geceyi adeta ince bir şerit halinde yırtar. Sabah namazının ve orucun vaktinin başlangıcı olan bu zamanın adı 'fecr'dir. 'Beyaz şerit, sonunda genişler ve gece yavaş yavaş ortadan kalkar ve o zaman artık 'sabah-subh' vaktidir. [274]
[271] Müfredat, 91.
[272] a.g.e. 373.
[273]T. Izutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlâki Kavramlar, çev, S. Ayaz, Pınar yay. s: 220.
[274] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 358-364.