hafız_32
Wed 20 October 2010, 10:55 am GMT +0200
881. Cismanî arzularının bağlarından kurtul da, can padişahının emanına ulaş!
Mefülü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. IV,1931)
Mefülü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. IV,1931)
• Akıl, aşkın elinden afyon yuttu ve bu yüzden delirdi!
• Bugün, delinin aşkı da, akıllının aklı da deli divane oldu!
• Denize aşık olan ırmak, denize doğru koşup onun kucağına düşünce, kendisi deniz oldu; ırmaklığı kalmadı!..
• Akıl kalktı, aşka gitti; onu, bir kan denizi olarak gördü! Onun içine girdi ve ortasına oturdu!
• Kan dalgaları, aklın başından aştı; onu her tarafından sarıp "cihetsizlik"e doğru götürmeye çalıştı!
• Sonunda akıl, kendisini tamamıyla kaybetti; aşkla gençleşip güzelleşti!
• Kendini kaybedince öyle bir yere ulaştı ki, orada ne yer var, ne de gök!
• İleri gitse ayağı yok; otursa ziyan edecek!
• Derken, ansızın o mahvoluş yanından (bî-çün: neliksiz, niteliksizlik) nur dünyasından
• Latîf nurlardan meydana gelmiş bir sancakla yüzbinlerce mızrak gördü anlara meftun oldu!
• Şaşkınlığa tutulmuş, yürüyemez hale gelmiş olan ayağı yürür oldu; o acaip alemde yola düştü, yürümeye başladı!
• "Belki oraya ayak basarım da, kendimden de kurtulurum, kendimden asağı olanlardan da kurtulurum!" diye düşünüyordu!
• Derken, önüne iki vadi çıktı; birisi ateş dolu idi, öbürü ise güllük gülistanlıktı!
• "Ateşe atıl, ateşin içine gir de, gül bahçesinde neşelere, safalara dal!" diye hatiften bir ses geldi. 0 ses diyordu ki:
• "Dikkatli ol; eğer önündeki ateşe dalmaz da güllük vadisine dalarsan, kendini külhan ateşinin içinde bulursun!..
• Ateş vadisine dalarsan, Hz. îsa gibi, meleklerin kanatları üstünde göklere yükselirsin! Eğer şaşırır da gülistana girersen, Karun gibi, yerin dibine gömülrsün!
• Kaç; dünyaya ait cismanî arzularının bağlarından kurtul da, can padişahının emanına ulaş!"
• 0 padişah, Tebrizlilerin övündükleri Şemseddin'dir! Sen de onu öv; o, bütün övgülerin, medh ü senaların üstündedir!
"Hz. Mevlana bu gazelinde, Hakk aşığının hakikate varması için ateşten gömlek giymesi gerektiğini, çok hoş benzetmelerle açıklamaktadır. Şeyh Galib hazretleri de Hüsn ü Aşk adlı kitabında, Aşığın ateşten nehirleri geçmesi gerektiğini anlatır. Eşrefoğlu Rümî hazretleri de; "0l dost için ağuları / Şeker gibi yutmak gerek" diye buyuruyor. Fransız yazan Andre Gide de Dar Kapı adlı romanında, aşığın çok ızdırap çekmesi, çok sıkıntılara katlanması, çok dar kapılardan geçmesi gerektiği üzerinde duruyor ."
882. Küfürle iman, yumurtanın akı ile sarısına benzer! Aralarında bir berzah vardır; birbirlerine karışmazlar!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV,1940)
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV,1940)
• Ey ermiş kişilerin canı! Ay, şevkinle oynuyor; Zühre yıldızı da aşkınla tef çalıyor! Kadınlar da, tefleri ile aşkımızı etrafa yayıyorlar!
• Benim aşkımla Sen'in güzelliğin, her meclisde söylenmededir, her meclise meze olmuştur! "Evvelce şöyle idi, şimdi böyle oldu!" diye, bizim aşkımız, bütün şehirde herkesin dilindedir!
• Gönüllerde, aşk okundan yüzbinlerce yara var fakat, ortada ne ok görülüyor, ne de yay!
• Aşığın kanı, gözyaşı oldu! 0 gözyaşından yeşillikler bitti ve bu yeşilliklere gül yüzün aksetti de, her taraf güllük gülistanlık oldu!
• Kış gibi soğuk ayrılık, yolları kesmişti, kaplamıştı da, bağın bahçenin çiçekleri bir zindanda hapsolup kalmışlardı!
• Baharın adaleti ile yollar emniyete kavuştu! Bu yüzden yeşillikler, ellerinde yalın kılıçlarla göründüler; goncalar da, mızrakları ellerinde olarak meydana çıktılar!
• Ey insanlar; kalkın, dışarı çıkın! Atlarınıza binin ve kırlara açılın; bağlara bahçelere gidin! Onlar; ötelerden, çok uzak yollardan geldiler! Onları karşılamak, onlara; "Hoşgeldiniz!" demek adettir!
• 0 yeşillikler, yüklerini, denklerini bağladılar; yokluk ülkesinden kalktılar, deniz tarafından geldiler! Denizden gelirken güneşin yüzünden havaya çıktılar, göklere buse verdiler!
• Onlar; burç burç bütün gökleri dolaştılar, her yıldızdan yararlandılar, sermaye aldılar! Ve nihayet bize, şu toprak alemine bir çok armağanlarla geldiler!
• Su ile ateş, onlara, gökyüzünden her an yardım etmededir! Onlar, birkaç gün şu yeryüzünde misafir olarak kalırlar; sonra yine giderler! Bu hep böyledir; böyle gelir, böyle gider, böyle sürer!
• Onların sofraları, rüzgarın başındadır; kaseleri de seher rüzgarının elindedir! Onların yedikleri yemekler, o sofraya oturanlardan başkasından gizlidir! Çünkü, yemek kaplarının üstünde kapaklar vardır!
• Sofralar gelince herkes; "Tabaklarda ne var?" diye soruyorlar! Soranlara hal dili ile diyorlar ki:
• "Herkes bu sırlara mahrem olsaydı, tabaklar hiç örtülür müydü? Canın gıdası, can gibi gizlidir; bedenin gıdası ise, ekmek gibi meydandadır!
• Ekmeğin zevkini, ancak aç kimse bilir; tok olan, o zevki, hiç bilmez! Ekmekçi dükkanındaki ekmeklerden dükkanın ne haberi vardır?
• Ekmekçi aç olsaydı, ekmeği hiç satmazdı; seher rüzgarı gülün kıymetini bilseydi, onu saçıp dökmezdi!
• Sevgilinin kadrini bilmeyenin, onu elden çıkaranın zevki, aşkı yoktur; o, aşık değildir! 0, gerçekten de değersiz, alçak bir kimsedir!
• Gizlemek, meydana çıkarmaya tam sebeptir; susmak, dilsiz gibi davranmak da, anlatışın ta kendisidir!
• Hayatta iken yaptıkların, her düşünce çocuğunun, senin ölümünden sonra mezarının etrafında; "Baba, baba!" diye dönüp dolaştıklarını görürsün!
• Güzel düşüncelerinden huriler, güzel dehkanlılar doğar; çirkin düşüncelerinden ise koca şeytanlar meydana gelir!
• Mühendisin gizli düşüncesini, tasavvurunu seyret; ondan köşk olmuş, saray meydana gelmiş! Ezelî takdirin sırrına bak; ondan bunca dünyalar var olmuş!
* Kendi sırrını, gizlediğin şeyi biliyorsun ama, o gizlideki gizleneni bilmiyorsun! Gizlenen, gönüle benzer; gizlediğin şey de, dil gibidir!
• Gizlediğin şey güzel bile olsa, emin olma! Emin olma ki, emin olmayanlar daima eman bulurlar!
• Selvinin baş kaldırıp yükselmesi, gülün gülmesi, bülbülün ötmesi, güzel, sıcak yüzlü meyveler hep sonbaharın soğuk rüzgarının nefesidir!
• Mutlu zamanlarımızda nice defalar betimiz benzimiz sararıp soldu! Gayb aleminden fırlayıp gelen nice oklar var!
• Lalenin yanakları parıl parıl parlıyor! Padişahın kızgınlığından gönlü yanmış başağın içi faydalarla dolu fakat, derin düşüncelere dalmış, boynu bükülmüş!
• Penbe gül, kırmızı gülün inadına bir dükkan açmış, renklerle süslenmiş ama, kokusu yok!
• Asmaların ayakları kaydı da, yere yüz koydular! Fakat sonunda; "Secde ederler!" hitabıyla koruklukları öldü, olgunlaştılar ve üzüm verir hale geldiler!
"Rahman Suresi, 55/6. ayete işaret edilmiştir."
• "Ey şaşırıp kalmış nergis! Aptal aptal bahçeye bakıp duruyorsun!" dedim. Dedi ki: "Ben herkesin kusurunu arıyorum; öyle bir haldeyim ki, dünyalara sığamıyorum!"
• "Ey süsen! Yazıklar olsun sana; dilini niçin çıkardın?" diye sordum. "Ya bizim gibi konuşma, dilini tut, yahut da durumu anlat!"
• Dedi ki: "Dilim söz söylemez ama, halimizi bildirir! İşin sonu iyi olmasaydı, hiç çimenler gelişir, yeşerir miydi?"
• Söğüt ağacına dedim ki: "Neden bodur bir halde yaya kaldın, boyun uzamadı?" Dedi ki: "Ben küçük kalmayı, gönül alçaklığını akarsudan öğrendimde, ondan!"
• Kırmızı elmanın ekşi oluşu, bir bakıma, sevgiliyi hatırlatmaktadır! Çünkü, güzellerin somurtması, onları daha güzel bir hale getirmektedir, onları süslemektedir! "
• Ya şeftali ağacının dalları neden kısadır, alçaktır? Şeftali toplayanlara şeftalilerini kolayca vermek için değil mi? ,
• "Ey kavak ağacı!" dedim. "Şu uzayıp gitme ile, aleme rezil oluyorsun! çünkü, ne çiçeğin var, ne de meyven!" "Sus!" dedi. "Aklını başına al, böyle ; söyleme!..
• Eğer benim çiçeğim, meyvem olsaydı, senin gibi kendimi beğenirdim, benliğe kapılırdım! Halbuki şimdi, kendimi görmeme imkan yok! Başımı kaldırmışım, yukarıdan bakıyorum ama ben, kendini görenleri, benliğe kapılanları seyredip duruyorum!"
• Nar, ayvaya; "Benzin neder sarı?" diye soruyor. 0 da; "Senin içinde sakladığın inci taneleri yüzünden sarardım soldum!" diye cevap veriyor.
• Nar ona; "îçimde sakladığım incileri nasıl oldu da bildin?" diye sordu. Avva da dedi ki: "Kabına sığamıyorsun; gülüyorsun, nar tanelerini gösteriyorsun! Onun için bildim!
• Sen, daima gülüyorsun! ister gül, ister gülme; alem, cennettekilerin gönülleri gibi, senin yüzünden neşeli, senin yüzünden gülüyor!
• Fakat, şimşek gibi gülüş, bulut gibi ağlayışın sebebidir! Bulut ağlamasaydı, şimşek çakmazdı, gülmezdi!"
• Toprağın yüzünü kara, fakat içini aydın gördüm! Anladım ki, su geldi de onun içini yıkadı, onu tertemiz bir hale soktu!
• Toprağın içi temizlenince, o da, temiz su ile dost oldu, onu bağrına bastı! Bu dostluk, bu sevgi yüzünden kara toprak, cennet bahçelerinde olduğu gibi, sayıya sığmaz dallar bitirdi, meyveler verdi!
• Şu hıyarlar, şu kavunlar, hac kervanlarında yaya kalmış hacılar gibi, yavaş yavaş ayaklarını sürüyerek yorgun argın geliyorlar!
• Kanlar içen çöle bakarsan görürsün ki, emana kavuşmak için "Ol!" emrine uyuyor da, herşeyi; "Lebbeyk!" deyip yokluktan varlık alemine koşa koşa geliyor!
"Bakara Suresi, 2/117. ayete işaret var."
• Yukarıda; "Yaya kalmışlar!" dedim; bu da söz mü? Onlar; Ashab-ı Kehf gibi uykuda bile yol alıyorlar! Hani onlar yan üstüne yatmışlardı ama, ta ötelere, göklere kadar gitmişlerdi!
• Bu topluluğa, su kabağı da gelip katıldı, ipe tırmandı! Bu tırmanışı o nerede gördü, nereden bildi, kimden öğrendi? 0 çıkıp giden, uzayıp yükselen ipi ona verenden bildi, ondan öğrendi! .
• Şu yeşillikler, şu yasemenler, şu meyveler zaten bizim rızkımız; çöllerde, ovalarda bulunan o ot, o diken, o toprak onun rızkı!..
• Herkesin rızkı başka çeşit; o nasip, o meyve, o rızık başka topluluğun! Bizim onlardan tiksinmemiz, onların üstüne düşmeyişimiz, onları bizden koruyor!
• Yüzbinlerce karıncanın, yılanın, yüzbinlerce rızık yiyen canlıların her biri, payını aramadadır; her biri feryad edip durmadadır!
• Her ilaç, bir derdin dermanı; her şeyin bir işte neticesi var! Hani şifalı otlar var ya, hekimlik bilgisine sahip olanlardan başka hiç kimse onları bilmez, tanımaz!
• Ot vardır, bize zehirdir! Onlarca panzehir, bize göre dikendir fakat, deveye hurmadır!
* Cevizle bademin içi özdür, güzeldir; dışı kabuktur! Özler, tıpkı tavuk yumurtası gibi, kabukları içinde olgunlaşır!
* Hurma, dıştan hoştur ama, içi çekirdeklidir! Onun aksi ol, ey merhametli dost! încir gibi için de güzel olsun, dışın da!
* Ağacın su çekişi kökten başlar! Cenab-ı Hakk'ın, canı merdivensiz olarak yücelere çekişi gibi, ta yukarılara, dalların ucuna kadar çeker götürür!
* Şu esip duran rüzgar, çiçek tozlarını ve meyvelerin tohumlarını erkeklerin organlarından alır, dallara, topraklara götürür! Böylece, dallar ile topraklar gebe kalır! Rüzgarlar, sanki erkek Arap atlarıdır; dallar da dişileri, asraklarıdır!
* Bahar mevsiminde kuşlar, sıcak yerlere göçerler! Serseri misafirler gibi şurada burada yuva yaparlar, bir müddet orada kalırlar!
* Kuşlar ötüşürken, binlerce sırlar söylerler; "Filan göçecek, filan onun yerini utacak!" derler!
* Şu hüdhüdler, Hz. Süleyman'dan mektup getirmişlerdir! Fakat, nerede kuş dilini bilen bir kişi ki, o mektupları terceme etsin!
* Leylek, bütün kuşların arifidir; "Leklek!" der dururlar! Onun ne dediğini biliyor musun? "Ey yardımı istenen Allah; mülk de Sen'indir, emir de »Sen'indir! Hamd ve sena, ancak Sana mahsustur!.."
* Ey can! Yaylaya çıkma zamanı geldi; kışlık beden evini bırak! Türkmenlerin adetini, hiç olmazsa kuşlardan öğren!..
* Kuşlar gibi, kendine kendin gözcü ol! Allah'ı tesbih et; tesbihin, sana ordugah olur! Allah'ı tesbih et!
* Aşk, öyle bir güneştir ki, ancak aşıkların gönüllerini yakar yandırır! Ona, İkbahar, sonbahar yol bulamaz; ancak can sevgisi yol bulabilir!
* Mademki aşk bizi zamandan da, zeminden de çıkarıp götürmededir, o halde, emin olalım; yok olmayacağız! Onun lütfu ile, ihsanı ile, onun cömertliği ile biz, ölümsüzüz!
"Faruk Nafiz merhumun şu mısralan da bize müjde veriyor:
"0 büyük Rabb ki, ufuklar boyu nimetlerini
Hüsn ü an, reng-i füsun, aşk-ı cünun mahşerini
Gayr-i kafî görerek sevdiği biz kullarına
Şimdiden va'd ediyor başka bir alem yarına"
* Şu yeryüzünü de, şu zamanı da, içinde bir kuş yavrusu bulunan bir yumurta gibi düşün! Kuş, karanlık yerde mahbustur; kanadı kırıktır, hor ve hakir görülrnededir!
• Küfürle iman, yumurtanın akı ile sarısına benzer; aralarını ayıran bir berzah vardır! Bu sebeple, birbirlerine karışmazlar!
"Rahman Suresi, 55/20. ayete işaret var."
• Anaç kuş, Allah'ın, lütuf ve keremi sonucu olarak, ona verdiği analık duygusu ile yumurtayı kanatları altına alınca yavru kuş, küfrü de, imanı da yok ederek yumurtadan "vahdet kuşu, birlik kuşu" olarak çıkar!
" Bu son üç beyitte, "vahdet-birlik" konusu, yumurta örneği ile anlatılmaktadır. Yanlış anlaşılmaması için bazı marozatta bulunacağım: Önce; küfür nedir, iman nedir, onu arzedeyim. Küfür; Allah'ı inkar etmektir. İman ise, Allah'ın varlığına inanmaktır. Aslında, küfür de bir inançtır. Yani, küfrü benimseyen kafir dediğimiz kişi de, Allah'ı inkar etme inancını taşımaktadır. Allah'ın varlığına inanan "mümin" ile inanmayan "kafir", birbirine zıt düşen inanç sahipleridirler.
Biz, bizim inancımızı taşımayanlara kafir diyoruz. hiristiyanlar, musevîler de, bizim dinimizde değillerdir ama, Allah'a onlar da inanmaktadırlar. Biz, onlara da kafir mi diyeceğiz?
Mevlana, kafir dediğimiz kişinin son nefesinde imana gelebileceğini düşünerek hiç kimseye kafir dememektedir. Müslümanlık, Allah'ın en son gelen semavî dinidir; Peygamber Efendimiz de en son peygamber olduğu için bizden evvel gelen dinlerin hükmü kalmamıştır. Ama, bugün dünyada, müslümanlardan daha çok başka dinlerde olanlar var.
Allah da, yalnız müslümanların Allahı değildir; "Rabbü'l-alemîn" yani, bütün alemlerin, herkesin Rabbi'dir. Tasavvufî inanca göre biz insanları inançlarına göre ayırıyoruz. Allah'ın nazarında bütün insanlar birdir; hepsi de O'nun kuludur. Herkes de, kendi inancını doğru bulmaktadır.
Bugün dünyada mevcut çeşitli dinler ve mezhepler arasında müslümanlık, yukanda arzettiğim gibi, en son din olduğu için "hidayet yolu"dur. Diğer inançlar "dalalet-sapıklık yolu"dur. Aslında, "hidayet yolu" da, "dalalet yolu" da O'nun takdir ettiği bir yoldur. Hz. Mevlana; "Eğri yazı da, doğru yazı da Sen'in mektebinde yazılmıştır!" (Dîvan-ı Kebîr, c. VI, 2778) buyurmaktadır. Onun için, Ziya Paşa merhum da;
"Birdir nazar-ı Hakk'da mecus ile müselman. (Mecusî ile müslüman Allah'ın nazarında birdir!)" demiştir. Çünkü, ikisi de O'nun çizdiği yolda yürümektedir. İşte, Hz. Mevlana bu uç beyitte "vahdet-birlik" görüşünü bu misallerle açıklamıştır. Bu gazelden sonra gelen gazelin üçüncü beytini, lütfen dikkatle mutalaa buyurunuz.
883. Dünyanın bütün güzel yüzlüleri, bizden güzellik çaldı!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1947)
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1947)
• Ay yüzlülerin olan sevgilim, hastalarının yanına geldi de dedi ki: 'Ey sapsarı yüzler, ey benim safran bahçem!
• Safran bahçemi sulayacağım; ab-ı hayatımla onları gül haline getireceğim !
• Zaten sarı renkler de, kırmızı renkler de, güller de, dikenler de, hepsi hepsi bizim emrimizde, bizim hükmümüzdedir! Bizim yazımızdan, bizim fermanımızdan başka bir şeye uymazlar!
* Dünyanın bütün güzel yüzlüleri, bizden güzellik çaldı; hepsi de zerre zerre bizim güzelliğimizi, bizim ihsanımızı gördü!
• Bu güzellikler, onlara belirli bir zaman için iğreti olarak verildi! 0 ay yüzlüler, zamanla sararıp solarlar; yüzleri, sonbahar yapraklarına döner! Hırsızların, bizden güzellik çalanların hali budur!"
884. Akıllının biri gelir de aşıklar arasına katılmak isterse, biz, ona yer vermeyiz!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1955)
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1955)
• Mest olmuş, kendilerinden geçmiş, akıllarını kaybetmiş kişilerin arasında bir akıllının bulunması, ne acınacak bir haldir! 0 kişiye ne yazıktır, ne yazıktır, ne yazıktır; ne yazık!
• Ey sakî! Sen, korkmadan şarap sun; herkese birbiri üstüne şarap sun da, dünyada akıllı bir tek kişi bile kalmasın!
• Sevgili bana; "Sen gerçekten aşık isen, aklını kaybet, deli divane ol!" diyor! gerçekten de, delilerin içinde bir akıllının bulunması yersizdir, manasızdır!
• Akıllının biri gelir de biz aşıkların arasına katılmak isterse, ona yer vermeyiz, onu istemeyiz! Ama bir aşık gelince, onu elinden tutar, içeri alırız; ona; 'Hoşgeldin!" deriz!
* Ayıp dedikleri şey neden meydana gelir? Bir şeyi neden ayıp görürsün? Usanmış, melül olmuş akıldır! Susuz bir kişi, yağmur bulutunu ayıplar mı?
• Bir ham kişi tutar da seni bir bakırcıya götürürse, Yusuf ol, bir köle gibi satıl; zararı yok! Bir diken senin değerini bilmezse, sakın üzülme! Sen gül bahçesi ol da, o seni diken bilsin!
• Sen, Hz. îsa ol da, senin evin olmasın; ne zararı var! Sen, göz ol da, sana bir göz örtüsü kalmayacakmış; kalmasın!
885. Seninle benim bir ayrılığımız yok ki; "sen" "ben" deyip duruyorsun!
Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. IV, 1930)
Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. IV, 1930)
• Bugün sen mi daha güzelsin, ben mi daha güzelim? Sen; bensiz nasılsın, benimle beraber olunca nasılsın?
• Hayır, hayır! "Ben" "sen" deme; bunları bırak! Zaten sen ben ayrı değiliz ki! Seninle benim bir ayrılığımız yok ki; "sen" "ben" deyip duruyorsun!
"Mevlevî şairlerinden Esrar Dede merhum bir rubaîsinde şöyle buyuruyor:
"Ben, ben dediğim, ben dediğim sensin hep
Canım dediğim, ten dediğim sensin hep
Manend-i kudüm sîne-i kuban oldum
Tenna tenena ten dediğim sensin hep."
Fuzulî merhum da Leyla vü Mecnun'unda, Leyla, Mecnun'u sahrada bulduğu zaman Mecnun'un ağzından şunları söyler:
"Benden teberrî eyledin beni sen
Kime arz eyleyeyim seni ben
Bende olan aşıkar sensin
Ben hod yokum, ol ki var, sensin
Ger ben ben isem nesin sen ey yar
V'er sen sen isen, neyim men-i
• Sen, sensiz, ötelerde, ta göğün üstünde idin; ben de, yıllar boyunca bensiz dim!
• Ben kabuktayım, kabuk gibiyim; sense özsün, özüm gibi tatsın, sudan ibaretsin! Ben nerdeyim, sen nerdesin? Kabukla öz bir olur mu?
• Cömertliği ile meşhur Hatem-i Tay nekesliği bırakıp cömertlik kapısını açtı da, ondan sonra; "Benim, ben!" dedi!
• Ben, nekesliği de bağışladım, cömertlikte ben, Hatem-i Tayî'den de ilerdeyim!
• Sen, güzel yüzlü, latif bir cansın; ben de, güzel yüze karşı ayna tutan bir kişiyim!
886. Ey neşeli dost; dilerim, yüzün her zaman gülsün!
Mef'ülü, Mefa'ilün, Fe-ulün
(c. IV, 1923)
Mef'ülü, Mefa'ilün, Fe-ulün
(c. IV, 1923)
* Ey ay yüzlü, neşeli dost; dilerim, yüzün her zaman gülsün! » 0 ay, hiç kimseden doğmamıştır; doğduysa, şüphesiz gülerek doğmuştur!
• Ey Yusufların Yusufu! Sen, adalet tahtına gülerek geçtin, oturdun!
• Daima kapalı bulunan o kapı, o aşk kapısı, senin yüzüne gülerek açıldı!
• Ey ab-ı hayat! Gelip yetiştin de, ateş de güldü, rüzgar da güldü, toprak da güldü!
887. Ey dost; sen bizden ayrılma da, belayı, gamı bizden ayır!
Mefulü, Mefa'ilün, Fe-ülün
(c. IV,1928 )
Mefulü, Mefa'ilün, Fe-ülün
(c. IV,1928 )
• Ey dost; bizi azarlamayı bırak da, derdimize deva ara!
• Ey dost! Sen bizden ayrılma da, belayı, gamı bizden ayır; bizi onlardan kurtar!
• Düşünce, bir hırsız gibi geldi, gönle girdi! Sen şarap ver, mest et de, o hırsız defolup gitsin!
• Sen, gamlar içinde bulunduğun halde neşeli ol; vefasız olan, vefa nedir bilmeyen şu dünyada, sen vefalı ol!
888. Sen sus, söyleme; kendi kemalini aşk, kendisi söylesin!
Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ülün
(c. IV, 1926)
Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ülün
(c. IV, 1926)
• Bedenin kazancı maldır, altındır; gönlün kazancı ise, dostluğu artırmaktır!
• Dostsuz, bağ bahçe zindan gibidir; dostla beraber olunca, insana, zindan bile gül bahçesi gibi görünür!
"Şair Neşatî merhum; "Bağa sensiz varamam, çeşmime ateş görünür." .
• Dostluk lezzeti, zevki olmasaydı, ne erkek meydana gelirdi, ne de kadın!
• Dostluk bahçesinde yetişen diken, binlerce selviden, binlerce süsenden daha hoştur!
• Biz, iğneye ipliğe minnet etmeden, aşkımızı birbirine eklemiş ve dikmişiz!
• Alem evi karanlıksa, aşk, o eve tam altmış tane pencere açar!
• Eğer sen, oktan kılıçtan korkuyorsan, aşk zırhcısı sana zırh yapar!
• Sen sus, söyleme; kendi kemalini aşk, kendisi söylesin!
889. Bu dünyada çeşitli yollardan gelen zevkler,
kendini gizleyen yaratıcının kullarına bir lütfudur!
Fa'ilatün, Fa'ilaüin, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1937)
kendini gizleyen yaratıcının kullarına bir lütfudur!
Fa'ilatün, Fa'ilaüin, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1937)
• Sende bulunan hoşluk, güzellik seni bırakıp gidince, sakın gam yeme, kederlenme! İyi bil ki, seni bırakıp giden şey, bir başka şekle bürünerek yine sana gelir!
• Bir çocuk, sütten hoşlanmaz mıydı? Sütten kesilince, o zevki, şerbetten, baldan alır!
• Bu zevk, bu hoşluk, yaratıcının kullarına birer lütfu ve ihsanı olup çeşitli şekillere bürünerek kendisini gösterir ve bu balçık alemde, kaptan kaba boşalır, bütün canlılara sunulur!
• Cömertliği, lütfu, ansızın yağmur halinde gelir, yağar; yerden çayırlar çimenler, çeşitli renkte ve kokuda çiçekler, güller, çeşitli şekilde ve tatta meyveler yetişir!
• 0 zevk; O'nun lütfu olarak bazan su yolu ile, bazan ekmek, et, kebap yolu ile, bazan güzel renkli, hoş kokulu, lezzetli, güzel meyvelerle kendini gösterir! Bazan cins atlardan, süslü eğerlerden gelir; bazan tatlı dilli, güzel yüzlü dostlardan gelir! Çeşitli yollardan gelen bu zevkler, hep kendini gizleyen büyük, îşsiz yaratıcının kullarına ihsanıdır!
• Bütün bu perdelerin ardından, bir gün ansızın çıkagelir! Bir tecelli, seni senden alır, bütün putlar kırılır! 0 zaman, ne bu kalır, ne de o!
* Uykuda iken can bedenden çıkıp gider, hayal alemine dalar! Beden, olduğu yerde kalır; sen, artık başka şekle bakma!
• Sen dersin ki: "Ben rüyada kendimi gördüm! Sanki bir selvi imişim; yüzüm bir lalelik, bedenim ise gül, yasemen!.."
• Fakat uyanınca, o selvi hayali geçer gider ve can, beden evine döner gelir! îşte bu hallerde, bilenlere, anlayanlara ibretler vardır!
• Bu hususta söylenecek çok şeyler var! Var ama; fitne çıkacağından korkuyorum, söyleyemiyorum!
890. Gönlün ellerini çözmek, gamın ve kederin ellerini bağlamak gerekiyor!
Mefulü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c.IV, 1927)
Mefulü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c.IV, 1927)
• Tövbeyi bozmak, binlerce tövbe tuzağından kurtulmak zamanı geldi!
• Gönlün ve canın ellerini çözmek, gamın ve kederin ellerini bağlamak gerekiyor!
• Ruhun sevgilisini görmenin, O'nun la'l dudaklarını öpmenin tam zamanıdır!
• Ab-ı hayatla yıkanmanın, onunla bedeni kirlerden temizlemenin zamanı geldi!
• O'nun vuslatının kıyameti koptu; daha ne zamana kadar ümitlere kapılıp oturacaksın?
• Sevgili, bir bağı çözer, koparırsa dikkatle bak; o çözmede, o koparmada yüzlerce bağlama, yüzlerce uzlaştırma vardır!