saniyenur
Mon 16 July 2012, 11:29 am GMT +0200
Cinsî Cazibenin Fonksiyonu
Şimdi şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Cinsi arzu tabiatın diğer canlı türlerinde olduğu gibi sadece insan neslinin korunup çoğalması İçin midir? Bilakis cevap bunun tam tersidir. İnsanların diğer türlere karşı daha çok üstünlükleri vardır. Peki ona bu arzu sadece zevk ve eğlence için mi verildi? Cevap yine tam tersidir: Zevk ve eğlence tutkusu insan için nihayeti olmayan bir tutkudur. Açıktır ki, büyük ve yüce bir gayeye hizmet maksadiyle nisan da, hayvan da, bazı hususlara mecburen riayet edecek şekilde yaratılmıştır. İnsana, yahut da hayvana verilen bu bir tadımlık zevk ve lezzet, işi tatlıya bağlamak, daha doğrusu ağızlara bir parça bal çalmak kabilindendİr. Bunun sebebi, insanın, hayvanın, kendisine tevdi edilen vazifeyi benimsemesi ve sevmesi, onu angarya kabul etmemesi, bu vazifelerin başkasına ait olduğunu zannetmemesi ve on-lann kendi öz vazifeleri cümlesinden olduğunu bilmesi içindir. Bu zevk, bu lezzet, daha doğrusu, insanı yahut da hayvanı, görevini yapmaya teşvik şeklinde, çocuğa verilen şeker kabilinden bir hediyedir. Şimdi düşününüz! Acaba Yaratıcı Kudretin bu işte takib ettiği büyük hikmet ve gaye nedir? Bu üstün kudretin asıl gayesi, insanoğlunu diğer yaratıklardan ayırdetmek ve ona medeni bir hayatı gerçekleştirme imkanı vermektir.
İşte bu sebeple, o büyük varlık, insanın gönlüne aşk ve sevgi gibi kudretleri koymuştur. Bu aşk ve sevgi sadece cinsî münasebetlere mahsus değildir. Hatta bedenen, kadın ve erkeğin, yekvücud haline gelmesi ve bildiğimiz muameleyi tekrarlaması için de değildir. Belki insanların daimî şekilde birbirlerine bağlı kalmalarını, karşılıklı olarak birbirleriyle ilgilenmelerini, ruhen ve kalben aralarında sıkı bir yakınlığın bulunmasını temin etmek içindir.
Buna göre, insana diğer yaratıklara göre daha üstün kuvvet ve kudrette cinsi' temayül imkanları vermiştir. Bununla beraber, insanın yaratılışına ve fıtratına ilave edilen bu temayül ve cazibe kuvvetinin belki de ancak onda biri cinsî faaliyete tahsis edilmiştir. O halde, birisi kalkar da, bu kuvvetlerin hepsini, istisnasız, yalnız cinsiyet konusuna hasrederse, o takdirde, tabiidir ki, insanın diğer kuvvet ve kudretleri normal faaliyet imkanı bulamayacak, belki de tabii ömrünü bitirmeden zayıflayacak, yorulacak, vaktinden evvel bitip tükenecektir. Bu meselenin açıklığa kavuşması için şu noktayı da hemen belirtelim ki, insanın yaratılış itibariyle cinsî meselelere karşı duyduğu alaka ve eğilimin büyüklüğü, öteki mahlukata verilenlerden kat kat fazla oluşu, onları yarı yolda bırakacak şekilde hep cinsî konularla meşgul olması ve başka birşey düşünmemesi için değildir.
Belki, bu cazibenin insanoğlunda daha kuvvetli olmasının sebebi,'kadınla erkeği birbirine sımsıkı bağlamak içindir Onları uzun bir zaman birbirleriyle ilgilenmeye mecbur etmek ve aralarındaki münasebetlerin müddetini uzatmak, yani bir kelime ile onları medeni bir hayata namzet kılmak gayesini gütmektedir.
Bütün bunları özetlersek; kadın, cinsî arzu ve eğilimlerle birlikte yaratılışta kendisine bahşedilen utanma, çekinme, ar ve haya, kaç-göç gibi fıtrî hasletlere sımsıkı sarılmalı, nefsini her erkeğe peşkeş çekici bütün faaliyetlerden uzak bulunmalıdır. Nitekim bunlar, çok eski zamandan beri, aşağı yukarı bütün kadınların çekindiği hususlardır. Bu kaçış ve erkeğe kolay kolay teslim olmama hissi, az çok diğer canlılarda da vardır. Fakat insandaki cinsî arzuların fazlalığ1 sebebiyle, bilhassa kadınlarda bu kaçış temayülü daha kuvvetlidir. İnsan dişisinin fıtratında utanma ve haya duygulan fazlasiyle mevcuttur. Buradan anlaşılıyor ki, insandaki cinsi ilgi, manyetik cazibe tek bir maksada bağlanmıştır. Yoksa herhangi bir cinsî cazibe-nin arkasında mutlaka cinsî muamele bulunması icap etmez. Bu sebepledir ki, insan yavrusu, diğer bütün canlıların yavrularına nazaran daha zayıf ve daha kuvvetsiz doğmaktadır. O, uzun bir zaman ebeveynin alaka ve bakımına şiddetle muhtaçtır. Anne ve baba, daimî bir fedakarlık içinde yavrusunu yetiştirecek, terbiye edecek ve büyütecektir. Elbette ki, böyle bir çalışma senelerin mahsulüdür. Bu yaratılış özelliğinde de şüphesiz belli bir maksat ve gaye vardır.
Bu müddet zarfında kadın ve erkek sımsıkı birbirlerine sarılacak, beraber bulunacaklardır. Daimi şekilde birbirleriyle alakalan olacak ve yardımlaşacaklardır. Birbirlerinin dertleriyle derleneceklerdir. Yani böylece insan medeniyetinin bir çeşit çekirdeğini teşkil edeceklerdir.
Yine böyle bir gaye uğruna, öbür canlıların hepsinden daha fazla insan kalbine çocuk muhabbet ve şefkati konmuştur. Hatta bu muhabbet, bu sevgi ve alaka sadece evlatlara inhisar etmez. Onlan aşar, torunlara, torunların torunlarına kadar genişleyen bir zamana kadar uzanır gider. Kısaca, bu muhabbet ve aşk bir ömür boyu devam eder. İnsanlarda evlad sevgisi bazan o kadar taşkın bir ruh hali belirtir ki, nefsi için arzu ettiğinden çok daha fazlasını anne ve baba, çocukları için ister. Hatta, bu ruh halinin galeyana geldiği anlarda, ebeveyn, imkanlannın son haddine kadar evladlannın rahatını temin etmeye çalışır ve kendi istirahatini, huzur ve sükununu feda ettirir. Çalışır, çabalar, uğraşır, didinir, sadece evladını rahat ettirmeyi düşünür. Vanm yoğunu onların uğruna sarfeder. Cinsî cazibe ve arzunun erkek ve kadım kalıcı bir dostluğa bağladığı, sonra da onlan birçok aileler haline getirerek, kan bağı yolu ile aile hayatının esaslarını kurduğu, onlan sevgi ve yardımlaşma vesilesiyle birbirine Ördüğü, sonuç olarak, toplumu geliştirdiği ve dostça işbirliği tarzındaki medeniyet hayalının esaslannı tesis ettiği, zihinlerde hiç şüphe bırakmayacak kadar aşikardır.